Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Ukrayna savaşında son durum & İstanbul müzakereleri ve İsrail-ABD-Arap Zirvesi

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırıları birinci ayını doldurdu. Cephede ve diplomaside son durum ne? Dün İstanbul-Beşiktaş’ta bulunan Dolmabahçe Cumhurbaşkanlığı Çalışma Ofisi’ndeki Rusya-Ukrayna müzakerelerinden ne çıktı? Görüşmelerde Türkiye nasıl bir rol üstlendi? İsrail’de düzenlenen Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Bahreyn, Fas ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) zirvesi ne anlama geliyor? Ruşen Çakır ve Ömer Taşpınar, Transatlantik’te değerlendirdi.

https://open.spotify.com/episode/6CkYptcy5r1ZWpgwMr6RGz?si=CNZLQEnrQYadBw0WVWPGJg

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, “Transatlantik”le karşınızdayız. Son anda bir önemli işi çıktığı içn Gönül Tol katılamıyor, Ömer Taşpınar ile birlikte bu hafta ağırlıkla savaşı konuşacağız, ama biraz da Ortadoğu’ya değineceğiz. Ömer, merhaba. 

Ömer Taşpınar: Merhaba Ruşen. 

Ruşen Çakır: Dün Avrasyacılık konuştuk, şimdi gerçek gündeme dönelim. Tabii Avrasyacılıkla da alâkalı; ama şimdi savaş meselesi, biz yaptığımız yayınlardan falan da biliyoruz, Türkiye’de kamuoyunda ilk başta tabii ki bayağı bir ilgi uyandırmıştı; sonra biraz tavsadı gibi. İnsanların ilgisi azaldı. Sizin orada da öyle mi? ABD’de de savaş artık ikinci plana itilmiş durumda mı? İlk günler orada da çok yoğun bir şekilde konuşulduğunu biliyoruz. Nasıl oradaki ilgi, medyanın ilgisi, yönetimin ve kamuoyunun ilgisi? 

Ömer Taşpınar: Burada ilgi devam ediyor Ruşen. Yani ben düzenli olarak klasik bir gazete okuyucusu olarak gazetelerin kendisini alıyorum; New York Times, Washington Post gibi gazeteleri eve alıyorum, Financial Times’ı da okuyorum. Başlık manşetlerde hep. Yani manşetler, New York Times’ın manşeti, Washington Post’un manşeti Ukrayna ile ilgili. Bu arada Amerika’nın BBC’si sayılabilecek “NewsHour” diye bir program var, PBS (Public Podcasting Companies) üzerinden yapılan. Yani Amerika’da bir şekilde kamu kuruluşu gibi sayılan, devletten destek alan bir haber programı var. Amerika’nın en prestijli haber programı. Orada da ilk haber olarak hep veriliyor; savaşta ne olduğu, hangi dönemde olduğumuz… Bu arada tabii bir de Beyaz Saray’ın gündeminde aynı zamanda, hep gündeminde. Biden’ın Avrupa’ya yaptığı ziyâret, Brüksel ve Polonya ziyâreti en önemli haber olarak hafta sonu boyunca verildi ve sonra flaş haber olarak tabii Biden’ın gafı geldi. Neydi o gaf? Varşova’da çok önemli bir konuşma yaptı ve aslında verdiği mesajlar çok yerinde ve mesajlar konuşma notlarına bağlı olarak mesajlardı. Meselâ “Bir karış NATO toprağına bile saldırmaması lâzım, düşünmesin, hiç düşünmesin Putin NATO’ya saldırmayı” dedi, Polonya’da diyor bunu. Baltıklar’ı, NATO’yu ön plana alan Amerika Ukrayna’da savaşmıyor, “Ama eğer Putin NATO’ya saldırırsa, NATO topraklarına saldırırsa karşısında bizi bulacaktır; bütün NATO ülkelerini ve Amerika’yı bulacaktır” mesajını çok sert bir şekilde, etkili bir şekilde verirken, konuşmasının son saniyelerinde, tam bitirmek üzereyken konuşma notlarından, teleprompter’dan bağımsız, kendisi bir bakıma freelancing yaparak “Allah aşkına bu görevde kalmamalı, Allah aşkına Putin görevden gitmeli” dedi; “For God’s sake, this man can not remain in power” dedi ve flaş haber oldu. Niye flaş haber oldu? Çünkü bütün normal dinleyici kitlesinin bunu, “Amerika Putin’e karşı rejim değişikliği politikası izlemeye karar verdi” olarak algılayabilecek bir duruma getirdi o sözlerle Biden. “Acaba Putin’in görevden alınması için Putin’e karşı bir isyanı mı teşvik ediyor Amerika? Amerika bir rejim değişikliği mi istiyor Moskova’da?” sorusu sorulmaya başlandı. Ve bütün bunlar Biden üzerinde bir baskı oluşturdu. Biden gene gaf yaptı. Zâten sık sık yapıyor. Şimdi tam Rusya belki de diplomasi yönünde ilerleyecekken, “Putin’in görevden gitmesi gerek” deyip Putin’e karşı isyâna çağrı yapmak, Putin’i daha da sertleştirebilir korkusu yarattı. Bu nedenle bütün bunlar nedeniyle gündemde hep bu var. Yani Amerika bunu konuşuyor, Ukrayna’yı konuşuyor. Nitekim evvelsi gün Biden Beyaz Saray’da yaptığı bir basın toplantısında gene birazcık geri adım attı; ama şunu söyledi: “Bakın, burada ben bir rejim değişikliğinden bahsetmiyorum, eski politikamızda bir değişiklik yok Rusya’ya karşı. Ben Rusya’ya karşı bir savaş, Putin’e karşı bir isyan başlatacak değilim” dedi; “ama Putin’in ne kadar tehlikeli bir adam olduğu, dünya barışı için ne kadar tehlikeli bir adam olduğunu ve görevde gitmesinin bir temenni olacağını sadece kalpten konuşarak, hani kalbî duygularımla bunu söyledim” dedi. “Bunu bir bakıma politika değişikliği olarak görmeyin, ama geri adım da atmak istemiyorum. Tabii ki Putin’in görevde kalması her zaman için bir tehlike oluşturacaktır” dedi. 

