Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Bir define avcısı anlatıyor: Tüm yönleriyle tarihi eser kaçakçılığı

T. Cengiz* ile bir cuma akşamı hava karardıktan sonra İstanbul-Ümraniye’de bir nargile kafede buluştuk. Cengiz’i benimle konuşmaya ikna eden bir başka define avcısı F. Yunus*, beni kafenin basamaklarında karşılamış, Cengiz’in dediklerini iyi dinlemem konusunda uyarıda bulunmuştu. Cengiz, 50 yaşlarında ama daha yaşlı gösteren, kirli sakallı biriydi ve ağzında görüşmemiz boyunca devamlı tazeleyeceği sigarası vardı. Üç saat süren görüşmemizde Cengiz bana, define avcılığı ve tarihi eser kaçakçılığına nasıl başladığını, tanık olduğu kaçakçılık olaylarını, kaçakçılığın Türkiye’de kimler tarafından ve nasıl yapıldığını ve bir define avcısının gözünden “altının mitolojisini” anlattı.

Cengiz ile buluşmadan dört ay kadar önce Türkiye’de tarihi eser kaçakçılığını araştırmaya başlamıştım. Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) altındaki Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) 2020 Raporu‘na göre, 2020 yılında kültür ve tabiat varlıkları kaçakçılığına yönelik 707 operasyon yapıldı. Operasyonlarda bin 260 şüpheli hakkında yasal işlem başlatıldı ve 132 bin 371 adet tarihi eser ele geçirildi. 2016 yılından bu yana olay ve şüpheli sayılarında yüzde 100 civarında bir artış söz konusu. 2020 yılında yapılan bir operasyonda tam 66 bin 781 tarihi eserin ele geçirilmesiyle, tek seferde en çok sayıda tarihi eser yakalama rekoru kırıldı.

Kaynak: KOM 2020 Raporu
Kaynak: KOM 2020 Raporu

Raporda, kültür ve tabiat varlıkları kaçakçılığının en çok yaşandığı ve en çok eserin ele geçirildiği iller de yer alıyor. Bu illere baktığımızda, metropol şehirler, eserlerin yurtdışına daha kolay çıkarılabildiği liman şehirleri, tarihi eser kaynaklarına sahip şehirler ve çevrelerindeki şehirler ile suça karışan koleksiyonerlerin ve antikacıların yoğun bulunduğu şehirler öne çıkıyor.

Kaynak: KOM 2020 Raporu

Kaçakçılığın başlama yeri definecilik

KOM, tarihi eser kaçakçılığının suç yöntemini şöyle tanımlıyor:

Kültür varlıklarının yurtdışına kaçırılması istenmesi, bu kapsamda ‘hırsız/tetikçi/kaçak kazıcı’ şahıslar tarafından bulunan tarihi eserlerin yasal süre içerisinde müzelere teslim edilmeyerek daha fazla maddi kazanç sağlamak amacıyla toplayıcı, antikacı ve koleksiyoner şahıslara satılmak istendiği görünmektedir.

Kültür varlıklarının kaçakçılığı; gerek müzelerden çalınan eserler, gerek polis operasyonları, gerekse defineci haberleriyle sık sık karşımıza çıkıyor. Konuştuğum arkeologlar, arkeolojik kazılardan ve müzelerden çalınan eserler olduğunu ancak kaçakçılığın en yaygın başlangıç noktasının definecilik olduğunu söylüyor. Oslo Üniversitesi, Roma Norveç Enstitüsü kültür varlıkları suçları araştırmacısı Sam Hardy’e göre çoğu definecinin bu işte kalabilmelerinin sebebi bir çeşit “korumaları” yani “arkaları” olması. Hardy, bazı definecilerin kaçak faaliyetlerini sürdürebiliyor olmasını şöyle açıklıyor:

Definecilerin bir çeşit korumaları olması oldukça yaygın, uluslararası olarak durum böyle, sadece Türkiye’de değil. Genellikle definecileri koruyanlar alt seviye, tamamıyla yozlaşmış memurlar oluyor. Ancak silah ve uyuşturucu kaçakçılığında da olduğu gibi, üst makamlar tarafından korunan suçlular da var.

