Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ekonominin temel sorunları ve çözüm önerileri – İYİ Parti Ekonomi Politikaları Başkanı Prof. Dr. Bilge Yılmaz ile söyleşi

Ruşen Çakır, İYİ Parti Ekonomi Politikaları Başkanı Prof. Dr. Bilge Yılmaz ile ekonominin temel sorunları ve çözüm önerilerini tartıştı.

Spotify’dan dinleyebilirsiniz:

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz 

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. İYİ Parti Ekonomi Politikaları Başkanı Prof. Bilge Yılmaz stüdyo konuğumuz. Kendisiyle Türkiye ekonomisinin temel sorunlarını ve çözüm önerilerini konuşacağız. Sizler de, sorularınız ve yorumlarınız varsa, bunları Medyascope’un ve benim Youtube sayfamdan yayının içerisinde canlı yayın sırasında sorularınızı yöneltebilirsiniz. Bunları da Bilge Bey’e soracağız. Hoşgeldiniz, sizinle burada 2 Ocak’ta bir yayın yapmıştık, bayağı ilgi görmüştü. Benim tahminimden daha fazla ilgi görmüştü açıkçası. 24 Aralık’ta İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı olmuştunuz ve sıcağı sıcağına konuşmuştuk. Ama orada daha çok daha yeniydi ve aradan geçen zaman içerisinde alıştığınızı da varsayıyorum. Bütün bu süreçte, parti içerisinde ve dışında da birçok kere, Meral Akşener ile birlikte de birçok toplantı yaptınız. Bu arada sizin düzenlediğiniz ve İstanbul’da tüm gün süren ekonomi çalıştayları diyeyim, bayağı büyük şeyler de oldu. Bütün bunların ışığında, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Wharton School’dan gelen Bilge Yılmaz siyâsete alıştı mı? Benimsedi mi? Nasıl oldu? 

Bilge Yılmaz: İlk önce dâvetiniz için çok teşekkür ederim. Evet, üç ay geçti, ama sanki çok daha uzun bir zaman geçmiş gibi geliyor. Şimdi yapılacak çok iş var Türkiye’de; çok zor bir dönemden geçiyoruz, ama büyük bir coşkuyla hazırlanıyoruz. Parti içinde, ben de partideki diğer arkadaşlarla birlikte çalışma imkânı buldum bu geçtiğimiz bu üç ay içinde, Ocak başından beri. İki tâne başkanlığımız var: Ekonomi ve Kalkınma Politikaları. İki ayrı başkanlık, iki başkanla çok uyumlu bir şekilde çalışıyor. Kalkınma Politikaları Başkanı arkadaşımızla ben genelde hemen hemen her gün birlikteyiz. Etkili bir şekilde çalışıyoruz, büyük bir şevkle, çok iyi gidiyor; gene partinin içinde çeşitli görevlerde olan, meselâ milletvekili görevinde olan arkadaşlar var; ekonomiyle alâkalı onlarla da fikir teâtîsinde bulunuyoruz.  Benim için tabii bir öğrenme süreci; yani bu uzun da sürecek bir süreç benim için, yani şimdi insanın ellerine gelip, bir anda politikacı olamıyor. Öğreniyorum, ama benim bir anlamda teknokrat bir görevim var. Benim amacım Türkiye’yi içinde bulunduğu kötü durumdan çıkarmak, o politikaları uygulamak, onları geliştirip tasarımını yapmak ve uygulamak. Bu anlamda, o iyi bildiğim bir iş, ona büyük bir şevkle çalışıyorum. Ama aynı zamanda da bu işin politika tarafını da öğreniyorum. Dediğiniz gibi Genel Başkanımız Meral Akşener Hanım’la beraber Türkiye’yi geziyoruz. İki gün önce İzmir’deydik; o esnaf ziyaretleri yapıyor, ben Organize Sanayi Bölgesi’ne gittim, Ticaret Odası’nda ve sanayide, bu işteki önemli bireylerin dertlerini dinledik. “Nasıl kalkındırabiliriz, problemleri neymiş?” diye, yerinde gördük. Çok heyecanlı çalışıyoruz, bence çok iyi gidiyor.

Ruşen Çakır:  Şimdi bir izleyicimiz size sormuştu — yayından önce gelen bir soru bu: Siz İYİ Parti’desiniz, ancak partiniz bir ittifakın içinde ve en azından CHP var. Saadet Partisi, Demokrat Parti ve belki de Gelecek ve DEVA partileri var. Ve bu partilerin hemen hemen hepsinin ekonomiyle ilgili kurmayları var, sorumluları var. Mesela DEVA Partisi’nin Genel Başkanı Ali Babacan’ın zâten en büyük iddiası ekonomi. Nasıl bir koordinasyon var? Var mı?  Nasıl oluyor? Çünkü İYİ Parti iktidâra gelecek olursa tek başına gelmeyecek, onu görüyoruz.

Bilge Yılmaz: Şimdi zâten bunlar bağımsız birer parti. Bu partilerin bâzıları daha yeni kurulmuş, seçime girmemiş; biraz onların tabii ki kendi kimliklerini bulmaları lâzım. Bağımsız çalışmaları lâzım. Bu, saygı duyulması gereken bir şey; biz de çok eski parti değiliz, ama bizim seçime girmişliğimiz var, daha büyük bir oy potansiyelimiz var — en azından kamuoyu yoklamalarında çıkan. Sonuçta bu partiler bağımsız partiler ve tabii kendi çalışma gruplarını kuracaklar. Her konuda hemfikir olmak zorunda da değiller. Zâten o sıra ayrı partilerde olmazlardı. Ama tabii ki aynı zamanda gerçekçi olmak lâzım; yani biz İYİ Parti’nin ekonomi kadroları olarak iktidara tek başına gelecekmişiz gibi hazırlanıyoruz, çünkü her konuda hazır olmamız lâzım. Ama bir gerçekçi yönü var; biz bir ittifak içinde seçime gireceğiz. Burada da bahsettiğiniz gibi iki büyük parti var. Yani “büyük” derken, sâdece oy potansiyeli açısından söylüyorum,diğer arkadaşları kötü hissettirmek amacıyla söylemiyorum; özrümü kabul etsinler, yani kırarsam onları. Burada CHP’yle ve diğer partilerle ortak hareket edilecek tabii ki. Şimdi, oradaki ekonomist arkadaşların çoğuyla ilişkimiz zâten var. Bunlar tanımadığımız insanlar değil. Onlar bizi tanıyor, biz de onları tanıyoruz. Şimdi bir arada çalışmak için bir problem yok; yani çalışmamak için bir neden yok. Burada önemli olan, sorunlu alanları doğru belirlemek, çözümleri doğru belirlemek ve liyâkatli insanları doğru görevlere getirmek; yani bizim kadrolarımız içinde şu insan oraya gelecek en iyi insan değilse, başka bir partinin bir görevlisi o konuda daha iyi bir uzmansa, biz onun önünde durmayız. Öyle bir şeyimiz de yok; önemli olan Türkiye’nin sorunlarını çözmek. 

