Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

COP26’nın ilk haftasından izlenimler – Ciddi bir ilerleme yok

İskoçya’nın Glasgow kentinde düzenlenen 26’ncı Taraflar Konferansı’nda (COP26) henüz iklim değişikliğine karşı küresel iş birliğinin başarı şansını büyük ölçüde artıran büyük bir karar alınmadı. İyimser görüştekiler iklim taahhütlerinin arttığını ve 1,5°C hedefine yaklaştığımızı savunuyor fakat mesele, taahhütleri gerçeğe dönüştürecek mekanizmalar kurabilmekte. Medyascope, 12 Kasım’a kadar sürecek zirvenin ilk haftasını mercek altına alıyor.

İskoçya’nın Glasgow kentinde düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi, yani COP26, en temel düzeyde ifade etmek gerekirse, 2100’e kadar oluşacak küresel sıcaklık artışını 1,5°C’ ile sınırlamak, bu hedef tutturulamazsa sıcaklık artışını 2°C’de tutmak için uğraşıyor.

Dünyanın küresel sıcaklığı geçmiş çağlarda da değişime uğradı. Ancak Sanayi Devrimi ile birlikte başlayan sıcaklık artış eğiliminin insan faaliyetlerinden kaynaklandığını biliyoruz. Kömür, petrol ve doğalgazın yaygın şekilde kullanılır hale gelmesiyle birlikte, fosil yakıtların yanması sonrasında atmosfere karışan gazlar sera gazı etkisi (ya da sera etkisi) yoluyla, dünyanın ve atmosferin sıcaklığını artırdı. Gezegenimiz Sanayi Devrimi sonrasında yaklaşık 1,2°C derece ısındı. Sera gazı açığa çıkaran, yani sera gazı emisyonuna yol açan faaliyetleri bu şekilde sürdürsek, 2100’e gelindiğinde sıcaklık artışının 3,9°C’ye bulabileceği tahmin ediliyor.





Climate Action Tracker’ın termometre arayüzü, sanayi öncesi döneme kıyasla küresel sıcaklık artışını sürekli takip ediyor ve belli aralıklarla termometre güncelleniyor.

IPCC yani Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’ne göre, sıcaklık artışını 1,5°C’de tutmayı başarırsak, iklim değişikliğinin geri dönüşü olmayan etkilerinin bir kısmından gezegenin korunması mümkün olabilecek. 2°C ise daha kötümser bir hedef. 2100 itibarıyla küresel sıcaklık artışı 2°C civarında olursa, iklim değişikliğinden kaynaklanan birçok etki yaşanacak, deniz seviyesi kısmen yükselecek, birçok tür yok olacak ve ekosistemler geri dönüşü olmayan zararlar görecek. İklim göçleri de yoğun bir şekilde yaşanacak. Ancak 2°C sınırının üzerindeki sıcaklık artışlarının etkilerini öngörebilmek zor. Böylesi bir durumda etkiler birbirlerini besleyecek ve yıkıcı bir kötücül daireye dönüşebilecek etkilerin ulaşabileceği boyut kestirilemiyor. Yani 2°C hedefi iklim değişikliğinin etkilerinin yoğun biçimde yaşanacağı ama zorluklarla da olsa gezegendeki insan faaliyetlerinin sürebileceği bir eşik denebilir.

1992’de imzalanan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliğiyle Mücadele Çerçeve Sözleşmesi (BMİDMÇS) kapsamında yapılan 26’ncı Taraflar Konferansı, yani COP26, küresel sera gazı emisyonlarının azaltılması için henüz beklenen seviyeye gelmeyen iş birliği konusunda aslında iki temel sorunu çözmeye çalışıyor.

Birinci sorun: Hedef açığı

İlk soruna “ambition gap“, yani “hedef açığı” deniyor.

İklim değişikliğiyle mücadelede Paris Anlaşması’nın tarafı ülkeler BM İklim Değişikliği Sekretaryası’na hedeflerini bildiriyor. Bildirilen bu hedeflere “ulusal katkı beyanı” adı veriliyor. Ülkeler, ulusal katkı beyanlarında hangi sektörlerde nasıl değişiklikler yapacaklarını ve sera gazı emisyonlarını ne kadar düşüreceklerini ilan ediyor.

