Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığı niçin gündemde?

CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu ile Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen, “Adayımız Kılıçdaroğlu” dedi. Bu ne zamandır spekülasyonu yapılan bir ihtimalin ilk kez açıkça dile getirilmesi oldu. Sahiden Kılıçdaroğlu aday olur mu? Kendisi istiyor mu?

 Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı  

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Konuşacak parça parça şeyler var, ama ben bugün Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığı meselesini konuşmak istiyorum. 7 Haziran’da bununla ilgili bir yayın yapmıştım, ama bugün tekrar bu konuyu ele almak istiyorum. Öte yandan, Erdoğan’ın iki buçuk yıl sonra Diyarbakır ziyareti üzerine konuşuldu ve biz de bugün saat 17.00’de, “Transatlantik” olmayacak ama onun yerine Diyarbakır’dan iki konuğumla; Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Kaya ve araştırmacı Cuma Çiçek’le, “Erdoğan Diyarbakır’da ne umdu ne buldu?” diye bir yayında bu konuyu konuşmayı düşünüyorum, konuşacağız. Onun için bu konudaki görüşlerimi orada biraz belki dile getirme imkânım olur.

Bir diğer yandan Sedat Peker hususu var. Sedat Peker olayı ilginç bir hal aldı ve birden o frene bastıkça Türkiye de frene basıyor ve yavaş yavaş gündemden çıkıyor. Arada sırada attığı tweet’lerle tekrar kendini hatırlatmaya çalışıyor; ama bunun da bu grafiğinin, Mayıs başından beri yaşanılan, Sedat Peker’in Türkiye’nin gündemini belirleme grafiğinin ilginç bir öyküsü var. Onu da belki ilerleyen günlerde konuşurum. 

Bugün dikkatimi çeken bir diğer husus, Selahattin Demirtaş’ın sosyal medyadan bir paylaşımı. Güneydoğu’da aşı konusunda büyük bir ilgisizlik olduğunu söylemişler, o da insanları, kendi tâbiriyle halkını, aşı olmaya çağırmış. Onun üzerine söylenecek çok şey var. Tabii ki buradaki mesele, aşı karşıtlarıyla bir tartışmaya girmek falan değil; bunun çok anlamlı olduğunu da düşünmüyorum. Demirtaş’ın yaptığının doğru bir şey olduğunu düşünüyorum; fakat oradan, Selahattin Demirtaş’ın cezaevinden kendine nasıl bir siyasî kimlik inşa ettiği ya da var olan siyasî kimliğini nasıl güçlendirdiğini gösteren ilginç bir örnek gibi gözüktü bana. Tıpkı 31 Mart-23 Haziran yerel seçimler öncesi yaptığı, sosyal medya üzerinden sürece müdahalesinin karşılık bulması gibi diyelim. Bunları daha sonraki yayınlara saklayalım. 

Tabii bu arada 15 Temmuz haftasına girdik. Darbe girişiminin beşinci yılı. Bu konuda söylenecek çok şey var ve söyleyeceğiz de.  Mesela bu hafta “Adını Koyalım”da bunu konuşmayı düşünüyoruz. Ayrıca Medyascope olarak yapacağımız şeyler var. Benim de bu konuda yapmayı düşündüğüm, hem kendi başıma yapacağım, hem konuklarla yapacağım yayınlar olacak, onu söyleyeyim. 

Evet, Kılıçdaroğlu konuşalım. Kılıçdaroğlu konuşmanın nedeni tabii ki partisinden bazı isimlerin, mesela Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu ya da Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen, birden, bir anlamda durup dururken, “Cumhurbaşkanı adayımız Kemal Kılıçdaroğlu” dediler. Sonra devamını getirmediler; hatta biz Medyascope’ta Bülent Kuşoğlu’nu söylediklerini açması için davet ettik, kabul etmedi, istemedi — tadında bıraktı diyelim. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı meselesinin artık kendi çevresinden de dile getirilmeye başlandığının çarpıcı bir ifadesiydi. Bir diğer olay da cumartesi günü, izleyenler olmuştur, Kadri Gürsel’le beraber stüdyoda, Youtube üzerinden gelen sorularla bir yayın yaptık. O yayın sırasında Kadri –bir yanıyla şaşırmadım, ama diğer yanıyla da çok ciddi bir şekilde– Kılıçdaroğlu’nun adaylığının belki de en iyi seçenek olduğunu savundu. Kadri kendince birtakım gerekçeler de anlattı; katılırsınız katılmazsınız, ama Kadri gibi birisinin Kılıçdaroğlu’nun adaylığını bu derece önemsiyor olmasının bir anlamı var — bir de bu yayının ardından gelen tepkiler var. Benim daha önceki yayınıma gelen tepkilerde de olmuştu bu. 