Ruşen Çakır: Şimdi sorular gelmeye başladı.  Benim bir sorum vardı, onu sonraya bırakayım. Çünkü enflasyonla ilgili çok önemli bir soru. Aslında onunla başlayalım, izleyicilerimizin soruları da var. O da çok basit aslında: Merkez Bankası klasik piyasa beklentilerini açıkladı. Yıl sonu enflasyonu %46,44; dolar kuru 16,85 TL olarak açıkladı. Ben ekonomiden pek anlamayan birisi olarak, bunlar bana çok iyimser geldi. Tabii işin uzmanı olarak size soracak olursam, yılsonu enflasyonunun %46,44, dolar kurunun 16,85 olması hakkındaki Merkez Bankası açıklaması için ne diyorsunuz?

Bilge Yılmaz: Tabii bu kimin işbaşında olacağına göre değişir. Yani bizim takımımız yarın sabah ekonomi yönetimini devralsa, o enflasyon hedefi ulaşılabilir bir hedef mi? Evet, hattâ ben daha iyisini yapabileceğimizi düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Ama 46’dan da aşağıya indirebiliriz diyorsunuz?

Bilge Yılmaz: İndirebiliriz. Ama eğer şu an ki yapılan uygulamalar, politika –ya da buna politikasızlık demek daha doğru– devam ederse, hayal görüyorlar. Ama yani şu sayıların ulaşılmaz olması onlar için çok bir şey ifâde etmiyor. Şimdi bir kere onların performansına bakalım. Bir yıl önceki tahminleri neymiş?  Ona da bakarsanız, tahminleri hiç alâkasız yerlere gidiyor. Yani onlar… Nisan ayında, Temmuz ayında, Ekim ayında, yılsonu enflasyonu… o kadar yanlışla bitmişler ki, 18 demişler 36 bitmiş. Yani insanların başarı geçmişi önemlidir. Şu anki iktidardaki ekonomi kurmayları, kadroları, her öngörüsünde haksız çıktı, yanıldılar, hem de çok büyük yanıldılar. Yani şimdi bakarsanız, onların önemli kurmaylarından biri –yanlış hatırlamıyorsam Aralık sonuydu, Ocak ayına girmek üzereydik–, “Ocak ayında eksi enflasyon gelecek” dedi. Yani çok özel bir Ocak’tı, yani 1970’lerden beri son 50 yılda Türkiye’de kaç ay enflasyon eksi geldi? Bir düşünmek lâzım. Ondan sonra ne oldu? Aylık enflasyonu en yüksek aylarından biri çıktı. Yani çok özel bir ay olacaktı, dediğinde haklıydı, ama tam tersi istikamet; yani bunların hiçbiri ciddîye alınmaz. Bakın, önemli olan, burada problem, şu an Merkez Bankası ve diğer ekonomi birimleri Türkiye’de enflasyonu düşürmeye çalışmıyor. Çalışıyorsalar da akıllarına gelip yaptıkları hiçbir politika enflasyonu düşürmeye yönelik değil; yani şu gittiğimiz yolda enflasyon düşmesi mûcize olur, yani politikaların değişmesi lâzım.

Ruşen Çakır: Meselâ ne yapmaları gerekiyor? İlk akla gelen ne yapmaları gerekiyor? Ya da siz iktidâra bugün gelirsek ne diyorsunuz?

Bilge Yılmaz: Şimdi iki farklı şey var. İki sorunuzun cevâbı farklı. Şu andaki ekonomi kadrolarının, Cumhurbaşkanı liderliğinde oluşan ekonomi kadrolarının yapacağı şeyler çok aşırı olmak zorunda. Niye? Şimdi bakın, enflasyonda çeşitli etkenler var; işte dersiniz ki petrolürünleri arttı, çünkü uluslararası petrol fiyatı arttı, ya da TL dolara karşı değer kaybetti, onun bir geçişkenliği falan filan… Ama bir başka önemli etken var; o da insanların beklentileri. Eğer insanlar çok yüksek enflasyon bekliyorlarsa, onu kırmak çok zor; başlı başına enflasyon yaratır, çünkü ben enflasyonun açığını düşünüyorum, ona göre pazarlığımı yapıyorum, fiyatlarımı ona göre belirliyorum, filan falan… Şimdi, Türkiye’de enflasyon son yıllarda kötü yönetildiği için ekonomide kalıcı hâle geldi. Yani şu an enflasyon beklentisi nedir dense, insanlar çok yüksek sayılar söyleyecekler size. Onu kıramazsanız, işiniz zor. Şu an normalde bir ekonomik politika aynı kontrolde seyrederken,insanların genelde gelecekteki enflasyon beklentisi, geçmişteki on iki ayın gerçekleştiği rakamdır. Şimdi öyle bir ortamda, şimdi birçok insan Türkiye’ye inanmıyor derseniz, şu an bir devlet ciddiyetiyle davranalım, diyelim ki TÜİK rakamları doğru, on iki ayda % 60’ın üzerinde bir enflasyon var; birçok insan gelecekte de öyle bir enflasyon bekler, öyle olursa. Oysa enflasyon düşürmek için sizin fâizleri oraya çıkarmanız lâzım. Niye? Çünkü o zaman TL’nin değer kaybını durdurabilirsiniz, insanları tasarruf etmeye, para harcamamaya teşvik edersiniz ve enflasyonu klasik anlamda öyle kontrol edersiniz. Türkiye’de şu an fâizi oraya artırmak mümkün değil; çünkü onu yaptığınız anda ekonomide inanılmaz bir yıkıma yol açarsınız. Yani şu aşamada yapılması gereken şey şu: İnsanların beklentisini değiştirmek; sâdece Türkiye’de değil, yurtdışındaki yatırımcıların da Türkiye Cumhuriyeti’ndeki enflasyon beklentisini azaltmak lâzım. Fakat Sayın Cumhurbaşkanı liderliğinde ekonomi o kadar kötü yönetildi ki, o kadar kötü bir sicilleri var ki, şu an “Doğru politikaları uygulayacağız” deseler bile kimse inanmayacak. Uygulasalar bile, diyecekler ki: “Üç ay sonra Sayın Cumhurbaşkanı o insanı atar, başkasını getirir, gene bozarlar”. Şimdi o inandırıcılığını kaybettiği için, yapılacak fazla bir şey yok şu andaki düzenekte. Biz gelirsek ne yapacağız? Bir kere, ilk önce enflasyonla mücâdeleyi önemli kılacaksın. Şu an kendileri söylediler, “Biz Merkez Bankası’nı önemsizleştirdik, fâiz politikasının bir önemi kalmadı” diye. 

