Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Işın Eliçin ve Hediye Levent ile DoğuBatı (3) : BAE’den sonra İsrail ya da dış politikada “temize çekme” dönemi

Türk Dil Kurumu “temize çekmek” deyişinin “yaşanan hoş olmayan olayları unutmak” yerine mecazi anlamda kullandıldığını söylüyor. Ankara, Birleşik Arap Emirlikleri’ni 15 Temmuz darbe girişimini finanse etmekle suçluyordu. İlişkiler temize çekildi; Cumhurbaşkanı Erdoğan bu hafta başında Birleşik Arap Emirlikleri’ni ziyaret etti. Hediye Levent, DoğuBatı’nın bu bölümünde Erdoğan’ın BAE ziyaretinin Arap medyasındaki yankılarını anlattı. Keza İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un 9-10 Mart’ta Türkiye’yi ziyaret edeceğinin duyurulması ile, Ankara’nın İsrail’le ilişkilerinde de yeni sayfa açtığı kesinleşti. Program konuğumuz, Ankara Politikalar Merkezi Londra Temsilcisi İsrail-Türkiye ilişkileri uzmanı Dr. Selin Nasi, iki ülke ilişkilerine dair sorularımızı yanıtladı.


DoğuBatı programı, Friedrich-Ebert-Stiftung (FES) Derneği Türkiye Temsilciliği’nin katkıları ile hazırlanmıştır.

Yayın metni (Hazırlayan: Tuğbanur Toprak)

Eliçin: Merhaba, DoğuBatı’ya hoş geldiniz, ben Işın Eliçin.

Levent: Ben Hediye Levent

Eliçin: Bu hafta gündemimize hangi konuları aldık, hemen sıralayayım: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşik Arap Emirlikleri ziyareti elbette gündemimizde, İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un Türkiye ziyareti vesilesiyle İsrail – Türkiye ilişkileri de gündemimizde. Ve Ukrayna var her zamanki gibi. Birazdan aramıza Selin Nasi katılacak. Ankara Politikalar Merkezi, Londra temsilcisi Dr. Selin Nasi.
Levent: Aslında şu anda en önemli konu bence Ukrayna çünkü en son Biden, batı basını köpürtüyor mu, yoksa çok mu ciddiler? Saat verecek noktaya geldiler artık. Bence Ukrayna ile başlayalım.
Eliçin: Tamam, peki. Bugün, Almanya Başbakanı Scholz, Putin ile bir araya geldi. Tabii ki geçen hafta senin dikkat çektiğin, hatırlattığın masa yine gündemdeydi. O büyük oval masa, şimdi ekrana görüntüleri de gelir. Putin Scholz’u da Macron’u oturttuğu gibi o büyük oval masanın öteki ucuna oturttu, daha önce Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ı da o masaya oturtmuştu. Nedenini öğrendik, Macron tarafından önce ama Kremlin de doğruladı. Putin’in yakınına girebilmek için Rusya’ya geldikten sonra Rus yetkililer tarafından pcr testinizin negatif çıkması gerekiyor. Macron kabul etmemiş, belli ki Orbán da kabul etmemiş, Rusların yapacağı pcr testini, keza Scholz da kabul etmemiş, o yüzden masanın öteki köşesine geçmek zorunda kaldılar, o büyük masanın arkasına. Neden istememişler? Çünkü DNA’larının bilgisinin Rusların eline geçmesini istemiyorlar Avrupalı liderler.
Levent: Aslında bu konu çok ilginç bir şey, belki ilerleyen haftalarda bununla ilgili program bile yapabiliriz. Mesela Hafız Esad’ın kanser olduğu öyle tespit ediliyor, bir yere gidiyor ve normalde liderler kendi tuvaletlerini falan da götürürlermiş, yiyeceklerini vesaire her şeylerini. Hafız Esad’ın kullandığı tuvaletten alınan numuneden kanser olduğu anlaşılıyor, saklanıyormuş.
Eliçin: Scholz’un görüşmesinin nasıl geçtiğini, tarafların pozisyonlarına bakarak anlayabiliriz. Hani bu programın amacı da biraz benim batı medyasını, senin doğu medyasını biraz böyle seyirciye de tanıtmak olduğu için: Anglo-Saxon medyası Scholz’un ziyaretinde Putin’in müzakereye açık olduğuna dair sözlerini öne çıkarmıyor. Çünkü neden? Aslında son dakikaya kadar, hatta pazartesi sabahı tarih de vererek Amerikan yönetimi -Amerikan basını da tabii yansıtıyor kamuoyuna- keza İngiltere de aynı şekilde, çarşamba -yani yarın- Rusya’nın Ukrayna’yı işgal edeceğini duyurmuşlardı. Hatta büyükelçiliklerini boşalttılar, bütün vatandaşlarına çekilmelerini, Ukrayna’dan mümkünse çıkmalarını söylediler ki Amerika büyükelçiliğini Kiev’den Lviv’e almaya karar verdi. Sonra ama Putin bir açıklama yaptı, Lavrov ile ekran karşısına geçti. Bu arada Lavrov ile oturduğu masada da aralarında çok büyük bir mesafe vardı onu söylemeliyim, -dünden bahsediyorum hala-, sordu Lavrov’a, dedi ki, “Bizim bu ortaklarımızla, Avrupalı ortaklarımızla görüşmelerimizden bir sonuç alma ihtimalimiz var mı, yoksa bizi sonu gelmeyecek müzakerelerle oyalamaya mı çalışıyorlar, böyle bir şans var mı yani?” diye sordu. Lavrov da bilgece, “Böyle bir şans her zaman vardır” dedi. Aslında işaretini vermiş oldu. Bu arada dün sabah borsalar fırlamıştı ama bu açıklamadan sonra -Scholz’un dün Kiev ziyareti de vardı- Putin’in de tonunu düşürmesiyle, piyasalar yatıştı. Nitekim Putin Scholz ziyaretine hazırlanırken, bir grup askerin artık sınırdan çekildiğini duyurdu. Görüşme sonrasında yapılan açıklamalara da bakalım ve nasıl verildiğini hemen hızlıca aktarayım: Alman basınında Türkiye’de de keza eş zamanlı bir şekilde Putin’in Scholz’a söylediği Avrupa’da savaş istemiyoruz, güvenlik konusunda görüşmelere hazırız sözleri, Putin’den müzakere sinyali, bu tarz başlıklar öne çıkarıldı. Fransa basınında da keza ama Scholz çok önde gözükmüyordu herhalde Macron’dan rol çalmasını istemedikleri için. Aslında tabii Avrupa’nın pozisyonunu belli ki Almanya ile Fransa beraber belirliyorlar fakat Anglo-Saxon basınında “Putin askerlerinin bir kısmını çektiğini söyledi ama NATO ikna olmadı ya da NATO şüphe ile bakıyor” tarzı başlıklar vardı. NATO’nun da genel sekreteri açıklama yaptı bugün, “Pek ikna etmedi, biz sahada görmek isteriz sonuçlarını” dedi.
