Ruşen Çakır, Gomaşinen’in 77. bölümünde Fethullahçıları anlattı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. “Gomaşinen”in 77. bölümünde, tanıdığım bâzı Fethullahçıları anlatmak istiyorum. Aslında Fethullahçılık çok fazla gündemde değil sanki. Unutulmuş gibi, ama hâlâ süren bir olay ve üzerine daha konuşacak çok şey var bence. Bu yayını neden yapıyorum? Niye şimdi yapıyorum bu kaydı? Şöyle ki, bir kere “Gomaşinen”in başlarında, belli bir tarihe kadar Fethullah Gülen ve Fethullahçılık üzerine hatırladıklarımı anlatmıştım ve devâmı gelecek demiştim. Devâmı gelmeden önce arada böyle bir şey yapmak istiyorum. Bunun da nedeni, geçenlerde bir izleyicim haber verdi, yoksa haberim olmayacaktı: Zaman gazetesinin eski genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı uzun zamandır ABD’de yaşıyor biliyorsunuz; o, yaptığı videolardan birisinde, benim hakkımda bir şeyler söylemiş. İlk yaptığı videoları izlemiştim. Hattâ Medyascope’ta da bir yayın yapmıştım. Ama sonra çok da fazla heyecan uyandırmadı ve izlemeyi bırakmıştım. Orada benimle ilgili söylenen yerin zamanını da söylemişler.
Ekrem Dumanlı –ki şahsen tanışırız– benim hakkımda, bir MİT üst düzey yöneticisiyle –yer de söylüyor; ama unuttum şimdi–, oturup bir buçuk saat konuştuğumu söylüyor ve ne konuştuğumu soruyor. Şimdi öyle bir şey ki, inanın şu anda o MİT yöneticisinin adını hatırlamıyorum. Daha önce bir duymuşluğum vardı. Yayını dinlediğimde de “Ha, galiba…” filan dedim; ama şimdi meselâ tekrar unuttum. Yani külliyen yalan. Bu yalan zâten Fethullahçıların çok başvurduğu bir şeydir. Ekrem Dumanlı, Fethullahçıların en önde gelen, kamuoyu karşısında en çok ortaya çıkan isimlerinden birisiydi. Bir tür amiral gemisi olan Zaman gazetesinin başındaydı ve özellikle Erdoğan’ın –ki başbakanlığı dönemlerine denk geliyor– gezilerinde, daha çok yurtdışı gezilerinde o bulunurdu. Fethullahçı başka gazeteciler de olurdu; ama genellikle o olurdu. Onun üzerinden, aslında anladığım kadarıyla Fethullah Gülen ile Erdoğan arasındaki pazarlıkları ya da görüşmeleri –artık ne derseniz– bir anlamda yürüten bir kişiydi Ekrem Dumanlı. Aynı zamanda edebiyatla da ilgisi var. Edebiyat kitapları yazmışlığı da var ve köken olarak da ülkücü hareketten Fethullahçılığa geçmiş birisi ve Fethullahçılığın dışa yönelik isimlerinden birisiydi. Nasıl oluyorsa oluyor ve yurtdışında; yani başına bir şey gelmedi — yırttı yani. Ama meselâ gazetenin Ankara temsilcisi olan, daha kendi hâlinde birisi olan Mustafa Ünal kaçmadı ve hapiste; bildiğim kadarıyla hâlâ hapiste, darbe girişiminden bu yana içeride. Ama Ekrem Dumanlı, kaçan gazeteciler içinde ilk akla gelenlerden. Başkaları da var ve bunların bir kısmı yurtdışında. Özellikle dijital ortamda bir şeyler yapmaya devam ediyorlar. Dönem dönem öne çıkıyorlar. Özellikle Sedat Peker hikâyesi olduğu zaman, bâzıları daha fazla öne çıktı.
