Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gomaşinen (54): Medyascope’un kuruluş öyküsü

Gazetecilik anılarımın 54. bölümünde, altı yıl önce dün (20 Ağustos 2015) Medyascope’u nasıl kurduğumuzu ve nasıl yol aldığımızı anlattım.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz 

35 yıllık gazeteciyim. Türkçe’nin dışında Fransızca ve İngilizce’yi anlayabiliyorum, konuşabiliyorum, yazabiliyorum da. Ama kendi anadilim olan Lazca’yı bilmiyorum. Birkaç kelimeden ibâret bir Lazca bilgim var. Bu da benim hayattaki en büyük ukdelerimden birisi. Bu nedenle 35 yıllık gazetecilik hayâtımdan kesitleri aktarmayı hedeflediğim bu podcast dizisinin başlığını “Gomaşinen” olarak seçtim; yani: “Hatırlıyorum…”

Merhaba, iyi günler. “Gomaşinen”in 54. bölümünde Medyascope’un kuruluş öyküsünü anlatmak istiyorum. “Gomaşinen”de Medyascope’la ilgili başka kayıtlar da yapacağım; ama bugün kuruluş öyküsünü anlatmak istiyorum, zîra dün, yani 20 Ağustos’ta, Medyascope altı yaşına bastı ve bugün de saat 16.00’da yayın koordinatörü arkadaşım Sedat Pişirici’yle berâber Youtube üzerinden izleyicilerin sorularını cevaplayarak, hem Medyascope’un öyküsünü hem de bundan sonra neler yapmayı planladığımızı anlatacağız canlı yayında soruları cevaplayarak. 

Bu öyküyü aslında değişik vesîlelerle anlattım, Medyascope’ta da anlattım, birtakım röportajlarda da anlattım; ama anlatmaktan yorulmayacağım bir öykü diyebilirim. Çünkü açık söylemek gerekirse, hayallerimizin ötesinde gerçekleşmiş bir olay söz konusu. Bu kadarını beklemiyorduk; altı yıl zor geçti, ama birtakım sıkıntılarına rağmen güzel geçti — ki bu sıkıntılar hâlâ değişerek sürüyor olabilir, ama hep ileriye doğru giden ve sürekli büyüyen bir mecrâ yarattık hep birlikte arkadaşlarımızla. Bu olayın öyküsü aslında anaakım medyanın çöküş öyküsüyle alâkalı bir şey; zîra ben uzun bir süre anaakım medyanın değişik kurumlarında çalıştım. Buralarda yazdım, televizyonlarda yorumlar yaptım, vs.. Ve en sonunda uzun bir süre çalıştığım Vatan gazetesinden ayrılıp Habertürk’e geçtim ve Habertürk’te iyi başladı işler, fakat sonra Türkiye’de 2015 Haziran seçimleriyle berâber birçok şey değişti; zîra AKP tek başına iktidârı kaybetti. Kasım seçimlerine kadar yaşananlar da biliniyor ve o andan îtibâren Türkiye çok ciddî bir makas değiştirdi diyelim. Erdoğan’ın iktidarı paylaşmama ısrârı sonucunda, Türkiye için yepyeni ve çok kötü bir dönem başladı. Buna denk geldi ve benim Habertürk’teki yazılarım ve televizyonlardaki yayınlara katılım olayım iyice sınırlandı. Bu doğrudan Ankara’dan gelen tâlîmatla mı oldu, yoksa Habertürk yöneticileri durumdan vazife mi çıkarttı? İnanın bilmiyorum; fakat daha az yazmama izin verdiler; televizyondaki yayınlara daha az çıkarttılar. Yani şöyle söyleyeyim: “İstenmeyen insan” gibi bir durumdaydım — ama atmadılar da. O tarihte çok iyi bir ofisim vardı, Habertürk’te çok büyük bir odam vardı. Ben her seferinde, her girdiğimde şaşırırdım — o kadar büyük bir yeri tek başına kullandığım için. Aslında istediğimi de yapabiliyordum. İstediğim de ne? Kasım seçimleri zamânında –hem Haziran’da da böyle olmuştu– Kasım seçimleri öncesinde de istediğim her yere beni yolladılar. Yolladılar, ama haber yazmama da çok fazla izin vermediler — garip bir olaydı. Yani Habertürk’ün imkânlarıyla yaşıyordum, iyi bir hayat sürüyordum, iyi bir maaş alıyordum; ama sesim iyice kısılmıştı. 