Levent: Evet. Aslında orada benim dikkatimi çeken başka bir şey oldu, -gerçi yanılıyor da olabilirim. Mesela bu batı basınında, Amerikan basınında, İngiliz basınında, bugün birkaçına baktım, ilginç bir şekilde mesela Rusya’nın oraya neden asker yığdığını ya da gerekçe bile olsa, tatbikat gerekçesiyle asker yığdığını çok da belirtmiyorlar. Dolayısıyla bugün mesela Rusya’nın asker çekme meselesini de nasıl duyurdular? Tatbikat bitti, askerler çekildi şeklinde bir yaklaşım da var, bu da tabii insanı biraz şüpheye düşürüyor. Tabii bu açıdan Rusya’ya da yüzde yüz doğru söylüyordur şeklinde bakmamak gerekiyor, o ayrı mesele ama bir çeşit savaş çığırtkanlığına dönmesi de…
Eliçin: İlginç. İngiliz The Sun gazetesi’ne göre bu gece yarısı 3’te Rusya girebilir hala, bunu da hatırlatırım. Türkiye’de de, Birleşik Arap Emirlikleri ziyareti Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gündemde. Ben sana tersten sormak istiyorum önce, orada nasıl haberleştirildi? Yani Arap basınında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşik Arap Emirlikleri’ne yapmış olduğu ziyarete nasıl baktılar?
Levent: Evet, aslında Türkiye’de bence bu ziyaretlerin yani Türkiye’nin Mısır ile, Türkiye’nin İsrail ile, Türkiye’nin Birleşik Arap Emirlikleri ile hatta Katar ile görüşmelerinin bu açıdan değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Şu açıdan, şimdi buradan bakıldığında evet oraya bir cumhurbaşkanı gitti, çok sıcak karşılandı, hatta gerçekten de Birleşik Arap Emirlikleri’nde heyecan yarattı, o karşılama, programlar vesaire hatta basınında yer alan -ki basını da kontrol altındadır Birleşik Arap Emirlikleri’nin- dolayısıyla yazılanları biz resmi görüş olarak da değerlendirebiliriz. Basınında da çok heyecanlı oldukları oldukça belliydi ama bunun diğer taraftan bakıldığı zaman, senin sorduğun perspektiften bakıldığı zaman Türkiye son on yıldır, özellikle Arap ayaklanması başladıktan sonra çok ciddi bir imaj yıpranmasıyla karşı karşıya bölgede. Hatta birçok ülkeyle, mesela Mısırla es-Sisi ile Erdoğan arasında, farklı ülkelerde keza benzer şeyler var. Artık krizlerin ülkeler arası krizden çıkıp, kişisel sorunlara, polemiklere döndüğü dönemlerden geçtik. Dolayısıyla Türkiye’ye karşı ciddi bir blokaj oluşmuştu, bu açıdan bakıldığı zaman Türkiye tarafından yapılan bu tarz ziyaretler ya da yaklaşımlar, hani köprüleri yeniden kurma girişimleri, nasıl yaklaşıyorlar, nasıl değerlendiriyorlar? Öncelikle şunu belirteyim, evet, olumlu karşılanıyor. Yani Türkiye’nin ne kadar imajı yıpranmış olursa olsun, Türkiye hala bölgenin çok güçlü bir ülkesi ve bunu bütün ülkeler vurguluyorlar, sadece bu son ziyaret ile sınırlı olarak söylemiyorum, Mısır basınında da aynı şey var, Suudi Arabistan basınında da var, Birleşik Arap Emirlikleri’nde de var ve bütün bu ülkelerde de özgür basından söz etmek mümkün değil açıkçası. Ama Türkiye’ye hala şüpheyle baktıklarını söyleyebiliriz. Çünkü Türkiye’nin mesela bir Mısır açısından bakıldığında müslüman kardeşler problemi var, o, onların kırmızı çizgisi, yani açık yarası gibi düşünelim.
Eliçin: Biraz sonra da İsrail’de de Hamas’la karşımıza çıkacak.
Levent: Yani Hamas ile çıkacak, Filistin meselesiyle. Birleşik Arap Emirlikleri biraz daha rahat bu konuda Türkiye ile. Ama her halükarda Türkiye’nin bölgeye geri dönüşü, o söylemlerini daha da yumuşatması, daha yapıcı adımlar atması heyecan yarattı diyebiliriz. Çünkü şu da var, Türkiye uzunca bir süredir bölgede oyun kurucu değil, bu pozisyonunu kaybetti çünkü bütün ülkelerle neredeyse kriz halinde, ama oyun bozucu. Şimdi bölge ülkeleri de bu 2011 sonrasında yeni şartlarla birlikte, yeni müttefiklik ilişkileri, yeni düzenler vesaire kuruluyor yani topyekün bütün coğrafya değişiyor aslında. Bu çerçevede Türkiye’nin sürekli oyun bozduğu bir hasım konumunda olmasındansa, öyle ya da böyle, düşük ya da yüksek düzeyli -tabii bir sürü pazarlık göreceğiz bu arada- Türkiye ile askeri düzeyde de olsa iletişimin olduğu, kanalların açık olduğu ilişkileri tercih ediyorlar. Burada ama özellikle şunu söyleyebilirim Mısır basınında da, bölgenin önde gelen diğer basınında da sadece Birleşik Arap Emirlikleri’nde değil, Türkiye’nin özellikle Birleşik Arap Emirlikleri’ne yönelik açılımı ekonomi üzerinden okunuyor, bu var. Türkiye’deki ekonomik krize vurgu yapılıyor, bu çerçevede Türkiye’nin de o bölgeden Türkiye’ye gelecek olan yatırımlara hatta sıcak paraya çok ihtiyaç duyduğu belirtiliyor. Diğer taraftan mesela Birleşik Arap Emirlikleri Türkiye ile ilişkileri konusunda oldukça açık sözlü. Önceki programlarda kısaca anlatmıştık, Birleşik Arap Emirlikleri sıfır sorun politikasına geçti, dolayısıyla Türkiye’yi çok geniş bir coğrafya -Avrupa başta olmak üzere- hem diplomatik hem siyasi hem de ticari anlamda ulaşabileceği bir bölge olarak görüyor. Ayrıca şu anda bildiğimiz kadarıyla Türkiye’de dört yüze yakın Birleşik Arap Emirlikleri firması varmış faaliyet gösteren, yine 2021’de çok büyük bir artışla beraber ticaret hacmi 7.2 milyar dolara ulaşmış ve önümüzdeki beş yıl içinde de bunun otuz milyar dolara ulaşması gerekiyor, yani öngörülüyor daha doğrusu, çabalar bu yönde. Yalnız burada çok önemli bir nokta var, bu otuz milyar dolarlık ticaret hacmi, petrol dışı ticaret. Bu çok önemli bir şey. Tabii Türkiye’nin özellikle kurumsallaşmış, know-how dediğimiz yeterli kalifiye teknik personel vesairenin bulunuyor olması Türkiye’de, Birleşik Arap Emirlikleri açısından oldukça avantajlı bir durum.
