Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Selahattin Demirtaş faktörü

Yaklaşık beş yıldır cezaevinde olan Selahattin Demirtaş’ın doğrudan kendi tabanına seslenmesinin ne kadar etkili olduğunu yerel seçimler öncesine görmüştük. Demirtaş’ın şu tweeti de benzer bir açıdan değerlendirilebilir:

Bu iki örnek HDP eş genel başkanı olarak cezaevine giren Demirtaş’ın adım adım bir siyasi lidere dönüşmekte olduğunu gösteriyor.

Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı

İyi günler. Bu sabah Türkiye TRT’ye yapılan yeni atamalarla uyandı. Resmî Gazete’de yayımlandı ve TRT’de yönetim büyük ölçüde değişti. Gidenler, Erdoğan’ın yakın çevresindendi, gelenler de Erdoğan’ın yakın çevresinden; ama bu sefer Pelikan diye bilinen grubun bayağı bir ağırlıklı olduğu görülüyor. İsimlere çok fazla girmeye gerek yok, ama bu bize bir kere daha Türkiye’deki medya atmosferinin nasıl bir atmosfer olduğunu gösteriyor. Bağımsız özgür gazeteciliğin ne kadar hayatî olduğunu da gösteriyor. Değişik seferlerde genellikle yayınların sonunda yaptığım çağırıları birçok izleyicimiz ciddiye aldı, önemsedi. Bizim vergilerimizle var olan TRT, bize rağmen, bizim haber alma özgürlüğümüzü gözetmeden sadece ve sadece iktidarın bekası için hareket eden bir kurum. Onun dışında var olan medya kuruluşlarının büyük bir kısmı da zaten TRT’den çok farklı değil. Böyle bir ortamda gazeteci olarak ayakta kalmaya ve bütün bunlara rağmen, bütün bu kuşatmaya rağmen özgür ve bağımsız gazetecilik yapmaya çalışıyoruz. Bu TRT haberi bir kere daha bunun ne kadar önemli olduğunu, bu tür çabaların, bizim Medyascope’ta yapmaya çalıştığımız, başkalarının başka mecralarda ya da bireysel olarak yapmaya çalıştıklarının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor ve sahip çıkılmaya; vatandaşın sahip çıkmasına ihtiyacı olduğunu da gösteriyor, bunu bir kere daha vurgulayayım.

Bugün Selahattin Demirtaş’tan konuşmak istiyorum. Aslında Pazartesi günü yaptığım yayında bunun ipucunu vermiştim. Neydi? Selahattin Demirtaş’ın Pazartesi günü yaptığı bir sosyal medya paylaşımda, “aşı” meselesi üzerine diyordu ki: “Özellikle bazı şehirlerimizde aşı olma oranı çok düşükmüş. Aşı olmaktan endişe duyan tüm halkımızdan özel ricamdır, aşınızı mutlaka yaptırın. Söylentilere inanmayın, bilime güvenin.”  Bayağı bir ilgi gördü bu mesaj; ama bazıları aşı karşıtlığı üzerinden olayı köpürtmeye çalıştı. Fakat Selahattin Demirtaş’ın buradaki duruşu çok açık; “Bilime güvenin” diyor, aşı karşıtlarına prim vermiyor. Ama bu mesajı yazmasının en önemli nedeni, özellikle Güneydoğu’da –HDP’nin güçlü olduğu yerlerde diyelim–, aşı olma oranının düşük seyretmesi. Bunu, Medyascope yayınlarında, bölgede görev yapan doktorlar da bize aktardılar. İnsanlar şu ya da bu nedenle, kimi zaman komplo teorilerine itibar ederek, kimi zaman başka nedenlerle aşıdan çekinebiliyorlar. Tüm Türkiye’de, dünyada da aslında bu eğilim çok güçlü; hatta bazı ülkeler, biliyorsunuz bu konuda yaptırımlar uygulamaya başladılar. Aşı olmayanların bazı hizmetlere ulaşamaması, hatta işlerini kaybetmesi gibi kararlar da alınıyor. Türkiye henüz o aşamada değil; daha çok Türkiye şu aşamada: Aşı olmanın iyi bir şey olduğunu anlatmaya çalışıyor. Selahattin Demirtaş’ın da burada yaptığı, kendi parti tabanına –adını koyalım: Kürtler’e– “Aşı olun” çağrısı yapıyor. Şimdi bu, düz bir çağırı. Ben bunun çok ciddi bir siyasî anlamı olduğunu söyledim. Meramımı pek anlatamadım, bugün işte o meramı anlatmak istiyorum birazcık.