“Türkiye’de Polisin Kültür Varlığı Kaçakçılığı ile Mücadelesi” isimli akademik makaleleri için kaçakçılık konusunda uzman bir kişiyle görüşen akademisyenler Zafer Akkuş ve Tamer Efe, uzmanın dediklerini şöyle aktarıyor:

“Kültür varlığı kaçakçılığı suç organizasyonlarının genel profili ve yapısı incelendiğinde; organizasyon üyeleri arasında hiyerarşik bir yapının mevcut olduğu, kamu görevlileri ile irtibatlı olmaya çalıştıkları, gerçekleştirecekleri suç faaliyetleri için plan yaptıkları, uluslararası bağlantıları, zengin kişilerle özellikle tarihe ve sanata meraklı Türk ya da yabancı uyruklu şahıslarla irtibatlı oldukları, genellikle geçmişte sabıkası bulunan kişiler oldukları, görüşmelerini kısa ve şifreli olarak yapmaya çalıştıkları gözlenmektedir. Türkiye genelinde kültür varlığı kaçakçılığı olaylarını incelediğimiz zaman sürekli bir artış eğilimi gösterdiğini düşünüyorum.”

Resmi ve akademik kaynaklar tarihi eser kaçakçılığının ölçeğini ve istatistiklerini açıklıyor. Rakamların ötesine geçip, toprağın altındaki eserlerin koleksiyonerlerin salonlarına veya Avrupa’daki müzayede evlerine nasıl ulaştığını anlamak için arkeologlar ve müze yetkilileri ile konuştum. Çok geçmeden bu yolculuğu tanıklarından, yani kaçakçılar ve define avcılarından dinlemeden tam olarak anlaşılamayacağını kavradım. Uzun bir arayışın sonunda, bana ilk defa kaçakçılık dünyasının iç yüzünü kendi tanıklıklarıyla anlatan Yunus ile buluştum. Yunus kendi tabiriyle, “hobi olarak” define arayan biriydi. Görüşmemizin sonunda benim sorularıma alanında uzman birinin yanıt verebileceğine ikna oldu ve kendisinden daha tecrübeli olan, “bu işin en iyilerinden” T. Cengiz ile beni tanıştırmayı kabul etti.

Çocukluk evinde ilk hazine

Erzincan’ın İliç ilçesine bağlı bir köyde doğan Cengiz’in çocukluğu İstanbul’da, daha çok da Beyoğlu-Taksim’de geçmiş. Cengiz, bana gençliğinde kabadayılığı ile ün saldığını, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü’nün oğlunu dövmesi sonucu definecilik kariyerinin kazara başladığını anlattı. Cengiz’in “kabadayılık namına” öldürülmesinden korkan ailesi, Taksim’deki evlerini başka bir Erzincanlı aileye satıp taşınmış. Cengiz’in ailesi Taksim’deki evlerini yıllar önce bir papazdan satın almış. Bu evden taşındıktan sonra evde bir altın gömüsü olduğu söylentisini duyan Cengiz, sattıkları evlerinin yeni sahibini ikna edip bir akrabasıyla beraber bir metal dedektörü eşliğinde eve girmiş. Cengiz ve akrabası evin iki yerinde hazine olduğuna işaret eden bulgulara rastlamış ancak evin sahibi, Cengiz ve akrabasının buraları kazmasına izin vermemiş. Cengiz, bir yandan sigarasını içerken bir yandan da olayın devamını anlatıyor:

Evin yeni sahipleri, kazmamıza izin vermedikleri iki yerden birini kendileri açıyorlar ve zengin oluyorlar. Başka yere taşınmalarına rağmen, bu evi kiraya bile vermiyorlar, oraya hâlâ gitmek isterim ben.

Taksim, temsili*

Sonraki yıllarda Cengiz’in yolu hazinelerle kesişmeye devam ediyor ancak Cengiz bunlardan pay alamıyor. Teyzesinin Taksim’deki evinde arayan Cengiz altın buluyor fakat teyzesi Cengiz’in altını çıkarmasına izin vermiyor. Cengiz, sonra teyzesinin bir anda zengin olduğunu anlatıp, teyzesinin altını kendi çıkardığını ima ediyor. Cengiz sonraki yıllarda da annesinin süt kardeşinin oturduğu evin altında bir tünel bulduğunu söylüyor ama evin sahibi tüneli beton ile kapatıyor.