Şöyle bir tepki grafiği var: çok sayıda, öfkeli bir şekilde “Böyle bir şey olamaz”, hani Türk filmlerindeki “N’ayır! N’olamaz!” gibi. “Olamaz, vermeyiz, kimse vermez… Bu Erdoğan’a bir kere daha teslim etmektir” diyenler var. Ama bunların sayısı çok da fazla değil; ama sesleri çok çıkıyor. Destek neden olmasın diyenler, çok böyle kırık bir şekilde bunu söylüyorlar; biraz mahcup bir şekilde bunu söylüyorlar, ama belli ki büyük bir kısım bu olayı kafasında tartıyor ediyor. Ama şurası muhakkak: Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ihtimalinin muhalefet cenahında ve hatta CHP seçmeni cenahında tam bir karşılığı yok. Bunun birçok nedeni var. Kılıçdaroğlu’nun girdiği birçok seçimde Erdoğan karşısında başarısız olması, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birisinde Ekmeleddin İhsanoğlu gibi bir fiyaskoya imza atmış olması, ikinci sefer de Muharrem İnce’nin aday olması — ki o ayrı bir olaydı. Bütün bu deneyimlerden sonra, belli bir kesimin Kılıçdaroğlu’na belli bir güveni yok; fakat bu olay Türkiye’nin gündeminde, daha da fazla gündeme geleceğini tahmin ediyorum. 

Bir kere, bunun birinci nedeni bence Kılıçdaroğlu’nun bunu istiyor olması. Nereden biliyorum? Yani, bir şey bildiğim yok. Kendisine sormuş ve ondan da “Evet, istiyorum” cevabı almış değilim. Bugün mesela Cumhuriyet’te İpek Özbey kendisiyle röportaj yapmış. Orada soruluyor bu konu. Diyor ki: “En başta nerede durduysam yine aynı yerde duruyorum. Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda Millet İttifakı liderlerinin bir araya gelip en azından bu konuyu konuşmaları lâzım. Benim çıkıp cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda konuşmam şık olmaz.” Ama hiçbir yerde, “Hayır, ben kesinlikle aday olmam; bunu konuşmanın bile anlamı yok” demiyor, yani kapıyı açık bırakıyor. Bu arada, şunu söyleyeyim: İpek’in röportajına imrendim. Biz de Kemal Bey’le ne zamandır bir yayın yapmak için bekliyoruz; ama ha bugün ha yarın derken hep bir yerlerde karşımıza çıkıyor, bu sabah da Cumhuriyet’te çıktı. Bu soruları biz de kendisine sormak istiyorduk, bakalım artık nasip ne zamana. 

Burada görüyoruz ki Kılıçdaroğlu hayır demiyor, evet de demiyor ve olayı şöyle bir yere taşıyor: “Yanlış bir tartışma yapıyoruz, tartışma konusu şu olmalı: Toplum nasıl bir cumhurbaşkanı istiyor?” Şimdi, tartışma konusu bu olmalı diyor; ama toplumun nasıl bir cumhurbaşkanı istediği tartışmasını kimsenin yaptığı yok. Muhalefet de yapmıyor ve burada, yine Cumhuriyet röportajında söylediği husus: “Millet İttifakı liderlerinin bir araya gelip en azından bu konuyu konuşmaları lâzım”. Tamam, güzel, ama ortada şöyle bir soru var: Millet İttifakı liderleri kim? Şimdi, bir yanda Kılıçdaroğlu var, bir yanda Meral Akşener var, bundan mı ibâret? Hâlâ Millet İttifakı’nın ne olduğunu bilmiyoruz ya da muhalefet blokunun ne olduğunu bilmiyoruz. Saadet Partisi daha önce vardı, 31 Mart’ta yoktu, şimdi yine hâlâ var mı? Saadet Partisi’ne AKP’nin attığı kancanın etkisi ne oldu? Yeni partiler Gelecek ve Deva bunun bir yerinde mi? Yani Kılıçdaroğlu, “Aday konusunu konuşalım” derken onları da kastediyor mu, etmiyor mu? 