Bakın fâiz politikası çok önemli, ama doğru kullanılırsa. Şimdi ilk yapılacak şey, Merkez Bankası’nın tekrar önemini tesis etmek. Bizim kendi planlarımızda, kurallarımız var manifestomuzda: “Merkez Bankası’nın bağımsızlığı Anayasa’ya konulacak” diye. Niye? Eh gerek yok, kanunun olması yeterli; ama o kadar onu da laçka hâlegetirdiler ki. O yapılacak. Dünyaca tanınan, herkesin saydığı, enflasyonla mücâdele konusunda geçmişi temiz olan birini oraya koyacağız. Ve takımıyla –kuvvetli bir takım olacak– bu insanlar enflasyon hedeflemesine geçecek.

Ruşen Çakır: Sanki o isim hazırmış gibi söylediniz.

Bilge Yılmaz: İsim hazır. Biz, dediğim gibi, tek başına iktidara gelecekmişiz gibi hazırlanıyoruz. Ama tabii ki ittifaktaki, diğer birlik içindeki insanların konuşulacak tartışılacak daha iyi önerileri varsa, o isimlere de açığız. Yani bizim aklımızda bir isim var. Aslında takım da var, sadece bir isim değil. Şimdi bu grup geldiği zaman, ondan sonra enflasyon beklentisi kırılır. Aynı şekilde takımımızda, yurtdışında çok saygın olan arkadaşlar var. Bu insanlar da yatırımcılara anlatırlar,“Durum bu” diye. Ve amacımız Türkiye’yi sıcak para cenneti yapmak değil. Yani dışarıdaki yatırımcılar geldikleri zaman çok büyük volivuramayacaklar. Biz onun için fâizi de çok artırmayacağız. Ama ne yapacağız? Fâizi enflasyon beklentisiyle ayarlayacağız. Enflasyon beklentisini kırıp, fâizi çok artırmadan enflasyonu aşağıya indireceğiz. Bu da daha önce yapıldı. Türkiye’de de yapıldı başka ülkelerde de yapıldı. Yapılmayacak bir şey değil, ama ne gerekiyor? Saygın, sözüne güvenilir, öngörülebilir bir takımla gidip bunu uygulayacaksınız. Kimseyi şaşırtmayacaksınız; bir dediğiniz bir diğerini tutmuyorsa problem olur. Burada insanların özgeçmişleri önemli. Bunu daha önce yapmışlar mı? Güvenilirler mi? Öngörülebiliyor mu? Şu an Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’na kimse inanmıyor, güvenmiyor. Yani bu içeride de böyle dışarıda da böyle. Bu şekilde Merkez Bankası etkili olamaz; dediğim gibi enflasyonu kontrol altına almak için fâizi inanılmaz yükseltmek zorunda kalır, ona da ekonomi katlanamayacağı için başarısız olur. Yani demek istediğim: Ben şu andaki iktidar ve kadrolarının başka şeyler yapabileceğine eminim, ama enflasyonu kontrol edemeyeceklerini biliyorum.

Ruşen Çakır: Şimdi tahminimden daha fazla soru geliyor. Bu güzel; mümkün olduğu kadar hızlı hızlı gidelim. Çünkü bayağı bir soru var. Meselâ Murat Memiş şöyle bir soru sormuş: “Dolar için yüksek, biz gelince para girişi olacak ve dolar hemen düşecek deniyor. Ama doların düşmesi de ihracatçıyı vuruyor. Doları nasıl dengeleyeceksiniz?”

Bilge Yılmaz: Şimdi bakın, Türkiye Cumhuriyeti bu son yirmi yıl içinde AKP yönetimi altında böyle aşırı hareketlere çok alıştı. Bir gecede toplanıp 600 baz puan artırdılar, sonra birden düşürmeye karar verdiler ve bu inanılmaz dalgalanmalara yol açıyor. Dalgalanmalar kimse için iyi değil, önemli olan istikrar. Şu an Türk Lirası ne aşırı değerlenmeli ne aşırı değersizleştirilmeli; tarihsel olarak bakarsanız, Türk Lirası şu an aşırı değersiz konumda, yani Türk Lirası’nın bir miktar değer kazanması olabilir, ama bu da aşırıya kaçmaması lâzım. Buradaki olay şu: Siz gelen adama yüksek fâiz verip, arkasından bir de % 30 da Türk Lirası da dolara karşı değer kazanırsa, adamlar voli vurur.Amacımız kimseyi zengin etmek değil; ama insanların zenginliğinden ziyâde, biz doğru politikaları uygulamaya çalışıyoruz. Bu doğru politikalarda Türk Lirası biraz değer kazanacaktır, bir akım geldiği zaman; ama burada Merkez Bankası’nın çok büyük bir açığı var. Eksi rezervdeyiz. O rezervlerin de kapatılması lâzım. Onunla da dengeleyeceksiniz. Yani Merkez Bankası belli bir düzen içinde olacak ve bunu açıklayacağız da… böyle sürpriz bir şekilde değil. Belli bir düzen içinde, dolar dışarıdan geldikçe piyasadan dolar alarak, hem Türk Lirası’nın değerini düzgün bir şekilde çok dalgalanmadan kontrol edecek, hem de Merkez Bankası açık pozisyonunu kapatacak. Zâten Türkiye Cumhuriyeti gibi büyük bir ülkenin böyle eksi 40, eksi 60 milyar dolar rezervle gitmesi, yaşaması mümkün değil. Bunların hemen düzeltilmesi lâzım, o da… Mehmet Bey’di galiba ismi.

Ruşen Çakır: Murat…

Bilge Yılmaz: Murat Bey, özür dilerim, Murat Bey’in dediği gibi o da bir dengeye gelecek, yani aşırı bir değerlenme mevzûsu olmayacak.

Ruşen Çakır: Mehmet Salih’in bir sorusu var: “Ülkedeki inşaat rantına dayalı ekonomik model nasıl değişebilir? Muhâlefetin bunun için bir planı var mı?” diye soruyor. 

