Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sahiden Erdoğan’ın bir bildiği var mı?

Ruşen Çakır, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dün (30 Ocak) Trabzon’daki toplu açılış töreninde bir çocuğa mikrofon uzatmasını değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Tuğbanur Toprak

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Hafta sonu çok yoğun geçti. Özellikle CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığımız yayın Allah için çok iyi oldu bence. Daha önce de Kemal Bey ile Medyascope’ta başka yayınlar yapmıştım, ama bu yayının diğerlerinden çok daha farklı olduğu kanısındayım. Bu da onun son dönemlerdeki performansıyla ilgili olsa gerek. Zâten bizimle yayın yaptığı gün, yani dün akşam, yine bir videoyla çıktı, randevu verdi ve AKP’nin trollerini deşifre etti. Elinde yüz küsur sayfalık bir raporla birkaç ismi aktardı ve kendisine yönelik faaliyetlerinden bahsetti. Her şey bir yana, en sonundan bitirirken, “Eyvallah” diyerek bitirmesini ayrıca not etmek isterim. Evet, Kılıçdaroğlu gündemi hem kendisi belirliyor, hem de Kılıçdaroğlu üzerinden Erdoğan gündem belirlemeye çalışıyor. Trabzon’da yaşananları gördük; çocuk olayını, çocuğa söylettirilen şeyi gördük ve ondan sonra yapılmaya çalışılan açıklamalar… Mesela Süleyman Soylu şöyle bir paylaşımda bulunmuş: “Çocuk, Eren Bülbül’ün katillerinin arkadaşlarına hain demiş.” Biliyorsunuz, Eren Bülbül PKK tarafından Trabzon’da öldürülmüştü. Onun katillerinin arkadaşları derken de Kılıçdaroğlu’nu kastediyor, ne alâkaysa? “Çocuktan al haberi” diye bitirmiş. Kendisi de Trabzonlu. Bu dil, çocuğun orada konuşturulmasından, ardından da bunun böyle çok normal bir şeymiş gibi pazarlanmaya çalışılmasından da görüyoruz ki iktidar için durum çok vahim. 

Ama buna rağmen hâlâ insanlar, “Erdoğan’ın vardır bir bildiği” diyorlar. Ne oldu meselâ? TÜİK Başkanı görevden alındı, Adalet Bakanı istifâ etti — ki bunlar ilk değildi. Dün de yaptığım yayında bununla ilgili uzun uzun konuştum; bütün bunların sonrasında Erdoğan’ın seçime hazırlandığını biliyoruz ve buna yönelik olarak gücünü toparlamaya çalıştığı vs. üzerine yorumlar yapılıyor. Bunlar çok irâdî olarak yapılmış şeyler değil. TÜİK Başkanı kalabilseydi Erdoğan onu orada tutardı; ama Erdoğan’ın çizdiği sınırların dışına çıktı. Adalet Bakanı da onca yıldır bakanlık yapan birisi; neden bu oldu? Artık o sınırlara uymadı. Erdoğan bula bula Bekir Bozdağ’ı buldu. Hani çok büyük oyunlar kuran, oyun planları yapan bir Erdoğan resmi çiziliyor; ama sonunda bakıyoruz ki, İsmail Saymaz’ın bugün yaptığı haberde görüyoruz, önce sözlü olarak bir toplantıda, Osman Kavala meselesinin tartışıldığı toplantıda bakan istifasını söylemiş. Erdoğan “Olur mu öyle şey?” demiş, kabul etmemiş. Daha sonra bir iki gün sonra yazılı olarak yapınca, bir anlamda mecbur kalmış. Şöyle bir hesap yapılıyor: Erdoğan zaten Abdülhamit Gül’ü alacaktı, çünkü şu olacaktı, bu olacaktı. Bunların büyük bir kısmı Erdoğan’ın irâdesiyle olmuyor. Erdoğan’ın irâdesiyle olmamasına rağmen, hâlâ özellikle muhâlefette, Erdoğan’ın kendi taraftarları bile –bunu defalarca söyledim, bir kere daha söylüyorum–, kendi taraftarları bile bu yapılanlarda Erdoğan’ın güç kaybını görürken, muhâlif olma iddiasındaki çok kişi burada Erdoğan’ın irâdî, bilinçli, güçlü bir hamlesi okuması yapıyorlar.