Ruşen Çakır: Ama orada, yani o sözü ben de gördüğümde ilk aklımıza gelen rejim değişikliği. Çünkü o çok kullanılan bir tâbir, Saddam Hüseyin için çok kullanılmıştı, Afganistan için.. 

Ömer Taşpınar: Esad için de kullanıldı, Beşar Esad için kullanıldı. Yani bir an için panik havası oluştu. Zâten Beyaz Saray’daki ekip ve basın danışmanları hemen devreye girerek “Resmî politikamızda bir değişiklik yok” mesajı verdiler. Şimdi Biden bunu çok yapıyor. Biden televizyonların karşısına çıktığında genelde ilk yarım sat gayet disiplinli gidiyor, sonra birazcık rehâvete kavuştuğunda, kendisi beklenmedik şeyler söyleyebiliyor. Meselâ daha Ukrayna savaşı başlamamışken, Amerika hep “Savaş geliyor, savaş geliyor” derken, bir basın toplantısı yaptı Biden ve orada da bir gaf yaptı; dedi ki: “Bizim politikamız tabii Rusya’ya karşı çok sert olacaktır, ama Rusya’nın yapacağına bağlı olarak sertleşeceğiz. Meselâ Ukrayna’da küçük bir toprak alırsa başka türlü davranırız, bütün Ukrayna’ya girerse, yani Donbass ötesi bir yere girerse daha farklı olur” dedi. Birdenbire gene çok ciddî bir tepki oluştu. Sanki Donbass’ı alması ve Ukrayna’ya küçük bir askerî operasyon yapmasına Amerika karşı çıkmayacakmış gibi bir hava oluşturdu çünkü Biden. Yani bu gafları sık sık yapıyor ve Biden’ın bu gafı hafta sonuna damgasını vurdu; Pazartesi, Salı bunu konuştuk. Bir de şunu söyleyeyim: Meselâ hafta sonu Oscar’lar vardı, değil mi? Amerika’da en büyük olay Oscar’lar, magazin değeri olan bir şey ve çok da ilginç bir şey oldu: Will Smith tokat attı Chris Rock’a, bütün bunlar konuşuluyor; ama Oscar’dan bir saat öncesine kadar acaba Zelensky Oscar’daki insanlara konuşacak mı? Zelensky Hollywood’a canlı olarak bağlanacak mı?” diye sosyal medyada, sonra CNN’de bile bir tartışma döndü. Yani Oscar’larda bile, Hollywood’da bile Zelensky konuşuluyor — ki Zelensky geçen hafta da konuştu. Artık tam bir yıldız; yani herkesin görmek istediği, herkesin belâgatine hayran olduğu, bütün dünyanın kahraman olarak gördüğü bir lider. “Acaba Oscar’lara da bağlanacak mı?” diye…