Eliçin: Türkiye’nin ekonomik durumunun bir zaaf olarak görünüp görünmediğini merak ediyorum. Herhalde değiniliyor ekonomik anlamda ihtiyacı olduğu için de bu açılımları yapıyor izlenimini ama medya devlet tarafından kontrol edildiği için, çok sert yorumların da çıkmadığını söyledin. Tavizler verildi mi? Türkiye’de çok fazla konuşamıyoruz değil mi? Katar askeri uçaklarının gelip burada Türk hava sahasını kullanarak eğitim yapmasının zararı olabileceği çok uzun uzun tartışılmıyor ya da bu izin neye dayanarak, neyin karşılığında verildi gibi, biz bunları henüz bilmiyoruz anladığım kadarıyla. Bugün Ruşen Çakır’ın “Körfez şeyhine güvercin, kendi vatandaşına Şahin” başlıklı bir analiz yayını vardı. Bunu vurgulamak istedim çünkü bizim medyamızda, Birleşik Arap Emirlikleri çok net bir şekilde, üstelik İçişleri Bakanı dahil olmak üzere, üst düzey yetkililer tarafından, uzun süre 15 Temmuz’un azmettirici ülkesi, finansörü olarak çok sert eleştirildi. Bu suçlamaların gerçek olmadığına dair herhangi bir açıklama yapılmadığı halde, bugün böyle can ciğer kuzu sarması durumu var. Ruşen Çakır da hem bunları hatırlatıyor hem de bugün hala işte, eğer diyelim ki gerçekte, ama bir şekilde çözdüler, olabilir, dün dündü bugün bugün oldu, e peki Türkiye’de birtakım insanlar 15 Temmuz’la ilgili -ne bileyim- 80 yaşında bir adamın işte hüküm giymesi gibi, çocuklu kadınların çocuklarıyla beraber mahkumiyetlerinin sürmesi gibi birtakım toplumsal sorunlara da yol açan boyutlarıyla ilgili adım atılmayışını eleştirdi. Keza işte bu konuya dikkat çekti, onu hatırlatmak istedim.
Levent: Evet, kesinlikle az önce belirttiğim mesele bir de tabii kanun hükmünde kararnamelerle hayatları söndürülen insanlar var, yakınlarda hatta bir tane gencecik çocuk intihar etti, sonuçta toplumsal açıdan da ciddi bir izolasyon altında yaşamak zorunda kalıyorlar vesaire. Dolayısıyla dış politikada açıkçası bu kadar siyah-beyaz, bu kadar aşk-nefret, bu kadar duygusal eğilimlerle iç politikadaki destekçileri coşturmak niyetiyle bile olsa, bu üslup çok yanlıştı, yanlış olduğu çok açıktı, çok insanda söyledi bunu, bunların bir kısmı da bedellerini de ödediler, aralarında gazeteciler de var, şeytanlaştırıldılar, marjinalize edildiler. Ne oldu? Şimdi üstünden böyle 50 yıl falan geçmedi, sonuçta her ne kadar Ortadoğu’da, buna Birleşik Arap Emirlikleri dahil, resmi basınlarında, o da kontrol altında olduğu için Türkiye’ye yönelik çok sert ifadeler olmasa da sosyal medya kaynıyor, -bu da hiç hoş bir şey değil. Sonuçta Türkiye’nin imajının, saygınlığının çok ciddi yıprandığını belirtmiştim konuşmaya başlarken, bu imaj yıpranma meselesi çok basit bir şey değil. Tamam, bölgede Türkiye’nin alternatifi olmasa bile, bire bir şeyi olmasa bile, muadili olabilecek birtakım ittifaklar var orada. İşte bölgede şartlar çok büyük ölçüde değişti 8 – 10 yıldır ve dolayısıyla şu anda Türkiye cepten yiyor -çok amiyane tabirle söyleyeceğim ama- o önceki 10 yılların birikimi olan, ekonomik açıdan, Avrupa Birliği ile ilişkileri, kurumsallaşma, özel sektörde Avrupa’ya entegre üretim anlayışının yerleşmesi, kalifiye personelin yetişmesi, ki zaten üniversitelerdeki son durumla birlikte muhtemelen bizde kalifiye elemana muhtaç kalacağız, -aynen doktorlara muhtaç kalacağımız gibi, ciddi bir kaçış var en nihayetinde. Bütün bunlar Türkiye’yi hala saygın ilişki kurulması gereken bir ülke yapıyor, tabii ki en başta da jeopolitik konumu olmak üzere. Ama çok açık ve net şunu söylemek mümkün, Türkiye şu anda -nasıl söyleyeyim?- talep eden taraf. Diğer ülkeler Türkiye ile -buna Birleşik Arap Emirlikleri de dahil- açıkça diyorlar ki, “Biz Türkiye üzerinden Avrupa’ya açılmak istiyoruz.” Burada birincil hedef Türkiye değil, Türkiye’deki o üretim kaynakları, özel sektörde vesaire o kurumsallaşma, -anlatabiliyor muyum?- hani o ekonomik açılımı, diplomatik açılımını sağlayacak olan alt yapı, birikim, Birleşik Arap Emirlikleri’nin istediği şey. Diyeceksiniz ki, başka ne olacaktı ki? Türkiye’nin dış politik yaklaşımlarına bakıyoruz, nerden tutarsanız tutun, sonuna kadar duygusal. Birleşik Arap Emirlikleri’nin bu kadar açık sözlü olması, böyle bir dengesizlik de yaratıyor gibi. Neyse, bu konuyu burada nokta…
Eliçin: Benzer bir ilişki, aşk – nefret ilişkisi içerisinde olduğumuz İsrail için Ankara Politikalar Merkezi, Londra temsilcisi, Dr. Selin Nasi’yi stüdyomuza davet ediyoruz.
Levent:  Hoş geldin Selin.
Nasi: İyi akşamlar. Beni rahat duyabiliyorsunuz umarım.
Eliçin: Süper. Gayet iyi.