Biz gazetecilere sosyal medya üzerinden çok mesaj gelir ve bu mesajların büyük bir kısmı da serttir, terstir, insanı üzer, kimi zaman kızdırır. Genellikle hoşlanmayanlar size mesaj iletir. Az sayıda insansa size destek verir, takdir eder vs.. Özellikle son dönemde, kullanımı iyice azaldı fark ediyorsunuzdur, hepimiz fark ediyoruz, elektronik postalar hâlâ samîmî yazışmaların adresi gibi duruyor. Yani bu sosyal medyada verilen, Twitter, Facebook ya da Instagram gibi yerlerden yollanan mesajların yanında e-postalar hâlâ daha anlamlı. Ben de haftada bir –nasıl diyeyim?–, hoşuma giden elektronik postalar alıyorum. Burada, olumlu mesaj diyeyim, bir tanesi tam da bu konuda — size aktarmak istiyorum. İsmini vermeyeceğim, bir Trendyol iş ortağı kurye, öyle diyorlarmış kendilerine. Biliyorsunuz Trendyol’da bir direniş oldu. Önce hiçbir hak alamayacaklarmış gibi oldu, sonunda bütün taleplerini büyük ölçüde elde ettiler. Başarıyla sonuçlandı. Şu anda Türkiye’nin değişik yerlerinde, değişik şirketlerde, özellikle bu kurye taşımacılık işlerinde –ki bu yepyeni bir sektör–, binlerce kişi var, ama henüz örgütlü değiller, yeni yeni örgütlenmeye çalışıyorlar. Şu anda Hepsiburada’nın, Scotty’nin de eylemleri var biliyorsunuz. Cem Yılmaz Hepsiburada’nın ekran yüzü biliyorsunuz, bir direnişçinin çağrısı üzerine Cem de çok isâbetli bir şekilde, “Benim yanım emekçinin yanıdır” diye bir mesaj da verdi. Hakîkaten takdire şâyan. Şimdi bu arkadaş, Medyascope’un hesabına bir e-posta yolluyor ve benim birçok vesileyle söylediğim –demin anlatmaya çalıştığım–, “Erdoğan’ın vardır bir bildiği” argümanının yanlışlığını anlatmak için, özellikle tekrarlanan İstanbul seçimleri örneğini vermiş, bu ısrarımın ne kadar önemli olduğunu söylüyor ve kendi deneyimini anlatıyor. Diyor ki: “Bizim Trendyol direnişimiz, ‘vardır bir bildiği muktedirin, iktidar sahibinin; pes etmez’ anlayışının ne kadar yanlış olduğunu gösterdi” diyor. “Bizim eylemimizin ilk gününde aramızda, ‘Zâten Trendyol bizim karşı çıkacağımızı, iş bırakacağımızı öngörmüş ve önlemini almıştır’ gibi yorumlar yapıldı. Bunu Erdoğan’a uyarlayın, Erdoğan bütün önlemleri almıştı. Bunda, en büyük eylemin yapıldığı üçüncü günün öğleden sonrasına kadar şirketin açık açık bizlere ilettiği, ‘Hiç boşuna uğraşmayın, bir kuruş fazla zam alamazsınız, istemeyen çeker gider’ şeklindeki beyanlarının çok etkisi oldu.” Aynı şekilde hatırlayın, Erdoğan “Bu kervan yola devam ediyor, yıkılmadık ayaktayız Kemal Bey” — “Bay Kemal” diyerek kendi gücünü göstermeye çalışıyor. “Ancak, sonuç olarak” diyor Trendyol kuryesi, “en büyük kalabalık, ses getiren eylemin yapıldığı günde basın açıklaması yapılırken, hepimize mesajlar gelmeye başladı ve bizleri muhâtap almayan yönetim, şubelerimize davet ederek açıklama yapılacağını belirtti. Sonuç olarak zam oranı, ilk baştaki oranın üç katına kadar artırılmış oldu. İnsanlar mücâdele etmek yerine kolaya kaçmayı rahatlıkla seçebiliyor. Verilecek ve işe yarayacağı çok muhtemel mücâdeleyi daha baştan faydasız görmek, bu ülkeye uzun yıllar kaybettirdi. Umarım bundan sonra çok vakit kaybetmeyiz.” Kendisi benim söylediklerimi kendi direnişine uygulamış, ben de o direnişte yaşananları Türkiye’ye uygulamak istiyorum ve “Erdoğan zâten