Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Siyasi iktidarın Öcalan sevdası

Ruşen Çakır, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın çarşamba günü partisinin grup toplantısındaki “Edirne’deki İmralı’ya hesap verecek” sözlerini değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı

Merhaba, iyi günler. Çarşamba günü grup toplantısında, AKP lideri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ilginç bir şey söyledi, aslında yeni değil, ama ifâdesi ilginçti: Edirne’den hesâbı İmralı’nın soracağını söyledi. Edirne’den kastı Selahattin Demirtaş, İmralı’dan kastı Abdullah Öcalan ve Selahattin Demirtaş’ı bir anlamda Abdullah Öcalan eliyle korkutmaya kalktı.

Dün, Selahattin Demirtaş sosyal medya üzerinden paylaşılan açıklamasında, siyâsetçinin hesâbı Meclis’e, halka ve bağımsız –bağımsızı büyük harflerle yazmış– yargıya vereceğini, kendisinin korkmadığını, esas Erdoğan’ın vereceği hesap için korkması gerektiğini söyledi. Öcalan’ın adını hiçbir şekilde anmadı; ama oradan da anlıyoruz ki Öcalan’ın kendisinden hesap sorması diye bir olayı hiçbir şekilde önemsemiyor ya da önemsemez gözüküyor.

Böyle bir çıkış yaptı, cevap verdi daha doğrusu ve yine dün, kulis haberi dolaştı, AKP’li bir yetkili, bir gazeteci arkadaşımıza Ankara’da, Öcalan’ın bir mektup hazırladığını söylemiş. Önümüzdeki günlerde Öcalan’ın mektubu gelecek diye bir beklenti var. Erdoğan da böyle konuştuğuna göre, belli ki böyle bir hazırlık var, Öcalan’dan kendi lehlerine bir çıkış yapmasını bekliyorlar anlaşılan, böyle bir hazırlık var.

Şimdi, bunu çok yönüyle ele alabiliriz. Aslında daha önce de oldu biliyorsunuz, yerel seçimlerde de oldu bu. Öcalan devreye sokulmak istendi, ama bir türlü beceremediler. Avukatlar üzerinden yapmaya çalıştılar, sonra bir akademisyen üzerinden; Öcalan’ın şöyle bir mesaj vermesi beklendi: “Muhâlefete oy vermek zorunda değilsiniz” anlamına gelecek bir mesaj — onu bile ulaştıramadılar.

Esas, Selahattin Demirtaş’ın, “Bağrımıza taş basarak da olsa…” diye yaptığı açıklama daha etkili oldu ve HDP oylarının büyük şehirlerde büyük ölçüde CHP adaylarına gittiğini ve onların seçim kazanmasında, özellikle İstanbul’da çok kritik bir rol oynadıklarını gördük. Orada, sadece Abdullah Öcalan değil, Osman Öcalan’ı da devreye sokmuşlardı biliyorsunuz. TRT Kürdi’de Osman Öcalan’la röportaj yapılmıştı ve Osman Öcalan açık açık AKP’nin desteklenmesi çağrısı yaptı; ama hiçbir etkisi olmadı, zaten olması mümkün değildi. Siyâseten hiçbir şeyi temsil etmeyen, sâdece aynı soyadı taşıyan, yani Abdullah Öcalan’ın kardeşi olması dışında herhangi bir özelliği kalmamış birisiydi — yakınlarda da koronavirüs nedeniyle hayatını kaybetti biliyorsunuz.

Burada, Erdoğan’ın bunu tekrar gündeme sokmak istemesinin tabii ki nedeni, şu hâliyle yapılacak ilk seçimde Kürt oylarının, HDP oylarının belirleyici olması. Baktığımız zaman, bütün kamuoyu araştırmalarında Millet İttifakı ve Cumhur İttifakı başa baş. Kimisinde Millet İttifakı önde, kimisinde Cumhur İttifakı önde; ama hiçbirisi %50 + 1 oyu bulamıyor ve bu anlamıyla da HDP seçmeni çok ciddî bir şekilde kritik bir rol oynayacak, kimi tercih ederse o kazanacak — bu çok açık bir şekilde ortada.