Bilge Yılmaz: Tabii ki, zâten ben ekonomi politikaları başkanlığına getirildikten sonra sizin de bahsettiğiniz kalkınmayı, kongrenin ikincisinde ben anlattım, para politikalarını; orada da son yirmi yılda yapılan talanı anlattığım zaman… yani “AKP’nin iyi kötü dönemi, AKP’nin kötü iyi kötü dönemi yok; ama kötü dönemi var, bir de daha kötü dönemi var” demiştim. Orada işte şeyi gösteriyoruz, yani şu an Türkiye’de kaliteli bir büyüme olmamasıson yirmi yılda, iyi bir sanayi ve tarım politikası olmamasından — iyi değil, ama hiçbir politikası olmamasından. Yani şu an Türkiye’nin geçmişine bakıyorsunuz; son yirmi yılda sanayinin Gayri Safi Milli Hasıla’daki oranı hiç artmamış. Yani Türkiye sanayileşmemiş. Ne artmış? İnşaat artmış. Ne yapmışsınız? Esâsen kullanılan kaynaklara bakarsanız, îmâlat sektörünün bankadan aldığı kredi oran olarak sürekli azalmış. Ne artmış? İnşaat artmış. Yani Türkiye, sanayicisini inşaat yapmaya teşvik etmiş. Adam işyerini kapatmış; fabrikasının yerine AVM yapmış. Niye? Çünkü orada çok büyük rant var. Bakın, ben kimseyi de suçlamıyorum burada; yani bunu yapan iş adamlarına söylemiyorum. İnsanlar neye teşvik edilirlerse onu yaparlar. Siz rantı teşvik ederseniz; “Orada büyük bir rant var, ben sana müsaade edeceğim, büyük îmar izni vereceğim. Ondan sonra da senin ranttan kazandığını az vergilendireceğim” derseniz, insanları ona yönlendirirsiniz. İnsanları doğru şeylere teşvik etmek lâzım; ilk önce bunu vergiyle teşvik edersiniz, bir de diğer teşvikler var. Türkiye çok fazla teşvik veriyor esâsen, ama teşvikleri yanlış yere veriyor. Türkiye Cumhuriyeti OECD ülkeleri arasında Gayri Sâfî Milli Hâsıla’ya oranla en fazla teşvik veren ülkelerden biri: sanayi, ARGE yetiştirsinler, yeni katmadeğer ürün içerisinde diye — hiçbir sonuç gelmiyor. Sonuçlar arasında da en başarısız ülkelerden biri. Niye? Çünkü bu bilimsel yapılmıyor. Para veriyorsunuz, takip etmiyorsunuz; verdiniz mi vermeye devam ediyorsunuz, ölçmüyorsunuz — bunların hepsi düzeltilecek. Burada benim vereceğim söz, biz iktidâra geldikten sonra Türkiye, bilimle kavga etmeyen, tam tersi veriye dayalı ekonomik politikalara geçecek. O zaman da bunlar çözülecek zaman içinde.  

Ruşen Çakır: Şimdi, demin ki enflasyon sorusuna verdiğiniz cevâba istinâden Yasin Özgül, “Hocam, bu kemer sıkma programı şeklinde mi olacak?” diyor enflasyonu düşürmeye.

Bilge Yılmaz: Hayır, değil; benim burada olmamın en büyük nedenlerden biri de o zâten. Yani benim gördüğüm, geçen yıl Türkiye’ye tatil amacıyla gelip gördüğüm ve bu işe müdâhil olmaya karar vermemin nedeni, esâsen vatandaşın, ülkedeki milletin içinde olduğu kötü durum. Şu an, genelde hep alışılmış bir şey vardır: IMF ile Standby anlaşması yapılır. Ondan sonra kemerler sıkılır; az gelirli vatandaşlardan fedakârlık istenir. Bakın, bu vatandaşların fedakârlık yapacak hâli yok; bu hak da değil zâten. Onun için bizim yapacağımız şu:  IMF paketi gibi bir pakettense, Türkiye’nin ihtiyâcı olan bir kalkınma hareketine girişmek. Ve burada tabii ki bazı fedakârlıklar yapılacak, ama bu fedakârlıkları fedakârlığı yapabilecek insanlardan isteyeceğiz. Şu an Türkiye’de derin bir yoksulluk var. Onun için o çok ivedi. “Türkiye beş on yıl içinde kalkınacak, bize zaman verin, her şey hallolacak, sonra alt kesimde olan arkadaşlar da yavaş yavaş refâha ulaşır” diyemezsiniz. Şu an Türkiye’de çocukların da bir kısmı –böyle lâf olsun diye söylemiyorum– gerçekten aç, yani bu çocuklarımızın bâzılarında beslenme noksanlığı var. Bu çocuklar ileride gelişimlerini tamamlayamazlar; bu şekilde hem zekâları hem eğitimi, her şeyi etkilenir. Bu çok ivedi bir şey; onun için de kemer sıkma politikası olmayacak. Ama tabii ki mâlî anlamda kemerler sıkılacak; ama nerede sıkılacak? Türkiye şu an çok yanlış yerlere para yatırıyor, onlar duracak. İsterlerse soruya girerim; ama biliyorum çok soru var, onun için girmiyorum, sorarsanız söyleyeceğim onu da.

Ruşen Çakır: Tabii ki onu da soracağım. Yine enflasyonla ilgili Fatih Karal’ın sorusu. “Enflasyonu tek hâneye indirmek kaç yılı alır?” diyor. 

Bilge Yılmaz: On iki ay içinde yaparız. Şu an iktidâra gelirsek, Nisan ortasına devralalım, bir dahaki Nisan ortasına tek hâneye iner. Fâizler de tek hâneye iner.

Ruşen Çakır: Şimdi, deminki verdiğiniz cevaptan şunu anladım: Yoksulluk olgusundan bahsedip, ama aynı zamanda da birtakım fedakârlıklar dediğinize göre, fedakârlıkları daha çok, yoksullardan değil varsıllardan mı bekleyeceksiniz?

Bilge Yılmaz: E tabii, şimdi bakın: Türkiye’nin bütçesi önümüzde, bâzı sayıları açıklamıyorlar. Bir kısım, biliyorsunuz ticârî sır sayılıyor Türkiye’de komik bir şekilde; ama aşağı yukarı sayıları anlayabiliyorsunuz. Şimdi Türkiye’nin Mâliye’sine bakarsanız; Türkiye aslında aşırı borçlu bir ülke değil. Yani Türkiye’nin çok ciddî problemleri var; ama devletin borcu onlardan biri değil. Oradaki problem borcun toplamı değil, akarı. Şu an Türkiye Hazinesi inanılmaz derecede yanlış yerlere para aktarıyor. Bunlardan biri Kur Korumalı Mevduat.Benim tahminim, sene sonuna kadar aşağı yukarı 200 milyar dolar para gidecek. Bu nereden gelecek? Hazine’den gelecek. Karşılığında biz bir tâne çivi çakabilecek miyiz? Bir gramlık bir yararı olacak mı birine? Hayır, Hazine’den mevduat sâhiplerine para aktarılacak. Yani… 

Ruşen Çakır: Hazine o parayı nereden bulacak?

Bilge Yılmaz: Gelecek nesillerden, vergilerden alacak. Yani fakirden de alacak zenginden de alacak; onu belirli bir kesime verecek. Ha, biz mevduat sâhibinin para kazanmasına karşı değiliz, ama piyasa kuralları içinde belirlenmeli bunlar. Niye devlet bir taraf? Yani bu Kur Korumalı Mevduat çok büyük bir yara, onu biliyorum; yani meselâ orada birkaç yüz milyar dolar para var. Aynı şekilde ve de çok daha önemli bir şekilde, Türkiye Cumhuriyeti gereksiz birçok taahhütte bulunmuş ve bunların inanılmaz derecede yüksek miktarda akarı var. İşte bu, halk arasında yap-işlet-devret diye bilinen hastaneler, köprüler, havaalanlarını, böyle gerçekçi olmayan talepler üzerinden fiyat belirleyip onları dolar üzerinden ödediğiniz zaman burada çok büyük bir kayıp olmuş.