Ruşen Çakır: Ama Sean Penn, “Eğer bağlanmazsa, aldığım ödüllerin hepsini eriteceğim” demiş galiba. 

Ömer Taşpınar: Evet, Sean Penn çok aktivist biri  ve kendisi Ukrayna’daydı, bir belgesel çekecek diye biliyordum. Bu konularda zâten en ön planda olan birisi; ama Hollywood’u temsîlen öne çıkan Sean Penn aslında Hollywood’la hafiften sorunlu bir isim; fakat Hollywood daha konvansiyonel. Genel Hollywood’da bile böyle bir hava olması gösteriyor ki Amerika hâlâ Ukrayna ile sürekli nefes alıp veriyor. Enflasyon meselesi bile… burada petrol fiyatları, benzin fiyatları çok arttı, geçen hafta onu da söyledim: Beyaz Saray buna hep “Putin’in enflasyonu” demeye başladı. Yani Putin’in açtığı savaşın getirdiği enflasyon. Sanki ondan önce enflasyon yokmuş gibi. Yani bir şekilde her şeyi Ukrayna’ya ve Rusya’ya bağlama eğilimi var şu anda Beyaz Saray’ın… 

Ruşen Çakır: Şimdi bu söylediğin var ya? Hani “Enflasyonu bile gölgeliyor” lâfın… Şimdi bizde MetroPOLL’ün en son yaptığı kamuoyu yoklamasında gördüm: Vatandaşa soruyorlar, “Savaşı kim çıkardı, kim sebep oldu?” diye, %50’den fazlası ABD diyor. ABD ve NATO diyor. 

Ömer Taşpınar: Dün konuştuğumuz mevzû. 

Ruşen Çakır: Yani şimdi, “Kendi ülkesindeki enflasyonu gizlemek için Rusya’yı Ukrayna’nın üzerine saldırttı” şeklinde yorumlar da pekâlâ gelebilir. İstanbul’daki görüşmelere ne diyorsun? Bayağı bir etkili olmuş gibi gözüküyor. İki gün sürmesi gerekirken bir günde bitti ve ilerleme kaydedildiği söylendi. Hattâ Ukrayna sözcüleri bu görüşmelerin ardından Zelensky ile Putin’in görüşme ihtimâlinin arttığını söylediler vs.. Ne diyorsun? Bu bayağı ilginç. Bir olay oldu sonuçta dün İstanbul’da. 