Şunu görüyorum: Bugün Türkiye’de, sadece Türkiye’de değil bölgede de, ama özellikle Türkiye’de en politize kesimlerin başında Kürtler geliyor. HDP’li olanı da olmayanı da, yani AKP’ye angaje olanı da diyelim ya da HÜDAPAR’a ya da başka partilere ya da partisiz olanlarda da politizasyon çok yüksek, öteden beri çok yüksek, tarih boyunca belki çok yüksek, ama belli bir tarihten itibaren alabildiğine yüksek ve Kürtler adına konuşma iddiasında olduğunu bildiğimiz çok kurum ve kişi var; ama dikkat edilirse son dönemde bu pek yapılmıyor. 

Daraltalım: “Kürt hareketi” diye tâbir edilen bir hareket ya da “Kürt siyasî hareketi” diye tâbir edilen bir hareket… Bir ucu İmralı’da, bir ucu Kandil’de ve tabii ki Türkiye’de olan… –Suriye’de, Irak’ta, İran’daki varlıklarını şimdilik bir kenara bırakalım– ama esas olarak Abdullah Öcalan ve Kandil’de PKK’nın komuta heyeti diyelim ve de siyasî partiler; yani şu aşamada, daha önce başka adlarlaydı, şimdi HDP. Bunların hepsinde bir sessizlik var. Genel olarak sessizlik var. HDP, Mithat Sancar ve Pervin Buldan eş başkanlığında bayağı bir şey yapmaya çalışıyor, mitinglere başladılar İzmir’de, Gaziantep vs. devam edecek. Ama hâlâ, Kürtler’deki bu politizasyonu birebir yansıtan bir parti durumunda değil, olamıyor. Bunun en büyük nedeni tabii ki devlet tarafından HDP üzerine çıkartılan zorluklar, baskılar, saldırılar, gözaltılar, tutuklamalar şunlar bunlar… 

Ama baktığımız zaman, şu hâliyle baktığımız zaman, temsiliyette ya da denklikte bir sorun var. Tabanın dinamizmine denk gelen bir HDP yok. Öcalan zaten konuşturulmuyor devlet tarafından. İlginç bir istisna oldu; yerel seçim öncesinde Öcalan konuşturulmak istendi. Burada da maksat, bir pazarlıkla onun CHP adaylarına oy verilmesini istememesi duyurulacaktı tabana. Devlet bunu beceremedi; bunu yapmaya çalıştı, avukatlar üzerinden yapmaya çalıştı, sonra bir akademisyeni yollayarak yapmaya çalıştı. Tam beceremedi. Bu da devletin, siyasî iktidarın nasıl bir iletişim zâfiyeti içerisinde olduğunu gösteriyor. Kendi kaynaklarında bunu yapmış olsa bile, doğrudan HDP tabanına bunu aktaramadı. Tam olarak ne aktardığı da anlaşılamadı aslında. Osman Öcalan’ı TRT’ye çıkartmak gibi –nasıl söyleyeyim?– bir saçmalık yaptılar; çünkü Osman Öcalan’ın artık hiçbir karşılığı yok bu hareket içerisinde ve bu kitle nezdinde. Onu yaptılar ve bunu yaparak hem bir karşılığı olmayan birisini çıkarttılar, hem de kendi birçok argümanlarını, birçok iddialarını, birçok şeytanîleştirme, kriminalize etme iddialarını da gözden çıkardılar; yani TRT’nin Osman Öcalan çıkarttığı bir yerde, siz ondan sonra, geçenlerde Halk TV’nin başına geldiği gibi, türkü söylendi diye televizyona yasak getiremezsiniz — getiriyorlar, o ayrı. 