önlemini almıştır, Erdoğan ne yapar ne eder seçimi kazanır” diyenlere diyorum ki: Ne yapar? Meselâ muhâlefeti böler. Yapabileceği en önemli şey bu; sanki en çok buna çalışıyor. Muhâlefeti bölmeye çalıştı, İYİ Parti’yi yanına çekmeye çalıştı, Saadet’i yanına çekmeye çalıştı — bunlar olmadı. Şimdi neyi deniyor? HDP’yi bir şekilde Millet İttifakı’na en azından başkanlık seçimlerinde destek verdirtmemeye çalışıyor. Burada Öcalan’ı kullanmaya çalışıyor. Belki –bunu pazar günü Medyascope’taki yazımda da yazdım– burada Kandil’i bile devreye sokmaya çalışacak. Böyle ilginç, acayip bir durumla karşı karşıyayız. Ama buradan da sonuç alacağa pek benzemiyor. Yapabileceği başka şeyler: Ya rakibinizi bozacaksınız, ya size yeni katılımlar yapacaksınız — ikisi de olmuyor. Dolayısıyla yapabileceğiniz tek şey var, o da insanlara kendi iktidârında daha iyi şeyleri vaat edebilmek. Bunu bugünün Türkiye’sinde Erdoğan’ın yapabilmesi mümkün mü? Tek başına elektrik, su, doğalgaz faturaları bile Erdoğan’ı tekzip ediyor. Zâten bu konulara girmemeye çalışıyorlar. En son İstanbul olayında gördük: Ekrem İmamoğlu üzerinden olayı başka yerlere taşımaya çalışıyorlar. Sonuçta Erdoğan insanlara bir şey sunabilme imkânını tam olarak kaybetmiş. Yapabileceği tek şey, kamuoyunun önünde cereyan etmeyen olaylarla birtakım dengeleri değiştirmeye çalışmak, devletin imkânlarını, gerekirse yargının imkânlarını buraya kanalize etmek.

Bu bağlamda, Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı troller var — ki bunu zâten biliyorduk, “Ak Trol” diye bir şey var. Hattâ yıllar önce, Sanayi Mahallesi’ndeki ilk stüdyomuzda Bülent Arınç’ı konuk ettiğimizde, o da “troller ve troliçeler” diye bahsetmişti. Bizzat kendi insanlarını bile parçalamaya çalışan –ki Bülent Arınç bunlardan birisiydi– bir ordu var. Bu ordu içinde robotlar da var, sâhici insanlar da var ve bu ordu, vatandaştan toplanan vergilerle finanse ediliyor — bunlar üzerinden bir siyâset üretmeye, kamuoyu oluşturmaya çalışan bir iktidar var. Bu bile aslında, bu troller ordusu, bu trollerin yapıp ettikleri –ki deşifre edilmeleri çok da zor olmadı; Kılıçdaroğlu’nun elindeki dosyadan da bunu gördük–, zâten isimler ortada, çoğu gerçek ismini kullanmıyor, ama birazcık uzman olanlar herhalde bunları da saptıyorlar, bunları ortaya çıkardılar. Eğer güçlü bir iktidar olsaydı böyle şeylere tenezzül etmezdi. Eğer güçlü bir Erdoğan olsaydı, o çocuğa orada o lâfları ettirmezdi. Ya da, hani diyorlar ya? “Spontane gelişti, kendiliğinden gelişti” diyorlar. O zaman o çocuk, o lâfı ettikten sonra, kalkar, “Olur mu öyle şey?” derdi. Demedi. Şimdi de Süleyman Soylu, “Çocuktan al haberi” diyerek o olaya sâhip çıkmaya çalışıyor. O sahne başlı başına, “Erdoğan’ın vardır bir bildiği” önermesinin ne kadar geçersiz olduğunu, aslında bildiği pek bir şeyin kalmadığını, daha doğrusu yapabileceği pek bir şeyin kalmadığını, her yerden birtakım imkânları zorlamaya çalıştığını, buna küçük çocukları karıştırdığını görüyoruz — ki anlaşılan, çocuğun babası mahkûmmuş, cezaevindeymiş ve babasının tahliyesi için kendince uğraşan bir çocuktan bahsediyoruz. Bunu ülkenin cumhurbaşkanı, ana muhalefet liderini, kendisinin en büyük rakibini damgalatmak için kullanıyor; “hain” lâfı — yani bu