Tüm taraf ülkelerin hedeflerini toplayıp büyük resme baktığımızda, halihazırda ilan edilmiş ülke hedeflerinin bizi ortalama 2,4°C’lik bir sıcaklık artışına götürdüğünü görüyoruz. Yani tüm ülkeler hedefledikleri dönüşümleri gerçekleştirseler bile 2100 itibarıyla küresel sıcaklık, endüstri öncesi döneme kıyasla 2,4°C artmış olacak.

İşte, ilk sorun bu. Ülkelerin verdiği taahhütler Paris Anlaşması hedeflerine ulaşmaya yetmiyor. Yani, BM’nin ülkeleri daha iddialı hedefler sunmaya ikna etmesi lazım. Bu soruna, iklim değişikliği hedeflerinin sıcaklık artışını kısıtlamaya yetmemesinden ötürü “hedef açığı” adı veriliyor.

İkinci sorun: Emisyon açığı

İlk sorun ülkelerin dönüşüm ve azaltım taahhütlerinin Paris Anlaşması’nda öngörülenin altında kalmasıydı.

İkinci sorun, gerçekte ortaya çıkardığımız sera gazı emisyonlarının Paris Anlaşması hedeflerine ulaşabilmemiz için yapmamız gereken seviyenin çok üzerinde olmasından kaynaklanıyor.

Birçok ülke hâlâ taahhüt ettiği kadar sera gazı emisyonu azaltımı gerçekleştirmiyor. 1,5°C ve 2°C hedeflerine ulaşabilmek için aşmamamız gereken yıllık küresel sera gazı emisyonu miktarı belliyken, bu miktarın üzerine çıktığımız her yıl oluşan farka da “emisyon açığı(emissions gap) deniyor.

Climate Action Tracker’ın hesabına göre, taahhüt edilen politikalara uyulduğunda 2100’de küresel sıcaklık artışı 2,4°C’yi bulacak. Ama dünya taahhüt ettiğinden daha fazla sera gazı oluşturmaya devam ediyor. Böyle yaşamayı sürdürdüğümüz takdirde Climate Action Tracker, 2100 itibarıyla küresel sıcaklık artışının 2,9°C’ye çıkacağını tahmin ediyor. Hatta bu sıcaklık artışı 3,9°C’ye bile çıkabilir.

COP26, beş temel başlıkta bu iki sorunu çözmeye çalışıyor. Yani ülkelerin hem daha iddialı hedefler açıklamasını sağlamaya çalışıyor (hedefler açığını azaltmayı deniyor) hem de Paris Kural Kitabını oluşturup finansman sorunlarını gidererek ülkelerin karbonsuzlaşma niyetlerini gerçeğe dönüştürmeye uğraşıyor yani emisyon açığını kapatmaya çalışıyor.

Kömür: COP26’dan en büyük beklentiler kömür konusunda. Bu yüzden şimdiye kadar açıklanan taahhütler kimseyi çok da etkilemedi.

COP26 Başkanı Alok Sharma, 4 Kasım’da “Kömür artık kral değil” diye konuştu.

Özellikle 1970’lerde fosil yakıt endüstrisinin altın çağında, kömür hakkındaki yakıştırmalardan biri de “Kral Kömür” idi. Hatta Upton Sinclair, ABD’deki endüstriyi anlattığı kitabınaKing Coal adını vermişti.

Sharma, “Kömür artık kral değil” sözüyle kömürün tarihe karışmakta olduğunu müjdeliyordu ama COP26’da 190 ülke ve organizasyonun altına imza koyduğu Kömürden Temiz Enerjiye Küresel Geçiş Deklarasyonu’nda ABD, Çin, Rusya, Hindistan, Avustralya gibi kömürün büyük oyuncularının isminin olmaması hayal kırıklığı yarattı.

Verilen taahhütler arasında yeni kömür santralleri yapmamak bulunduğu gibi, finans kuruluşları kömür yatırımlarını desteklememe kararlarını da genişletti. Taahhütler paketi içinde temiz enerji üretiminin dağıtımını genişletmek ve kömüre dayalı ekonomik alanlarda adil geçiş projeleri üretmek de bulunuyor.

COP26’nın en önemli başlığı olan kömürde daha geniş başarı elde edilmesi gerekiyor, aksi takdirde zirve ortaya attığı, “Kömürün sonu COP26’da görünecek” iddiasını yerine getiremeyecek.