Şimdi, böyle bir ortamda Öcalan konuşturulmuyor, HDP’nin sesi tam olarak yansımıyor ve Kandil’den ilginç bir şekilde çok fazla ses çıkmıyor, çıksa bile genel kamuoyuna ulaşmıyor; ama gördüğüm kadarıyla, Kandil, kendi yayın organları üzerinden de çok etkili bir propaganda faaliyeti içerisinde değil Türkiye’ye yönelik olarak. İşte böyle bir yerde, Selahattin Demirtaş bence bir fark yaratıyor. Başta “faktör” derken, bunu özellikle vurgulamak istedim. Attığı bu tweet, yaptığı bu sosyal medya paylaşımı bana bunu düşündürdü. Doğrudan Kürtler’e hitap eden, onlara uyarıda bulunan, onlardan bir şey rica eden bir Selahattin Demirtaş var. HDP’li değişik isimler aşı konusunda açıklama yapmış olabilir; ama bunları görmüyoruz, fark etmiyoruz bile. Fakat bunu Selahattin Demirtaş yaptığı zaman, bunun bir karşılığı oluyor — tıpkı yerel seçimlerde olduğu gibi. 

Yerel seçimlerde ne yapmıştı? Yeni Yaşam gazetesine bir açıklama yapmıştı. Orada: “Azıcık hatırım varsa, ricam şudur ki: Gerekirse bağrınıza taş basın, ama mutlaka sandığa gidip faşizme hayır anlamına gelecek oyunuzu kullanın. Seçim sonuçları demokrasi ve barışın gelişmesine fırsat sunabilir” demişti. Bu mesaj açık açık, “Başkalarını dinlemeyin, her türlü spekülasyonu bir kenara bırakın, gerekirse bağrınıza taş basın, ama AKP karşısındaki güçlü adaya” –ki bunlar CHP’lilerdi– “yerel seçimlerde oy verin” çağırısıydı. Açık açık CHP’yi telaffuz etmiyordu; ama bunun bu olduğunu hepimiz anladık ve yerel seçimlerde, seçimin kaderini HDP seçmeni belirledi. Özellikle İstanbul’da, hatta Adana’da, Mersin’de, Antalya’da. Diğer yerlerde de CHP’nin kazanmasına illâki katkısı olmuştur; ama esas olarak buralarda el değiştirmesinde HDP seçmeninin katkısı büyük oldu ve Selahattin Demirtaş’ın bu açıklamasının katkısı da çok ciddi oldu. 

Şunu anlatmaya çalışıyorum: Selahattin Demirtaş, diğer eş başkan Figen Yüksekdağ ve çok sayıda milletvekiliyle beraber, HDP’liyle beraber, 4 Kasım 2016’da tutuklandı. Neredeyse beş yıl olacak. Erdoğan iktidarının yaptığı bu tutuklama –ki nereden sonra oluyor? 15 Temmuz’dan sonra oluyor–, yani bu Fethullahçılar’ın darbe girişiminin yarattığı Olağanüstü Hal şartlarında, Erdoğan’ın bundan faydalandığı bir ortamda ve CHP’nin de buna ortak olduğu, dokunulmazlıkların kaldırılmasına ortak olduğu bir anda bu büyük operasyonu yaptılar ve beş yıldır Selahattin Demirtaş sürekli yargılanıp duruyor ve çıkartılmıyor, ısrarla çıkartılmıyor. Bunun bir Erdoğan operasyonu olduğu doğru ve bu beş yıla baktığımız zaman, beş yılda Türkiye’de yaşanılanlara baktığımız zaman, Erdoğan’ın kendi iktidarını garantiye almak için başta Selahattin Demirtaş olmak üzere HDP’nin önde gelen isimlerini cezaevine yollatması –ki burada bir bağımsız yargı falan olmadığını biliyoruz–, onun açısından, siyasî açıdan gerçekten mecburî bir hareketmiş. 

O beş yıl boyunca, Selahattin Demirtaş’ın ve diğerlerinin hepsinin dışarıda olduğunu, belediyelere el konulmadığını düşünün, Türkiye’de herhalde AKP iktidarı çoktan son bulmuştu, Erdoğan iktidarı çoktan son bulmuştu. Ona rağmen, onların olmadığı bir ortamda dahi şu anda kamuoyu yoklamalarında Erdoğan’ın iktidarının çok kötü bir durumda olduğunu, her geçen gün eridiğini görüyoruz. Bu, Demirtaş’ın ve arkadaşlarının yasal siyaset alanından dışarı çıkartılmaları, cezaevine konulmaları, gerçekten Erdoğan’ın ihtiyacı olan zamanı ona kazandırdı. Buna rağmen Selahattin Demirtaş yine aday oldu, bayağı da etkili de oldu; ama tabii ki dışarıdaki Selahattin Demirtaş ile içerideki Selahattin Demirtaş aynı olamazdı. Şimdi, beş yıla baktığımda şunu görüyorum: Selahattin Demirtaş, HDP Eş Genel Başkanı olarak girdiği cezaevinde bir lider olarak gelişiyor. 