kişi kötüdür, bu kişiye vermeyin oyunuzu demek bir yere kadar, ki o da çocuk kullanıldığı için asla meşrû değil. Ama ülkenin meşrû ana muhalefet liderine siz kürsüden bir çocuğa “hain” dedirtiyorsunuz. Burada zâten bütün teoriler çöküyor. Bütün teoriler bence tek başına bu olayda çöküyor. Ama tekrar tekrar söylemek lâzım: Dünkü İstanbul seçimlerinin tekrarlanmasında da gördük — ki şimdi Abdülhamit Gül’ün istifâsından sonra onunla ilgili de bilgiler gelmeye başladı, içeride bayağı bir direnç olduğu, yapmayalım diyenlerin olduğu, Erdoğan’ın da bildiğim kadarıyla ilk başta pek buna yanaşmadığı, ama burada Süleyman Soylu, Berat Albayrak, Devlet Bahçeli gibi kişilerin devreye girmesiyle bunun tekrarlatıldığını ve bunun çok daha büyük bir fâciayla sonuçlandığını gördük. Şimdi de Erdoğan’ın yapabileceği ne var? “Savaş kabinesi”, “savunma kabinesi”, “çelik çekirdeği topladı” vs. yaptı. Böyle şeyler yok. Ekonominin başına geçirebildiği kişi ekonomist değil. Tek özelliği kendisine sâdık olduğunu düşünmesi. Onun sadâkatinin de ne kadar süreceğini göreceğiz, o ayrı bir husus. Ama bu işe lâyık olmadığı daha ilk andan îtibâren, en azından CV’sine baktığınız zaman bile anlaşılıyordu. Bir önceki Lütfi Elvan ile kıyaslanamayacak bir CV’ydi. Bunlara kalıyor. Yani “Erdoğan’ın çok büyük hesapları var, planları var ve bütün kozlarını oynuyor” deniyor. Kozlar buysa, elinde bir koz yoktur. Kimse kişisel olarak almasın, ama Nurettin Nebati’nin ekonomiye, Bekir Bozdağ’ın Adalet Bakanlığı’na getirilmesiyle, Erdoğan’ın çok büyük bir savaşa hazırlandığını söylemek, bu hareketi az buçuk bilen insanlar için tek kelimeyle gülünç. Bu hareketin geçmişine, kurulduğu andan îtibâren, hatta Refah Partisi’ne dönemlerine gidip, o tarihlerden îtibâren, Erdoğan’ın belediye başkanlığı yaptığı dönemlere bakın, o tarihlerdeki kadrolarıyla şu andaki kadrolara baktığınız zaman arada dağlar kadar fark var. Bu, Erdoğan’ın çok büyük bir savaşa çok güçlü bir şekilde hazırlandığı anlamına gelmiyor. Kaçınılmaz olan yenilgide kendisiyle berâber yenilmeye râzı olacak insan bulmakta zorlandığını, buralara getirmesi ilk akla gelecek kişilerin bu dönemde belli ki onunla berâber hareket etmek istemediklerini bize gösteriyor.

Dolayısıyla tekrar Trendyol’daki arkadaşın sözlerini hatırlayalım — tabii bunu alıntılarken, diğer direnen kişilerin de Trendyol’da olduğu gibi başarıya ulaşmasını temenni ediyorum. Bu arada meselâ BBC Türkçe’deki meslektaşlarımızın da grevinin sonunda beklentileri büyük ölçüde karşılandı ve grevi sonlandırdılar. Onlara da buradan bir selâm yollamış olayım. Tekrar bu arkadaşın sözlerini aktarmak istiyorum: “İnsanlar mücâdele etmek yerine kolaya kaçmayı rahatlıkla seçebiliyor. Verilecek ve işe yarayacağı çok muhtemel mücâdeleyi daha baştan faydasız görmek, bu ülkeye uzun yıllar kaybettirdi. Umarım bundan sonra çok vakit kaybetmeyiz.” Evet, kaybeden bir iktidar var ve bu iktidarın kaybetmesiyle berâber Türkiye’nin birazcık kendisini toparlayabilme ihtimâli var. Baştan iktidârın ve iktidârın başındaki Erdoğan’ın ne yapıp edip burada kalacağını düşünenlerin, Türkiye’ye –kendilerine ne hayırları var bilmiyorum ama–, Türkiye’ye pek bir hayırları yok. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.