Böyle bir ortamda, Timur Akkurt –Timur çok değişik bir arkadaştır; medyanın içerisinde yeni teknolojilere Türkiye’de ilk uyum sağlayan isimlerden birisidir– kendisine ben bir şey için danışmıştım: “Ya, ben internet üzerinden kendi başıma yorum yapmak istesem, nasıl yaparım? Hangi yöntemle yaparım?” diye. Birtakım şeyleri berâber düşünmüştük etmiştik, ama bunlar değişik nedenlerle benim hiç aklıma yatmamıştı ve bir gün Timur beni aradı, “Abi, tam senlik bir olay var” dedi. “Nedir?” dedim. “Periscope diye bir uygulama başladı” dedi. “Ya, ben anlamam, beceremem” falan… “Yaparsın” dedi. İşte, anlattı, nasıl indiriyorsun nasıl ediyorsun — cep telefonuna, iPad’e ve sadece o sırada Apple şeylerinde kullanılıyordu. Ve ben Periscope’u indirip kullanmaya başladım; ilginç bir şekilde kullandım. 

Türkiye’de yeni yeni keşfediliyor; çok sayıda insan hep yeni çıkan şeylere büyük ilgi gösterdiği için Periscope kullanıyorlar, yayın yapanlar var; ama daha çok izleyenler var. Türkiye’de de galiba ilk yapan gazetecilerden birisiydim –belki de ilkiydim– ve benim yaptığım yayınlar acayip bir şekilde izlenmeye başladı. Ama ne yaparsam yapayım, meselâ Ankara’da Meclis’te bir CHP grup toplantısını izliyorum, Kılıçdaroğlu kürsüye çıkıyor, ben Periscope’tan yayınlıyorum, insanlar izliyor. Gittiğim mitinglerden yaptığım yayınları insanlar izliyor; bayağı yorumlar yazıyorlar, şu oluyor bu oluyor; hattâ bazı yayınlarda o kadar büyük kapasite sınırı zorladığı için, yeni izleyici alamadığım bâzı yayınlar oldu. Özellikle HDP mitinglerini izlediğimde ya da HDP’lilerle röportajlar, canlı yayın yaptığımda böyle oldu. Türkiye’nin dört bir tarafına gittim ve burada değişik partilerin mitingleri öncesi oşehirdeki muhâlefet partilerinin adaylarıyla röportajlar yaptım. MHP de muhâlefetteydi; çok sayıda MHP’liyle de yaptım. İktidar partisiyle yapamadım, çok az yaptım daha doğrusu; çünkü istemiyorlardı, ihtiyaçları da yoktu — bir de benimle konuşuyor olmak istemedi birçoğu, tek tük yapanlar oldu. 

Ama gittiğim her yerde, insanlara önce Periscope’un ne olduğunu anlatıyordum. Anlamıyorlardı: Bir cep telefonuyla ve iPad’le nasıl canlı yayın yaptığımı uzun uzun anlattığımı hatırlıyorum ve daha sonra birçok siyâsetçi, kendileri Periscope’ta kendileri yayın yapmaya başladılar. Böyle ilginç bir şey oldu Haziran seçim öncesi ve daha sonra da. Ardından, seçimlerden sonra, Periscope var ben varım, ama seçim yok kampanya yok; bunun üzerine benim odamdan yayınlar yapmaya başladım. Kendim analizler yapıyorum, tek başıma konuk almaya başladım. Konuklar çağırmaya başladım; ama o tarihlerde –izleyenler bilir– çok sorun oluyordu; seste bağlantıda çok sorun oluyordu, açılarda çok sorun oluyordu. Bayağı bir, amatörden hallice bir şey yapıyorduk. Ve o tarihlerde genç arkadaşım Semih Sakallı da, sağolsun bana yardımcı oluyordu. Özellikle İstanbul’da ofiste yaptığımız yayınlarda, kitapları üst üste koyup kamerayı ya da iPad’i sabitlemeye çalışmalar şunlar bunlar… yarıda kesilen yayınlar… tekrar başlayanlar falan derken, kör topal bayağı bir ilgi uyandırdığımızı biliyorum. 