Ekrem Dumanlı, aslında bir tip olarak bakıldığı zaman, Fethullahçılığı anlamakta çok önemli bir isimdi. Kendisiyle değişik şekillerde karşılaşmışlığımız, konuşmuşluğumuz oldu. Bir keresinde, daha önce anlattım, şike meselesinde, Vatan gazetesinde ben, “Fethullahçılar, Cemaat Fenerbahçe’yi ele mi geçirmek istiyor?” diye yazı dizisi yaptığımda, Samanyolu Haber’de benim hakkımda çok ciddî bir kampanya başlatmışlardı. O zaman kendisini arayıp konuşmuştum. “Ne yapmak istiyorsunuz?” vs. diye. O bir şekilde, nasıl olduysa yani o anda en azından, belli ki bir artı-eksi hesabı yapıp, o kampanyayı durdurmuştu. Meselâ onu hatırlıyorum. Bir de ilk dönemde, daha darbe girişimi olmadan önce, Zaman gazetesine operasyonların yapıldığı zamanlarda kendisinden randevu istedim, gittim, baş başa konuştuk. “Ne oluyor? Niye böyle oluyor? Niye yollar ayrıldı?” Bir gazeteci refleksiyle bayağı uzun bir konuşmamız da olmuştu. O da o olaydan bir süre önce, Erdoğan’ın tam Gezi zamanına denk gelen ve Kuzey Afrika gezisini izleyen bir gazeteci olarak, orada Erdoğan’dan birtakım anekdotlar filan da anlatmıştı. Evet, ilk akla gelen ve bu yayını yapmama neden olan da Ekrem Dumanlı.
Ama özellikle anlatmak istediğim iki kişi var — ki bunların ikisi de zamanında en koyu Fethullahçı olup, sonra îtirafçı olan iki kişi: Birincisi Latif Erdoğan, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın ilk başkanı. Çok ilginç bir kişi. Daha ilk birbirimizi tanıdığımız andan îtibâren birbirimizi hiçbir şekilde sevmedik, Allah için. Hâlâ da bu karşılıklı sevgisizlik sürüyordur umarım. En azından benim cephemde öyle ve ilginç olarak, onların içerisinde de onu sevene pek rastlamadım. Çünkü kendini, Fethullah Gülen’den sonra ikinci kişi olarak görüyordu herhalde — özellikle vakfın başında olmasıyla. Bir diğer husus da, Fethullah Gülen’in anılarını anlattığı ve sonra nedense toplatılan, yani doğrudan Cemaat tarafından toplatılan Küçük Dünyam kitabının da yazarı. Yani Fethullah Gülen’in ona anlattığı, Zaman gazetesinde tefrika edilen, ardından kitaplaştırılan bir hazînedir aslında. Orada Fethullah Gülen’in hayatıyla ilgili anlattıkları, onu ve onun örgütlediği yapıyı anlamakta hakîkaten bir hazînedir. Çok yararlandım ve belki onlar da sonradan bunun farkına vardıkları için kitabı toplatma yoluna gittiler. Ama bende hâlâ evde vardır. Arada sırada bakarım. Şimdi oradan anekdotlar anlatacak durumda değilim.
Ama Latif Erdoğan’la, benim de izleyip katıldığım bir Abant toplantısında –28 Şubat’ın hemen ardındandı–; ben orada bir tartışmada şöyle söyledim: “Niye İslâmcılar sivil itaatsizlik göstermedi?” O, zâten benim orada olmamdan da çok rahatsız birisi olarak, çıktı şey dedi: “Sen bizi provoke mi ediyorsun?” Böyle acayip lâflar etti, terörle irtibatlandırdı. Ben dedim ki: “Ne alâkası var? Sivil itaatsizliğin ne olduğunu bilmiyor musunuz? Gandi vs..” Bereket orada başkaları vardı. Bu konuda uzman olan birtakım siyâsetbilimciler, hukukçular filan. Onlar dediler ki: “Ya, bir dakika. Böyle bir şey yok. Yani bu söylenen şöyle bir şeydir. Bunun terörle ilgisi yok” vs. diye yatıştırmışlardı. Latif Erdoğan bir dönem çok önde gelen bir kişiydi ya da kendini öyle gösteriyordu. Sonra duyduk ki cezalandırılmış. Galiba Latin Amerika’ya yollanmış Fethullah Gülen tarafından ve daha sonra da îtirafçı olarak ortaya çıktı. Hâlâ yazıyor mu? Bilmiyorum açıkçası; ama Akit’te köşe yazısı yazmaya başladı ve özellikle darbe sonrası televizyon programlarında çıkıp bu yapının gerçek yüzünü anlattığını çok gördük.