Nasi: Hediye’nin bıraktığı yerden ben almak istiyorum. Bazı notlar da aldım çünkü onunla hemfikir olduğum bazı noktalar var ve Türkiye – İsrail yakınlaşmasını da aslına bu noktalar üzerinden değerlendirmekte fayda görüyorum. Türkiye hakikaten bölgenin önemli bir gücü ve gerek yerli gerek yabancı basında Türkiye’nin açılımları, bölge ülkeleriyle açılımları çok yakından takip ediliyor ve İsrail de dahil olmak üzere coşkuyla neredeyse yer buluyor basında bu haberler. Bence, ekonomik kırılganlığa değindiniz, ben üç unsur görüyorum, Türkiye’nin bölge ülkeleriyle yakınlaşmasını ama bölge ülkelerinin de Türkiye’ye aslında diyalog kanallarını açmasında İran tehditi başta olmak üzere, ekonomik kırılganlık yalnızca Türkiye’ye has değil, aslında ben bunu körfez ülkelerinin petrol sonrası çağa kendilerini adapte etme ve ekonomik ilişkilerini çeşitlendirme kapsamında daha geniş bir çerçeveden değerlendirilmesinin gerektiğini düşünüyorum. Yani ortada bir kazan – kazan durumu var. Birde tabii Amerikan teşviki, Biden yönetiminin Ortadoğu politikası, kendisine orada bir düzen yaratıp, enerjisini ve dikkatini Pasifik’in Çin ile rekabetine verme şeklinde özetleyebileceğimiz politikasının da bölge ülkelerini yan yana getirici, yakınlaştırıcı bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Şimdi Türkiye – israil ilişkilerinde yanılmıyorsam yeni bir sayfaya yaklaşıyoruz, en azından işaretler bu yönde. Cumhurbaşkanı Herzog’un ziyareti tarihi belli oldu, galiba iki ayaklı bir ziyaret olacak gibi anlaşılıyor, önce Ankara’ya geleceği söyleniyor, saha sonra belki Antalya Diplomasi Forumu’na devam edilecek. Bu konuda daha önceden tartışma vardı, İsrail tarafında, bir kısım Herzog’un direkt saraya gidişini aslında eleştiriyordu, “Niye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ayağına kadar gidecek?” diye ama ziyaretin yapılması gerektiğini düşünenlerse, zaten Cuhurbaşkanı Herzog’un profil itibariyle, hükümetin başı olmadığı, sembolik bir görevde bulunduğunu, ona herhangi bir oy kaybı vesairesi bunun bir maliyeti olmayacağını, ilişkilerin eğer ki yeni bir solukla canlandırılması gerekiyorsa bunun hakikaten Ankara’da anıyla şanıyla bir tören sonrasında, ev sahipliği ertesinde gerçekleşmesinin, önce sorunların halledilip sayfa açılarak ondan sonra yenilerinin yazılması gerektiğini düşünenler vardı. Sanırım bu ikinci kanat galip geldi gibi gözüküyor. Tabii bu bize ziyaretin gerisinde, arka planında İsrail’in birtakım talepleri olduğundan -daha evvel Işın ile yaptığımız programda biraz bunlardan bahsetmiştik- muhtemelen arka planda bunun çalışmaları yapılıyordur, zaten çeşitli iddialar da ortaya atılıyordu. İsterseniz ben burada bir ara vereyim ve bu istihbarat operasyonları ile devam edelim, ne dersiniz?
Levent: Evet, açıkçası ben onu çok merak ediyorum Selin. Bu Türk MOSSAD ve MİT’in ortak bir operasyon yapıldığına dair haberler geldi. Şimdi normalde biz Türkiye’de ne duymaya alışmışızdır? MOSSAD’a çalışanların ya da MOSSAD ile birlikte çalışanlara yönelik operasyonları duyuyoruz genelde. Diğer taraftan yine basına, -en azından basında yer alan bilgilere göre- Türkiye’deki bir İsrail vatandaşı da olan iş insanına yönelik suikast planlayan, İranlılardan oluşan bir hücreye yönelik operasyon yapılmış. Şimdi bu hücrenin elemanlarının da daha önce İsrail tarafından, Tahran yakınlarında, muhtemelen uzaktan kumandalı bir silahlı dronela öldürülen, İranlı nükleercinin, bilim insanının intikamını almak üzere böyle bir suikasta girişecekleri yönünde birtakım iddialar var basında. Şimdi, az önce senin bahsettiğin İran tehditi ile birlikte değerlendirecek olursak, birincisi bu ortak operasyon meselesini tek başına bir olay olarak mı değerlendirmek lazım yoksa İsrail’i zeytin dalı, İran’ı da biraz “Araya mesafe mi koysak?” şeklinde mesaj olarak mı yorumlasak? Nasıl yorumlamak lazım bu olayı?
Nasi: Ben bunu kamuoyu oluşturmaya dönük ve zamanlaması ayarlı haberler kategorisinde yorumlamaya uygun buluyorum çünkü hakikaten zamanlaması çok ilginç. Bir taraftan Türkiye’de görülen bir dava ile eşzamanlı olarak bu haber ortaya çıktı, sizde takip etmişsinizdir. Türkiye’de aslında MOSSAD ajanlarının -daha doğrusu MOSSAD’a çalışan casusların- davası görülüyordu, burada Türkiye topraklarında büyük olasılıkla Hamas’a örgüt üyesi devşirebileceğinden şüphelendikleri kişileri takip edip, onlar hakkında bilgi almaya çalışan bu casuslar hakkında bir davanın görüldüğü haberiyle eşzamanlı olarak MİT – MOSSAD ortak operasyonu sayesinde bir İsrailli vatandaşa yönelik, İsrail – Türk çifte vatandaşlığına sahip birinin suikastının önlendiği haberi çıktı. Şimdi ben bu haberde aslında üç noktanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bir, işbirliği vurgusu var; iki, İran’ın süreci baltalama girişimi iddiası söz konusu, birde son iki senede, bu haberden bir sonrasında İsrail basınında, Haber 12 kanalında bir haber daha yayınlandı ki geçtiğimiz son iki sene içerisinde yalnızca bir tane bu konuştuğumuz değil on iki ayrı saldırı girişiminin istihbarat paylaşımı sayesinde önlendiği iddiası vardı. Şimdi böyle baktığımız zaman önce isterseniz işbirliğinden başlayalım. Biz Türkiye – İsrail arasında siyasi krizler ve daha doğrusu ilişkilerin çok iyi gitmediği dönemlerde dahi belli bir düzeyde istihbarat paylaşımının, işbirliğinin devam ettiğini biliyoruz. Hatta bu diplomatik açılımlar başladığı dönemde de, yavaş yavaş bu mesaj alışverişleri gidip gelmeye başladığında lider düzeyinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bu konuda bir ifadesi vardı -yani bu düzeyde görüşmelerin gerçekleştiğine dair. Ancak