Ruşen Çakır: Onlarda geri dönüş nasıl olabiliyor? En çok konuşulan hususlardan birisi bu. CHP’liler de bir açıklama yaptı. “Kirli borç” diye bir kavram var. Yani meselâ iktidâra geldiğinizde, Erdoğan’ın söylediği “Devlette devamlılık esastır”, işte, İngiltere’de vs.’de neydi o, ne mahkemeleri var? 

Bilge Yılmaz: Arbitrasyon.

Ruşen Çakır: Yani “vermek zorunda” dedi. Gerçekten, yeni iktidar geçmiş iktidârın bu tür yatırımlarının hepsinin borcunu, taahhüdünü yerine getirmek zorunda mı?

Bilge Yılmaz: Şimdi hayır, ama geniş bir hayır da demek istemiyorum. Çünkü şartlarına dikkat etmek lâzım. Şimdi, ilk önce, bir devletin devamlılığı esastır. Onu kenara koyalım. Türkiye Cumhuriyeti imzâlamış olduğu kontratlardaki yükümlülükleri yerine getirmek zorunda. Tabii ki devletler der ki: “Bizim paramız yok, ödeyemiyoruz, canımızı mı alacaksın?” Sonra iflâs deniyor. Ama ben iflâstan bahsetmiyorum. Yani iflâs etmemiz gerektiğini de düşünmüyorum zâten. Fakat yükümlülükleriniz kanunî olmayan yollardan tesis edilmişse, yani bir kontrat var imzalanmış, ama kontratta bâzı yolsuzluklar yapılmış, bâzılarının lehine bazı prosedür hataları yapılmışsa, orada Türkiye Cumhuriyeti’nin haklarını ve vergi ödeyen vatandaşın haklarını savunmakla biz yükümlüyüz. Benim gördüğüm kadarıyla, bizim yaptığımız analizlerin birçoğunda bu mevcut. Yani burada, biz iktidara geldiğimiz zaman, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı vergi veren vatandaşımız şu an verilmesi beklenen ödemeleri yapmak zorunda kalmayacak. Bunların hepsi masaya tek tek gelecek, ama bunun bir kısmı hukukî bir olay — o konuda da çalışıyoruz. Bu arada denetimi geri getireceğiz — bağımsız denetimi. Burada yapılan yolsuzluklar, usûlsüzlükler varsa, bunun bir de kanunî yönü var. Orada da kanunların, bağımsız hukukun üstünlüğü tesis edildikten sonra –ben hâkim de değilim savcı da değilim, hiçbirimiz değiliz– o zaman bu işleri bağımsız savcı ve hâkimlere bırakıp orada bir yargılama süreci olacaksa olacak. Bunun ekonomik kısmındaki pazarlığı, gene bizim ekonomi ve hukuk uzmanımızla yapılacak, bunlar hepsi düzeltilecek. Şu an yapılan anlaşmalı ödemeler ekonomik olarak mâkul değil. Yani bir şeye bakıyorsunuz: Yüz dolarlık şey üç yüz dolara yapılmış, altı yüz dolar ödemesi var. Başından sonuna devlet garantisi altında; yani bakın, hayatta büyük para kazanmak mümkündür, ama bir risk almanız lâzım. Eğer devlet garantisiyle bir koyup altı alıyorsanız,adamasorarlar: “Ne risk aldın, böyle bir getiriyi nasıl hak ettin?” diye. Bunların hepsi incelenecek.

Ruşen Çakır: Bununla alâkalı bir soru da, Türkiye’de çok ciddî yolsuzluk iddiaları var, yolsuzluk iddiaları da kamunun mallarını birtakım kişilere –yani devlet görevlisi olabilir ya da özel sektör olabilir– ama bunların hani o rövanşizm diye söylenen şey… geriye dönük bu söylediğiniz hususları, demin söylediğiniz husus, çok somut birtakım kontratlar, sözleşmeler üzerinden yapılacak. Bir de yolsuzluk iddiaları, yurtdışına taşınmış olabilecek paralar vs.. tabii hukukî anlamda, ama bunları Türkiye’nin Hazine’sinin ya da vatandaşların geri kazanması mümkün mü? Uluslararası sistemde nasıl oluyor bu? Dünyada bunun çok örnekleri var herhalde.

Bilge Yılmaz: Örnekleri var. Başarılı örnekleri var, başarısız örnekleri var. Şimdi bir şeyi söylemek lâzım: Türkiye’de uzun süredir hukuk olmadığı için insanların da biraz aklı karışıyor. Yani “İYİ Parti, CHP, diğer partiler, Millet İttifakı iktidâra geldiği zaman, biz hem savcı hem hâkim olacağız, küçük kulaklarından tutup yakalayacağız onları.” Öyle değil. Öyle yaparsanız o zaman sizin AKP iktidarından, Sayın Tayyip Erdoğan’dan bir farkınız kalmaz. Şimdi varsa bir kanunsuzluk, önemli olan devletin denetim organlarını yeniden bağımsız hâle getirmek. Hukukunu bağımsız hâle getirmek. Yani Türkiye’deki yargı sistemi bağımsız olup Türkiye’nin denetçileri bağımsız olur, politikacılar da önlerini açar müsaade eder, der ki: “Gidin araştırın, varsa bir usûlsüzlük takip edin, biz de ona destek oluruz”. Yani önüne geçmeyiz, atamalara engel olmaya çalışmayız. Önemli olan burada bağımsız denetimin ve bağımsız yargının sağlanması; ondan sonra bazı hususlar üzerine gidilir. Bakın benim zâten bu işe girmemin nedenlerinden biri, İYİ Parti tarafından çok nedeni var ama nedenlerden biri de Meral Hanım’ın çok dürüst bir insan olması. Yani eğer benim kuşkum olsaydı ki biz yolsuzluğun önüne geçemeyeceğiz, ben Meral Hanım’ı çok severim, ama yanında duramazdım. Orada hiçbir tereddüdüm yok. Biz yolsuzluğun önüne geçeceğiz, geçmişe yönelik yolsuzlukların cezalandırılması benim görevim değil. Çünkü o zaman yanlışı yanlışla düzeltmeye kalkarsınız. Bir politikacı hem savcı hem yargıç olamaz. Bağımsız hukukun önünü açarsınız; yargı sistemi farkıdır, yasama farklıdır, her birimin ayrı görevi var. Biz sadece onların bağımsız çalışmasını sağlamakla yükümlüyüz. Bunlar sağlandığı zaman bu nereye giderse gider; benim şahsî görüşüm o. Çok üst kademelere de gidebilir, gitmeyebilir de; ama varsa bir yolsuzluk, bu yetimin hakkı yenmişse, bu vatandaşın hakkı yenmişse, onun peşinde oluruz. 