Şu hâliyle aradaki farkı uzun uzun anlatmayacağım, herkes ayrı anlam yükleyebilir; ama parti genel başkanı olmakla siyasî lider olmak arasında çok ciddi bir fark var. Şu anda Selahattin Demirtaş bir lidere dönüşüyor. Bütün bu açıklamalar, bu açıklamaların gördüğü cevap, kendi tabanında, özellikle Kürtler nezdinde karşılığının olması bence bunu gösteriyor. Tabii buradaki sorun hâlâ aynı. Selahattin Demirtaş İmralı ve Kandil’e rağmen mi lider oluyor? Onlara meydan mı okuyor? Sanmıyorum. Hiçbir şekilde bunu yapmıyor, yapmayacak da. Birileri bunu düşünüyorsa, bu olmayacak; ama bu hareket çok ciddi bir dönüşüm yaşıyor. Çözüm sürecinde çok şey değişti aslında. Çözüm sürecinden sonra, sürecin bozulmasına da neden olan süreç, özellikle o iki seçim arası süreçte yaşananlar da çok şey değiştirdi. Bu hareket Türkiye’yi zaten değiştirdi, ama kendisini de değiştirdi ve bence şu anda yaşanan tıkanıklık, yani bu kadar güçlü bir hareketin, bu kadar güçlü bir tabanın doğrudan temsiliyet anlamında ciddi bir sorun yaşıyor olması, bence işte bu dönüşümün bir nedeni ve burada Selahattin Demirtaş az ama öz konuşarak, kimi zaman verdiği röportajlarla, kimi zaman yazdığı yazılarla, kimi zaman edebiyat eseri üreterek, kimi zaman cezaevinden yolladığı fotoğraflarla ve tabii ki mahkemelerde yaptığı savunmalarla hep bir fark yaratıyor. 

Tabii ki bütün içeride olanlar bu süreçte, beş yıl içerisinde bir şeyler yaşadılar, kendilerine bir şeyler kattılar ya da kendilerinden bir şeyler gitti; ama gördüğüm kadarıyla Selahattin Demirtaş, bu hareketin içerisinde bir faktör olarak ortaya çıkıyor. Selahattin Demirtaş’ın önemli farkı şu — ki bu fark ondaki liderlik potansiyelini daha da artırıyor: Demirtaş Kürt olmayan kesimlerin de önemsediği, en azından dinlediği, kulak kabarttığı –sevdiği, sevmediği, hatta nefret ettiği, hiç önemli değil– çok sayıda insanın Selahattin Demirtaş’ın ismini duyduğu zaman… Benim başıma geliyor mesela Youtube’da hemen böyle birtakım şeyler: Yasin Börü’den başlayan tepkiler gelir; yok işte, “Apo’nun heykelini diktireceğiz diyen adam” falan diye çıkışlar yapılır. Ona yönelik nefretin de bazı kesimlerde bu kadar güçlü olması, aslında ondaki liderlik potansiyelini gösteriyor bence. Dolayısıyla, Selahattin Demirtaş’ın liderlik olayını bir şekilde yaşamaktayız. Peki, ama burada şöyle bir sorun var: Bu hareketin, genel olarak bakıldığı zaman, bu hareketin hâlâ bir lideri var. İster kabul edin ister kabul etmeyin, ne derseniz deyin, devletin de başı sıkıştığı zaman yöneldiği birisi var: Abdullah Öcalan gerçeği var. Abdullah Öcalan gerçeğine rağmen Selahattin Demirtaş’ın liderliği gibi bir şey söz konusu olamaz. 

