Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Öcalansız olmaz mı?

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Siyaset kurumunun 35-40 yıldır çözemediği bir Kürt sorunu var. Kürt sorununu çözmek için meşru bir organa ihtiyacımız var. Devlet dediğiniz kurum gayrimeşru bir organla muhatap olmaz. Erdoğan bunu yaptı. Devleti, İmralı ile muhatap kıldı. Mesela İmralı meşru bir organ değil. Meşru organ kimdir? HDP’yi meşru organ olarak görebiliriz. Halkın desteği var. Parlamentoya gelmiş, dolayısıyla parlamentonun içinde bulunuyor görevini yapıyor. Dolayısıyla eğer bu sorun çözülecekse meşru bir organla da biz bu sorunu çözebiliriz; bu düşüncedeyim” sözlerine ilk itiraz eski HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli’den “Asıl muhatap İmralı’dır“ diye geldi. Sahiden Öcalansız olmaz mı?

Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Bugün bir başka yayın yapmaya niyetim vardı, belki yine yaparım, bilemiyorum. O da, cumartesi günü yaptığım, “Erdoğan’sız AKP mümkün mü?” yayınının bir devamı gibi. “Bahçeli’siz Erdoğan mümkün mü?” yayını — ki son dönemde, o cumartesi günkü yayında dile getirdiğim çevrelerden, özellikle Gelecek ve DEVA partilerinden, Erdoğan’dan ziyade Bahçeli’ye yönelik eleştirilerin daha sıklaştığını görüyoruz. Belki o konuyu yaparım; ama bugün, HDP eski eş genel başkanı Sezai Temelli’nin bir açıklaması çıktı sosyal medyada. Daha doğrusu, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürt meselesi ve HDP ile ilgili sözlerine karşı çıkışı. Bu, şu anda ilginç bir konu olarak karşımıza çıkıyor. Bunu konuşmayı tercih ettim. Aslında şunu da özellikle vurgulamak lâzım: HDP tartışması bir anlamda, Bahçeli’siz Erdoğan ya da Cumhur İttifakı’nın dağılması önermesiyle beraber düşünülebilecek bir şey. 

Şöyle bir akıl yürütme var: Özellikle AKP’nin hâlâ Kürt sorunuyla bir şekilde ilgili olan kesimleri, daha çok da Güneydoğu’dan milletvekilleri ya da teşkilatlar, Bahçeli’yle ittifakın kendilerini çok zor durumda bıraktığını ve bundan vazgeçilmesi gerektiğini değişik dozajlarda dile getirmeye çalışıyorlar parti içerisinde. Tabii açıkça söyleyemiyorlar. Böyle bir durumda, gelecek seçimde, özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminde, HDP seçmeninin oylarını almak da herhalde akıllarından geçiyordur. Her neyse, olaya bakalım: Öncelikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun sözleri; Kemal Kılıçdaroğlu bu sözleri yeni etmiş değil. Bir belgesel çekimi için kısa bir süre önce söylemiş. Belgeseli genç meslektaşımız Günel Cantak hazırlamış, “Bay Kemal ve İttifakları” belgeseli, oradaki sözler. 

Sözler şöyle: “Siyaset kurumunun otuz beş kırk yıldır çözemediği bir Kürt sorunu var. Kürt sorununu çözmek için meşru bir organa ihtiyacımız var. Devlet dediğimiz kurum gayri meşru bir organla muhâtap olmaz. Erdoğan bunu yaptı; devleti İmralı’yla muhâtap kıldı. İmralı meşru bir organ değil. Meşru organ kimdir? HDP’yi meşru organ olarak görebiliriz. Halkın desteği var, Parlamento’ya gelmiş; dolayısıyla çözülecekse meşru bir organla da biz bu sorunu çözebiliriz — bu düşüncedeyim.” 

Bu çok açık ve net bir duruş ve aslında CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun şu güne kadar izlediği çizgiden daha ileride bir duruş; Kürt sorunu konusunda çok ürkek ve HDP konusunda çok ürkek pozisyonlar aldılar biliyoruz; daha Çözüm Süreci’nden itibaren böyleydi, ama bu çıkışın CHP ve Kılıçdaroğlu için ileri bir nokta olduğunu düşünüyorum — özellikle de şu günlerde bir tutum belgesi hazırlamakta olan ve bu tutum belgesinde de büyük ölçüde Millet İttifakı’yla bir arada olabilmenin zeminini hazırlamak istediği düşünülen HDP’ye atılmış bir pas olarak görmek mümkün. HDP’yi çok önemli bir yere oturtuyor ve bunun üzerinden Kürt sorununun çözümündeki meşru organ, yani bir anlamda da ana organ, merkezî bir organ olarak kabul ediyor ve buradan hareketle de pekâlâ seçimde, en azından cumhurbaşkanlığı seçiminde –Parlamento seçiminde iki tarafın da ihtiyacı yok– beraber hareket edebilmenin hazırlığı olarak görmek lâzım; fakat birdenbire Sezai Temelli sosyal medyadan bir açıklama yaptı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu sözlerini alıntılayarak: “Kürt sorununun çözümünün yegâne muhâtabı HDP değil; bu sorunun çözümü adına bugün demokratik siyaseti var eden ve kolaylaştıran başlıca aktör HDP’dir, ama asıl unutulmaması gereken şey, demokratik çözümün adresi ve asıl muhâtabı İmralı’dır. Süreci tıkayan, toplumsallaştırmayan ve masayı deviren AKP, çözümsüzlükten medet umarken, bu anlayışın çıkmaz sokak olduğu artık görülmelidir.”