Ve sonra bir gün –notlarıma baktım buldum– 27 Temmuz 2015’te, hiç tanımadığım birisinden bir e-posta geldi. Denet Tezel bana Nurdan Üçer adlı ortağıyla berâber özellikle yeni teknoloji ve medya ilişkisi üzerine kafa yorduklarını, bir şirketleri olduğunu, benim yaptıklarımın ilgilerini çektiğini ve benimle konuşmak istediklerini söylediler. Çağırdım; hemen ertesi gün mü ne geldiler ve onların kafasında bir şeyler vardı, benim aklıma o yatmadı, ben yaptığımızı sürdürmek istiyordum, onlar bunu bir mecraya dönüştürmeyi, yaptığım yayınların Youtube’a yüklenip oradan da bu mecrâya taşınmasının iyi olacağını söylediler ve başka gazetecileri de buraya çekerek bir platform oluşturabileceğimiz noktasında anlaştık. Teknik işleri tamâmen onlar üstlendiler; ben de bu arada hem bir yandan yayın yapmayı sürdürüyorum, hem de bir yandan birtakım meslektaşlarımı bu platforma çekmeye çalışıyorum. Çok kişinin aklına yatmadı; yani câzip gelmedi. Olur gibi görmediler; şu ya da bu nedenle çok kişi kabul etmedi. Bir kısım meslektaşlarım, arkadaşlarım, kendileri bu olaya angaje olmadı; ama benim yapacağım yayınlara vs. katkıda bulunacaklarını söylediler. Kadri Gürsel, Levent Gültekin ilk aklıma gelenler, az sayıda da arkadaş. Öncelikle Sedat Pişirici “Ben varım” dedi, bir şeye giriştik. Demin bahsettiğim arkadaşım Semih Sakallı’yla bir şeyler yapmaya başladık. Nurdan ve Denet de bu arada web sayfasını hazırlıyorlar, birtakım teknolojik şeylerin dizaynını yapıyorlar, ben bir yandan yayınları sürdürüyorum. 

Bu arada çok eski arkadaşım, fotoğrafçı Manuel Çıtak da çok ilgi gösteriyor; geldi baktı odadaki yayınlara, “Ya” dedi “burada çok sorun var, hem akustikte hem ışıkta” vs. ve onun babasıyla amcasının birlikte işlettikleri bir atölye vardı Sanayi Mahallesi’nde; daha sonra kendileri emekliye ayrılıp burayı Manuel’e devretmişler. Manuel de burayı fotoğraf stüdyosuna dönüştürmüştü, biliyordum. Dedi ki: “Gel, benim stüdyoda yap yayınları”. Gittik baktık, neden olmasın falan dedik ve Manuel de işin içerisine dâhil oldu. Manuel sonra fotoğrafçı arkadaşı Servet Dilber’i işin içerisine kattı. Biz böyle adım adım yeni isimlerle büyümeye başladık. Bu arada, benim yaptıklarımı görüp bana e-posta üzerinden ulaşan birtakım genç arkadaşlar, gönüllü olarak katkıda bulunmak istediklerini söylediler ve bu arada ortada beş kuruş para yok; yani beş kuruş para yok dediğim, cebimizdeki para dışında bir şey yok. Ben Habertürk’teki maaşımın önemli bir kısmını buraya aktardım. Tamâmen cebimizden bu olayı yapmaya başladık. Ve ondan sonra iş birden büyümeye başladı. Sayfayı hazırlayan Nurdan –Medyascope adını da o bulmuştur; sonundaki uzantısının TV olması tamâmen bir zorunluluktan, ama o Medyascope adı da çok güzel oldu. “Medya” Türkçe, yani “y” ile yazılıyor, “i” ile değil, “Scope” İngilizce; bu bizim aynı zamanda hem yerli hem de küresel olma iddiamızı gösterdiği için bence çok güzel bir addı ve iyi de oldu. 