Elektrikli araçlar: Küresel sera gazı emisyonlarının en büyük kısmı fosil yakıtlardan kaynaklanıyor. Fosil yakıtların önemli bir bölümüyse, ulaşımda harcanıyor. 2019 itibarıyla küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 29’unun ulaşımdan kaynaklandığı tahmin ediliyor.

Ulaşım emisyonlarını azaltmanın en temel yolu, fosil yakıtları, yani benzin, LPG, mazot gibi kaynakları devreden çıkarmak. Fosil yakıtlar ile ulaşım arasındaki bağlantının koparılmasındaki en kolay yollardan biriyse elektrikli araçlar.

Elektrikli araçlar her ne kadar batarya üretim emisyonlarına sahip olsa da katettikleri yol için hiç (ihmal edilebilir düzeyde) sera gazı emisyonu gerçekleştirmeme potansiyeline sahipler. Ama bunun için kullandıkları elektriğin yenilebilir, düşük karbonlu enerji üretiminden sağlanması gerekiyor. Bu konuda COP26’da henüz önemli bir adım atılmadı.

Ormansızlaşma: Glasgow Ormanlar ve Arazi Kullanımı Hakkında Liderler Deklarasyonu ilk haftanın önemli gelişmelerinden biriydi. Bu bildiriye imza atan liderler ülkelerinin arazi kullanımından kaynaklı karbon emisyonlarını önleyeceği ve ormansızlaşmaya izin vermeyeceği taahhüdünde bulundu. Bu taahhüt önemli çünkü dünyanın net sıfır emisyona, yani saldığı ve tuttuğu karbon miktarı eşitlenene kadar açığa çıkarabileceği belirli miktarda sera gazı emisyonu bulunuyor. Bu miktara karbon bütçesi adı veriliyor. Yani pozitif sera gazı emisyonu yaptığımız her yıl bu bütçenin azalmasına yol açıyoruz. Üstelik bu bütçe hesaplanırken ormanların karbon yakalama etkisi de hesaba katılıyor. Yani ormanların azalması, gezegenin karbon bütçesinin daha da azalmasına yol açacak. Bu bakımdan ormansızlaşma konusunda ortak bir adım atılması önemli.

BM, bildiriye imza koyan ülkelerin 134’e ulaştığını ve bunun da dünya ormanlarının yüzde 91’inin artık bu bildiride verilen taahhütlerin konusu haline geldiğini söylüyor.

Bildiriyle 2030 yılı hedefleniyor. Yani bildiriye imza atan ülkelerin 2030’a kadar bu konuda önlemler almaları gerekiyor.

Ancak bazı eleştiriler de yok değil. Ormansızlaşma konusunda daha önce de ülkelerin taahhütlerde bulunduğunu ifade edenler, Glasgow bildirisinin önemli bir gelişme olup olmadığı konusunda kuşkulu.

Bildirinin tek başına ormansızlaşma sorununu çözeceğini beklemek gerçekten de yersiz olur. Ormanların korunması ve arazi kullanımı kaynaklı sera gazı emisyonlarının önlenmesi için herhangi bir mekanizma önermeyen bildiri, belki finansal bir araçla eşlenerek yaptırım gücü de kazanırsa etkili olabilir. Ancak şimdilik bildiri yalnızca niyet beyanı niteliğinde.

Bildirinin imzalanmasıyla aynı gün, 8.7 trilyon dolarlık toplam fon büyüklüğüne sahip olduğunu ileri süren 30’dan fazla finans kuruluşu da ormansızlaşmayı artıracak projelere fon sağlamayacaklarını duyurdu. ABD ise 3 Kasım’da, 9 milyar dolarlık bir kaynağı ormanların korunması için küresel çalışmalara ayıracağını açıkladı.

2019’da yapılan bir çalışma, her yıl gerçekleşen ormansızlaşmanın üçte ikisine yakınının endüstriyel tarımdan kaynaklandığını gösteriyor. Yeterli fon ayrıldığı takdirde ve tüketici davranışı biraz değiştiği takdirde, endüstriyel tarımın ormanlar üzerindeki baskısının piyasa mekanizmaları aracılığıyla azalması bekleniyor. Ama bunun için daha fazla teşvik gerekebilir.

Glasgow Ormanlar ve Arazi Kullanımı Hakkında Liderler Deklarasyonu’nu 2 Kasım’da imzalayan Türkiye’nin bir hafta sonra, İstanbul’daki ormanlık alanları imara açılmak üzere satışa çıkarması, bildiriye imzalamanın başlı başına bir anlam teşkil etmediğini gösteriyor.