Ömer Taşpınar: Kesinlikle. Bu dün bahsettiğim haber kanallarında ve bugün de Washington Post’ta, New York Times’da ilk haber olarak İstanbul görüşmesi var ve buradan çıkabilecek bir sonuç üzerine beklentilerin arttığı bir döneme giriyoruz. Şimdi önce sâhada ne oluyor bir onu konuşalım. Çünkü sâhadaki gelişmelere bağlı olarak, Ukrayna’da savaşa bağlı olarak bu görüşmeler bu kontekst içinde yapılıyor. Geçen hafta genel hatlarıyla Rusya’nın bir şekilde bu savaşta istediğini elde edemediğini ve güneyde Mariupol’ü bombalarken Kiev’de durduğunu, yani Kiev’i almasının çok zor olduğunu konuşuyorduk. Geçen haftadan bu yana Kiev’in banliyölerinde Rusya daha da geriledi. Meselâ Kiev’in kuzeyinde Çernihiv’e doğru Irpin gibi bir banliyö, Ukrayna ordusu tarafından ele geçirildi. Yani Kiev’i kuşatma, Kiev’i alma, o meşhur 60-70 kilometrelik, “kırk mil” dediğimiz Rus konvoyu, o herkesin beklediği Kiev’in düşme ânı gerçekleşmedi. Gerçekleşmediği gibi, Rus ordusu bir bakıma artık Kiev’i almaktan vazgeçiyor konuma geldi ve konsolidasyonu güneyde ve Donbass bölgesinde yapmaya karar verdi. Bunu askerî makamlar ve ilk defa kameraların önüne çıkan Rusya Savunma Bakanı Şoygu –kendisi biliyorsun, bâzı dedikodular vardı, iki hafta yoktu, “Kalp krizi geçirdi” diye–, kendisi ekranlara çıkarak bunu söyledi; Genelkurmay yetkilileri de, “Şu anda bizim önceliğimiz Kiev değil, Kiev’deki operasyonlara ara veriyoruz” dedi ve Donbass bölgesine, güneye inmeye başladı, güneyde konsolidasyon yapmaya çalışıyor; ama Mariupol şehri, bütünüyle bombalanan şehir hâlâ ele geçirilemedi. Dolayısıyla lojistik açıdan, operasyonel açıdan Rusya için hâlâ geçen hafta söylediğimin arkasındayım: Ciddî bir hezîmet söz konusu. Hezîmet kelimesini hafife almamak lâzım; zîra 15 bin asker kaybettiğinden bahsediliyor. 15 bin rakamı çok sık duyulmaya başladı. Bunu Ukrayna söylüyor. Avrupa Birliği, NATO, “10 bin ilâ 15 bin arasında” diyor. 10 bin olsa bile, hadi 8 bin askerini kaybetmiş olsa bile, 8 bin asker kaybetmek, 7 tâne general kaybetmek, 8 tâne albay kaybetmek… bütün bunlar Rusya’nın aslında cephede başarılı olamadığının bir göstergesi. Ve Ukrayna ordusu başarılı bir savunma içinde. Daha da fazla destek geliyor — hem NATO’dan hem Amerika’dan. Dolayısıyla şu anda bir tıkanma var; yani iki tarafın da statükoya geldiği, daha fazla ilerleme kaydedemedikleri bir yerdeyiz. İşte, İstanbul’daki görüşme bu nedenle önem kazandı. Çünkü Rusya askerî hedeflerini azalttı. “Kiev’e girmek yerine belki de Doğu Ukrayna ile Batı Ukrayna’nın ayrılması, Ukrayna’nın ikiye bölünmesi gibi bir senaryoya doğru gidiliyor” spekülasyonları çerçevesinde yapıldı. Ve İstanbul’daki görüşme bu açıdan değer kazandı. Şimdi, İstanbul’daki görüşme Türkiye açısından tam olarak bir arabuluculuk görüşmesi değil. Çünkü Türkiye masada değil. Türkiye misâfir ediyor konumda. Bu önemli bir fark; yani arabuluculuk yaptığında, meselâ masada oturup iki tarafın birbiriyle konuşmasını sağlıyorsun. Ama Türkiye’nin yaptığı şey, İstanbul’da bir bakıma iki tarafın direk konuşmasını sağlayan bir evsâhipliği, bir platform sağlama, bir platform sunma görevi. Bunun altını özellikle çiziyor Amerikan basını. Yani Türkiye, Erdoğan orada bir konuşma yaptı ve “Sizlerden iyi haber bekliyoruz, bütün dünya sizlerden iyi haber bekliyor” dediği konuşmasını televizyonlar canlı verdi burada. Ama arkasından, masada Erdoğan yoktu, Çavuşoğlu da yoktu; iki taraf birbiriyle konuştu. Ve önemli bir konuşma oldu. Anladığım kadarıyla şu âna kadar her ne kadar bir soru işâreti konulsa da, bir ilerleme kaydedilmiş. İlerleme nedir? Ukrayna yavaş yavaş artık NATO’ya üye olmayacağını kabullenmiş durumda. Ukrayna için NATO bir hayal. Ukrayna yavaş yavaş bunu anayasasına da getirecek ve belki de parlamentosunda bir barış sağlanabilirse oylama olacak ve bunu Rusya’ya, dünyaya, “Ben NATO üyeliğinden vazgeçiyorum” diye duyurması gerekecek. Ama Ukrayna ne istiyor? Ukrayna bunun karşılığında bâzı güvenlik garantileri istiyor. NATO’da değil; ama meselâ Kıbrıs’ta garantör ülkeler vardı ya? Kıbrıs’ta İngiltere, Yunanistan ve Türkiye garantör ülkedir, hep bunu konuşuruz. Garantör ülkeler olmasını istiyor Ukrayna. Barışı garanti edecek, yani Rusya’nın bir daha askerî saldırı yapmasına engel olacak güvenlik garantileri istiyor. Bunları kimden istiyor? İlginç bir şekilde Almanya’nın adı geçiyor, Polonya’nın adı geçiyor, Türkiye’nin adı geçiyor. Amerika’nın en direk yoldan adı geçiyor. Dolayısıyla Türkiye aslında Ukrayna’nın çok güvendiği bir ülke konumunda şu anda. Bunda Bayraktar’ların tabii ki satılan SİHA’ların bir önemi var ve Türkiye’nin Amerika’nın gözünde de, “S-400’leri yollayın” diyecek kadar, dün de konuştuk, iyimser bir Amerika var. Türkiye’nin Ukrayna’da bir rol oynayabileceğini düşünüyor, Ukrayna’nın kendisi de düşünüyor — o açıdan bir başarı söz konusu. Polonya masada, Almanya masada, tabii ki Amerika da masada.  

