Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Fehim Taştekin & Işın Eliçin ile Puslu Kıtalar (24): Erdoğan’ın Kıbrıs planı: Bağımsızlık mı ilhak mı?

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Kıbrıs Barış Harekatı’nın 47’nci yıldönümü dolayısıyla KKTC’ye yaptığı ziyareti vesile ederek, Ankara’nın Kıbrıs politikasını ele aldık.

PUSLU KITALAR YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Erdoğan’ın Kıbrıs planı: Bağımsızlık mı ilhak mı?

IŞIN ELİÇİN: İyi akşamlar. Sevgili Fehim Taştekin’le programımız Puslu Kıtalar’a hoş geldiniz. Sevgili Fehim bu hafta AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne yapmış olduğu ziyarette verdiği mesajları konuşacağız. Sen aslında çok güzel bir yazı yazdın ziyaretinin ertesi gününde, bugün yeni açıklamalar var, onları da ekleriz ve toparlarız ziyareti. Erdoğan önce bir müjde açıklayacağını duyurdu. Tabii bu Türkiye’de kamuoyunda şişirildi medya tarafından, çok önemli bir açıklama olacak beklentisi yarattı. Keza adada da öyle. Ama tabii AB tarafından, Yunanistan ve Rum kesimi tarafından da şimdi ne olacak gibi bir öngörülemezlik var, acaba Türkiye nasıl adım atacak diye…  Fakat beklentileri çok karşılamayan, zaten daha önce konuşulmuş, bütçesi planlanmış bir külliye, yeni bir meclis binası gibi bir inşaat yatırımı açıkladı. Beklentileri karşılamadı gibi gözüküyor Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın KKTC için müjdesi, ne dersin?

FEHİM TAŞTEKİN: Müjde deyince ve oraya gidip mecliste açıklayacağım deyince yeni bir şey olması gerekiyor. Bu parlamento ve meclis binasının yerine büyük bir külliyenin yapılması mevzusu -adını şimdi külliye diye koydular ama- daha önce müjdelenmiş bir konu, bunu müjde olarak görmek mümkün değil. Benim konuştuğum Kıbrıs’taki arkadaşlarım da aynı kanaatteler. Burada başka bir müjde vardı ve bu müjde muhtemelen burada deklare edilemedi. Şimdi öncelikle ne bekleniyordu, onunla ilgili birkaç şey söylemek lazım. Maraş’ın açılması ya da Rumları tamamen köşeye sıkıştıracak şekilde yeni bir aşamaya geçilmesi, bu da aslında daha önce bu konuda bir adım atıldığı için ve askeri olmayan bölge dışındaki iki cadde açıldığı için bu da tam müjde sayılmaz. Bunun dışında Pakistan ve Azerbaycan’ın Kıbrıs’ı tanıması gibi bir açılım olabilirdi. Bu da bizim çok beklediğimiz bir şey değil ama akla gelen konulardan birisi buydu. Üçüncüsü üs mevzusu. Daha önce basına sızan bilgiler vardı, SİHA, silahlı insansız hava araçlarının kullanıldığı üssün kalıcı bir hava üssüne dönüştürülmesi şeklinde… Ya da bir deniz üssü projesinin geliştirilmesi, bu da eskiden beri yer yer gündeme gelen bir konu. Böylesi iddialı bir müjde olabilir ama bu da ne kadar müjde olabilir… Kıbrıs açısından müjde sayılamayacak bir şey bu. Buna benzer olarak doğalgaz bulundu şeklinde bir müjde belki, evet Kıbrıslıları ilgilendirecek bir mevzu olurdu. Bunun dışında da daha farklı uluslararası bir açılım; uçuşlardır, ticaret anlaşmasıdır, gümrük birliği anlaşmasıdır gibi farklı şeyler gündeme gelebilirdi. Bunlar konuşuldu ama hiçbirisi olmadı. Aslında bildiğimiz bir konuda daha somut bir adım atıldı ve parlamento binası ve meclis binası ile ilgili böylesi bir şeyi müjdeleştirmiş oldular. Burada bilmediğimiz ama Erdoğan’ın konuşmasına yansıyan bir şey var: AB’den gelen telefonlar. Durumu, istikrarı etkileyecek bir açıklamayla ilgili olarak acaba AB’den belirli aktörler telefon açtılar ve Erdoğan vermek istediği müjdeden geri adım mı attı? Bu soru akla geliyor.