Aslında bu çıkış, birçok yönden acayip bir çıkış. Şöyle söyleyeyim: Sanki Kemal Kılıçdaroğlu, “Bunun çözümü Öcalan değildir, HDP’dir” diyerek, sanki bir şeyi bölmeye çalışıyor ve Sezai Temelli de bunu birleştirmeye çalışıyormuş gibi. Bu, bölmek istenen ve birleştirilmek istenen nedir? Kürt siyasî hareketi; çünkü bunun üç tane ayağı var: bir İmralı’sı var, bir Kandil’i var, bir de Ankara’da HDP’si var. Bunu herkes biliyor artık; bunu reddetmenin imkânı yok, ama Kılıçdaroğlu bir duruşla, bir perspektifle, kendisi açısından haklı da bir perspektifle, meşrûiyet üzerinden HDP’yi öne çıkartmak istiyor ve HDP’nin yakın zamana kadar eş genel başkanlığını yapmış Sezai Temelli itiraz ediyor; Kılıçdaroğlu’na bir anlamda had bildiriyor, bunu HDP eski eş genel başkanı olarak yapıyor; ama bunu HDP adına yapmadığını söyleyebiliriz, çünkü şu âna kadar HDP’den bir açıklama görmedim. Tabii ki hiçbir HDP’li, “Öcalan muhâtap olamaz” demeyecektir, diyemeyecektir — ki onlar, Öcalan’ın başına muhakkak bir “Sayın” koyuyorlar. Nitekim, HDP’den bir açıklama yok; ama Demokratik Bölgeler Partisi de hemen genel merkezin hesabından, “Bu çözümün esas muhâtabı Sayın Öcalan’dır. Diğer arayışlar sonuç vermediği gibi aksine sorunu derinleştirmiştir” diye bir çıkış yaptı. 

Yani nedir? “Öcalan muhâtap alınmadan HDP’yle çözülmek istenmesi sorunu derinleştirir” diyor. O zaman HDP niye var? Çok açık bir soru ve net bir soru. Bu sorunun cevabını veremiyorlar ya da nasıl söyleyeyim, HDP’ye bir tür arabuluculuk fonksiyonu yüklüyorlar. Bu arabuluculuk da ne oluyor? Daha önce Çözüm Süreci’nde görüldüğü gibi, Kandil, İmralı, Ankara arasında git-gel yaparak, arada yazılar taşıyarak, birtakım perspektifleri aktararak bir pazarlığın aracısı oluyorlar. Fotoğraflar ortada. Mesela bu yayının kapağına koyduğumuz fotoğrafta, Pervin Buldan ve Selahattin Demirtaş Öcalan’la birlikte; zaman zaman Demirtaş dahil HDP’li milletvekillerini karalamak için kullanılan İmralı fotoğrafları ortada. Bunların hepsi devletin bilgisi dahilinde yapılmış; devletin izni, bilgisi ve teşviki dahilinde yapılmış görüşmelerdi. 

Bunlar geldi tıkandı. Kim tıkadı? Nasıl tıkadı? Bu tartışmaları şimdilik bir kenara bırakalım. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Kürt sorununun çözülmesi gerektiğini kabul edip meşru organ olarak HDP’yi gösteriyor. HDP’den birilerinin kalkıp buna, “Hayır, buradaki esas organ HDP değildir, Öcalan’dır” demesi işi bayağı bir garipleştiriyor. Bir başka garip olan nokta da şu: Şimdi, en son 31 Mart yerel seçimleri öncesinde gördük, devlet Öcalan’ı kullanmak istedi. Bâriz bir şekilde, 31 Mart’ta HDP seçmeninin CHP adaylarına oy vermesini engellemek için her şeyi yaptı. Avukatlar üzerinden mesajlar iletmeye çalıştı, olmadı; onun yerine Tunceli’den bir öğretim üyesini –ki ilk defa oldu böyle bir şey– Öcalan’la görüşmeye yolladı. O öğretim üyesi çıkıp Öcalan’ın mesajlarını aktarmaya çalıştı, çok fazla etkili olmadı; zira Selahattin Demirtaş’ın cezaevinden yolladığı, “Bağrımıza taş basıp oyumuzu vereceğiz” açıklaması etkili oldu ve HDP oylarının da sayesinde, çok ciddi anlamda sayesinde İstanbul, Ankara, Adana, Antalya, Mersin CHP’ye geçti ve burada, Selahattin Demirtaş’ın bu çıkışının ve HDP’nin de burada benzer bir yerde durmasının altını özellikle çizmek lâzım. 