Erdoğan’ın yapmak istediği, HDP seçmeninin tabii ki kendisine oy vermesi, veremiyorsa da sandığa gitmemesi. Yani, “Muhâlefete vermesin de ne yaparsa yapsın” şeklinde bir stratejisi var; ama bu seçmene doğrudan kendisinin, hele Devlet Bahçeli’nin seslenme imkânı kalmadığı için, elinde kala kala tek koz Abdullah Öcalan. Bu ne derece doğru, açıkçası buna çok emin değilim. Daha önceki 31 Mart’ta yaşadığımız olayın bir benzeri tekrarlanabilir ya da biraz daha ilerisi olur diyelim. Öcalan çok açık ve net bir şekilde kendisini takip edenlere, kendisine önem verenlere tercihlerini muhâlefetten yana yapmamalarını söyleyebilir mi, buna çok emin değilim. Bu, Öcalan için çok riskli olur; bu açıklıkta, bu netlikte bir çıkış yapması Öcalan’ın kendi tabanı nezdindeki liderliğinin çok ciddî bir şekilde sorgulanmasına yol açabilir.

Şu olursa tabii ki etkili olur: Öcalan böyle bir açıklama yapar, ardından Kandil de, “Evet, önderlik” –onlar öyle der– “önderlik böyle diyorsa biz de böyle yapıyoruz” der ve bunun üzerine HDP içerisindeki birtakım isimler ya sessiz kalır ya da bu perspektifte bir tutum izlerse, buradan bir sonuç alınabilir — ki onun da bir kısıtlı bir sonuç olacağı kanısındayım.

Yani, Öcalan dese ve Kandil onay verse ve bir şekilde bu zincire HDP yönetimi de katılsa bile, HDP seçmeninin bu doğrultuda oy vereceğinin garantisi yok. Bunu özellikle söylemek istiyorum, kişisel görüşüm, gözlemlerim bu yönde. Bu hareketi kendince yıllarca izlemeye çalışan birisi olarak bu tabanın çok politik olduğunu ve böyle bir noktada, son anda gelen birtakım dayatmalar yerine, yönlendirmeler yerine, oyunu kendi irâdesiyle kullanacağını ve büyük ölçüde muhâlefete yöneleceğini tahmin ediyorum.

Kaldı ki, Öcalan böyle bir açıklamayı yapsa bile, Kandil’in bunu birebir benimseyeceğini sanmıyorum. Kandil böyle bir şeyi benimsemek zorunda kalsa bile, bu dayatmayı tüm Türkiye’ye yönelik yapabileceğine de çok emin değilim. HDP’nin de buna çok gönüllü bir şekilde atılacağına emin değilim; çünkü iktidar bütün köprüleri attı bu partiyle. Partiyi yargılıyor, kapatmaya çalışıyor; yüzlerce, binlerce insan, sırf HDP’li oldukları için gözaltına alındı, tutuklandı, yıllarca hapis yatanlar var, belediyelere kayyum atandı ve hiçbir şey yapılmadı. Birden Öcalan bir mektup yazacak, bir açıklama yapacak ve bütün bunlar unutulup, orada “Öcalan dedi” diye bu yapılacak. Bunun bir şekilde karşılığı olacağını sanmıyorum.

En fazla, kafalar karışabilir ve Öcalan’ın kendi tabanı nezdindeki îtibârını çok ciddî bir şekilde zedeleyebilir böyle bir açıklama. “Öcalan bu bağlayıcılıkta ve bu açıklıkta bir açıklama yapar mı?” sorusu da başlı başına önemli. Buna da çok emin değilim. Bu anlama gelecek birtakım cümleler edebilir, ama çok açık bir şekilde tercihini Erdoğan’dan yana yapacağını çok sanmıyorum. Tabii ki her şey mümkün, onu da özellikle vurgulamak lâzım. 