IŞIN ELİÇİN: Şunu söyleyeyim, ana muhalefet partisi milletvekili Asım Akansoy’la konuştum bugün ben bir yayında, onun da izlenimi bu yönde. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bugün yapmış olduğu açıklamalarda AB’ye göstermiş olduğu sitem, çıkış, eleştiriler de, oradan gelen bir konuşma üzerine geri adım atsa da, bundan daha sonra rahatsızlık duymuş olması, bu müjdenin beklediği etkiyi yaratmaması gibi de okunabilir. Biraz kristal küreye bakmak gibi oluyor tabii.

FEHİM TAŞTEKİN: Tabii ki bunların hepsi şu anda bizim tahminlerimiz ya da Kıbrıs’taki gazeteci arkadaşlarla, siyasilerle yaptığımız konuşmalardan edindiğimiz izlenimler. Şimdi bunlar ne kadar doğru bilmiyoruz ama her şeyden önce bu müjde diye ortaya konan şey Kıbrıslılar açısından son derece rahatsızlık verici bir proje olarak görülüyor. Bunun bile müjde olmadığını ve Kıbrıslıları çok fazlasıyla ilgilendiren bir talep olmadığını, bunun gündemde olmadığını anlıyoruz ve görüyoruz. Burada başka bir şey üzerinde durmamız lazım müjdeye takılmanın ötesinde. Burada bir süreç işleniyor. Çok kaba bir şekilde söylüyoruz ama burada bir kayyımlaştırma süreci var. Bu Türkiye’de siyasal iktidarın dönüşümüyle alakalı bir şey. Kıbrıs’ı da her açıdan müdahalelerle dönüştüren bir süreç işleniyor. Bu Cumhurbaşkanlığı seçiminden çok önce başlamıştı, İmam Hatiplerin açılması, müfredattaki din derslerine müdahale edilmesi, yaz Kuran kurslarının açılması çok tartışıldı. Böyle başlayan ve devam eden bir süreç. Ama Cumhurbaşkanlığı seçimine müdahale artık bu işte Türkiye’deki MHP ile kurulan Cumhur İttifakı’nın oturttuğu rejimin tamamen Kıbrıs versiyonunda üretildiğini ve oraya yansıtıldığını gösteriyor, bunu adım adım gördük. Buradaki müdahaleler çok ağırdı. Bir önceki Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’yı ailesiyle birlikte ölüm tehditleri savuracak kadar milli istihbarat teşkilatı, büyükelçilik, AKP’nin kendi kadroları sahada. Serdar Denktaş da hakeza aynı uyarılarla ve baskılarla karşılaştı, diğer gazeteciler ve adaylar… Ve burada yeni bir şey ortaya kondu. Bir varlık-yokluk savaşı. Türkiye’de nasıl ki muhalefeti yok etmek, ezmek için kullandıkları argümanlar ve araçlar var, aynısını orada da oturttular. Sanki bir savaş çıkmış gibi Ersin Tatar’ı orada Cumhurbaşkanı yapacağız, başkası olmasına izin vermeyeceğiz diyen tehditkâr kampanyayla müdahale ettiler. Bundan sonra saray karşımıza çıkıyor. Size de saray yaptırdık, benim yaptırdığım sarayda oturuyorsun; şimdi buna karşı en ufak bir itirazı da nankörlük olarak suçlayacakları yeni bir aşamaya geçiliyor. Kıbrıs’ın ihtiyacı bu değil, Kıbrıslıların ihtiyacı bu değil.

IŞIN ELİÇİN: Kıbrıs’ta da bu anlamda gerçekten bir direnç var. Ne kadar kuvvetli, ne kadar dönüştürebilirler ayrı… Ama direnecekler ve direnmeye devam edecekler. Nitekim Cumhuriyetçi Türk Partisi’yle beraber Akıncı’nın partisi Toplumcu Demokratik Parti’nin de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşma yaptığı meclis oturumuna katılmamış ve konuşmayı boykot etmiş olması aslında Ankara’ya bu yönde verilen bir mesaj. Bizimle danışmadan, bizim irademizi yok sayarak, bize yukarıdan dayatılarak ilişki kurmamalısınız; elbette Türkiye kendi çıkarlarını gözetecektir, onunla ilgili edimleri ve talepleri olacaktır ama KKTC ve Kıbrıslı Türkler olarak bizim de bir irademiz var, biz buradaki halkın seçilmiş temsilcileriyiz, bizimle de danışarak ve demokrasi kültürü içinde hareket edilmesi gerekiyor, bunu net bir şekilde söylüyorlar. Türkiye’ye benzeyen süreçler yaşanıyor. Geçtiğimiz yollardan geçiyorlar gibi geliyor.