Ruşen Çakır: Ömer, geçen hafta da biraz konuştuk, yine sorayım: O günden bugüne dış politikada Erdoğan’ın daha fazla öne çıkıyor olması ve dünya tarafından da biliniyor olması ve belli anlamlarda da herhalde takdir ediyorlardır. Bu toplantıya ev sâhipliği yapmak da başlı başına herhalde Erdoğan’ın lehine bir puan olarak yazılıyordur. Bütün bunların Türkiye’deki siyâsete ve seçimlere etkisi olup olamayacağı konusunda, birçok kişi, kestirmeden, “İnsanlar cebine bakar, dış politika karın doyurmuyor” falan deyip olayın anlamı olmadığını söylüyorlar; ama ben, biliyorsun bunun pekâlâ seçmen davranışlarında etkili olabileceğini düşünüyorum. Sen ne dersin?  

Ömer Taşpınar: Şimdi, dünya ile kavgalı bir ülkeden, yani bütün komşularıyla sorunlar yaşayan, Amerika ile Avrupa Birliği ile ciddî sorunlar yaşayan, Rusya’ya yaklaşmış bir Türkiye’den, yavaş yavaş dünya ile barışık, komşularıyla barışık, İsrail’le, Yunanistan’la, Ermenistan’la barışma yönüne girmiş, Almanya ile ciddî diplomasi yürüten bir duruma… Avrupa Birliği’ne, “Bizi alın, bizi acele bir şekilde alın” mesajını veriyor Erdoğan. Amerika ile ilişkilerde iyileşme var, “S-400’leri Ukrayna’ya verin” diyebilecek kadar bir iyileşme var; bu bir hayal, böyle bir şey olacağı yok, ama bir iyileşme olduğu kesin. Burada bir küçük parantez açayım: Erdoğan NATO’da Biden ile görüşemedi tam olarak ve Biden Erdoğan’ı bu İstanbul’da Dolmabahçe’deki zirve sonrasında aramadı; yani bir bilgilenmek için, “Ne oluyor ne bitiyor?” diye aramadı. Halbuki İsrail de arabuluculuk yapıyor. Meselâ Naftali Bennett arabuluculuk yapıyor ciddî bir şekilde ve bir de İsrail koridoru var, İsrail üzerinden de giden bir yer var ki orada Naftali Bennett ile Volodemir Zelensky arasındaki arkadaşlık önemli. Zelensky bildiğin gibi Musevî ve Naftali Bennett ile bir arkadaşlıkları var. Naftali Bennett aynı zamanda Putin ile de çok sık görüşebilen biri. Naftali Bennett’e Biden ile de çok sık konuşuyor. Naftali Bennett’i Biden Netanyahu gittiğinden beri kucakladı bayağı. Netanyahu’nun gitmesi Biden’ı çok sevindirdi, Amerika’da Demokratları sevindirdi. O derecede tabii ki bir yakınlaşma yok Türkiye-Amerika arasında. Biden aramıyor, niye aramıyor? Demin söylediklerim nedeniyle. Türkiye arabuluculuk değil ev sâhipliği yapıyor. Yani misâfir ediyor onları. Biden veya Amerikan Dışişleri Bakanlığı, durumu öğrenmek için, Ukrayna ile Rusya arasında ne olduğunu öğrenmek için Ukrayna Dışişleri Bakanı ve Ukrayna Savunma Bakanı ile konuşuyor. Ama Türkiye’nin bütün bunlara rağmen bana göre profilinin çok iyileştiği bir döneme giriyoruz. Yani NATO içinde prestijinin arttığı, dünya genelinde Erdoğan’ın daha az eleştirildiği, Türkiye’deki insan haklarının, insan hakları sorunlarının, Türkiye’deki otoriter gidişâtın Türkiye’nin jeostratejik önemi nedeniyle daha az ön planda olacağı bir döneme doğru gidiyoruz — bütün bunlar