Bir de tabii, olay bir mektup diye anlatıldığı zaman, işin içerisine tabii bir yığın komplo teorisi de girecek: “Acaba bunu gerçekten Öcalan mı yazdı?” vs. diye. Şöyle bir şey var, Öcalan iktidarın güdümünde, iktidarın istediği şekilde hareket eden bir siyasi mahkûm mu, terör hükümlüsü mü? Eğer öyle ise, niye tecritte? Eğer gerçekten Öcalan, iktidarın kaba tâbirle “dümen suyunda giden” biri olsaydı, düzenli bir şekilde ailesiyle görüştürülür, avukatlarıyla görüştürülür, hattâ 31 Mart öncesinde olduğu gibi başka birileriyle görüşmesine izin verilir ve onun mesajlarıyla sistemli bir şekilde bu tabanı iktidârın yoluna çekmek isteyebilirlerdi, isterlerdi. Böyle bir şey olmuyor, Öcalan’ın tecriti sürüyor ve birden bir mektup… Birden Erdoğan çıkıyor, Selahattin Demirtaş’ı Öcalan’la korkutmaya çalışıyor.

Demek ki, tabii tamamen bunlar gizli cereyan ettiği için anladığımız, bir pazarlık var. Ne vaat ediyorlar Öcalan’a? O da o vaatler karşılığında neye “Evet” diyor? Bunları önümüzdeki günlerde belki biraz daha fazla görürüz. Fakat birincisi, Öcalan’ın böyle bir şey, iktidârın istediği şekilde bir açıklama yapacağına; ikincisi, yapacağı açıklamanın Kandil tarafından olduğu gibi benimseneceğine ve HDP’nin yönetimi tarafından kendi politikasıymış gibi aktarılacağına ve de tabanın bütün bunların ışığında yönelimini, siyâsî tercihini değiştireceğine pek ihtimal vermiyorum; fakat Erdoğan çok büyük bir çâresizlik içerisinde olduğu için bütün bunları deneyeceğe benziyor.

Geçen sefer ne olmuştu? Bunlar söylendi, Bahçeli bile îtiraz etmedi; Öcalan bu çağrısının, tam da yansıyamayan bu çağrısının mâkul bir çağrı olduğunu söyledi. Bu aslında, iktidar ortaklarının ne kadar acıklı bir duruma düştüklerini gösteriyor. Dün, “Haftaya Bakış”ta Kemal’le bunu konuşurken söyledim, tekrar söyleyeyim: Siz normal şartlarda “bölücübaşı, terör örgütü lideri, bebek katili” diye tanımladığınız kişiye karşı yasal alanda siyâset yapmaya çalışan insanı öne çıkartıp, onu etkisizleştirmeye çalışıyorsunuz. Normalde; ama şimdi tam tersi oluyor, bütün terörü atfettiğiniz kişiyi alıp, siyâsî nedenlerle içeride tuttuğunuz, sâdece yaptığı açıklamalar vs. olan bir kişiyi onunla korkutmaya, yıldırmaya çalışıyorsunuz.

Aslında bütün bu yapılanlar bir yerde Selahattin Demirtaş’ın önünü daha fazla açıyor bana göre. Onu çok daha fazla güçlü kılıyor, hem de Öcalan’ı koz olarak kullanan iktidâra rağmen Selahattin Demirtaş’ın îtibârından kendi tabanı nezdinde kaybolmaması bize bunu çok açık bir şekilde gösteriyor. Şurası doğru olabilir: Öcalan Selahattin Demirtaş’tan rahatsız olabilir — bilemiyoruz. Onun kendisinden daha popüler olmasından hoşlanmıyor olabilir; bütün bunların hepsi olabilir, ama Öcalan’ın şu âna kadar izlediği çizgiye baktığımız zaman, PKK’ın kuruluşundan günümüze, o çözüm süreci dönemlerine, hepsine baktığımız zaman, onun nasıl bir siyâset yaptığını görmek mümkün.