FEHİM TAŞTEKİN: Şimdi boykot eden bu iki parti içerisinde de anladığım kadarıyla yeni tartışmalar var. Bu müdahale süreci daha da artacak ve belki de kurumsallaşacak. Bunu şimdiden nasıl önleyebiliriz ve ne yapabiliriz diye bir tartışma var. Meclisten çekilmek de dahil bu tartışma içerisindeki seçenekler konuşuluyor. Ne kadar ileri gidebilirler, yani ileri derken kararlı adım atabilirler bilmiyoruz. Ama evet, Kıbrıs ne kadar artan oranda dönüştürülmeye çalışılsa da AKP döneminde, hâlâ federatif bir çözüme inanan ve Türkiye’nin müdahalelerinin sınırlandırılmasını isteyen bir yapı var. Bu yapı dediğim küçük partiler değil. En azından Mustafa Akıncı ve öncesinde Mehmet Ali Talat bu çizgide mücadele vermiş iki önemli isimdi. Bu iki eski Cumhurbaşkanı da meclisteki oturuma katılmadılar. Onlar da boykot kararına destek oldular. Bunlar önemli göstergeler. Adada tabii ki gerilim ve bölünmüşlük yaratıyor. Türkiye ile ortak hareket eden, Türkiye’nin desteklediği kesimler de var. Sonradan gelen yerleşimciler var. Bunlar demografik olarak da durumu etkileyen faktörler. Ama dediğim gibi Erdoğan’a karşı net tepkilerin olduğu bir aradan bahsediyoruz ve burada çözümden, birleşmeden yana bir damar var. Bu az bir güç değil. Oran olarak evet oyuna %65 destek çıkmıştı 2004’te referandumda. Tahmin ediyorum ki Erdoğan’ın adayı AKP’lileştirme operasyonları sonrasında bu oran yukarı çıkmış da olabilir. Yeni, adil bir çözüm sürecinde yeni bir referandum paketi gelse mesela, bilmiyoruz tabii, bunu ancak anketler söyleyebilir ama ben hissiyattan bahsediyorum insanların tepkilerine bakarak.

IŞIN ELİÇİN: Burada tabii bir açmazı var Kuzey Kıbrıs’ın o da ekonomik olarak kendi kendine yetebilen bir ekonomiye geçememiş olması. Hep bu konuşuldu. Dolayısıyla o ekonomik bağımlılık ilişkisi, tabii Türkiye’nin de politikalarıyla farklı bir ekonomik yapıya dönüştürüldü ve kendi kendine yetebileceği, kendi koşullarını değiştirebileceği yapı için olanak tanınmadı. Biraz ona da değinmek ister misin?