Ruşen Çakır: Peki, geçmişe dönük yolsuzluğun dışında, iktidâra gelmeniz durumunda yolsuzlukla mücâdele demeyeyim de, yolsuzluğa izin vermeme… bunu nasıl yapacaksınız? Çünkü Türkiye’de bütün partiler hep bu iddiayla geliyorlar. Ben gazetecilik ömrühayâtımda herkesin bu iddiayla geldiğini ve iktidâra gelirken bu sâyede bayağı bir oy da aldığını, ama bir süre sonra işin, hani, “En azından bunlar yemez”den, “Yiyorlar ama çalışıyorlar”a doğru evrildiğini görüyorum. Burada bu mekanizmalar nasıl kurulacak? Türkiye gibi büyük bir ülkede ve bunun artık böyle iyice yerleşikleştiği bir yerde?

Bilge Yılmaz: İşimiz çok zor; yani ben desem “Ya, hallederiz Ruşen Bey, hiç merak etmeyin” — o kadar kolay değil. Şimdi birçok şeye insanlar alışıyor, bir düzen var. Şimdi Türkiye, Türkiye çapındaki bir ülke için çok yüksek derecede yolsuzluğu olan bir ülke ve dediğim gibi, delil olup her şeyi ben takip etmiyorum, gözlemlerim, bu benim şahsî fikrim. Sağdan soldan okuduğum duyduğum şeyler, arkadaşlarımın söylediği şeyler, benim şâhit olduğum şeyler… Şimdi, bu sürdürebilir değil; çünkü Türkiye’nin esâsen ekonomik çöküşünün bir nedeni de o. Ama güç de insanları yozlaştırıyor — o da var. Yani esâsen, kuralları çalıştırırsanız, hukukun üstünlüğünü tesis ederseniz ve hukuk kurallarının geriye dönük uzun vâdede çalışmasını sağlayacak bir düzen kurarsanız, bununla mücâdele etmeniz mümkün. Ama bu tabii zaman alacak bir şey; çünkü insanların beklentileri var, bir kısım insan politikaya böyle bir hevesle giriyor olabilir. İsteriz, gönül ister ki hiçbir arkadaşımızın böyle bir şeyi olmasın; ama işte bütün dünyada olan şeyler, bunları biliyoruz. O konuda böyle çok saf olmaya gerek yok; bilinçli olmak lâzım, bununla bilinçli olarak mücâdele etmek lâzım. Ve bununla her ülke mücâdele ediyor. Her ülkede yolsuzluk maalesef oluyor; Türkiye’de de maalesef ileride de olacak; ama bunu sistematik hâle getirmemek lâzım. Getirenler varsa da bunları cezâlandırmak, mücâdele etmek lâzım. 

Ruşen Çakır: Şimdi burada bir soru var. Hüseyin Bey sormuş: “Olası yolsuzluk soruşturmalarını AKP’nin atadığı savcı ve hâkimlerle yapabileceğinize inanıyor musunuz?” diyor.

Bilge Yılmaz: Bakın, Türkiye’de –isim vermiyorum ama– bir sürü insanı da yargıladılar; bir sürü, olmayan deliller uydurup, icat edip yargılandı. Herkes içini rahat tutsun; bu işler çok hızla düzelir. Varsa aralarında kötü niyetli insanlar, ayıklanır. Tabii ki zaman alacaktır; ama kimse de aptal değil. Yani bâzı insanlar şu an şebeke şeklinde çalışıp devlette örgütlenmiş olabilirler. Ama şu da ayrıca bir konu: “Ya, bu insan bu partiden atandıysa kötü bir adamdır, bunları biz bir şekilde…” O da doğru değil; bu insanlar da ülkenin vatandaşı, yani bu olaya biraz dengeli yaklaşırsanız, herkesin kalbini kazanırsanız ve doğruyu yapmaya başladığınız zaman, doğrunun peşine düşmek çok kolay.

Ruşen Çakır: Peki, Fatih Özkaya’nın çok sayıda sorusu var. Onlar içerisinde bir tânesi deminki yolsuzlukla bir şekilde ilintili: Kayıtdışı ekonomi. Şimdi, kayıtdışı ekonomiye doğrudan yolsuzluk diyemiyoruz tabii, başka bir şey o; ama Türkiye’nin böyle bir realitesi var. Ve sizin gündeminizde böyle bir olay var mı? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bilge Yılmaz: Tabii ki var. Bununla ilgili bir projemiz var, ismini duymuşlardır belki: “Artagan”diye. Artagan Projesi uygulanır veya uygulanmaz, o ayrı bir mevzû; fakat kayıtdışılık bir problem, ama içinde bulunduğu daha büyük bir problem var: Türkiye’de önemli olan esâsen sadece kayıtdışılık değil, vergi mevzûâtı ve esâsen vergilerin toplanması…

Ruşen Çakır: Evet, onunla ilgili çok soru var zâten.

Bilge Yılmaz: Şimdi onu o zaman genişleterek cevaplayayım. Çünkü o arkadaşımızın da sorusunu o da cevaplar. Bakın, Türkiye’de vergi tabanı çok dar. Vergilerin önemli bir kısmı özel tüketim vergilerinden kaynaklanıyor; çünkü birçok kesim Türkiye’de vergi vermiyor. Ve bu da esâsen yapılması zor bir reform; çünkü hiç kimse vergi vermeyi sevmiyor. Ama bir vatandaşlık görevidir; aynı zamanda bir hak da — yani önemli bir haksızlık da oluyor orada. Ama şu andaki düzende vergi vermeyen insanlar tabii ki versinler isterdim ben; ama çok da suçlayamıyorum onları. Yani Türkiye’de her yıl vergi affı geliyor. Yani vergi veren iş adamı enâyi konumunda; çünkü biliyor ki vermese daha kârlı duruma geçiyor. Bakın, ben burada söyleyeyim: Biz iktidâra gelince vergi afları bitecek; öyle her yıl vergi affı her yıl vergi affı değil; vergiler düşecek, daha ödenebilir bir seviyeye gelecek, ama vergi tabanı genişleyecek ve âdil bir vergi düzen olacak. Siz sâdece tüketimden vergi toplamaya başlarsanız, bu son derece fakir halkı cezâlandırır. Çünkü zenginler parasının hepsiyle gidip yiyecek alıp petrol almıyor. Biriktiriyor, yatırım yapıyor; siz sâdece tüketimi vergilendirerek vergi toplarsanız, bu esâsen çok gerici bir vergilendirmedir, sonuçta zenginden daha zor vergi alıp fakirden daha çok vergi alıyorsunuz. Bu hak da değil; dünyada zâten bunun başarılı bir örneği yok…

Ruşen Çakır: Hayati Bey’in sorusu da öyle bir şey. Hayati Keskin diyor ki: “Vergiyi yerine, tabana yayın. Tabandakiler zâten açlık sınırı altında.”