İlk başta yadırgandı, ama iyi de oldu ve bir tarihte karar kıldık: 20 Ağustos 2015’te Medyascope’un lansmanı olacak. Nasıl yapacağız? Bir açık oturum. Açık oturuma –tabii ki o tarihte benim ofiste yapıyoruz; yani daha Manuel’in stüdyoyu tam kullanmaya başlamamışız– Levent Gültekin ve Kadri Gürsel’i iknâ ettim. İki seçim arası konuşacak çok şey var ve uzun uzun ben bir açık oturum yönettim, bir masa etrafında, Semih ve diğer arkadaşlar orada işte kamerayı falan ayarlamaya çalışıyorlar; birkaç kez kesilmişti, ama uzun bir yayındı. Bu yayını yaptık ve bu yayınla beraber sayfamızı da lanse ettik. Tabii sayfada sadece bu yayın yoktu; benim daha önce yapmış olduğum değişik yayınları da sayfaya yüklemiştik ve ondan sonra yeni yeni içeriklerle bu işi götürmeye karar verdik. Ankara’daki gazeteci arkadaşım Hıdır Göktaş’ı iknâ ettim; Hıdır gazeteciliğe ara verdikten sonra tekrar, nihâyet yıllar sonra tekrar Medyascope’a katıldı ve bizim Ankara temsilcimiz oldu. Eylül ayında fiilen temsilciliğini yürütecek ve bizim en büyük kazanımlarımızdan oldu. Londra’da yaşayan gazeteci arkadaşım Barbaros Devecioğlu bize oradan yaptığı videoları yolluyordu. Ve böyle katkılarla Ünsal Ünlü’yü buldum, onun aklını çeldim, ona Periscope’u telkin ettim. Ve o sonra hepimizi solladı tek tabanca olarak; onun yayınlarını koyduk, derken böyle böyle adım adım büyüyoruz. 

Ve bu arada tabii çok kritik bir karar verdik. Bu karar da şuydu: Benim başladığım şeyi bir mecrâya dönüştürme karârı. Şimdi günümüzde görülüyor, tek başına bunu yapanlar var; kimisi demin bahsettiğim Ünsal gibi çok başarılı yapıyor, kimisi bence çok başarılı değil; ama belli bir etkisi oluyor. Biz burada yeni teknolojiye dayalı bir tür haber kanalı oluşturmaya karar verdik. Zâten Sedat’la ilk tanışmamız CNN Türk’tedir. Berâber başlamıştık CNN Türk’e; oradan daha sonra yine CNN Türk’ten Tamer Durak da bize dâhil oldu; birkaç yıl sonra Kaya Heyse de geldi. Yani o tarihte, CNN Türk’ün ilk kuruluş döneminde garip bir heyecan vardı, onu günümüze bir şekilde uyarlamaya çalıştık. Teknik olarak çok zorluk çektik. Bunun birçok nedeni vardı. Bir kere Periscope yeni bir uygulamaydı ve birçok şeye elverişli değildi; zamanla onlar da uygulamalarını geliştirdiler. Ve biz bunların hepsine ânında uyum sağladık; ama o gelişmelerin öncesinde birtakım şeyleri Manuel ve Servet’in bulduğu birtakım yöntemlerle iptidâî şekillerde, tam Türk işi yöntemlerle çözmeye çalıştık, büyük ölçüde çözdük. Ama çok ciddî sorunlarımız da hep oldu: bağlantıdan kaynaklanan sorunlar, sesten kaynaklanan sorunlar vs.. 

Ama hep kervanı yolda yaptık; adım adım, gelen gönüllülerin sayısı arttı ve bu arada tabii iş bir yerde netleşti: Biz ne yapacağız? Bunu kurduk, ne yapacağız? Sonra bir şirket kurmaya karar verdik. Olayın başında yer alan birçok isim Denet, Nurdan, Semih, Sedat, ben, Manuel… bu arada bu işlerin idârî olarak döndürülmesi için –ben bu para pul işlerinden hiçbir şekilde anlamam– Galatasaray Lisesi’nde hazırlık sınıfından beri arkadaşım olan, hayattaki en yakın arkadaşlarımdan Ufuk’un, Ufuk Kaya’nın aklını çeldim; o bizde bir tür genel müdürlüğü kabul etti. Ortada para yok, ama genel müdürümüz vardı. Ufuk gönüllü bir şekilde geldi; kırmadı, bilmediği bir alana geldi, ama kendisi işletmecilik geçmişi olan bir arkadaşım olarak geldi, o da üstlendi, o da ortaklardan oldu. İzmir’den arkadaşım Jülyet Yavuzaygen’in, sağolsun, bu şirketin kuruluşunda çok ciddî katkıları oldu. Çünkü şirket nasıl kurulur nasıl edilir?… Bu şirketi kurduk. 