Ve tabii ki en önemli ve en kritik soru: HDP burada nerede duruyor? Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimi olayının dönüp dolaşıp HDP’de odaklandığını artık biliyoruz. Neden biliyoruz? Çünkü her ne kadar Kılıçdaroğlu, “Toplum nasıl bir cumhurbaşkanı istiyor tartışmasını yapmamız lâzım” dese de, cumhurbaşkanlığı tartışması Türkiye’de bir aritmetik üzerinden gidiyor. Kamuoyu yoklamalarına bakıyoruz: Cumhur İttifakı’nın oyu yüzde 40 şu kadar, Millet İttifakı’nın oyu yüzde 40 şu kadar, ikisi de tek başına yetmiyor; ama dışta kaldığı varsayılan HDP’nin oyu, yüzde 10’u her sefer olduğu gibi aşar gözüküyor; dolayısıyla HDP’nin oyu nereye giderse cumhurbaşkanı oradan olacak ya da çok açık bir şekilde Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’nın kaderi HDP seçmenine bağlı. Şimdi, Erdoğan HDP seçmenine yönelik olarak Diyarbakır’a gidip, hiçbir şey söylemeden ama sırf gitmiş olmakla o seçmeni alacağını sanıyor mu? Sanmıyorum; ama çok basit bir hesabı var Erdoğan’ın bence, HDP seçmeninin ikinci turda seçime katılmaması — ona bile râzı. Yani kendisine oy verseler ne âlâ, ama en azından sandığa gitmesinler, HDP’siz bir seçimde en yüksek oyu alan iki adaydan birisi kazansın deyip, burada kendisinin kazanacağı üzerine bir hesap yapıyor.

Dolayısıyla olay dönüp dolaşıp HDP seçmenine geliyor ve Kılıçdaroğlu bu noktada HDP seçmeninin de oyunu alabileceğini herhalde hesaba katıyor; ama diğer önemli husus şu — bir önceki, Haziran’daki yayında bunu özellikle vurgulamıştım: Kılıçdaroğlu, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçiş için geçici bir başkan formülünde. Yani ne olacak? Diyelim ki herhangi bir isim kazandı; Millet İttifakı’ndan, diyelim ki Ekrem İmamoğlu ya da Mansur Yavaş ya da Kılıçdaroğlu ya da Meral Akşener, her kimse kazandı, o kısa bir süre içerisinde Anayasa’yı değiştirecek, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçilip o sistemde hızlı bir şekilde yapılacak bir seçimde Bakanlar Kurulu kurulacak, Başbakan olacak ve Cumhurbaşkanı da yetkilerinden feragat edecek; hatta feragat etmesinin başlatıcısı da o olacak ve partiler-üstü bir Cumhurbaşkanı olarak kenarda duracak. Kılıçdaroğlu profili buna aslında uyuyor. Belli bir yaşa gelmiş, artık siyâseten daha sembolik işleri alabilecek bir kişi olarak bu formüle daha uyuyor ve kendini buna uygun görüyor olabilir. Bu açıdan düşünüldüğünde olabilir; fakat biz seçime gittiğimiz zaman, Başkanlık Sistemi’ne göre gideceğiz ve burada da akla daha güçlü, daha iddialı ve tabii ki daha genç isimler geliyor, daha uzun vâdeli bakabilecek isimler geliyor ve bu noktada bakıldığı zaman Kılıçdaroğlu’nun çok şansı kalmıyor. Dolayısıyla ortada muazzam bir belirsizlik var. Bu muazzam belirsizliğin esas nedeni de muhalefetin kendisi. 