Cengiz, 30 yılı aşan hazinecilik uğraşısında onlarca defineyle burun buruna geldiğini ancak hiçbir zaman ciddi bir para kazanamadığını söylüyor. Cengiz, 30 yılını şöyle özetliyor:

Ben ünlüydüm, Kars’tan Edirne’ye kadar telefon ederlerdi. Dediğimiz yerlerden çıkıyordu ama cebime girmiyordu. Ben direkt cennete gideceğim, çok dolandırıldım.

Definecilik faaliyetlerini “vatanseverlik” olarak aktaran Cengiz, yasadışı bir iş yapmadığını da söylüyor: “Yasadışı bir şey yapmıyorum ki başım derde girsin. Aramak suç değil, kazmak suç.”

Kaçakçılık ağı nasıl çalışıyor?

Cengiz’e tarihi eserlerin nasıl yeryüzüne çıktığını, alıcıyla nasıl buluştuğunu soruyorum. Çoğunlukla bir çoban veya köyü etrafında gezinen biri bir “işarete” rastlıyor. Definecilerin “işaret” diye bahsettikleri aslında söz konusu bölgede göze çarpan, doğal olmadığı düşünülen herhangi bir görüntü ya da bir obje olabiliyor. Dağların içindeki bir oyuk, simetrik duran taşlar, kayaların üzerinde hayvan sembollerine benzeyen çizikler veya yazılar… Bu işaretleri gören kişi, akraba ve hısımları arasında define konularıyla ilgilenen birine bu işareti haber veriyor. Akrabalık ve hemşerilik ağları üzerinden yeterli bilgiye sahip bir kişiye ulaşılıyor. Cengiz burada devreye giriyor: “En son bana geliyorlar. Ben hazinenin yerini söylerim, onlar kazar da bulurlarsa, açgözlü değillerse bana da vermeleri lazım.

Yani Cengiz ve onun gibiler bir nevi “definecilik danışmanlığı” yapıyor. Define olduğu düşünülen bölgeye gelen danışmanlar, işaretleri yorumluyor ve defineyi ele geçirmek isteyen kişilere tavsiyeler veriyor.

Akademisyenler Akkuş ve Efe’nin kaleme aldığı “Türkiye’de Polisin Kültür Varlığı Kaçakçılığı ile Mücadelesi” isimli makalede, kaçakçılık ağının sonraki aşamaları şöyle anlatılıyor:

“Kültür varlığı kaçakçılığına ilişkin suç profili incelendiğinde, öncelikle kaçak kazıcılar kanalıyla höyük, ören yerleri ve tümülüslerden kaçak kazı sonucu elde edilen kültür varlıkları toplayıcılar aracılığıyla büyük kentlerde toplanarak pazarlamacılar tarafından nakliye firmaları ve gemilerle yüksek paralar karşılığında yurtdışındaki müzayedelere, galerilere ve koleksiyonculara satılmaktadır. Polis teşkilatı tarafından yapılan çalışmalarda büyük çoğunluğu yurtdışında yaşayan kültür varlığı alım-satımı ile uğraşan ‘pazarlamacı’ grupların, Anadolu kökenli kültür varlıklarını galeri ve müzayedelerde pazarlanmak üzere Avrupa’ya kaçırdıkları tespit edilmiştir.”

Define işaretinden koleksiyonerlerin evlerine tarihi eser kaçakçılığı

Define nasıl yeryüzüne çıkarılıyor?

Define Arama Yönetmeliği’ne göre Türkiye’de izinsiz define aramak suç. Define arayacak kişilerin aradıkları yerin mülki amirliğine detaylı bir dilekçe sunması ve Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) sürecini halletmesi lazım. Cengiz, bu yasanın defineciler önünde aşılamaz bir engel olmadığını söylüyor: “Kazmak istesem kazarım. Nasıl? Cevizlik olacak derim, Tarım İl Müdürlüğü veriyor yetkiyi. Sonra, ‘Su deposu yapacağım’ der kazarsın. ‘Piknik alanı yapacağım, köye misafir geliyor’ dersin, kazarsın. Usulüne uydurmak lazım. Ceviz diksen, sana destek de veriyorlar. Sonra ‘Ceviz olmadı, tutmadı’ dersin cayarsın kazı işin bitince, cezası yok.