Şimdi yine Öcalan, devletin gözünde bir koz olabilir. Nitekim cuma günü Kemal’le yaptığımız “Haftaya Bakış”ta bunu bir şekilde dile getirmiştim; çünkü güvendiğim kaynaklardan birtakım şeyler duydum. Önümüzdeki günlerde tekrar Öcalan’ın devlet tarafından konuşturulması ihtimalinden bahsediliyor; çünkü Türkiye bir şekilde, normal zamanda da olsa, erken de olsa, seçim noktasına geldi ve bu seçimin kaderini de HDP seçmeni belirleyecek ve Erdoğan’ın HDP seçmenini ikna etmesi için, HDP’yi ikna edebilmesi ve Selahattin Demirtaş’ı ikna edebilmesi lâzım — ki burada pek bir ışık yok. Dolayısıyla 31 Mart öncesi denenen ve başarılı olamayan şeyi bir daha deneme ihtimali pekâlâ olabilir. Dolayısıyla bu tür spekülasyonları bir şekilde ciddiye almakta yarar var. İşte böyle bir yerde, Sezai Temelli’nin çıkıp bunu söylemesi işi daha da ilginç kılıyor. Yani burada Temelli, CHP’nin oyununu, çünkü böyle bir şey görüyor, CHP’nin oyununu –ki Sezai Temelli Bey Demokratik Bölgeler Partisi’den– CHP’nin oyununu bozmak için hemen pozisyon alıyor; ama CHP’nin oyununu bozmak isterken bir anlamda devletin daha önce denediği şeye bir tür zemin hazırlamış oluyor. 

Öcalan’ın yeri, önemi asla kimse tarafından inkâr edilemez, bunu zaten öncelikle devlet de biliyor. Bu hareketin yoktan var edilmesinde birinci derecede önemli olmuş bir kişi, otoritesi de muhakkak ortada; fakat uzun bir süredir zaten kamuya açık görüştürülmüyor. Bir tür izolasyona alındı, tecrite alındı. Arada sırada devlet, işine yarayacağını düşündüğü zamanlarda onun konuşmasına izin veriyor ve verebilir. Dolayısıyla Öcalan şu aşamada zaten etkisi olan bir aktör değil. Tabii burada Öcalan’ı söylemek daha kolay, ama bir diğer aktör de Kandil. Peki Kandil nerede? Bu karşı çıkışlarda “Bunun muhâtabı Öcalan’dır” diyenler Kandil’i zikretmiyorlar, çünkü Kandil de, sorulduğu zaman, “Muhâtap Öcalan’dır” diyor; ama şunu biliyoruz ki –geçen dönemde de yaşanan bu– “Muhâtap Öcalan” dedi Kandil, ama kendi duruşunu da bir şekilde korudu. Öcalan’ın her söylediğine ânında balıklama atlamadı. Çok ihtiyatlı, rezervli davrandılar, zaten o dönemde Öcalan da Kandil’in bu pozisyonunu bildiği için, verdiği talimatları bir talimat gibi vermemeye çalıştı; çok karışık dönemlerdi onlar, bayağı yakından izlemeye çalışmıştım, özellikle o dönemlerde Vatan gazetesi adına Kandil’de yaptığım görüşmelerde bunu anlamak mümkün. Cemil Bayık’la, Murat Karayılan’la, Duran Kalkan’la yaptığımız röportajlarda hep, “Tabii ki önderimiz Öcalan” diyorlardı, ama Öcalan’ın adını zikretmeden Öcalan’ın aldığı veya alabileceği birtakım pozisyonlara, strateji ve taktiklere itirazlarını da dile getirmekten çekinmiyorlardı ve o tarihlerde görüştüğüm bu kişilerde ilginç bir şekilde AKP’ye ve Erdoğan’a güvenmeme duygusu hâkimdi. Öcalan’ın güveniyor olmasına da bir şekilde mim koyuyor gibiydiler. 