Erdoğan açısından bir avantaj. Şimdi bu avantajı nakite çevirebilir mi? Bu avantajı paraya çevirebilir mi? Asıl sorun burada. Dış yatırım döner mi Türkiye’ye? Bence seçimleri etkileyecek soru bu. Ben şeye katılıyorum; sokaktaki insan, Türkiye’ye yabancı liderler geliyor diye birazcık gurur duyar, ama arkasından gene petrol fiyatı, et fiyatı, süpermarkete gittiğinde “Lânet olsun” der. Onları etkileyecek şey, sokaktaki insanı etkileyecek şey, birazcık bu prestijin, dış politikadaki bu prestijin ülkeye yatırıma dönmesi. Yani birazcık işsizliğin azalması, birazcık enflasyonun durması. Buralarda henüz bir ilerleme yok. Çünkü Erdoğan bu konularda, mâlî konularda, ekonomi konusunda, dış yatırım gibi konularda henüz daha beklenen adımları atmıyor. Önemli adım olarak Avrupa Birliği ile ilişkiler düzelsin istiyor ki orada bir ivme potansiyel olarak kazanılabilir. Yani Almanya’nın başına Sosyal Demokratlar geldiği zaman, Almanya’da sosyal demokrat bir yönetim olduğu zaman Türkiye’nin Avrupa Birliği şansı hep artar. Hatırlarsan, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile görüşmelere başlaması Schröder ve Fischer döneminde, Joschka Fischer döneminde. Yani SDP, Sol ve Yeşiller koalisyonu ile olmuştu. Bugün gene öyle bir koalisyon var ve Olaf Scholz ile Türkiye’nin kurduğu iyi bir ilişki var. Almanya eğer Türkiye’nin Avrupa Birliği mâcerâsına birazcık omuz atalım, birazcık buna destek verelim derse, Türkiye’de şu Merkez Bankası’nın politikaları da birazcık rasyonel bir yere gelirse, Türkiye birazcık daha rasyonel adımlar atabilirse, mâlî konularda o zaman dış yatırım gelebilir. O zaman gerçekten artık bir yıl sonra yapılacak seçimler bir ekonomik hava değişebilir. Tabii turizm geliri azalıyor Türkiye’de, petrol fiyatları çok arttı. Yirmi milyar dolarlık bir zarardan bahsediliyor, tahıl, tarım fiyatları… Yani Ukrayna ve Rusya dünyanın tahıl ambarı, tahıl deposu. Bütün Ortadoğu’da şu anda ekmek fiyatları artıyor. Bütün bunlardan Türkiye çok etkileniyor; zâten enflasyonu %60’larda bir ülke. Geçen gün Mısır’a baktım. Mısır’ın enflasyonu çok arttı diyor, kaç diye baktım Mısır’ın enflasyonuna: %7. %7 enflasyona Mısır’da çok arttı diyorlar. Türkiye’de %50 civarında bir enflasyon var. Bu şartlarda Erdoğan’ın çok başarılı olması zor; ancak dışarıdan yatırım gelmesi gerekiyor. 

Ruşen Çakır: Ömer, demin Bennett’ten bahsettin, İsrail Başbakanı’ndan. İlginç şeyler oluyor, sürekli ilginç şeyler oluyor Ortadoğu’da. Şimdi biz “Transatlantik”te uzun bir zamandır Biden yönetiminin Ortadoğu’dan çekileceğini, çekilmek istediğini konuşuyorduk; ama sürpriz bir zirve oldu — en azından benim açımdan sürpriz bir zirve. İsrail, ABD ve Arap zirvesi olarak adlandırabiliriz herhalde, değil mi? İlginç bir zirve oldu ve Amerikan Dışişleri Bakanı da oraya gitti. Arap dünyasından kimler vardı? Fas’ı hatırlıyorum, Bahreyn vardı galiba. 