Ama en çok anlatan –şimdi anlatacağım– Hüseyin Gülerce tabii ki. Îtirafçılık deyince ilk akla gelen isim o. Her zaman öne çıktı Fethullahçılık içerisinde. Vakfın başkanı olmadı, ama hep ikinci isim olarak gözüktü. Abant toplantılarında öyleydi. Fethullah Gülen’in yanında bir yığın fotoğrafı var. Köşe yazıları öyleydi ve ilginç bir şekilde o da, Ekrem Dumanlı nasıl ülkücü hareketten gelmişse, Hüseyin Gülerce de geçenlerde hayatını kaybeden Aykut Edibali’nin lideri olduğu, Türk sağının en ilginç ve esrarengiz yapılarından olan Yeniden Millî Mücadele kökenli bir isim. Daha sonra Fethullahçılığa dâhil olmuş. Şu anda da uzun bir süredir en sıkı îtirafçı durumunda ve herkesi –ben dâhil– kripto-Fetöcülükle suçlayan birisi. Onunla çok muhabbetimiz var zamanında. Yani sonuçta biz gazeteci olarak, Fethullahçılıkla ilgili bir şeyler konuşmak istediğimizde, sormak istediğimizde, aklımıza ilk gelenlerden birisiydi. Benim ABD’de, Washington’da gazetecilik yaptığım –anlatmıştım, çok da başarılı olmadığım– o dönemde internetten Türkiye’deki gazeteleri yakından tâkip ediyordum ve bayağı haber yapıyordum.
Orada, Hüseyin Gülerce’nin peş peşe yazdığı yazılar –10 Eylül 2006’da yazmış bunu– dikkatimi çekti. Gülerce, adını vermeden Erdoğan’a bayağı bir saldırıyordu. Ben bunu, “Fethullah Gülen ile Tayyip Erdoğan’ın araları açıldı” diye manşetten verdim. Meselâ şöyle bir yazı yazmış: “AK Parti, kendisine destek verenlerle ters düşürülüp” –destek veren dediği, Fethullahçılar– “yalnızlığa mahkûm edilmek istenecektir. Öyle ki, kendisine sunulan düzmece belgeler ve medya destekli resmî telkinlerle başlatılacak kampanya sonucunda, iktidar partisinin önde gelenlerine, ‘asıl kabahat bizde değil; falanlarda’ dedirtmeye çalışacaklardır.” Falanlar dediği yine kendisi. “Orada kalsa neyse, bir de kendilerine ‘madem böyle düşünüyorsunuz, o zaman gereğini yapın’ denilecektir.” Yani Fethullahçılığa savaş açması istenecektir. “Yani AK Parti siyâseten intihâra sürüklenmek istenecektir” diyor ve eski tâbirle –hâlâ kullanabiliriz– derin devletin Erdoğan’ı Fethullahçılığa karşı kışkırtmakta olduğunu söylüyor ve uyarıyor. Peş peşe böyle yazılar yazdı. Bu yazılardan birisinin sonunu şöyle bitirdiğini söylemek çok anlamlı, çünkü yazının tarihi 2006: “Allah ömür verirse göreceğiz ki, 10 yıl sonra boynu bükük gezenler bu sonuncular olacak” diye AKP’yi suçluyor. AKP’lileri, Erdoğan’ı işaret ediyor. 2006’dan 10 yıl sonra ne oldu? Darbe girişimi oldu. Neredeyse tam 10 yıl sonra ve kimin boynu bükük, kimin kafası havada? Baktık ki Fethullahçıların boynu bükük, ama en önde gelen Fethullahçı olarak Hüseyin Gülerce, îtirafçı olduğu için, yine kafası dimdik bir şekilde, önüne gelene ayar veren birisi oldu. Kendisi gibi düşünmeyen, kendisinin zamânında yapıp ettiklerini hatırlatanlara FETÖ’cü damgası basan birisi oldu.