her iki tarafın da rahatsızlık duyduğu konularda vardı. Mesela İsrail tarafından bakıldığında Türkiye’nin Hamas ile yakın ilişkiler içerisinde olması ve hatta Hakan Fidan’ın İran ile bağlantılarından duyulan rahatsızlık zaman zaman İsrail basınında da yer almıştı. Şimdi bu açıdan baktığımızda hakikaten bu son operasyon haberi ve ilgili haberler oldukça önemli çünkü bir şeylerin değiştiğine işaret ediyor, şayet doğruluk payı varsa. Şimdi 2016 normalleşme anlaşması dönemine geri dönersek, İsrail o dönemde Türkiye’den, Türk topraklarında faaliyet gösteren Hamas ofisini kapatılmasını talep etmişti. Fakat Türk tarafı da İsrail’e karşı herhangi bir faaliyette bulunmama taahhüdüyle bu ofisi kapatmayarak, açık tutmaya karar vermişti. Fakat bir şekilde bu hakikaten İsrail’e karşı bir faaliyette bulunmama taahhüdü tutuldu mu tutulmadı mı? Yılları içerisinde bunun tutulmadığı görüldü İsrail tarafından ve çeşitli bilgilerle bunun tutulmadığı da açıkçası kamuoyuyla paylaşıldı. Hamas üyelerine Türk pasaportları verildiği iddiası yer aldı basında, sonra The Times gazetesinde siber saldırıların düzenlendiği yen bir merkez, yeni bir Hamas ofisi daha açıldığı iddiaları vardı. Bunlar daha da çeşitlendirilebilir. Ancak son iki senedir istihbarat paylaşımının farklı bir noktaya geldiği haberde yer alıyor. Eğer biz bu ifadeyi esas alırsak, o zaman zamanlama olarak bu bizi nereye götürüyor? Azerbaycan ile Dağlık Karabağ Savaşı dönemine -ikinci Dağlık Karabağ Savaşına- götürüyor. Bence bu önemli bir açı çünkü 2020 sonu 2021 başından itibaren Azerbaycan’ın Türkiye – İsrail arasında arabulucuk girişimleri yaptığına dair, biz çok duyuyorduk. Hatta benim katıldığım bir toplantıda da bu soru bana sorulmuştu, o zaman ben bunu açıkçası garipsemiştim çünkü Türkiye ile İsrail zamanında tatbikat yapan, yapacak kadar yakınlaşmış iki ülke yani “Birbiriye konuşmak için aracıya ihtiyaç mı duyuyor?” şeklinde yorumlamıştım ama demek ki ben yanılmışım. Şimdi Dağlık Karabağ Savaşında biliyorsunuz İsrail’in de Türkiye’nin de Azerbaycan ile savunma işbirliği içerisinde olduğu biliniyor. Azerbaycan’a silah tedariğinde ilk üç ülke Rusya, İsrail, Türkiye. Bu sıralama zaman zaman değişebilir ancak Türkiye ve İsrail’in sağlamış oldukları askeri mühimmat, SİHA’lar olsun, İSrail’in füze sistemleri olsun, sahada dengelerin değişmesini, Azerbaycan lehine değişmesini sağladı. Belli ki yine sahada, o savaş döneminde istihbarat paylaşımı koordineli bir şekilde yapıldı, bu, buna işaret etmekte. Zaten yakın zamanda, yine bu zamanlaması ayarlı haberler dedimiza kategoriden bir haber daha paylaşıldı ki, Azerbaycan’ın Amerikan Büyükelçisi, İsrail’in yeni atanan Washington Büyükelçisine kendi ev sahipliğinde resepsiyon -hoş geldin resepsiyonu- düzenliyor ve bu resepsiyonda, Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Murat Mercan’ı Michael Herzog ile bir araya getiriyor. Herzog aynı zamanda İsrail’in Washington Büyükelçisi, İsrail’in cumhurbaşkanının kardeşi. Bu toplantıya, bu resepsiyona Kazakistan ve Özbekistan’ın büyükelçileri de katılıyor. Bu da aslında, değindiğimiz arabuculuk girişimlerinin somut bir kanıtı diyebiliriz. Demek ki o son iki seneye yapılan vurgu aslında bir yerde o dönemden başlayarak, Türkiye ve İsrail arasında belki de o güven sorunlarının aşılabilip, daha farklı bir safhaya geçilmeye başlandığını bize düşündürüyor. İran tehdidine gelirsek, aslında burada çok şaşırtıcı bir şey yok, tabii Türkiye, İran ile komşu bir ülke ancak bölgede aşırı derecede güçlenmesinden tabii ki kaygı duyacağını varsayabiliriz. Hiçbir zaman belki İsrail gibi hasım olarak görmeyecektir İran’ı çünkü komşuluk ilişkilerine sahip, ekonomik ilişkilere sahip ancak İsrail ile ilişkilerde bu İran ortak tehdidi, nükleer bir İran ile bölgede yan yana yaşamak aslında ortak bir güvenlik çıkarlarında işbirliğini beraberinde getiriyor, bu sebeple ben bu dönemde gerçekten büyük bir potansiyel görüyorum iki ülke ilişkilerinin gelişmeleri açısından. Ancak bu süreç tamamen lineer yani düz bir şekilde devam etmeyebilir, sürecin daha hızlı yürümesi, İsrail’in Türkiye’den talep ettiği Hamas’a dair, Hamas’la olan desteğin azaltılmasına dair birtakım güvencelerin verilmesine bağlı olarak daha hızlanabilir veya yavaşlayabilir, bunu da ilereyen günlerde herhalde göreceğiz. Benim bugün görüştüğüm bir yetkiliden aldığım duyum, yakında Mısır ile de eli kulağında yakınlaşmaların gelebileceği yönünde. Demek ki bu da bana müslüman kardeşler hareketine bağlı bu yakınlık üzerinden kurgulanan dış politikamızın sadece taktiksel olarak değil belki daha uzun edimli bir değişime yöneleceğini düşündürüyor.
Eliçin: Peki, şunu da sorayım, aslında anlattığın adımların geri planda olması dışında net olarak açıklandı, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve Dışişleri Bakanı Yardımcısı Sedat Önal 16’sı ile 17’si arasında Filistin ve İsrail’e gidecekler. Filistin’de Mahmud Abbas ile görüşecekler ve yapılan açıklamaya göre Herzog’un ziyareti için hazırlıklar yapılacak. Ben biraz bunu da anlatmanı istiyorum çünkü hep unutuluyor. Filistin lideri Mahmud Abbas ile görüşmeye gidilmişse ya da gidilememişse bu biraz İsrail ile ilişkilerin seyrine bağlı çünkü sonuçta bu İsrail’in onayından geçmek zorunda. Senin çok önemsediğin bir boyutu da büyükelçinin, Türkiye bir büyükelçi tayin etti aslında İsrail için ama İsrail de daha ilk gününden itibaren bu isim duyulduğunda, israil’e yaklaşımı konusunda tereddütler olduğuna dair hem haberler çıktı hem de sen anlatıyordun. Yani bir güven mektubu alabilecek mi, bunun da duyumunu aldın mı, yoksa isim mi değişecek?