Ömer Taşpınar: Birleşik Arap Emirlikleri. 

Ruşen Çakır: Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail ve ABD. Nedir bu? Niye yapıldı? Ne oldu orada? Yani şimdi zâten bir yakınlaşmalar olduğunu biliyoruz İsrail ile Körfez ülkeleri vs.; zâten Fas’ın durumu öteden beri İsrail konusunda diğerlerinden farklı, ama ABD de işin içerisine girince ilginç bir buluşma oldu. Neydi bu, ne çıktı? Bir şey çıktı mı? 

Ömer Taşpınar: Şimdi bu toplantı, İsrail’deki bu zirve, bir bakıma İsrail’in Ortadoğu’da Arap ülkeleriyle normalizasyonunun bir göstergesi olarak bir sembolü, bunun bir taçlandırılması olarak ele alınabilir. Yani ilk defâ, tahmin ediyorum İsrail târihinde ilk defâ, Mısır, Ürdün zannediyorum oradaydı, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas liderleri bir araya gelip dışişleri bakanı seviyesinde bir zirvede toplanıyorlar. Bu İsrail’in bence hem dünyaya, ama özellikle de İran’a bir mesajı, Amerika da masada. İran’a verilen mesaj şu: Karşında sadece İsrail ve Amerika yok, aynı zamanda İsrail ve Amerika’yla, özellikle İsrail’le artık ilişkilerini bütünüyle normal boyuta getirmiş, hattâ gerekirse ticâret ötesi stratejik konuları, askerî konuları bile konuşabilen bir Körfez, bir Mısır, Kuzey Afrika’da bir Fas var” — bu mesajı İran’a vermek. İran’a bu mesajı vermek neden önemli? Zîra Biden yönetimi –eli kulağında deniyor– İran’la nükleer anlaşmada istediği yere gelmiş gibi gözüküyor. Hâlâ bir iki pürüzden bahsediliyor. Özellikle bu İran Devrim Muhafızları’nın terörist listesinden çıkarılması ve yaptırımların hangi zamanlamayla azaltılacağı konusunda teknik detaylarda bazı pürüzler olmasına rağmen, büyük konularda ciddî bir ilerlemenin yaşandığı Viyana diplomasisi, İran’la Batı arasında nükleer diplomaside artık son aşamaya gelindi ve Amerika bir an evvel İran petrolünün dünya piyasalarına girmesini istiyor. Çünkü petrol fiyatları mâlûm kriz nedeniyle 130 dolarlar seviyesine çıktı. Bir an evvel piyasaya daha fazla petrol gelsin ki petrol fiyatları düşsün istiyor Amerika — Amerika’daki enflasyon nedeniyle. İran’ın da şu anda dünya piyasalarına günde getirebileceği iki milyon varil daha fazla petrol hacmi var. Bu nedenle petrol fiyatlarının düşmesi Amerika’nın stratejik tercihi. Tabii bu İsrail’i rahatsız ediyor, Körfez’i de rahatsız ediyor. Çünkü İsrail ve Körfez, İran’ın güçlenmesinden, İran’ın daha fazla petrol satmasından, İran’ın nükleer konuda bir bakıma tekrar Obama yönetiminde olduğu gibi meşrû bir yere gelmesinden rahatsız. İran’ın ayını zamanda balistik füzelerinden, Hizbullah ve Hamas’a verdiği destekten, bölgedeki vekâlet savaşlarında özellikle Yemen’de Husiler’e verdiği destekten son derece müştekî Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan. Neredeyse her ay Suudi Arabistan’a Husiler’in yolladığı bazı füzeler düşüyor. Amerika bu açıdan Suudi Arabistan’ın hep güvenliğini garanti etme durumunda. Birleşik Arap Emirlikleri’ni de koruma durumunda ve Birleşik Arap Emirlikleri ile Suudi Arabistan’ın beklentileri, Yemen’deki bu İran’ın desteklediği Husiler’in terör örgütü olarak tekrar kabul edilmesi. Biliyorsun bunları Trump terör örgütü ilan