Şimdi biliyoruz: Meral Akşener –biz yayında da kendisiyle konuştuk–, kendisi ısrarcı olmayacağını söylüyor; fakat partisinin yetkilileri, sözcüleri her vesileyle Meral Akşener’in cumhurbaşkanı olmasını temenni ettiklerini gizlemiyorlar — bir bunu biliyoruz. Bir diğer husus, belediye başkanları, özellikle İstanbul ve Ankara belediye başkanları İmamoğlu ve Mansur Yavaş, bence istiyorlar. Her ne kadar bunu açıkça dile getirmiş olmasalar da; her ne kadar Ekrem İmamoğlu medya karşısına çıktığı zaman daha fazla cumhurbaşkanlığına niyetliymiş gibi gözüküyor, Mansur Yavaş daha az, hatta hiç böyle bir niyeti yokmuş gibi gözüküyor olsa da, bence ikisi de istiyor ve burada yine İpek Özbey’in röportajına dönecek olursak, Kılıçdaroğlu’na soruyor: “İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın adaylıkları kafanızdan geçiyor mu?” diye. “Halk belediye başkanlarımızdan memnun. Tamamı gerçekten de olağanüstü bir çabayla görev yerine getiriyorlar. Bu o ilde, ilçede, beldede yer alan vatandaşlar kadar bizi de memnun ediyor. Belediye başkanlarımızın birinci görevi halka verilen sözleri tutmak.” Buradan anladığımız kadarıyla –ki tek başına bu değil–, şu âna kadarki değişik açıklamalarda bunları kazıdığımız zaman, Kılıçdaroğlu’nun Ankara ve İstanbul belediye başkanlarının cumhurbaşkanı adayı olmasına çok da sıcak baktığını açıkçası ben görmüyorum. 

Bunun bir nedeni, kazanır kazanamazlar meselesinden ziyade, önde gelen nedenlerinden birisi, İmamoğlu ya da Mansur Yavaş’tan birisinin aday olması durumunda yerlerine belediye meclisi tarafından başkan atanacağı ve belediye meclisinin de AK Parti denetiminde olması. Dolayısıyla aday olduğu andan itibaren, İstanbul ya da Ankara’dan birisini AKP’ye sunmuş oluyorsunuz. Tabii buna şöyle de bir itiraz geliyor: “Zaten Erdoğan istese buraları iyice etkisizleştirebilir; bu bir mazeret olamaz” diyorlar; ama bence bu önemli bir husus olarak kayda geçmeli. Bana göre en ideali, Ekrem İmamoğlu ya da Mansur Yavaş’ın önümüzdeki dönem cumhurbaşkanı adayı olmasından ziyade, yani böyle bir formül CHP söz konusu olduğunda olabilir, mesela Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adayı seçilip… — tabii seçilip seçilemeyeceği ayrı bir tartışma konusu, o apayrı bir tartışma konusu. 

Kamuoyu araştırmaları Kılıçdaroğlu’nu mesela bir Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’a ve Meral Akşener’e göre Erdoğan karşısında daha zayıf gösteriyor — en azından şu aşamada. Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı olduğu bir CHP’nin “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”e geçilmesi halinde –ki bunu vaat ediyorlar–, o zaman mesela Ekrem İmamoğlu liderliğinde seçime girmesi ve Ekrem İmamoğlu’nun başbakan olması… Tabii bunlar çok spekülatif şeyler, farkındayım; ama daha gerçekçi gibi gözüküyor bana. Çünkü, bu başkanlık sistemi taşınabilir bir sistem değil. Bu eninde sonunda Türkiye’de, belki Erdoğan’ın da râzı olacağı bir şekilde, ama belki de büyük ölçüde Erdoğan’a rağmen sandıktan çıkacak sonuçlarla değiştirilecek ve Türkiye tekrar, eski sistemin daha değişik bir versiyonuna, ama bir Bakanlar Kurulu’na, daha güçlü bir Meclis’e, Bakanlar Kurulu ve Başbakan sistemine tekrar dönecektir. Dolayısıyla İmamoğlu gibi, hatta Mansur Yavaş gibi siyasî iddiası daha uzun vâdeli olan kişiler için o dönemi beklemek daha gerçekçi olabilir. 