Nasi: Açıkçası bilmiyorum fakat bu konunun rahatsızlık yarattığını biliyorum, onu söyleyebilirim. Türkiye’nin tabii burada vermeye çalıştığı mesaj İsrail ile ilişkilerini Filistin meselesinden vazgeçmediği, taviz vermediğine, İsrail ile barışırken bunu kendi en azından AKP seçmenine veya muhafazakar seçmenine genel olarak anlatmaya, kabul ettirmeye, göstermeye çalışıyor. Fakat tabii bunu yaparken de İsrail’i rahatsız eden aslında Filistin yanlısı olması değil, İsrail karşıtı olması. Yani bu ikisini bir araya getir, daha ılımlı biri seçilemez mi acaba? Ama tabii seyri nasıl olur bilemiyorum çünkü bu karşılıklı al – ver ilişkisine ve pazarlıklara bağlı olacaktır fakat agreman alması farklı bir süreç. Hakikaten o isimde ısrarlı olacaklar mı? Şahsen de tanımıyorum, kesinlikle bir saygısızlık olarak addedilmesin, burada yalnızca objektif bir şekilde değerlendirmelerin üzerinden değerlendirme yapıp, yorumlamaya çalışıyorum, o yüzden bir şey söyleyemeyeceğim. Yalnız belki şunu da eklemek lazım deminki konuyla ilgili olarak Türkiye’nin burada bölgenin önemli bir gücü olması ve İran tehdidine değindik, burada hep çok sevilen bir basın manşeti vardır, “Ortadoğu’da kartlar yeniden mi karılıyor, kartlar yeniden mi dağıtılıyor?” gibi. Hakikaten Ortadoğu’da İbrahim Anlaşması’nın imzalanması ertelenmesinde, Körfez Ülkeleri ve İsrail arasında başlayan yakınlaşma, biraz daha stratejik bir boyut kazandığını görüyoruz. İşte Suudi Arabistan öncülüğünde Katar’a ambargonun kaldırılmasıyla, Katar’ın da aslında bölgesel çatışmasızlık sürecine dahil edilmesi belki ve İsrail’i en son Bahreyn ile imzalamış olduğu Stratejik İşbirliği Anlaşması ki ben Bahreyn’e -Hediye’de herhalde kabul edecektir diye düşünüyorum- Suudi Arabistan’ın vekili olarak görüyorum yani Suudi Arabistan’ın onay vermediği bir adımı Bahreyn’in anlatması söz konusu değil, dolayısıyla arkasında Suudi Arabistan olarak da görmemiz lazım. Bu bir eksen oluşturmakta şu anda, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail, genel olarak Körfez Ülkeleri diyelim buna, Türkiye ile ilişkilerinde düzelmesiyle, normalleştiği takdirde, birde bunu Türkiye’nin mesela Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi ile Azerbaycan’ın da arabuluculuk yaptığı toplantıdan da aslında hareket edersek, düşündüğümüzde daha geniş bir kordon, Amerika ile iyi ilişkiler içerisinde olan ülkelerden oluşan daha geniş bir kordon ortaya çıkıyor. Yani, aslında dengeleri biraz da böyle okumak lazım ve Türkiye’nin bütün açılımlarını daha geniş perspektiften değerlendirmek gerek diye düşünüyorum, bunu paylaşmak istedim.
Eliçin: Hediye, sen İsrail’i Türkiye’nin açılımı politikasıyla ilgili Arap basınında yakın bir zamanda haber gördün mü, nasıl değerlendiriliyor? Bir de tabii Filistinlilerin açısından, mesela bu ziyaret, şimdi Mahmud Abbas ile bir görüşme yapılacak, uzun süredir olmuyordu sanırım böyle bir ziyaret.
Levent: Evet. Ben aslında tam oraya gelecektim Selin, bu konuda senin de fikrini sormak istiyorum açıkçası. Senin belirttiğin gibi bu Arap – İsrail yakınlaşmasıyla birlikte Filistin meselesi yeni bir dönemece girdi ama tabii bu normalleşme değil aslında o dönemecin ya da davanın, meselenin Filistin açısından altını boşaltan şey. Sonuçta Filistin meselesinde, Filistinlilerin perspektifinden bakıldığı zaman iki devletli çözüm ölmüş gibi görünüyor. Yani, o süreç sona erdi, coğrafik olarak da demografik açıdan da çok gerçekleştirilmesi mümkün değil gibi görünüyor. Kaldı ki bu Arap – İsrail normalleşmesi Filistinliler arasındaki o karşılıklı suçlamalar hatta neredeyse suikastlere varan mücadeleyi de daha da alevlendirmiş görünüyor. Hatta en son Mahmud Abbas yönetimi ki İslami Cihat, Hamas gibi örgütler katılmadılar sonuçta onların da ciddi anlamda siyasi güçleri var, Gazze’yi Hamas yönetiyor en nihayetinde ve seçimle kazandılar; legaldi, meşruydu, değildi ama var tabanları en nihayetinde. Mahmud Abbas yönetimi en son, -bu kaçıncı aynı kararı alıyorlar, bilmiyorum ama- daha önce almış oldukları bir kararı tekrar aldılar, -zannedersem iki – üç gün önceki bir toplantıda.  Hiçbir şekilde İbrani Devleti tanınmayacak, yerleşim birimlerinin inşası durdurulacak. Aynı şekilde Filistin yönetiminin, güvenlik güçlerinin, İsrail güvenlik güçleriyle yaptığı işbirliği zaten çok ciddi tepkilere sebep oluyordu Filistinliler arasında, buna son verilecek şeklinde birkaç tane karar var. Bu şu şekilde yorumlanabilir mi? Işın’ın az önce belirttiği Türkiye’nin Filistin meselesine yaklaşımıyla ilgili, evet Arap dünyasının çok ciddi eleştiriler var epeydir çünkü bölgede açıkçası “Evet, Filistin meselesi ne olacak, davası ne olacak?” vesaire diye tartışan insanlar olsa da bunların sesleri giderek azalıyor. Yani Filistin meselesi, bölgede artık yeni şartlar var, o Filistin meselesini bölge ülkelerinin hepsinin namus meselesi haline getiren, bir kere Arap Birliği anlayışı zaten büyük ölçüde çöktü ve uluslaşma sürecine gidiyor bölge ülkeleri, bütün bunlar değerlendirildiği zaman kısacası bölge ülkeleri açısından Filistin meselesi diplomatik açıdan, insani açıdan ve ekonomik açıdan yük haline gelmeye başlamıştı, epeydir var bu ama çok dile getirilmiyordu, tabuydu. Dolayısıyla İsrail ile normalleşmeyi şiddetle savunan kesimin oranı çok daha büyük ama aynı zamanda mesela Türkiye’nin de söylediği kadar, öne çıkardığı kadar, konuştuğu kadar somut destek vermediğini söylüyorlar -Filistin meselesini-, şimdi böyle bir ikili durum da var Türkiye açısından. Buradan şuraya geleceğim, bu İbrahim Kalın’ın hem ziyareti öncesi ön hazırlıklar hem de Filistin ve İsrail’e ziyaretini, acaba Türkiye’nin yeni bir arabuluculuk girişimini önermesi veya İsrail’in böyle bir şeyi talep etmesi olarak okumak mümkün olur mu? Çünkü işler iyice karışıyor orada. Birde şunu da eklemek istiyorum, en son hatırlayacak olursan -birkaç hafta önceydi zannedersem- Hamas mesela, “Tansiyonu yükseltmek için elimizden geleni yapacağız” falan demişti.