Şimdi, Vatan’da 15 Mayıs 2006’da Devrim Sevimay kendisiyle bir röportaj yapmış. Onu da ben bu yazımda alıntılamıştım. Orada şöyle soruyor: “Erdoğan’ın Fethullah Gülen’le arası niye pek iyi değil?” O da diyor ki: “Evet, öyledir. Doğrusu ben şahsen keşke bugüne kadar Gülen’i ABD’de ziyâret etseydi diyorum” demiş bir isim Hüseyin Gülerce. Belli ki uğraşmış. Erdoğan’ın Pensilvanya’da Fethullah Gülen’le görüşmesini sağlamak için uğraşmış. Başaramamış. Öyle bir fotoğraf olduğunu düşünebiliyor musunuz? Pensilvanya’da Erdoğan ve Fethullah Gülen. Yani tabii ki ilişkileri hep vardı vs., ama o fotoğrafın bir şekilde çekilmesine Erdoğan izin vermemiş ve bu yazıları yazdığı sırada, bir diğer husus da şuydu: Erdoğan –biliyorsunuz hâlâ öyle– yurtdışına çok giden bir siyâsetçi ve gittiği zaman, uzun bir süre Fethullahçıların okuluna gitmedi. Genelde siyâsetçiler gittiklerinde, dünyanın dört bir tarafında o okulları ziyâret ederlerdi. Erdoğan özel olarak gitmiyordu ve o yüzden de Erdoğan’a ayrıca gıcık kapıyorlardı. Bunu en çok dile getirenlerden birisi de Hüseyin Gülerce’nin kendisiydi. Ben bu yazıyı yazdığım zaman, “Fethullah Gülen’le Tayyip Erdoğan’ın araları açıldı” yazısını yazdıktan sonra, Ali Deniz’in okul tatili vardı galiba ve Türkiye’ye gelmiştik. Akif Beki, o zaman Erdoğan’ın basın danışmanı, beni arayıp –ki pek yapmadığı bir şeydi beni aramak, başkalarını arıyor olabilir de–, “Bu haber doğru değil, zorlamışsın” demişti. Ama o sırada İstanbul’da ben Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’na gidip, Hüseyin Gülerce ve o dönem başkanı olan Harun Tokak’la konuştuğumda, ikisi de bana teşekkür ettiler. Yazının doğru olduğunu, örtülü mesajların, subliminal mesajların hedefinin Erdoğan olduğunu bizzat bana doğrulamıştı. Ama Hüseyin Gülerce –bir zamanlar Fethullahçılık ile ilgili ilk akla gelen isim–, şimdi en büyük Fethullahçılık düşmanı oldu.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Fethullahçı çok sayıda insan tanıdım. Bunların içerisinde hapiste olan az sayıda insan var. Çoğu yurtdışında; kimisi gazeteci, kimisi akademisyen çok sayıda insan tanıdım. Kimisi polis ya da savcı. Savcıları pek tanımadım açıkçası da, polislerden tanıdıklarım oldu. Bunların üzerine lâf etmeye değen birkaç tâne iyi insan var hâlâ. Onlar da koptular. İsimlerini vermek istemiyorum. Çünkü zâten koptukları için hep saldırıya uğruyorlar. Bir de benim gibi tescilli bir “cemaat düşmanı” tarafından, kendileri hakkında olumlu söz söylenirse, ayrıca zor durumda kalabilirler. Ama onlar kim olduklarını kendileri biliyor. Şu andaki ve bir süredir var olan duruşlarıyla, olabildiğince sivil ve eleştirel bir pozisyon almaya çalışan, genellikle akademisyen birkaç kişi var. Ama büyük bir çoğunluğunun hâlâ bir şekilde, özellikle yurtdışında olanların, eski minvalde takıldıklarını görüyorum.
Bir tâne isim var ki artık en meşhurlarındandır — artık eskisi kadar meşhur değil galiba: Emre Uslu. Aslında gerçek adı Emrullah. Onunla Washington’da tanışmıştım. Çünkü o sırada, ben gazetecilik yaparken, o Soner Çağaptay’ın olduğu Ortadoğu Enstitüsü’nde staj gibi bir şey yapıyordu. Orada Soner’in yanındaydı. Hâlâ komiser ya da başkomiserdi. Her neyse. Öyle birisi olarak yüksek lisans için gelmişti Amerika’ya ve Washington’da da staj ya da öyle bir şey yapıyordu. Ben Hizbullah üzerine bir şeyler yazıp çizmiştim. Hizbullahçılar, ilk kitaplarını bana dijital ortamda yollamışlardı. Onun üzerine de yazmıştım. “Kendi dilinden Hizbullah” diye — bunu da anlattım “Gomaşinen”de. O arada bunlar Soner’le… –Soner arkadaşımdır. Hâlâ orada İsrail yanlısı olarak bilinen bir düşünce kuruluşunun, oranın Türkiye programının başında. Tarihçidir aslında Soner–… bunlar “Policy Paper” diyorlar; o enstitü bünyesinde kısa bir yazı yazdılar ve o ortak imzalı yazıda şöyle söylediler: “El-Kaide’ye Irak’ta destek, Türkiye üzerinden” –o zaman Suriye’de iç savaş yoktu– “Antep üzerinden Suriye’ye geçiyor; Suriye’den Irak’a giriyor El-Kaideciler ve bunu da Türkiye’de Hizbullah örgütlüyor” diye bir yazı yazdılar. Bu yazının sonra, o tarihte Radikal’de Türkçesi yayınlandı. Yani sadece İngilizce kalsaydı belki etkili olmazdı; ama yayınlandı. Bunun üzerine, yayınlandıktan sonra Hizbullahçılar bana bir açıklama yolladılar; kitabı da yollayan e-posta hesabından. Bunun tamâmen yalan olduğunu, kendilerinin hiçbir şekilde El-Kaide’yle ilişkilerinin olmadığını vs. söylediler — ki bence de öyle yani.