FEHİM TAŞTEKİN: Türkiye’nin aslında suçla teması olan pek çok sektörünü adaya kaydırdılar, bu devlet politikasıydı. Bir anlamda ekonominin pis tarafını adaya küremiş oldular ve orada kumarhanelerle ve diğer gece kulüpleriyle başka bir dünya ve sektör oluşturdular. Bu Türkiye’nin günahı ve izlediği bir politika. Beri tarafta Türkiye bağımsızlığını tanıyorum diyor, Erdoğan şu anda iki devletli çözümü masaya koyuyor ve dönüşü olmayan bir yol diyor bunun için. Son açıklamasında da bunu söyledi, ister 47, ister 57 yıl geçse de bağımsızlıktan vazgeçmek mümkün değildir diyor. Şimdi bağımsız bir devlet muamelesi de yapmıyor. İktisaden de yapmıyor bunu. Mesela gümrük birliği anlaşması var. Limanlar Kıbrıs’a kapalı, aslında Kuzey Kıbrıs için de geçerli bir uygulama bu. Adanın bağımsızlığını gerçek anlamda tanıyorsa Türkiye bunun iktisadi boyutu da olmalı ama olamıyor. Erdoğan’ın izlediği politika ise tam tersi, Kıbrıslıların her açıdan iradesini hiçe sayan bir yaklaşım. Emrediyor, üstünü çiziyor, onun ötesinde projeler geliştiriyor, mimarları kendi denetliyor. Burası bir vilayet bile olsa yerinden yönetim yasası gereği kendi içinde bir özerkliği olmalı. Bağımsız devlet yoluna soktuk dedikleri Kıbrıs’a yapılan muamele tamamen manda muamelesi. Meclisin bile haberi olmadan, hükümetin dahi haberi olmadan kararları Erdoğan alıyor, bunu Tatar’ın kararı gibi dönüştürüyor, ama müjdeyi de kendisi veriyor, kararı yine kendisi duyuruyor. İnanılmaz derecede yıpratıcı, aşağılayıcı bir durum var. İradeyi yok sayıyor. İtirazı yok sayıyor. Kıbrıs’ta önceki iki dönem Cumhurbaşkanlığını seçtirmiş önemli iki partiyi yok sayıyor, iki partinin tepkisini de yok sayıyor. Olacak iş değil ki bu. Çatışmacı bir yaklaşım. Ekonomik olarak diyor ki Türk şirketleri gelir burada bu projeleri yapar, TOKİ geliyor mesela. Burası ayrı bir Cumhuriyet, buranın parlamentosu var, hükümeti var. Geçenlerde Mustafa Akıncı güzel güzel anlatıyordu, hattâ bir röportajında Talat da anlatıyor, Türkiye’nin müdahaleleri hep var. Bir kere 1983 öncesinde elçilikten birisi hükümette kabinede son sözü söyleyen kişi olarak oturuyordu. Daha sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edildi, Türkiye tanıdı, sonra Cumhuriyet muamelesi yapıldı. Her şeye rağmen özerklik alanı vardı; Denktaş zamanında da direnebilen ya da kendi kararlarını ikna yoluyla da kabul ettiren, kendi rengini verebilen bir yapı vardı her şeye rağmen. Bir tarafta elçilik her şeyi kontrol ediyor, diğer tarafta askerler, oradaki komutanlık güvenliği vesaire kontrol ediyor. Orada gerçek anlamda özerk bir yapı bile yok. Bu özerklik tırnak içerisinde söylediğim bir şey. Fiili olarak kendi iradesiyle hareket eden bir yapıya izin verilmedi. Bu hem güvenliğe bağlanıyor hem de “bütçeniz bizden.” Erdoğan açık açık memur maaşını ben veriyorum, sen kimsin diyor. Kıbrıs’ın gerçek anlamda Kıbrıs olmasına izin vermediler. İnsanlar bir yol ayrımına giriyor. 74’ten önce başka bir durum vardı, sonrasında başka bir durum var. Biz ikisinde de yokuz, bizim irademiz yok, son sözü söylemiyoruz, bu çok temel bir sorun ve son on yılda artarak inanılmaz bir boyuta geldi.

IŞIN ELİÇİN: Bu sorun tabii yakıcı olarak devam edecek, gerçi iktidar partisinin mecliste her istediğini yapabileceği bir büyük çoğunluğu da yok, muhalefet de var. Dengeler zor. Erken seçim olması da gündeme gelebilir. Tüm bu yolları muhalefet deneyecek. Ama bu arada şunu da konuşalım… Maraş’la ilgili başta söylediğin gibi, askeri bir bölge olarak tutulan, BM Güvenlik Konseyi kararları gereğince yönetimin BM’ye devredilmesi ve 1974 harekatından önceki sahiplerine oradaki mal mülkün geri verilmesi istenen bölgeyle ilgili olarak küçük açılımlar başladı. Geçen seçim öncesi Cumhurbaşkanı Erdoğan açıyoruz demişti ama orada özel mülklere dokunmadan kamu alanlarını, yolları, plajı falan açtılar. Şimdi de %3,5’luk bir alanı askeri olmaktan çıkaracaklarını duyurdular. İşte orada BM Güvenlik Konseyi kararları dışında bir yan yol deniyorlar diye anlatılıyor. Karar uyarınca yapılması gereken adımları atmadan iç hukuk yoluyla Kuzey Kıbrıs’ta başka bir herhangi bölgedeki Rum arazisiymiş gibi davranma tutumunu benimseyecekler. 36 tane de mülk varmış orada başvurusu olan ya da olabilecek. Buna tepki var, AB’den de tepki gelecektir. Şu anda Yunanistan ve Rum kesiminden tepkiler geldi. Yarın bir toplantı olacak olağanüstü, Yunanistan AB’ye uyarıda bulunacakmış. Burada iktidarın Türkiye’nin AB ve Amerika’yla ilişkilerinde Kıbrıs’ı da bir koz olarak tutmak istediğini düşünebiliriz, ne dersin?