Yani şöyle bir yaklaşım vardı açıkçası: “Ya, bu işten bir şey çıkacağını sanmıyoruz; ama işte, Öcalan dediği için giriyoruz” gibi –basitleştirerek anlatıyorum– bir yaklaşım vardı ve yine bazılarından, bir şekilde tercihlerinin aslında CHP olduğunu duymuştum, hatta röportajlara da yansıdı bunlar. Şimdi, ilginç bir aşamaya gelmiş durumdayız. Öcalan daha çok devletin tercihi gibi duruyor, buna karşılık cezaevinde olmasına rağmen Selahattin Demirtaş’ın seçmen nezdinde etkili bir yeri var; ama Selahattin Demirtaş da cezaevinde, HDP’yle ilişkisinde sorun yokmuş gibi gözüküyor; ama yine de karşılıklı birtakım rahatsızlıklar olduğu yolunda söylentiler var ve böyle bir noktada Sezai Temelli, eski eş genel başkan olarak konuşuyor — ki bunu kişisel olarak yaptığı kanısındayım, bir grup adına hareket ettiğini açıkçası düşünmüyorum. Bu arada, tabii şunu da not düşmek lâzım: Sezai Temelli, HDP’ye Kürt hareketinin “Türkiyeleştiğini” göstermek için katılan, katılması istenen isimlerden birisi; yani Kürt olmayan isimlerden birisi ve bu çıkışı herkesten önce onun yapmış olmasını da ayrıca ilginç bir not olarak kayda düşmek gerekiyor. Böyle bir noktada işler karışıyor. Şimdi, kimse kalkıp, “Yok, öyle bir şey olmaz, esas muhâtap HDP’dir” diyemeyecek, ama bir yandan da Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışını HDP içerisinden çok kişinin takdirle karşılayacağını tahmin ediyorum, birtakım şeyler de duyuyorum; ama açık açık bunu söylemek de çok zor olacak ve böylece, HDP durup dururken kendini bir tuzağın içerisine çekmiş oluyor. 

Hangi çizgiyi savunacak? “Hayır, esas muhâtap Öcalan’dır” dediği zaman, ânında HDP açığa düşmüş olacak, kendi kendini açığa düşürmüş olacak; ya da “Evet, CHP’nin çıkışı çok olumludur, biz de buradan kendileriyle birlikte çalışmaya hazırız” dediği zaman da bu sefer, “Bakın, bunlar Öcalan’ı İmralı’ya gömmek istiyor” denecek. HDP’nin açıkça Kılıçdaroğlu’nun söylediğine katılacak olmasına karşı yürütülecek propagandada devletin imkânları, siyasî iktidarın imkânları da herhalde seferber edilecektir ve bir bakacağız, –ki 31 Mart öncesinde bu oldu– yani özetle şu dendi: “Ya, liderleri kalkıp başka bir şey söylüyor, ama bunlar başka bir şey yapıyor, liderlerine bir tür ihanet ediyorlar” demeye getirdi devlet 31 Mart öncesinde ve sonrasında; ama gerçekten HDP tabanında çok ilginç bir siyasî bilinç var, yani genel olarak hâkim olan siyasi bir bilinç var. Onlar bunun ayarını kendileri bulabiliyorlar. Yani, Öcalan’a kulak kabartıp, ama yine de tercihlerini, yani Öcalan’a saygıda belki kusur etmeyip, ama yine de bildiklerini okuma deneyimleri var. 

Tekrar böyle bir tuzağa çekiliyor açık olarak burada. HDP eş genel başkanları ne diyecekler? Gerçekten çok zor bir şey ve bu anlamda Sezai Temelli’nin yaptığı ve Demokratik Bölgeler Partisi’nin de şaşırtıcı olmayan bir şekilde devamını getirdiği çıkışın şu hâliyle en büyük yararı herhalde Kürt sorununun çözümünü istemeyen ve HDP’nin de yapılacak olan önümüzdeki seçimlerde muhalefet bloğuyla beraber hareket etmesini istemeyen çevrelerin hoşuna gitmiştir diye düşünüyorum. Bakalım tartışma bundan sonra nasıl gelişecek? Ama dediğim gibi, Türkiye’nin şu ortamında konuşulması çok kolay olmayan meselelerin böyle bir şekilde gündeme getirilmesi olayına tanık oluyoruz. Tekrar başta söylediğimi söyleyeyim: Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışı, “HDP’yi meşru olarak görebiliriz, halkın desteği var, Parlamento’ya gelmiş, dolayısıyla Parlamento’nun içinde bulunuyor, görevini yapıyor. Eğer bu sorun çözülecekse meşru bir organla da biz bu sorunu çözebiliriz” çıkışının, bence ileri bir çıkış olduğunu ve Türkiye’nin hayrına bir çıkış olduğunu tekrar vurgulamama izin verin. Bugün, diğer yayını yapıp yapmayacağımı bilmiyorum; ama galiba yapacağa benziyorum. Yaparsam onda da görüşürüz, yaparsam herhalde 17.00 civarı gibi olur, aksi takdirde tekrar yarın karşınızda olmaya çalışacağım. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.