Çünkü Hizbullah, daha İran yanlısı bir yapı. El-Kaide ile normalde böyle çok yakın ilişki içerisine girmesi gerçekçi gelmiyordu bana. Bir de o tarihlerde, Hizbullah Türkiye’de yavaş yavaş yasal faaliyetlere yöneliyordu — Mustazaflar Derneği gibi. Daha sonra da HÜDA PAR’ı kurdular, biliyorsunuz. Ben de bu açıklamayı yayınladım. Yayınlamadan önce, Soner’e ve Emre Uslu’ya dedim ki: “Sizin yazınızla ilgili böyle bir şey geldi. Ben bunu yayınlıyorum”. Yayınlamadan önce bana, Emre Uslu şöyle söyledi: “Yok, bu doğru değil. Bu sana açıklama yollayan kişi Hizbullah hesabı değil”. Ben de dedim ki: “Olur mu? Bu hesaptan bana kitap geldi. Aynı hesap, aynı adres”. Daha sonra aradı: “Ben Ankara’yla konuştum. Bunlar Hizbullah’ın içine sızmışlar…” vs. dedi. Böyle şeyler anlattı. Ben de o zaman ona şey demiştim, hiç unutmuyorum: “Bugün bir mahkeme olsa, bir metnin Hizbullah’a âit olup olmadığı üzerine bilirkişi arasalar, herhalde ilk akıllarına gelenlerden birisi ben olurum. Ben bunu yayınlıyorum” dedim. Orada aklı sıra, “Ben Ankara’yla konuştum” diyerek –Ankara dediği, Emniyet Genel Müdürlüğü ya da her neyse– ve beni orada bu oltaya getirip, yazdığı yalanın tekzîbini yayınlamama engel olmaya çalışmıştı. Yayınlandı ve ondan sonra da bir daha doğru dürüst bir muhabbetim olmadı. Şimdi bildiğim kadarıyla uzun bir süredir, “Ben hiçbir zaman Fethullahçı olmadım ya da cemaatçi olmadım” filan diyormuş.
Başka isimler de var. Çok uzatmayayım. Kaç kişiden bahsettik? Dört kişiden bahsettik. Daha haklarında bir şeyler söylemek istediğim, bana çok kötülük yapmış çok kişi var. Ama onları Allah’a havâle ediyorum. Zâten büyük bir kısmı Allah’ından bulmuş durumda diyeyim. Bir de tabii şu var: Fethullahçıların büyük bir kısmı, özellikle medyadakiler yurtdışına kaçtı. Orada hayatlarını iyi ya da kötü bir şekilde sürdürüyorlar. Ama onların gazetelerinde yazan birçok insan yıllarca hapis yattı ve bunların hepsini tanıyorum. Çoğu arkadaşım. Meselâ Ahmet Turan Alkan. Meselâ Ali Bulaç. Meselâ Şahin Alpay, Şahin Abi. Hemen dilime “Abi” diye geliyor yani. Meselâ Mümtaz’er Türköne. Bu kişiler ilk aklıma gelenler. Başkaları da var. Bu kişiler Fethullahçı olmadı hiçbir zaman. Ama Fethullahçılar bunları kullandı ve onlar kaçtı, bunlar kaldı. Bunlar mağdur oldular ve Fethullahçılar bulundukları yerde, onların mağduriyetleri üzerinden prim yaptılar. Bunu da hiç unutamayacağım. Ekrem Dumanlı’nın o ilk başta izlediğim ve sonra artık izlemeyi bıraktığım videolarından birisinde meselâ, o insanları düşünmekten uykularının kaçtığını anlatıyor. Ne kadar güzel, değil mi? Ne kadar duygusal bir insan! Yani kendisi ABD’ye gitmiş, Şahin Alpay içeride diye uykusu kaçıyor. Neyse. Çok da fazla uzatmayalım. Evet, Fethullahçılık bahsine daha sonra tekrar gireceğim ve daha çok Fethullah Gülen’in kendisi üzerine bir şeyleri ilerideki “Gomaşinen”lerde anlatmayı düşünüyorum. Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.