Ve ondan sonra para bulmamız gerekiyor. Nereden bulacağız? Normal şartlarda böyle bir kurum yatırımcı bulur, reklam alır, sponsor bulur ve böyle yoluna gider. İlk başta belki kendini kanıtlayana kadar cepten harcar, borçlanır vs., ama sonra kendini kanıtlar şu bu… Ama bizim böyle bir şansımız olamadı; zîra Türkiye yepyeni bir döneme girmişti. Medya iyice baskı altındaydı ve insanlar iktidar yanlısı olmayan bir medya kuruluşuna ne yatırım yapmaya, ne oraya sponsor olmaya, ne de reklam vermeye yatkın değillerdi. Vermediler; hâlâ bu konuda çok ciddî sorunlar yaşıyoruz. Dolayısıyla bizim normal yollardan para kazanmamız mümkün değildi. O zaman şöyle bir akıl yürüttük: Bir müddet bunu finanse edelim; daha sonra kendimizi kanıtladıktan sonra, yatırımcı da buluruz. Kendimizi kanıtladık, ama yatırımcıyı yine bulamadık. Bu süreçte kendi paramızın sınırı çoktan aşılmıştı; bunun üzerine fon aramaya başladık. Son dönemlerde çok başımıza kakılmak istenen, bizi linç etmeye çalışanların kullandığı, kullanmaya çalıştığı bir şey — ki biz bunu baştan îtibâren söyledik. İlk bulduğumuz fon da Açık Toplum Vakfı’ndandı. Artık Açık Toplum Vakfı Türkiye faaliyetlerini sonlandırdı; ama o tarihte vardı ve Açık Toplum Vakfı’ndan fon bulduk. Çok zor olmadı; zîra ben bu olaydan önce, Medyascope’un kuruluşuna girmeden önce Açık Toplum Vakfı’nda uzun bir süre, birkaç yıl Danışma Kurulu üyesi oldum. Orada, Danışma Kurulu üyeleri herhangi bir ücret almadan belli periyotlarla toplanıp, gelen projelerin hangisine fon verilip verilmeyeceğine karar veren bir yapıydı. Bunda gönüllü olarak çalışan arkadaşlarım vardı, güvendiğim arkadaşlarım. Açık Toplum Vakfı’nda gönüllü olarak çalışmış birisiydim ve bilenler bilir, bunu da kendi biyografimde hep kullandım, kullanmaya da devam ediyorum. Yani bu Soros üzerinden yapılan karalama kampanyaları beni çok fazla ırgalamıyor; zâten önceden bu konuyu çözmüştüm, kendimce çözdüğümü düşünüyorum, bundan çok rahatsız olmuyorum. 

Açık Toplum’dan bir fon bulduk; Gökçe Tüylüoğlu’nun bu konuda gerçekten, Medyascope’un hayata geçmesinde çok büyük katkısı olmuştur. O bu konuda çok yardımcı oldu; Açık Toplum’dan başka arkadaşlar da. Daha sonra, Gökçe aracılığıyla Lou Anne Jensen ile tanıştım; o da işte son dönemin birdenbire Türkiye’nin gündemine yerleşen Chrest Vakfı’nın başındaki kişi. Stüdyoya geldi; stüdyo o zaman daha çok iptidâî, doğru dürüst kameramız bile yok; işte iPad’le, cep telefonlarıyla yayın yapıyoruz, ama bir motivasyonumuz var. Çok şey yapmadı, yani anlamadı ne olduğunu; ama gerek Açık Toplum Vakfı’nın referansı, gerekse Lou Anne’in Türkiye’de tanıdığı insanların özellikle benim o âna kadar Periscope’ta daha önce gazetecilikte yaptıklarım üzerinden verdikleri referansla, bir şekilde bize çok da fazla olmayan bir fonu vermeyi kabul etti. Tabii onun yazışmaları şunları bunları vs. çok uzun hikâyelerdi; bir şekilde bunların altından da kalktık ve biz ilk andan îtibâren bunu web sayfamızda, gerek Chrest’in gerek Açık Toplum Vakfı’nın, daha sonra aldığımız Heinrich Böll Vakfı, Friedrich Ebert Vakfıgibi bütün hepsinin adlarını yazdık. Bütün bunların hepsi zâten yasal olarak yapıldı, şirket olarak aldık. Vergilerini ödedik ve bütün bunlar Medyascope’un altyapısına ve her geçen gün sayısı artan çalışanlarına gitti. 