Dolayısıyla önümüzdeki dönem –tabii bu arada Kandil de var, Kandil’e rağmen de olması mümkün değil– ve böyle ilginç bir süreci beş yıldır yaşıyoruz. Önümüzdeki dönemde bunun çok daha hızlanacağını ve şekilleneceğini düşünüyorum. Çok ciddi kopuşlar da olabilir ya da çok ciddi yakınlaşmalar da olabilir. Dil değişimleri olabilir, bu dil değişimlerinin olabilmesi için tabii belli bir rahatlamanın, yumuşamanın olması gerekir. Özellikle de şöyle varsayalım: AKP iktidarının, Erdoğan iktidarının sona ermesinin ardından ülke yeniden bir normalleşme sürecine girerse –ki bunun çok geçmeden olacağı kanısındayım–, o zaman Selahattin Demirtaş’ın çok daha etkili bir aktör olarak içeride ya da dışarıda –muhtemelen böyle bir durumda özgürlüğüne de kavuşacaktır– daha fazla Türkiye’de öne çıkacağını düşünüyorum. Şu hâliyle baktığımız zaman Türkiye’de, muhalefeti tartıştığımız zaman, işte Levent Gültekin’le tartışıyoruz, Kemal Can’la tartışıyoruz, işte “Adını Koyalım”da Burak Bilgehan Özpek’le, Ayşe Çavdar’la tartışıyoruz, birçok kişi başka yerlerde bu tartışmayı yapıyor; muhalefetin adayı kim, muhalefetin ismi kim, kimler olabilir, birkaç isim etrafında dönen bir tartışma var. Selahattin Demirtaş’ın muhalefetin ortak adayı olabilme ihtimali gibi bir şeyden tabii ki bahsetmeyeceğim, böyle bir şey olabilme imkânı zaten yok; ama şu anda ismi geçen kişilerin, muhalefetin içerisindeki aktörlerin hepsinden daha güçlü bir siyasî ağırlığı olduğunu kabul etmek gerekiyor Selahattin Demirtaş’ın. Dolayısıyla “Selahattin Demirtaş muhalefetin ortak adayı” vs., böyle bir fantezi kurmaya gerek yok; ama muhalefetin birlikte hareket edebilme, birlikte bir blok oluşturabilme ve ülkeyi birlikte normalleştirme gibi bir iddiası varsa, orada çok etkili bir şekilde rol oynayabilecek bir aktör olduğu kanısındayım. Evet, bu çok çetrefil bir konu, çetrefilli bir konu, hassas da bir konu. Hassas derken, bazılarına her şeyi konuşmak serbest, biz konuşurken, kelimeleri seçerken çok daha dikkatli olmak zorundayız; çünkü Türkiye bir hukuk devleti değil. 

Fakat şunu açık açık vurgulamak lâzım: Türkiye’de, Türkiye’nin sorunlarını tartışırken, Kürtler’i, Kürt hareketini, HDP’yi, ama aynı zamanda Kandil’i ve İmralı’yı yok sayarak bir şey konuşmanın aslında imkânı yok. Öteki türlü, şu âna kadar yapılan ve bundan sonra yapılacağa benzeyen tartışmaların hepsi bir yerde eksik kalıyor. İşte, Selahattin Demirtaş böyle bir ortamda, gerçekten,Türkiye’nin yenilenmesi ya da benim o, ne zamandır rafa kaldırdığım, “Yepyeni Türkiye”nin gerçekten öne çıkan, –zaten öndeydi ama bir, önüne çok ciddi bir engel çıkartıldı– ama “Yepyeni Türkiye”nin öne çıkan bir siyasî aktörü ve lideri olacağını düşünüyorum. Daha doğrusu ,olabileceğini düşünüyorum diyeyim. Çünkü burası Türkiye, her an her şey hızlı bir şekilde değişebiliyor. Evet, bugün akşam, 15 Temmuz’un beşinci yılını “Adını Koyalım”da hep birlikte Burak Bilgehan Özpek, Kemal Can ve Ayşe Çavdar’la değerlendireceğiz, yorumlayacağız. Yarın da Ahmet Şık’la baş başa bir 15 Temmuz yayını yapmayı düşünüyorum bir aksilik çıkmazsa, çıkmayacak diye umuyorum. Onunla stüdyoda bir 15 Temmuz yayını yapacağız. 15 Temmuz’un beşinci yılı gerçekten önemli; ama şunu söyleyeyim ki bu beş yılda Türkiye iyiye dönük çok fazla adım atamadı, çok büyük bir fırsatı kaçırdı, bir daha da o fırsatı yakalayacağa benzemiyor. Bunu da akşamki yayına spoiler olarak vermiş olayım. Evet, akşam tekrar buluşmak üzere. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.