Metan emisyonları: Paris Anlaşması 1,5°C hedefine ulaşılması için metan emisyonlarının yüzde 35 ile 40 arasında düşmesi gerekiyor. Fosil yakıt kullanımının düşürülmesi, tarımdaki iyi uygulamalar ve atık yönetimindeki değişikliklerle, 2030’a gelindiğinde metan emisyonlarını yüzde 40’a kadar azaltmak mümkün gözüküyor. Energy Transitions Commission tarafından yapılan hesaba göre bu azaltım 130 milyon ton metan emisyonunu engelleyecek. 130 milyon ton metan, karbondioksit cinsinden 3,25 gigaton karbondioksit eşdeğeri emisyon anlamına geliyor. Yani önemli bir azaltım.

ABD’nin öncülük ettiği Küresel Metan Taahhüdüne imza koyan 100’den fazla ülke, küresel ekonominin yüzde 70’ine, küresel metan emisyonlarınınsa yüzde 45’ine denk geliyor. COP26’da metan azaltımı konusunda söz veren bu ülkelerin hepsi 2030’a dek yüzde 30’luk bir metan emisyonu azaltımı gerçekleştirmeyi başarırsa, 1,25 gigaton karbondioksit eşdeğeri emisyon atmosfere verilmeyecek.

Katılımcı ülke sayısı artarsa, metan emisyonlarındaki düşüş hedefi COP26’nın önemli kazanımları arasına girebilir.

İklim finansmanı: COP26’nın en kritik alanı burası çünkü ülkelerin sera gazı azaltım taahhütlerinin uygulanabilirliğini bu kısım belirleyecek.

2009’da alınan karar, 2020 itibarıyla gelişmekte olan ülkeler tarafından kullanılacak 100 milyar dolarlık bir iklim fonu kurulması yönündeydi. Fakat iklim finansmanı hedefleri tutturulamadı. 2020’de hedeflenen 100 milyar dolarlık miktarın 80 milyarı toplanmış olarak COP26’ya gelindi.

COP26 Başkanlığı, gelişmiş ülkelerden bu fona yapacakları katkıyı artırmaları için yeni taahhütler almaya çalışıyor. Bu fonun adaptasyona ayrılmış kısmının genişletilmesi de kritik zira özellikle küçük ada devletleri iklim değişikliğinin etkilerini şimdiden yaşıyor ve bu ülkelerdeki toplumların iklim değişikliği etkilerine adapte olabilmesi için fonlara erişebiliyor olmaları gerekli.

2025’e kadar devam edecek bu fonun miktarının güncellenmesi COP26’nın planları arasında ama şimdilik bu konuda net bir çıktı oluşmadı.

COP26 Başkanlığı birçok kez 100 milyar dolarlık finansmanın yeterli olmadığını, özel sektör yatırımlarının da kamu fonlarına eklenmesi gerektiğini vurguladı.

Özel sektör finansmanı konusundaki en büyük adım Glasgow Financial Alliance for Net Zero girişiminden geldi.

2021 başında 5 trilyon dolarlık bir fon havuzunu kontrol eden grup, COP26’da 130 trilyon dolarlık bir büyüklüğe eriştiğini duyurdu. 45 ülkeden 450 finans kuruluşunun hedefi, alınan tüm yatırım kararlarında iklimi de göz önünde bulundurmak.

Özel iklim fonlarının ne kadar fayda getireceğini şimdilik tahmin etmek zor ama bilhassa gelişmekte olan ülkeler, şimdilik COP26’nın iklim finansmanı konusunda attığı adımların yeterli olduğunu düşünmüyor.

COP26 Başkanlığı tarafından belirlenen bu beş maddenin dışında, denetim mekanizmaları ve piyasa araçları oluşturma çabası da COP26’nın başarısı için hayati.

Paris Kural Kitabı ve karbon piyasası mekanizmaları: COP26’ya dair haberlerde manşetlere genelde kömür çıksa da, Paris Kural Kitabı’nın netleşmesi ve karbon piyasalarının uygulanabilir hale gelmesi, ülkelerin taahhütlerini somutlaştıracak ve denetim mekanizmaları getirecek.