Bilge Yılmaz: Aynı şeyi söylüyoruz. Bakın, benim amacım zenginleri cezâlandırmak filan da değil; yani böyle iş adamları için, “Ya, Bilge hoca gelip yakacak evimizi” gibi bir durum yok. Ama ülkenin kalkınması için yapılacak doğru politikalar çok net; çok uzağa gitmeye gerek yok. Bakın Batı Avrupa’da, Kuzey Amerika’da çok başarılı ülkeler var. Orada yapılan her şey doğru değil, dibi de görmez. Bakın bu çok güzel bir soru, teşekkür ederim arkadaşımıza. Ülkeler şirketler gibi değil; şirketler borç yükümlülüklerini yerine getiremeyince yeniden yapılandırır, alacaklar yeniden pazarlık eder, dip görülmüş olur; bir şekilde oradan çıkılır. Venezuela dibi gördü mü? Bilmiyorum, yani ülkeler kötü yönetildikleri sürece de batmaya devam ederler. Yani yine bilimsel yaklaşıp, hem ekonominin, ama daha önemlisi insanların can güvenliğini sağlamak lâzım; bu konuda direkt, bu işe çok kaynak ayırıp hemen ilk günden buna başlamamız lâzım. Maalesef İstanbul gereğinden çok fazla büyük, çok büyük bir fay hattına yakın. Merkez Bankası şu an niye eksi rezervde?Çünkü o paralar dağıtıldığı için. Ama şimdi şöyle: O paralar harcandı, şimdi de harcanmaya devam ediliyor. Yani 28 milyar dolar bir devirdi, yaşandı, artık yaşanmıyor değil; aynı rejimde yaşıyoruz, hâlâ hâlihazırda Merkez Bankası arka kapıdan ya da direkt olarak düzenli olarak Merkez Bankası’nın borç harç edinmesi (36:08 Yayında kopukluk var.). Kemal Bey’e saygım var, iyi bir ekonomisttir; şimdi hakkında doğruları söyleyince, hani sanki onun hakkında eleştiri… yaptığı her şeyde aynısını yapmamıza gerek yok. Onun için ben şöyle söyleyeyim: Kemal Bey geldiği zaman, Türkiye’de makro-ekonomik bir istikrar paketine ihtiyaç vardı ve o anlamda başarılı bir program uygulandı. Ama o programda, bu daha önce sorulan kemer sıkma politikası vardı; birçok borç devletleştirildi ve karşısında vatandaş fedakârlık yaptı. Onu yapmayacağız, ama bir istikrar paketi olmak zorunda; onu nasıl yapacağımızı da anlattım Merkez Bankası yönünden; onu da daha detaylı isterseniz, başka bir zaman fırsat olursa daha da detaylı konuşuruz. Ama Kemal Derviş’in uyguladığı, yani o DSP-MHP hükûmetinin uyguladığı politikalar bir istikrar paketiydi ve başarılı uygulanıyordu, daha sonra AKP döneminde de uygulanmaya devam edildi; fakat o paketin bir çıkışı yoktu. Yani o bir istikrar paketiydi; bir kalkınma programı dâhilinde değildi, bir kalkınma politikası yoktu. Yani o paketten sonra Türkiye’nin nasıl sanayileşeceği, nasıl tarımını ilerleteceği konusunda hiçbir plan yoktu ve yapılmadı. Bizim getireceğimiz şey, istikrardan sonra Türkiye’yi hızla sanayileştirmek, tarımdaki problemleri çözerek Türkiye’yi dışarıya bağımlı, gelen parayla büyüyen değil üretkenliğini verimliliğini artırarak kalıcı şekilde büyütmek olacak. Yani iyi bir sanayi ve tarım politikası olmadan istikrar paketi yaparsanız, başarılı olur, başkaları gelir onunla bir lâle devri yaşar –ki Türkiye’de 2002’den sonra yaşanan bir lâle devridir–, lâle devri biter, başladığımız noktaya geliriz. Her ülke bizi gelir geçer, biz hep yanımızda böyle toparlanır, bir iner bir çıkarız. Ömrümüz öyle geçer; buna bir son vermemiz lâzım, bunun için de çok ciddî bir sanayileşme programı getirmek lâzım ilk günden.

Ruşen Çakır: Şimdi Pınar Hanım’ın sorusu, “İhtiyaç sâhiplerine verilen sosyal yardımlar devam edecek mi?” diye soruyor.

Bilge Yılmaz: Devam edeceğinden ziyâde toplamda artırılacak. Çünkü Türkiye’de vatandaşın ona ihtiyâcı var, ama her program aynı şekilde devam etmeyebilir. Çünkü her program verimli değildir, bunu en uygun şekilde vereceğiz. Şimdi esâsen ben bu soruyu birçok paketin içine de koymak isterim. Yani meselâ erken emeklilik meselesi var, EYT’de işte bu emeklilikte yaşa takılanlar vs.. Meselâ ülkede birçok haksızlığa uğrayan insanlar var. Bunların bir kısmı da ciddî ihtiyâcı olan insanlar. Bunları tek tek yapmaktan ziyâde toplu bir şekilde doğru yönlendirmeli. Türkiye’de derin yoksuzluk var mı? Var. Türkiye Cumhuriyeti bu millete, vatandaşlarına sâhip çıkıp herkesi minimum bir seviyeye getirmek zorunda mı? Evet, bunu yapacağız. Yani bu bizim kalkınma politikalarımızın ana kısmı. Değerli hocam, Ümit Özlâle hocam –ben Ekonomi Politikaları başkanıyım, o Kalkınma Politikaları başkanı–, onun üzerinde çalıştığı ana konu bu; yani birçok konu üzerinde çalışıyor, ama çalıştığı bu temel konu çok önemli. 

Ruşen Çakır: Şimdi, bir izleyicimizin iki tane peş peşe sorusu var. Bunlardan birisine cevap verdiniz aslında, vergi affı, SGK affı yapacak mısınız? Hayır, dediniz.

Bilge Yılmaz: Bakın, sürekli vergi affı yaparak insanları vergi vermemeye teşvik ediyoruz; vergi affı çıkararak vergi vereni enâyi yerine koyup vermeyeni ödüllendiriyorsunuz. Bu bitmek zorunda. 

Ruşen Çakır: Peki, kara paraya tolerans gösterecek misiniz? Bu çok hassas bir konu. 