2015 yılında İzmir Torbalı’da definecilerin kepçe ile kazdığı bir alan
2021 yılında İstanbul Avcılar’da yapılan 25 metre derinliğinde kaçak bir kazı

Ama bunların dışında, definecilerin uyması gereken yazılı olmayan kurallar var: “Ancak kendi köyünde kazarsın. Başka köyde kazamazsın, sopa yersin.” Küçük çaplı kazılarda ise herhangi bir resmi süreç işletmeden, kaçak bir şekilde çalışılabildiğini belirten Cengiz, burada da en büyük engelin jandarma ve polis olduğunu söylüyor: “Polis yakalarsa tutanak tutuyor, mallara el koyuyor. Kaçakçı kendini kurtarma peşinde, malı bırakıp gidince polis tutanağı yırtıp malı cepliyor (kendi cebine indiriyor).”

Cengiz, keşfedilen altın ve tarihi eserlerin alıcıyla nasıl buluştuğunu kendi tanıklığı üzerinden anlatıyor:

“Bir bankanın Mecidiyeköy şubesi bekçisi Avni Seyir*, bir aracı vasıtasıyla bizimle iletişime geçti. Beraber Tekirdağ’a gittik. Avni’nin köyden bir hemşerisi ona haber vermiş, o da bizi bulmuş. Gittik köye… İşaretlere bakarak, biraz da dedektörden yardım alarak, bir köprünün ortasında bulduk altını. Avni kazdırmadı. 10 gün sonra ‘Arkadaşlar çıkardı’ diyerek numune yolladı, 1.200 altın para, 13-14 bin gümüş para varmış. Ben numuneyi Fatih’te bir yere götürdüm, gümüş para başına 300, altın para başına 2 bin 600 dolar fiyat aldım. 8 milyon alırdık hepsine, Avni’lere de 6 versek 2 milyon bize kalırdı. Mehmet açgözlülük yaptı, Seyir’lere 200 bin önerdi. Olmadı sonra.”

İznik’in 3 kilometre batısında Roma’dan kalma bir taş köprünün altında yapılan define kazısı, 2018
Manisa’nın Yunus Emre ilçesinde 73 yıllık bir köprünün ayakları defineciler tarafından kazıldı, 2021

Defineciliğin tehlikeleri

Definecilikle ilgili dinlediğim hikayelerde ilginç bir örüntü fark ettim: En büyük sorunlar define bulunduktan sonra başlıyor. Cengiz gibi define danışmanları define bulunduktan sonra kandırılabiliyor veya defineyi çıkaracak olanlar kendi aralarında tartışabiliyor. Ancak bu işi uzun süreli sürdürebilmek için define danışmanları bu durumu göze alıyor ve paylarının peşine düşmüyor. Böylece hem birçok kişinin defineden zengin olduğuna hem de çok daha fazla sayıda kişinin yakalandığına veya zarar gördüğüne şahit oluyorlar ama kendileri bu işi yapmayı sürdürebiliyor.

Yasadışı kazı yapan definecileri polis ve jandarma dışında bekleyen tehlikelerin başında açgözlülük geliyor. Cengiz, defineyi çıkarmak için beraber çalışanların define keşfedildikten sonra birbirlerini kandırdıkları, hatta öldürdüklerini bildiği onlarca hikaye olduğunu söylüyor. Cengiz bir defasında kendisini böyle bir hikayenin içinde bulmuş. Bir aracıyla beraber Kastamonu’nun İnebolu ilçesine 10-12 kişilik bir ekiple hazine aramaya gitmişler. Cengiz’i aracı üzerinden çağıran kişiler hazineyi bulan üç kardeşmiş. Biraz altın bulmuşlar, daha fazla da olduğundan şüphelenmişler. Çetin, büyük hazineyi ararken önce bir kemer tokası bulmuş ve cebine atmış. Sonra da “asıl olayı” bulmuşlar ama hazineyi çıkaramamışlar. Nedenini soruyorum, Cengiz cevaplıyor: “Hazineyi çıkarsak ortalık karışacak, birbirine girecek herkes. Bunun gibi çok hikaye var.