Eliçin: Tahminde bulunmak istiyorum. Türkiye bunu çok ister ama…
Levent: İstemeyedebilir Türkiye
Eliçin: Neden istemesin?

Levent: Çünkü yol haritası yok.
Eliçin: Bir arabulucu olmak istiyor. Bak, Ukrayna’da olamadı, başka konularda olamadı, e bari burada olsun.
Levent: Olabilir aslında, o açıdan düşünüldüğünde evet. Ama Filistin meselesi de öyle bir yere geldi, sıkıştı ki, yol haritası yok hiç kimsenin. Ortada tartışacakları model yok. Mesela en Mahmud Abbas yönetiminin aldığı kararda diyor ki, 67 sınırları. Ya 67 sınırları mı kaldı? Neyse…
Nasi: Şimdi, şöyle mi başlasak acaba? Yeni bir barış görüşmesinin yapılabileceği şartlar şu an için ortada gözükmüyor, böyle bir siyasi irade ben göremiyorum. Zaten Filistin tarafında da biliyorsunuz seçimler falan yapılamadı. Mahmut Abbas 86 yaşında -yani yeni seçimleri görür inşallah, yapıldığı takdirde diyeceğiz- liderlik için hakikaten epey yaşlanmış durumda. Acilen bir kere seçimlerin yapılması gerekiyor. Türkiye’nin Filistin meselesinde daha etkin bir rol oynaması açısından da İsrail ile ilişkilerini geliştirmesi faydalı olacaktır. Yani sizin dediğiniz gibi en son ne zaman bizden bir yetkili birisinin tarafına ziyarette bulunabildi? Yani sadece buna bakmamız yeterli. Son dönemde de, ilişkilerin bozuk olduğu yıllara baktığımızda da, çatışmaların mesela İsrail ile Hamas arasındaki çatışmaların giderilmesinde Mısır’ın, kabaca Mısır’ın arabuluculuğu nüfusu ve Katar’ın finansmanıyla aslında çözüldü sorunlar. Yani Türkiye denklemin içerisinde değildi. Belki arka planda rol oynamış olabilir ama kendisi buradan en azından bir dışarıya yansıyan, kamuoyuna yansıyan, kendi hanesine yazılan bir puan elde edemedi, belki nüfusu var ama bunu gösteremedi. Dolayısıyla arabuluculuğu için başvurulan bir güç olmaktan da çıktı. Burada da alanını diğer iki ülkeye kaptırmış oldu. Şimdi Filistin meselesi, kuşkusuz ki bölgedeki güç denklemlerinden dolayı biraz arka plana itilmiş durumda, Arap Protestolarından itibaren günümüze dek yaşanan gelişmeler ve başka sorunların ön plana çıkması Filistin meselesini arka plana itti ve bir anlamda bulunan en çok zarar gören de Filistin halkı kuşkusuz. Yani “Filler ve Çimen” analizinden hareket edersek, çimen durumunda ve maalesef ki şu anda -Hediye’nin de ifade ettiği gibi- bırakın iki devletli çözümü, bırakın barış görüşmelerinin yeniden başlamasını, iki devletli çözümün de mümkün olmadığı konuşuluyor. Yani yeni yerleşimlerin çoğalması, alanlarının giderek genişlemeye devam etmesi ve bunun durdurulamaması neticesinde artık sınırlar istenildiği gibi iki devletli çözüme pek olanak tanımıyor. Şimdi bu durumda daha farklı bir şekilde aslında Filistin meselesine yardımcı olunmaya çalışılıyor, o da Filistin halkının yaşam kalitesini yükseltebilecek birtakım projeler yoluyla, yani bu tabii ki sorunu çözmeyecek kesinlikle ama sanki yaraya bir nevi pansuman yapılması gibi. Bir taraftan bakarsanız Biden yönetiminin başa gelmesi selefi Trump yönetimine nazaran biraz bu konuda daha somut adımlar atılması bekleniyordu. Nitekim Trump döneminde kesilmiş olan Filistin’e yardımlar yeniden başlatıldı ama Washington dahil Filistin ile oradaki temasını sürdürmek amacıyla mesela konsolosluğunu yeniden açamadı, İsrail’in tepkisine maruz kaldı ve bunu yapamadılar, bu engellendi. Türkiye’nin bu konuda yapabileceği, o projelerde, benzer projelerde mesela yer alabilir mi? Şimdi hemen aklıma gelen Gazze termik santraline doğalgaz aktarımı var, proje mesela Katar ve AB tarafından yürütülüyor. Katar finansmanın büyük bir kısmını üstleniyor. Mesela doğalgaz temini, elektrik santralleri, bunlar Filistin halkının elzem ihtiyaçları, özllikle Gazze’de ciddi sıkıntı olduğunu biliyoruz. Mesela bu konuda Türkiye zaten bir şeyler yapmaya çalışıyordu, belki bu konuda daha etkin bir rol oynayabilir ilerleyen dönemde, bunlara bakacağız. Ama kesinlikle İsrail ile ilişkilerin düzelmesi, bir kere Türkiye’nin -aslında Ankara’nın- göstermeye çalıştığı gibi Filistin halkına sırt dönmek anlamına gelmiyor. Türkiye zaten bu konuda öteden beri, geçmişten günümüze hep dengeyi gütmeye çalıştı ilişkilerinde ve bundan sonra da bu böyle olacak diye düşünüyorum.