Şimdi, biz internet siteleri gibi değiliz; yani copy-paste yapan bir yer değil, tamâmen prodüksiyona dayalı, sürekli yayın yapan, yayın saatleri ve günlerin her geçen gün arttığı… ilk başta “haftada birkaç gün birkaç saat” diye başladık; sonra adım adım “haftada beş gün düzenli olarak”, daha sonra hafta sonları önce Cumartesi, sonra pazar ve sabah 10.00 gibi başlayıp gece 22.00 gibi biten 12 saatlik dilimde sâdece siyâset değil, spor, kültür, eğitim her konuda yayının yapıldığı ve çok sayıda insanın çalıştığı bir yere dönüştü. Bütün bu dönüşüm sırasında, reklam verenler bize reklam vermeye yanaşmadılar; sponsor olmaya çok çok az kişi, yok denecek sayıda kişi yanaştı. Böyle bir ortamda, yatırımcılar imtinâ ettiler, korktular açık açık. Meselâ FinancialTimes dergisi geçen yıl Ortadoğu’nun en ümit veren on sekiz mi on altı mı şirketinden birisi olarak Medyascope’u tanımladı bizim hiç haberimiz olmadan; ama bir Allah’ın kulu bile bizi arayıp yatırım için görüşmedi. Böyle bir ortamda, bizler varlığımızı tabii ki bu fonlarla sürdürdük. Ama bu fonları aldığımız kişilere sâdece bunların nerelerde harcadığını belgeleriyle kanıtlamanın dışında hiçbir yükümlülük altına girmedik. Yani dünyanın değişik yerlerinden, özellikle Avrupa’dan açık bir şekilde aldığımız bu fonlarla bağımsızlığımıza ve özgürlüğümüze halel getirmeden adım adım adım gelişerek büyüdük ve şu anda Medyascope 50’ye yakın kadrolu çalışanıyla, çok sayıda telifli yurtiçi ve yurtdışında katkıda bulunanıyla kocaman bir kurum haline geldi. 

Üçüncü sayısı aylık olarak çıkan Microscope edebiyat platformu Medyascope’a kardeş olarak üç ay önce geldi. Bu tür kardeş platformların sayısını artırmayı düşünüyoruz; bunların hepsi adım adım gelişecek. Burada bizim ilk başta, daha Medyascope’u tanımlarken kaleme aldığımız bir mottomuz var: “Çünkü özgür”. Özgürlüğümüze hiçbir şekilde halel getirmedik ve çoğulculuğumuz, sivilliğimiz ve şeffaflığımızdan hiçbir zaman, demokrasi çizgimizden hiçbir zaman tâviz vermedik, vermeye de niyetimiz yok. Böyle bir durumla karşı karşıya gelirsek, burada da sonuna kadar tâviz vermemek için direneceğimize herkesin inanmasını istiyorum. Anlatacak çok şey var; çok anı var, çok hikâye var, öykü var… 

Yola beraber başladığımız bâzı arkadaşlarımız şu ya da bu nedenle daha sonra kendileri ayrıldılar; yeni arkadaşlarımız katıldı, kadromuz genişledi. Diyarbakır’da, Antalya’da, İzmir’de, Artvin’de temsilcilerimiz var. Ankara’da bir büromuz var: Hıdır Göktaş demin söylediğim gibi Ankara temsilcimiz, oradaki arkadaşlarımızla berâber çalışıyor. Bu arada, altı yıl içerisinde çok sayıda, ezici bir çoğunluğu genç olan arkadaşımız Medyascope’a geldi, burada bir süre çalıştı, kimisi başka yerlerde gazeteciliği sürdürmeye karar verdi, kimisi gazetecilik yapmak –ki bence akıllıca davrandılar– yapmak istemediler, gittiler. Ama Medyascope bir okul olma özelliğini de bence hep muhâfaza etti ve burası bir ekip olarak çalıştı ve bir ekip olarak gidecek. Burada başta dediğim gibi stratejik bir karar vardı: Tek kişiyle devam etmek ya da bir kurum oluşturmak. Şahsen kurum oluşturmayı tercih ettim ve bu konuda arkadaşlarımla berâber, hep birlikte elbirliğiyle bunu başardık. Kimilerinin gözünde Medyascope benimle özdeş tutulmak isteniyor; bu bize rahatsızlık veriyor ve bunu kırmak için elimizden geleni yapıyoruz. 