Kazılarda “cinci hoca”ların rolü

Definecilikle sık sık anılan bir diğer tehlike ise cinler! Birçok defineci özellikle eski mezar yerlerini kazmadan önce yanlarında birer “cinci hoca” getiriyorlar ve cinlere karşı koruma duaları okutuyorlar. Konuştuğum definecilere göre bu inanışın iki temel sebebi var: Birincisi, bulduğu hazineleri gizli tutmak isteyen defineciler. Tamamını yanında taşıyamayacağı bir hazine bulan defineciler, buldukları hazinenin başkaları tarafından keşfedilmesini engellemek için o bölgenin cinli olduğu hikayesini ortaya atıyor. Cin hikayelerine sadece hazine çıkarsa değil, çıkmazsa da başvuruluyor. Cengiz bu durumu şu sözlerle anlatıyor: “Avcılardan sonra yalancı olarak biz geliriz. Defineci, gösterdiği yerden hazine çıkmazsa ‘Cinler taşımış’ der, prestiji bozulmasın diye.

Bir defineci blogunda cin-define ilişkisine dair bir yazının başlangıcı

Cin inanışının bir diğer sebebi ise özellikle eski mezarlar, kuyular veya kapalı odalarda bulunabilen zehirli gazlar. Mağara benzeri oluşumlarda hapsolmuş veya organik maddenin zaman içinde çürümesiyle zaman içinde birikmiş zehirli gazlar, bu odalarda amatör kazıcılar tarafından açıldığında ortaya çıkıp kazıcılar için büyük bir tehlike oluşturabiliyor. Bu alanlarda yapılan kaçak kazılar ölüm riski taşıyor. Kazı esnasında ölen definecilerin haberleri yayıldıkça, bu yerlerin cinli olduğu inanışı da artıyor.

Alıcılar kimler?

Aradıkları hazineyi bulmayı, kazmayı ve çıkarmayı başaran definecileri bekleyen en büyük engel satıcı bulmak. Tarihi eser kaçakçılığında alıcıların satıcılara göre çok daha avantajlı bir pozisyonda olduğunu söylemek mümkün. Cengiz’e göre defineci için en iyi hazine altın. Altın pahada ağır. Üstelik eritilip satılabiliyor; eritilmiş malzemenin izini geriye doğru sürmek zorlaştığı için definecilerin yakalanma ihtimali de azalıyor. Cengiz bu yöntemin yaygınlaştığını söylüyor: “Altın, gümüş bulanlar eritiyor son dört-beş senedir. Eritmeyenler de var, Gaziantep’te bu işi yapanlar var alan satan. Kapalıçarşı’da da yapanlar var.

Defineciliğe yeni başlayanlar veya tesadüfen tarihi eserlere denk gelenler için akıllara ilk gelen satış ortamı internet. Birkaç dakikanızı ayırıp Facebook’ta birçok definecilik grubuna rastlayabilir, definecilik forumlarından satışlara ilişkin fikir alabilirsiniz. Ancak Cengiz’e göre bu platformlarda hem alıcı hem satıcı görünümünde birçok polis bulunuyor. Cengiz, kendisinin de otomotiv sektöründe spotçu olduğunu belirterek, kendisi gibi becerikli bir spotçunun “her türlü kalıbı çıkarabileceğini” anlatıyor. Otomotiv sektöründe “spotçu” denilen kişiler, dışarıdan görünen albenili kasalara, eski model motor aksamları yerleştiriyor ve yüksek fiyatla satıyor. Cengiz bu benzetme ile internette satılan birçok eserin sahte olabileceğini ima ediyor, ama kendisinin bu işte bir parmağı olup olmadığına dair bilgi vermiyor. Cengiz’e göre elindeki eserleri satmak isteyen birinin tek ümidi güvenilir bir aracı bulmak: “Benim gibi adamlara gelmezsen malını satamazsın. İnternettekiler falan hep polis.