Eliçin: O zaman son sorumuzu soruyoruz. Türkiye, ABD’nin bu Doğu Akdeniz’deki deniz altından geçen boru hattı projesine olan ilgisini yitirdiğini kamuoyuna duyurması ertesinde İsrail’in yeniden Türkiye üzerinden Avrupa’ya gaz taşıyabilme olasılığıyla çok ilgilendiğini duyurdu ama bir yandan da İsrail diğer ilişkilerini de bölgede sürdürüyor. O konuda, o cenahta nasıl gelişmeler var, neler söyleyebilirsin?
Nasi: Önce, şu aklımda kalan bir tek şey daha vardı onu da eklemek istiyorum, bir evvelki konuştuğumuz, tartıştığımız konuya dair. Türkiye’nin Filistin meselesinde aslında bir farklılık belki şöyle olabilecek, İsrail ile ilişkilerin düzelmesine paralel gelişebilecek, Türkiye son on senede Filistin meselesinde, Filistin yönetiminden ziyade Hamas’a daha yakın bir profil sergiledi. Belki bundan sonrasında daha orta yollu ve belki de Filistin yönetimine de destek veren bir çizgiye dönebilir, bunu eklemiş olayım. Enerji meselesine gelirsek, elbet özellikle ABD’nin Doğu Akdeniz doğalgaz boru hattı projesinden çekildiğini açıklamasından itibaren zaten Türkiye’de bu yöne beklenti yeniden canlandı, İsrail ile de zaten ilişkilerimizi normalleştirmeye çalışırken, enerji işbirliğini ön plana koyarak bu ilişkilerimizi normalleştirmenin bize katacağı, getireceği kazançlardan biri olarak bunu kamuoyuna sunmaya çalışıyoruz. Açıkçası çok enerji  benim uzmanlık alanım değil fakat okuyabildiğim kadarıyla, bu boru hattı projesinin eğer ki İsrail gazı Türkiye’ye, Akdeniz’den döşenecek bir boru hattıyla taşınması planlanıyorsa her şeyin başında Kıbrıs meselesiyle karşılaşıyor ve bu bir engel teşkil etmekte. Yani bu mesele çözümlenmediği müddetçe, bu boru hattının yapılması kolay bir şey değil. Çünkü boru hattı projeleri, siyasi ama aynı zamanda ekonomik projeler. Yani buraya yatırım yapan şirketlerin bir kar güttükleri aşikar. Dolayısıyla göz önünde bulunduracakları başka etkenler de olacaktır. Yani siyasi meselelerden dolayı çıkabilecek sorunlara karşı kendi ekonomik yatırımlarını koruyabilecekler mi, güvenliğini koruyabilecekler mi? Gaz fiyatlarındaki iniş – çıkışlar göz önünde bulundurulmak zorunda. -maliyet açısından, böyle bir boru hattının döşenmesinin. Birded tabii ki bizi yine Kıbrıs meselesine getiriyor yani boru hattı nereden döşenecek? Eğer ki Kıbrıs meselesi çözülemezse, uçuramayacaklarına göre yapacak bir şey yok. Diğer bir olasılık tabii ki aslında Aydın Sezer’in de sıkça programlarında belirttiği üzere, bir Arap boru hattı var, biliyorsunuz, Mısır’dan başlıyor ve Suriye’ye kadar geliyor, ordan bir Kilis hattımız var ve boru hatlarının bir şekilde ek takviyesiyle ve yeniden bazı yerlerinin -nasıl diyeyim?- inşaatlarının yeniden elden geçirilmesi suretiyle aslında canlandırılabilecek bir olasılık olarak bakılıyor. Ama burada tabii ki Suriye ile ilişkilerimizin düzelmesi gerekiyor, böyle bir boru hattının…
Eliçin: Zincirleme.
Nasi: Evet yani zincirleme. Bunun kullanılabilmesi için. Dolayısıyla bizim önce siyasi sorunlarımızı çözebilmemiz lazım. Başka alternatif var mı, İsrail gazının Türkiye’ye gelmesinde? Belki sıvılaştırılır ve böyle getirilebilir ama zaten Katar bu konuda baya bir öncü. Sıvılaştırılmış doğalgazın fiyatlarının yüksek olduğunu biliyoruz, bu da taşınması maliyeti. Ancak böyle bir olasılık Avrupa’nın da Ukrayna krizi sebebiyle Rusya’nın doğalgazı kesme riskiyle karşı karşıya olduğu bir dönemde, bir alternatif kaynak olarak öne sürülüyor. Gerçekleşir, gerçekleşmez, ben açıkçası çok gerçekçi görmüyorum bu meseleyi. Ancak yine de ilerleyen zamanda göreceğiz, daha farklı opsiyonlar çıkabilir mi? Belki teşvik edilir başka şekillerde. Diyeceklerim bu kadar.
Eliçin: Çok güzel, çok teşekkürler.
Levent: Selin’in söylediklerine bir ek yapmak istiyorum, bu İsrail – Türkiye doğalgaz boru hattı meselesinde bir başka mevzu da kara sınırları sorunu. İsrail ile Lübnan fiilen herhangi bir diplomatik ticaret vesaire ilişkileri yok ama kara suları sınırı sorunu var. Aynı şekilde Lübnan ile Suriye arasında kara suları sınırı sorunu var. Suriye ile Türkiye arasında topyekün sorun var zaten. Birde köşede İdlib var şu anda, radikal grupların kontrolünde. Orası Mersin limanına bakıyor vesaire. Bu da alternatifler açısından…
Nasi: Güzergahları değil mi, onu da ortadan kaldırmış oluyor. Nerede döşenecek yani?
Eliçin: Ben onu bilmem arkadaşlar OECD ülkeleri içinde daha yeni açıklanmış rapor var, enerji fiyatlarının son bir yıl içinde en çok arttığı ilk dört ülke içindeyiz. Bu sorunun çözülmesi lazım. Bu, Türkiye’nin iç gündemini de çok ilgilendiriyor.
Nasi: Herhalde burada yine Azerbaycan’a dönülecek, daha fazla gaz istenecek.
Eliçin: Daha ucuz olacak mı? O her zaman öyle olmuyor
Levent: Madem kardeş ülkeyiz, ucuz versinler bari değil mi?
Eliçin: Ama Avrupalılar da, biliyorsun, Amerika’ya sen Rusya’dan daha ucuza ver, Rusya’dan almayalım, diyor. Ama bu iş öyle olmuyor… Sevgili Selin çok teşekkürler. Biraz rahatsız olduğunu biliyorduk aslında bugün dinlensen çok daha iyi olacaktı ama bizi kırmadın, bize verdiğin sözü tuttun, çok çok teşekkür ediyoruz. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.