FEHİM TAŞTEKİN: Parametreleri değiştiriyorlar müzakerelerde. Bir kere iki toplumlu, iki kesimli federasyondan vazgeçip bağımsız iki devlet çözümüne geçmeleri, Türkiye’nin bunu söylemesi önemli bir değişiklik. Burası da hakeza onunla son derece bağlantılı bir durum. Rumları biraz köşeye sıkıştıracak bir hamle ama sadece bununla mı sınırlı? Bundan sonra BM Güvenlik Konseyi’nin 550 no’lu kararını da göz ardı eden daha ileri bir adım mı atılıyor? Baktığımız zaman  %3,5 küçük bir rakam… Rumlar muhtemelen gelemeyecekler, gelmeyecekler ve biz bunu yaptık, siz de gelmediniz, gibi bir sonraki adımda daha farklı bir oranla bu süreci üçüncü bir aşamaya taşıyabilirler. Bu burada bitecek bir oyun gibi durmuyor. Ancak diyelim ki %3,5’luk askeri bölgeden çıkarma ve irade süreçlerinin başlatılması vesaire gerçek anlamda Rumlar üzerinde caydırıcılık yarattı ve Rumlar ciddi ciddi çözüme yeniden kafa yormaya başladılar, diyelim ki böylesi bir etki yarattı. Bunu bilmiyoruz. Ama ben bunun o kadar kolay olacağını ve eğer bu bir koz ise bu kozun çok da bu anlamda işe yaracağını düşünmüyorum. Erdoğan’ın şu anki iktidar olarak izledikleri stratejiye, yol haritalarına içeride ve dışarıda baktığımız zaman aslında Kıbrıs’ı götürmek istedikleri yer 2004’teki gibi bir çözüm falan değil, bu çözümün mümkün olmadığını bir dünyaya göstermek. Dönüp artık bu olmuyor, daha önce denedik olmadı, bu son, Maraş’ı da açıyoruz, gibi. Sonrası için de önce bağımsızlığın ilan edilmesi, bunu çok kimse tanımayacak. Belki bir iki tane ülkeyi anca ikna edebilirler. Şu ana kadar Azerbaycan bile ikna olmadı. Pakistan bile olmadı. Malezya ikna edilemedi. Pakistan’ın Karabağ bahanesi var diyelim, Karabağ’ı tanırsa diye bir korkusu var, Malezya’nın böyle bir korkusu yok ama, onlar bile ikna edilemezken dönüp diyecekler ki bu da olmuyor, o halde ilhak ya da iltihak. Rusya’nın Kırım’a yaptığı gibi…

IŞIN ELİÇİN: Rusya açtı o yolu…

FEHİM TAŞTEKİN: Rusların durumu farklı, Kırım ikiye bölünmüş, yarısında Rumlar yarısında Türkler gibi bir şey yok. Bir de Kırım’ın şu anki nüfusu ağırlıklı olarak Ruslardan oluşuyor. Öylesi enteresan bir durum.

IŞIN ELİÇİN: Kıbrıs da o harekete kadar Türklerden oluşabilir, nasılsa göç var…

FEHİM TAŞTEKİN: Eğer yarın başka bir Erdoğan olmayacaksa ki hiç sanmıyorum, içeride bu kadar milliyetçi-devletçi-muhafazakâr bir yönelim böyle katman katman artarak devam ederken dönüp Kıbrıs’ta 2004’teki gibi bir çözüm demez. O zaman AB’ye üyelik süreci temel motivasyondu ve onun bağlamı çok farklıydı. Şimdi çıkıp gerçekten de 2004’teki gibi bir AKP çizgisi mümkün değil. Böyle bir şey olmayacağına göre bütün bu adımlar ilhaka yönelik hazırlıklardır. Uzun vadeli düşünüyorlar. Aceleleri yok.

IŞIN ELİÇİN: İstersen Fehim burada noktalayalım. Sevgili seyirciler çok teşekkürler. Puslu Kıtalar’da yeniden buluşuncaya kadar hoşça kalın.

(Transkripsiyon: Akanda Taştekin)

  • Puslu Kıtalar programı, Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) Derneği Türkiye Temsilciliği’nin katkıları ile hazırlanmıştır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.