Definecilerin buluştuğu çok sayıdaki Facebook gruplarından bazıları

Sosyal medyadaki ticaret KOM Raporu’nda da var

Son dönemlerde tarihi eser sahteciliğinin de arttığını belirten KOM 2020 Raporu’nda yer alan bilgilerde internet ve sosyal medyanın tarihi eser kaçakçıları tarafından sıklıkla kullanıldığı şu cümlelerle belirtiliyor:

E-ticaret siteleri, sosyal medya platformlarında kaçak kazı, define arama ve tarihi eser görüntüleri oldukça yaygın bir şekilde yer almaktadır. Şahısların arazide gezerken veya tarlasını sürerken tesadüfen buldukları tarihi eserlerin görüntülerini sosyal medya üzerinden oluşturulan gruplar kanalıyla paylaşarak eserin ne olduğu, hangi uygarlığa ait olduğu ve fiyatı konusunda bilgi edinmeye çalıştıkları, bununla birlikte gizli mesaj yoluyla alıcı bularak ellerinde bulunan eserleri satmaya çalıştıkları tespit edilmiştir.

Alıcılara gelince, Cengiz en başta “Türkiye’nin büyük ailelerine” işaret ediyor. Zengin ailelerin koleksiyonlarında birçok kaçak tarihi eser olduğunu belirten Cengiz, kendisinin de bizzat bu ailelerden birine satış yaptığını söylüyor. Cengiz’e göre bu alıcılar genellikle şirketlerindeki fabrika müdürü pozisyonundaki kişileri aracı olarak kullanıyor. Başka zamanlar ise definecileri dolandırdıkları oluyor. Mesela bu zengin aileler ile iletişime geçen bir defineci öncelikle hazinesinden ufak bir numune yolluyor ve karşılığında oldukça cömert bir ödeme alıyor. Sonra hazinenin tamamı için bir anlaşmaya varılıyor ve bir villada buluşuluyor. Burada definecileri silahlı korumalar karşılayıp ellerindeki hazineyi alıyorlar ve ödeme yapmıyorlar. Defineciler daha kalabalık ve silahlı bir grupla aynı villaya döndüklerinde villayı bomboş buluyorlar ve kiralık olduğunu anlıyorlar.

Bu alışveriş tamamıyla yasadışı olduğu için kandırılan alıcıların başvurabileceği bir merci de bulunmuyor. Yani defineleri topraktan çıkarırken yaşanan karşılıklı güvensizlik ortamında olduğu gibi, alışveriş sırasında da “bileği güçlü olan” diğerlerini çiğneyebiliyor. “Bilek gücü”nü ekonomik olarak sağlayabilen alıcılar ise genelde bu alışverişten kârlı çıkanlar oluyor.

Ayşegül Nadir (Tercimer)

Cengiz’e göre tarihi eserlerin yurtdışına kaçırılmasında da bu zengin ailelerin önemli rolü var. Bu ailelerin eserleri yurtdışına kendi teknelerinde ve yatlarında kaçırdığını söyleyen Cengiz, “Teknede nereye sakladıklarını bile biliyorum” diyor. Cengiz, bu ailelerin yanı sıra piyasada Ayşegül Nadir’in (Tercimer) iyi bilindiğini belirtiyor: “Ayşegül Nadir de vardı ama kaçtı, delikanlı kadındır.

Alıcılar cezasız kalıyor

Kaçakçılık piyasası hakkında konuştuğum arkeologlardan Dr. Elif Koparal da Cengiz gibi kaçakçılık piyasasının ana damarı olarak holdinglere ve zengin koleksiyonerlere işaret ediyor: “Defineciler büyük bir sorun ama teşvik eden asıl sorun büyük holdinglerden oluşan ağlar. Büyük müzelerde kaynağı belirlenemeyen eserler var, definecilik ve kaçakçılığı teşvik ediyor. Londra sokaklarında vitrinlerde, müzelerde olması gereken eserler var. Defineciler hepimizin ismini bildiği zenginlere satıyorlar eserleri.”