Uzun süredir üzerinde çalışılan Paris Kural Kitabı’nın nihai hale getirilmesine birkaç sebepten ihtiyaç duyuluyor:

1- Zaman sınırı ve ortak takvimler: Ülkeler ulusal katkı beyanlarında birtakım sera gazı azaltım hedefleri belirliyor ama Paris Anlaşması bu hedeflerin yerine getirilmesi için belirli tarihler ileri sürmüyor. Ülkeler her beş yılda bir ulusal katkı beyanlarını yineliyorlar ama bu, hedeflerin her beş yılda bir denetlendiğini göstermiyor. Örneğin 2040 için hedefler koyan bir ülkenin hedefine erişmekte olumlu mesafe kat ettiği ya da hedefine ulaşmakta başarılı olamadığı nasıl ve ne sıklıkta denetlenecek? Ülkelerin hedeflerinin ve hedeflerin denetiminin ortak bir takvimde toplanmasına ihtiyaç var.

2- Şeffaflık: Ülkelerin emisyon verilerini nasıl toplayacağı ve BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (UNFCCC’) nasıl bildireceği konusunda henüz tam manasıyla uzlaşılmış bir sistem yok. Gelişmiş ülkeler bu konuda daha katı kurallar isterken gelişmekte olan ülkelerse bir süreliğine katı kurallardan uzak kalmak ve piyasalarını dönüştürmek, altyapıyı oluşturabilmek için süre istiyor.

Bu iki gereksinim yerine getirilirse, yani ülkelerin ilerlemeleri aynı zeminde incelenebilirse, hile yapmak zorlaşabilir ve şimdiye kadar kurulamayan küresel karbon ticareti piyasası da oluşturulabilir.

Taahhütler güzel ama mesele uygulamada

Global Carbon Budget tarafından açıklanan 2021 tahmini, koronavirüs salgını yüzünden 2020’de yüzde 5,4 gerileyen küresel sera gazı emisyonlarının, 2021’de yüzde 4,9 artarak yeniden eski seviyesine ulaşacağını gösteriyor.

Yani üretimin aksadığı, küresel meta hareketliliğinin kısıtlandığı, toplumların evlere kapandığı bir dönemde küçük bir azalış gösteren sera gazı emisyonları, salgın hafifleyince yine eski seviyesini yakaladı. Demek ki dönüşüm o kadar da kolay olmayacak.

1,5°C sınırında kalmak istiyorsak, 2030’a kadar 22 gigatonluk bir karbondioksit emisyonu azalışına ihtiyacımız var. COP25 ve COP26 iklim şampiyonlarının (İklim şampiyonları, COP’a evsahipliği yapan ülkeler tarafından belirlenen, iklim değişikliği konusundaki iş birliğini artırmak için farklı gruplar arasındaki koordinasyonu artırmayı hedefleye iyi niyet elçileri olarak tanımlanabilir) geçen hafta yaptığı açıklamaya göre, ihtiyaç duyulan 22 gigatonluk azalışın 9 gigatonluk kısmının COP26’da verilen azaltım sözleriyle karşılandı.

Yapılan hesaba göre, Glasgow’daki COP26’da taahhüt edilen dönüşümler yaklaşık 9 gigatonluk bir küresel emisyon düşüşü getirebilir:

  • Paris Anlaşmasına taraf ülkelerin yenilediği ulusal katkı beyanlarının, ortalama 3 gigatonluk bir azalış getirmesi bekleniyor.
  • Glasgow Ormanlar ve Arazi Kullanımı Hakkında Liderler Deklarasyonu 3,5 gigatonluk azaltım sağlayacak.
  • 0,2 gigatonluk bir azaltımın Kömürden Temiz Enerjiye Küresel Geçiş Deklarasyonu tarafından gelmesi bekleniyor.
  • Race to Zero kampanyasının da 2,5 gigatonluk katkı sağlaması bekleniyor. (1 gigatonun elektrik sektöründen, 1,5 gigatonun ulaşımdaki dönüşümlerden gelmesi bekleniyor)

Ancak bu hesabın taahhütlerden ibaret olduğu unutulmamalı. Mesele, gerçekten bu taahhütlerin gerçeğe dönüşüp dönüşmemesinde.

Yani karışık yorumlara yol açan COP26’nın ilk haftası, şimdilik hedef açığının bir bölümünü kapatmayı başarmış gibi gözüküyor. Fakat asıl zorluk ülkelerin gerçekten bu taahhütlere uygun hareket etmesini sağlamaktan geçiyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.