Böyle, bütün yumurtalarını aynı sepete koyacak, kendi örgütünün –PKK’yı kastediyorum– ve yasal alanda siyâset yapan Kürt siyâsetçilerin kabul etmekte zorlanacağı şeyleri onlara dayatmak isteyeceğini açıkçası sanmıyorum. Bugüne kadar yapmadı bunu. Şu bize çizilmeye çalışıldı: “Öcalan içeride mahsur, birazcık rahat nefes almak için her türlü şeye râzı olabilir, dolayısıyla Öcalan devletle uyum sağlayabilir, ama diğerleri bunu engelliyor”. Hattâ dün, Yeni Şafak’ta böyle yazanlar olmuş. Ne demişler? “Öcalan’ı Kandil ve HDP içeride izole etti, onu bir şekilde yaşayan ölü hâline getirdiler.” Şimdi, normal şartlarda iktidar yanlısı bir köşe yazarının bundan hiç de şikâyetçi olmaması lâzım. Bakar mısınız? Yani nelerden şikâyet ediyorlar, nelere üzülüyorlar. Öte yandan, sırf Öcalan’a yönelik birtakım saygı ifâdeleri vs. dile getirdikleri için birçok insan yargılandı, yargılanmaya devam ediyor, HDP’li birçok isim ve HDP’nin kendisi Öcalan’la irtibat nedeniyle suçlanıyor; ama iktidar, iktidar destekçileri Öcalan’ı meşrû bir aktör olarak, tercih edilir bir aktör olarak kullanmak istiyorlar.

Hakîkaten, dün söylediğim gibi, akıllara zarar bir durumla karşı karşıyayız. Kaldı ki, bu akıllara zarar durum riskli… Yani, iktidar aslında çok riskli bir şey yapıyor. Öcalan’ı bir kart olarak görerek, onu kullanmak isteyerek –ve belki de kullanacak– birçok şeyi iyice riske atıyor. Yani, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma ihtimâlinin çok yüksek olduğunu, yerel seçimlerde de bunu gördüğümüzü düşünüyorum; ama tekrar söyleyeyim: Çâresizlik böyle bir şey ve bu çâresizlik içerisinde her türlü imkânı, imkân sandığı şeyi kullanmak isteyen bir iktidar koalisyonu var.

Bunun bir imkân olduğuna, –tekrar tekrar söylüyorum– iktidârın kullanabileceği bir kart olduğuna emin değilim. Velev ki öyle olsun, bu kartın iktidârın işine yarayacağına da hiç emin değilim. Aslında iktidar bunu yerel seçimde de yapmıştı biliyorsunuz; bütün söylemini beka üzerine, terörle mücadele üzerine kuran bir iktidar, son dakikada Abdullah Öcalan ve Osman Öcalan’dan medet ummuştu. Şimdi de bütün söylemini güvenlikçi politikalar üzerine kurmaya devam eden bir iktidar var ve bu iktidar güvenlikçi politikaların en önemli nedeni olan PKK’nın kurucusu ve hâlâ lideri olarak kabul edilen ismi kendisine bir tür kart olarak, kalkan olarak kullanmaya çalışıyor ve aslında kendi bindiği dalı kesiyor. Bakalım ne olacak?

Daha önce yaptığım bir yayında da söylemiştim; bu mektubun ötesinde, iktidar oraya güvendiği bir gazeteciyi ya da gazetecileri yollayabilirdi. Öcalan’ı yarın öbür gün, bizzat kendisini, pekâlâ birtakım kanallarda da görebiliriz. Tabii bu çok çok riskli olur. Riski iyice artırmak olur; ama çâresizlik arttıkça iktidarın göze aldığı risklerin de arttığını görüyoruz. Bakalım ne olacak?

Keşke, gerçekten tarafsız, bağımsız gazetecileri, mesela beni yollasalar ve ben gidip Öcalan’la röportaj yapsam, ona sorsam, onunla konuştuklarımı kaydederek ya da görüntülü ya da her türlü, not alarak oturup anlatsam, böyle bir tartışma olsa… Böyle bir şeyin olmayacağını biliyoruz ve iktidar Öcalan’ı kullanmaya çalışmaya devam edecek; ama kimin kimi kullandığını yapılacak ilk seçimden sonra herhalde göreceğiz. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.