Koleksiyonerlerin tarihi eser kaçakçılığındaki rolü emniyet görevlileri tarafından da biliniyor ve dile getiriliyor ancak çözümsüzlüğün sebebi olarak “mevzuattaki eksiklikler” gösteriliyor:

Bazı koleksiyonerlerin yasal faaliyet yürütmelerine rağmen mevzuat eksikliğinden faydalanarak tarihi eser kaçakçılığı yaptıkları tespit edilmiştir. Bu bağlamda tarihi eser yakalatmaları durumunda eserin yeni eline geçtiğini söyleyip kayıt ettirecekleri iddiasıyla herhangi bir ceza almadıkları ve devamında da aynı faaliyetlerini sürdürdükleri görülmektedir.

Dolayısıyla tarihi eser kaçakçılığında defineciler ve aracıların birçok risk aldıklarını ve yakalandıkları durumda yasal sonuçlarla karşılaştıklarını ancak alıcılar açısından yakalanmanın büyük bir risk oluşturmadığını söylemek mümkün.

Devletçilik, definecilik, kaçakçılık

Cengiz’in tarihi eser kaçakçılığı ve defineciliğe dair anlattıkları kadar ilginç olan, kendi defineciliğine eşlik eden dünya görüşü ve iddiaları. Cengiz, kendini “koyu bir AK Partili” olarak tanımlıyor. İddiaları arasında en istikrarlı bir şekilde dile getirdiği, Türkiye topraklarındaki altın miktarının “hayallerimizin ötesinde” olduğu. Kendisinin bu altınları çıkarmaya gönüllü olduğunu belirten Cengiz şöyle konuşuyor: “Bana izin versin devlet, 450 milyar dolar borç mu var, hepsini öderim. Gelsin senet imzalarım.

Hatta Cengiz’e göre son yıllarda devlet bizzat definecilik yapıyor, bu nedenle de defineciliği engellemeye çalışıyor:

Defineciliği engellemek için elinden geleni yaptı Erdoğan, kanunlar çıkardı. İzin verse 5 milyon oy alır, 5 milyonuz biz. Eskiden bizim arkamız vardı, yakalansak da bir şey olmazdı. Artık arka kalmadı, kimse kollamıyor, devletin kendisi bu işi yapıyor. Berat Albayrak helikopterle tüm ülkeyi taradı, define yerlerini biliyor. Erdoğan bu yüzden ekonomi konusunda bu kadar rahat. Devletin kasasına giriyor para, kimse ceplemiyor. Resmi yapamazlar. Tarihi eserleri resmen çıkarıp satmaya kalksalar parayı Yunanlar alır.

Cengiz’e göre güncel politik konular da altın avcılığı ile iç içe. Bu konuların başında ise Kanal İstanbul projesi geliyor. Cengiz, Kanal İstanbul için kazılacak yerlerde çok büyük miktarda altın bulunduğunu, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da bunu bildiği için projede ısrarcı olduğunu düşünüyor: “Erdoğan Çatalca’daki altını açık açık söyledi. Tapınak Şövalyeleri’nin 12 gemilik altını, 300 ton altın var orada. Erdoğan da muhalefete ‘Niyetiniz Ceneviz gemileri ama kimseye vermem’ dedi.

Cengiz’in atıfta bulunduğu böyle bir demece rastlayamadım ama benzer bir iddiayı A Haber’deki bir programda konuşan Doç. Dr. Kağan Kurtoğlu da dile getiriyor: “Kanal İstanbul’un altında tapınakçılardan kalan 10 gemi dolusu altın var. Sayın Cumhurbaşkanı bu konuda şöyle ya da böyle bir bilgiye sahip.