Özellikle son fon meselesi üzerinden hakkımızda yürütülen kampanyalarda, sanki o paralar gelmiş ve ben ve birkaç kişi tarafından paylaşılmış gibi bir hava estirilmeye çalışılıyor. Tekrar söylüyorum: Burası bir haber kanalı gibi stüdyolarıyla, reji odasıyla, 50’ye yakın çalışanıyla günde en aşağı 10 saat içerik üreten ve bu içeriği de tamâmen video ve kimi durumda podcast üzerinden üreten bir kurum. Dolayısıyla biz her seferinde bu gelen katkılarla ucu ucuna götürebilen bir yeriz. Birazcık rahatladığımız zaman, onu da yeni teknolojilere yatırıyoruz. Meselâ yıllar sonra, Sanayi Mahallesi’ndeki, bizim için çok anlamlı olan o yerden Maslak’taki daha donanımlı bir yere geçerek değerlendirdik bu imkânları. Hep daha iyi yapmaya çalışıyoruz; daha fazla içerik üretmek, daha fazla kişiyi istihdam etmek ve istihdam ettiğimiz arkadaşlarımıza da, çalıştırdığımız arkadaşlarımıza da daha iyi imkânlar sunmak gibi bir derdimiz var. Başarılı olduğumuz ölçüde saldırıya uğrayacağımızı zâten biliyorduk; uğruyoruz, bunlar bizi yolumuzdan saptırmıyor, saptırmayacak, ama can sıkıcı olduğunu da kabul etmekte yarar var. 

Evet, şimdilik Medyascope üzerine “Gomaşinen”i burada noktalamakta yarar var. Ama dediğim gibi, Medyascope benim gazetecilik hayâtımın altı yılını oluşturuyor. Yani kaç yıl oluyor? 1985’te başlamıştım, bu arada unutmayayım onu da özellikle söyleyeyim: Beni 2016 Ocak ayında Habertürk attı. Hayâtımda ilk defâ bir işten atıldım ve bu atılmak da benim için muazzam bir şey oldu; aksi takdirde muhtemelen ben Habertürk’ün bana sağladığı imkânları sonuna kadar kullanmak isteyebilirdim ve bu da Medyascope’a yönelik o kolektif çalışmamızı geciktirebilir ve yoğunluğunu azaltabilirdi. Onların atması sâyesinde oldu bu. Zâten bu arada Habertürk gazetesi de kapandı, biliyorsunuz; televizyonu var ve eminim, Medyascope şu anda Habertürk televizyonundan daha etkili bir mecrâ oldu. Bu arada tabii başka bir husus da, biz varlığımızı sürdürüyoruz ama Periscope da kapandı — bir de böyle bir şey var. Çok kişiyi göme göme, çok kurumu uygulamayı göme göme gidiyoruz; ama meselâ biz başladığımızda Facebook canlı yayını yoktu, Youtube canlı yayını yoktu. Onlara da uyum sağladık; yeni teknolojiler, yeni uygulamalar gelince herhalde onlara da uyum sağlayacağız ve bu anlamda Türkiye’deki yeni teknolojiyle geleneksel medyayı buluşturma açısından öncü rol oynamaya devam edeceğiz. “Öncü” demişken, kuruluşumuzdan kısa bir süre sonra Uluslararası Basın Enstitüsü’nün “Özgür medya öncüsü” ödülünü aldık. Daha sonra da yine uluslararası bir kurum olan Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün de basın özgürlüğü ödülünü aldık. İki tâne küresel ödülü bu altı yıla sığdırabilmiş bir yapıyız. Böyle daha iyiye doğru gitmeye devam edeceğiz. Ve ben daha sonraki “Gomaşinen”lerde Medyascope’la ilgili başka şeyler anlatmaya da devam edeceğim. Medyascope’a ve diğer özgür ve bağımsız gazetecilik faaliyetlerine sâhip çıkmanızı özellikle vurgulamak istiyorum; biz bu altı yılı özellikle vatandaşların, yurttaşların –ki bunların önemli bir kısmının yurtdışında yaşayanlar olduğunu da özellikle vurgulamak isterim– katkılarıyla, destekleriyle buralara geldik ve bundan sonrasını da yine sizlerin destekleriyle yapacağız, sorunları aşacağız. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.    

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.