etmişti, Husiler’i; ama Biden gelince, orada yaşanan insanlık felâketi, yüz binlerce çocuk, insan orada açlık sınırında. Ukrayna nedeniyle belki unutuyoruz, ama Yemen’de yıllardan beri devam eden, en azından Ukrayna’dakinden daha da fazla insanlık dramı var. Ve bu dram, bu açlık nedeniyle Biden, “Bunu terör örgütü olmaktan çıkaralım dedi. Bu Husiler terör örgütü olursa oraya uluslararası örgütler giremiyor, Amerika’nın bir şekilde finansal yaptırımlarına uğramaktan korkuyorlar, bir sürü ülke bu nedenle aslında Husiler’in terör örgütü ilân edilmesini istemiyordu. Biden bundan geri adım attı. Geri adım atınca Husiler birazcık daha güçlenmiş konuma geldi, sâhada da güçlü durumdalar. Suudi Arabistan’a, Birleşik Arap Emirlikleri’ne saldırınca, Suudi Arabistan’daki beklenti, Biden’ın tekrar bunları terör örgütü ilan etmesi. Biden onu yapmıyor, onu yapmayınca bu sefer Suudi Arabistan’ın başındaki Muhammed Bin Salman ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin başındaki Muhammed Bin Zayid Biden’ın telefonlarına bile çıkmıyor. Bununla ilgili bir haber yapıldı Wall Street Journal’da; Biden telefon ediyor Muhammed Bin Salman telefona çıkmıyor gibi bir haber yapıldı. Aynı şey MBS nedeniyle, Muhammed Bin Zayid için de yapıldı. Niye? Çünkü Biden petrol üretmelerini isteyecek, daha fazla petrol pompalayın diyecek, onlar da petrol kartlarını kullanıyorlar Amerika’ya karşı. Bu konjonktür içinde İsrail’deki toplantı yapıldı. Dışişleri Bakanı Blinken Amerika’yı temsil ediyor ve şu anda zannediyorum ya Fas ya da Cezayir’e gidecek. Önce Fas sonra Cezayir olabilir. Oralarda da Fas’ı bir bakıma onore etmek söz konusu. Biden yönetimi Batı Sahra sorununu ciddiye almak istiyor, Fas’ın Cezayir’le yaşadığı önemli bir sorun bu. Türkiye’de hiç konuşulmuyor, ama Batı Sahra meselesi Fas ve Cezayir için çok önemli bir mesele. Orada Amerika bir arabuluculuk yapmak istiyor. Yani bir yandan da bu Ortadoğu platformu, Ortadoğu’daki meseleler Biden yönetiminin gündeminde. En son olarak da şunu söyleyeyim: Antony Blinken Ramallah’a gitti, Mahmut Abbas ile konuştu. Mahmut Abbas kendisine son derece sitemkâr bir şekilde, “Ukrayna için yaptığınız şeyleri takdir ediyoruz, ama bunun onda birini Filistin için yapmadınız” dedi. “Filistin yerle bir edildi, İsrail uçakları burada binlerce sivil öldürdü, ama hiçbir zaman İsrail’e karşı aynı yaptırımları, aynı sertlikte hiçbir şey söylemediniz. Filistin halkının acısını hiçbir zaman gündeme getirmediniz” diyerek son derece sitemkâr bir konuşma yaptı. Bu da aslında İslâm dünyasındaki, Arap dünyasındaki havayı biraz yansıtıyor. Ukrayna’da yaşanan dram, tamam, bütün dünyanın gündeminde; ama Yemen’deki dram, Filistin’deki dram, Suriye’deki dram, daha önce Irak’taki dram hiçbir zaman dünyanın gündemine getirilmedi sitemi birazcık da Arap dünyasının, Arap şehirlerinin kalbî duygularını yansıtıyor. 

Ruşen Çakır: Evet Ömer, burada noktalayalım. Gönül olamadı, haftaya olacağını tahmin ediyorum ve umuyorum. Ve yine iyi bir yayın oldu, çok teşekkür ediyoruz, izleyicilerimize de teşekkürler. Haftaya buluşmak üzere, iyi günler.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.