Konuşmamızın bu noktasında Cengiz, “Definecilikteki en önemli hikaye” dediği konuyu anlatıyor. Cengiz’in aktardığına göre, Osmanlı’yı batırmak isteyen Tapınak Şövalyeleri bazı Anadolu’da köylerinde bütün nüfusu öldürüp sadece birkaç çocuğu hayatta bıraktı ve onları Osmanlı düşmanı ajanlar olarak yetiştirdi. Bu ajan çocuklar daha sonra topluma karıştı ve “zamanı geldiğinde devşirme sadrazamlarla işbirliği yaparak, Osmanlı’ya vergi olarak ödenen altınları taşıyan kervanları soyup, ele geçirdikleri altınları gömdüler.” , “Osmanlı işte böyle altınsız kaldı, bunlar bizi batırdı” diyen Cengiz’e göre, definecilerin asıl aradığı hazine işte bu altınlar: “Üç tip define vardır. Birincisi eşkıyanın parası. Büyük paranın peşine düşen definecilerin hedefi budur. İkincisi, göçlerde Ermeniler’den kalan altınlar. Üçüncüsüyse tümülüs ya da mezar kazanlar. Ufak gömüler bu yolda ilerlemek için aranır, asıl amaç büyük hazineyi bulmaktır. Büyük hazinelerde işaret olur, Ermeniler’den kalanlarda işaret bulunmaz.

Manisa’nın Ahmetli ilçesinde bulunan 2 bin 700 yıllık Bintepeler Lidya Tümülüsleri’nden ikisi define bulmak için iş makinesiyle kazıldı, 2021

Azınlıkların Osmanlı altınlarını çalıp sakladığına ilişkin anlatılar, katliamdan kaçan azınlıkların arkada bırakmak zorunda kaldıkları altınları defineciler için “helal” hale getiriyor. Bu altınları “ecdattan çalınmış hazine” olarak gören Cengiz, bunları yeryüzüne çıkarıp satarken suçluluk hissetmiyor, kendini vatansever olarak görüyor:

Dedelerimin imparatorluğunu bu adamlar batırmış. Tekrar bir imparatorluk kurmak için verilen bir mücadele bu. Para-pul hikaye! 2 milyar dolar bulsam, bu para bana mı yakışır, yoksa devlete mi? Tamam, biz arayıp buluyoruz, defineciyiz. Ama bu mal devletin. Her şey para demek değil…

“Müzelerdeki eserlerin yüzde 80’i sahte”

Cengiz, şimdi devletin bizzat içinde olduğunu söylediği definecilik ve kaçakçılık işlerinin eskiden Fethullahçılar tarafından yürütüldüğünü iddia ediyor:

Fethullah Gülen zamanında arkeologlar, müze müdürleri işin içindeydi. Müzelerdeki eserlerin yüzde 80’i sahte. Arkeolojik kazılarda altın buluyorlar ama bildirmiyorlar. Hep çömlek buluyorlar, ulan çömleğin içinde ne vardı? Hiç bütün (kırılmamış) çömlek gördün mü? Hepsi kırılmış.

Cengiz, “her definecinin kendisi gibi vatansever olmadığı, yüzde 90’ının bu işi açgözlülükten yaptığını” söylüyor: “Hikaye açgözlülükle başlıyor, sonra zevke dönüşüyor. 3-4 bin yıllık mağaraya girdiğini düşünsene. Biz tarihe dokunabiliyoruz. Bu işin heyecanı çok ama üstüne gidenlerin tamamı da aç kalmıştır. Allah kısmet ederse cebine girer. Bizim girmedi, kısmet değilmiş…

Görüşmeden ayrılmaya hazırlanırken Yunus’un Cengiz’e telefonundan bir kaya parçasını gösterdiğini görüyorum. Kayanın üzerinde Yunus’un horoza benzettiği bir oyuntu duruyor. Cengiz bu işareti yorumlamaya başlamadan önce bana bakıyor ve Yunus’a, “Sonra konuşalım” diyor.

* Metinde isimlerinin yanında ‘*’ işareti bulunan kişilerin gerçek isimleri kimliklerini korumak amacıyla değiştirilmiştir.

** Bu haber ile ilgili Kaçakçılıkla Mücadele Dairesi Başkanlığı’ndan bilgi ve görüş almak için Kültür ve Turizm Bakanlığı ile 20 Ağustos 2021 ve 10 Ocak 2022 tarihlerinde e-posta ile iletişime geçilmiş ancak cevap alınamamıştır.

*** Bu haber Medya Araştırmaları Derneği‘nin ICFJ (International Center for Journalists-Uluslararası Gazeteciler Merkezi) işbirliğiyle yürüttüğü “Yeni Nesil Araştırmacı Gazetecilik Eğitimleri Projesi” kapsamında hazırlanmıştır.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.