Şu anda Kılıçdaroğlu’nun adaylığının tekrar tekrar karşısına çıkmasının birçok nedeni –yayın boyunca söylediğim birçok nedeni var, ama bence en önemli nedeni– hâlâ muhalefetin birlikte hareket ediyor olmaması. Kulislerde, birtakım görüşmelerde, kapalı kapılar ardında çok şeyler konuşuyor olabilirler; ama toplumun karşısına hâlâ birlikte çıkamamaları, Kadri’yle olan yayında bir izleyicimizin sorusuyla tekrar gündeme geldi mesela. Biz, muhalefetteki liderleri birlikte bir yayına çıkartamıyoruz — yani biz dediğim, Medyascope anlamında değil, daha genel medya anlamında çıkartamıyoruz. Birlikte bir fotoğrafları yok. Ne zaman muhalefetle ilgili bir görsel bulmak istesek, photoshop’la yan yana getiriyoruz. Diyelim ki bütün hepsinin, Mithat Sancar’ın, Meral Akşener’in, Davutoğlu’nun, Babacan’ın birlikte bir fotoğrafları olmadı. Hal böyle olunca ve muhalefet hem kendi aralarında ve hem topluma yönelik olarak bir dinamizmi veremeyince, insanlar bunun üzerinden muhalefetin neyi nasıl yapması gerektiğinden ziyade, kimin aday olması gerektiği konusunu gündeme getiriyorlar ve böyle bir ortamda Kılıçdaroğlu isminin de, zaten Meral Akşener daha önce de adaydı, ismi vardı ve yeniden aday olması şaşırtıcı olmaz, –sanmıyorum ama yine de şaşırtıcı olmaz– İmamoğlu’nu, Mansur Yavaş’ı zaten duyuyoruz. Başka isimler de eklenebilir. Kılıçdaroğlu bir yerde, “Birden fazla seçenek var” diyor. “Adaylık konusunda sıkıntı yaşanır mı?” sorusuna, “Birden fazla seçenek var, oturulur konuşulur, Türkiye’nin gerçekleri önümüzde duruyor. Derdimiz şunun ya da bunun aday olmasından çok, Türkiye’yi nasıl aydınlığa kavuşturabiliriz?” 

İşte sorun da burada. Türkiye’yi nasıl aydınlığa kavuşturabiliriz sorusunun cevabı üzerinde yoğun bir tartışmayı muhalefet birlikte yürütmediği için, dönüp dolaşıp isimleri konuşuyoruz ve isimlerin bir yerinde de Kılıçdaroğlu ismi karşımıza çıkıyor ve anladığım kadarıyla önümüzdeki dönemde daha fazla karşımıza çıkacak. Onun isminin gündeme daha fazla girecek olması, muhalefetin en güçlü cumhurbaşkanı adayı olacağı anlamına gelmiyor; fakat muhalefet kendi içerisinde birlikte hareket etme noktasında anlaşır ve neyi nasıl yapmaları gerektiğini tartışmaya başlarsa, o zaman sahici bir tartışmayı görebileceğiz. Şu haliyle muhalefet kendi içerisinde bunu yapmadığı için, biz tek tek vatandaşlar ve tek tek siyasetçiler, birtakım isimleri ortaya atıp bunlar üzerinden konuşup duruyoruz. Tekrar aklıma Kadri’nin söyledikleri geliyor. Kadri özellikle Kılıçdaroğlu’nun Alevi kimliğini vurgulayarak, onun Türkiye’de cumhurbaşkanı olmasının çok önemli olacağını söyledi. Bu, gerçekten önemli bir olay. Türkiye bunu yapabilirse çok büyük bir şeyi, yani buradaki kastım illâki Kılıçdaroğlu olması değil, Alevi kimliğine sahip herhangi bir başka isim de olabilir. Böyle bir şeyi başarabilirse, çok önemli bir eşiği atlamış olacaktır. Umarım böyle bir şey olur. 

Bitirmeden, tekrar saat 17.00’de Mehmet Kaya ve Cuma Çiçek’le yapacağımız, “Erdoğan Diyarbakır’da ne umdu ne buldu?” yayınını söyleyeyim. Bir de kişisel bir not: Şu gözümdeki kırmızılık perşembe günü birdenbire karşıma çıktı ve gözlük takarak falan biraz halletmeye çalıştım, çok soran oluyor. Tekrar söyleyeyim, ciddi bir şey değilmiş. Her şey kontrol altında diyemesem bile, her şeyi kontrol altına almaya çalışıyorum. Ciddi bir şey değil, sadece yaşla ve stresle ilgili bir şey. Bu, Türkiye’de gazeteci olmak ve stres yan yana, hep beraber gitmiş bir şey, bakalım, ama ciddi bir şey yok. Geçmiş olsun diyen herkese de çok teşekkür ediyorum. Söyleyeceklerim, bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.