Bilge Yılmaz: Onun cevâbı hayır. Bakın, bunlar uzun vâdede Türkiye’nin îtibârını zedeler. Getirdiği kısa vâdeli yarardan çok, uzun vâdede zarârı olur. Türkiye, eğer bize nasip olursa bizim yönetimimizde, ekonomi yönetimimizde böyle şeylere bulaşmaz. Bakın, Türkiye çok büyük bir ülke; doğru şeyler yaparsa dünyada bir ağırlığı olur, yeni oluşacak dünya düzeninin saygın bir bireyi olarak burası inanılmaz derecede hızla kalkınır, Batı Avrupa’ya yetişiriz. Ama biz, “Oradan iki milyar gelsin, buradan üç milyar gelsin” dersek, o zaman burası böyle hafif karanlık bir devlet olur, uluslararası güvenilir bir ortak olmaz.

Ruşen Çakır: Bu son günlerde, biliyorsunuz oligarkların Türkiye’ye yöneldiği, yöneleceği yolunda iddialar var. Ve bunun da özellikle paraya ihtiyâcı olan iktidârın isteyeceği bir şey olduğu varsayılıyor; ama çok somut şeyler yok. Gelen tekneler, yatlar vs. falan var ama; böyle bir ihtimal var mı sizce de? Bu mâkul bir şey mi?  

Bilge Yılmaz: Şimdi, Rusya’dan insanlar buraya paralarını getirebilir. Ama herkes getirirse Türkiye’nin başı derde girer. Şimdi dürüst vatandaş, parasını hakkıyla kazanmış vatandaş, hakkında negatif, uluslararası ortamda yaptırımı olmayan insanlar parasını getirebilir. Türkiye Cumhuriyeti’nin de bunlara kucak açmasında bir mahzur yoktur. Ama bâzı hakkını savunur ve de en iyi sonuçlara ulaşır. Buna ulaşacak gücü de var. Türkiye’nin konumu, elinde tuttuğu kozları doğru oynarsa, böyle dalavereli alavereli karanlık yerlere girmesine gerek yok. Biz, “Birleşmiş Milletler kararıyok, çünkü Rusya veto ediyor. O zaman biz bunu tanımıyoruz” diye de iddia edemeyiz. O zaman, Rusya’nın başına gelenleri görüyorsunuz, yani Türkiye Cumhuriyeti’ni kimsenin kötü duruma düşürmeye hakkı yok. Şu an meselâ dışarıdaki gazetelerde yayın olarak çıkıyor. Türkiye yaptırım uygulanan oligarkların parasını almaya başladı falan diye. Bunların şu an delilleri sunulmadı; ben de polis değilim, doğrudur değildir o ayrı bir tartışma; ama böyle bir yola girilecekse, bunların çok ağır bedelleri olduğunu anlamamız lâzım. Türkiye onun doğru olduğuna inanıyorsa o bedeli de öder, oradan gider. Ama bunu mantıklı bir şekilde yapmak lâzım; benim şahsî görüşüm: Bedeller bunun getirisini doğru kılmaz. Yani bizim ödeyeceğimiz bedeller kazancından daha az olur, hiç gerek yok. Türkiye Cumhuriyeti akılla yönetilmek zorunda; yani “Biz bir şey yapalım, karşılığında sonra o bir şey yapsın, sonra düşünürüz” denemez. Bakın, Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikası son yıllarda o kadar çok hatâ yaptı ki… Yani bir ülkeyi bir şeyle suçluyoruz, bir şey iddia ediyoruz. Adamlar bize üstü kapalı olarak ekonomik yaptırım uyguladılar; biz diz çöküp tamam diyoruz. Biz ilişkileri düzeltip üstüne yaptırımlar gitsin diyoruz, peki biz karşılığında ne alıyoruz? Hiçbir şey. Yani Türkiye çok güçlü bir ülke, ama gücünü doğru kullanması lâzım; birazcık hesap kitap yaparak, biz bunu yaparsak, karşı taraf ne yapar ne eder, biz onlara karşı ne yaparız, bunları doğru tartmak lâzım. Bu oligark meselesi eğer o yola girerse bence yanlış düşünüyorlar; bence bir an önce doğru yolu bulsunlar derim.

Ruşen Çakır: Şimdi, sizin alanınız yatırım, değil mi? 

Bilge Yılmaz: Benim ekonomi doktoram var. Ekonomi doktoramı bitirdikten sonra finansal iktisada yöneldim, son 25 yılda da finans profesörüyüm. Benim alanım gayet geniş ekonomi içinde; yatırım mevzûlarıyla da hayâtımın sonraki yıllarında ilgilendim, uzmanlık alanlarımdan biri o.

Ruşen Çakır: Şimdi bu hep klasik şeydir: Türkiye’ye yabancı yatırım. Şimdi, demin ki anlattıklarınızda bunun ipuçlarını verdiniz, ama şöyle bir şey soracağım: Meselâ Türkiye’de iktidârın ve tabii ekonomi yönetiminin de değişmesi durumunda, hukuk devleti vs. konusunda da adımlar atıldıktan sonra ve ekonominin başına da uluslararası çevrelerin bildiği ettiği isimler gelirse, gerçekten insanlar buraya yatırım yapmak için birbirlerini mi çiğneyecekler? 

Bilge Yılmaz: Bakın, Türkiye en câzip piyasalardan biri olacak; onun da sözünü size verebilirim.

Ruşen Çakır: Neden?

Bilge Yılmaz: Anlatayım. Şimdi bakın, Türkiye’de şu an bir hukuk yok; yani var, kanunlar kâğıt üzerinde var, ama uygulanmıyor. İnanılmaz derecede kötü bir makro-ekonomik durum var; istikrarsızız, yani insana diyorsunuz ki: “Gelin, Türkiye’ye yatırım yap, paranı Türk Lirası’na çevir, Türkiye’de varlık satın, al bir şey üret ya da hisse senedi al” vs.. Ama Türk Lirası’nın ne olacağı yarın belli değil, çok büyük bir belirsizlik var. Bir de insanların malının güvencesi yok; yani kanunlar çalışmıyor. İşte bunların ilk önce düzeltilmesi lâzım. Düzeltildiği zaman, bakın Türkiye’den çok büyük miktarda para çıktı, bu para geri gelecek; ama o önemli kısmı değil, şimdi daha önemli kısmı şu: Dünyada şu an çok hızlı bir değişim oluyor. Küreselleşmeden tekrar bölgeselleşmeye dönüşüyor; tedârik zincirleri hızla değişiyor. Bu Ukrayna-Rusya savaşı mı dersiniz, Ukrayna’ya Rusya’nın yaptığı saldırı mı dersiniz, bu da esâsen bu değişimi hızlandırıyor, değişik bir boyut da kazandırıyor. Türkiye, konumu îtibâriyle, insan gücü îtibâriyle, üretebilme kapasitesi açısından çok iyi bir konumda. Eğer Türkiye’de kanunlar çalışır, makro-ekonomik istikrar geri gelir,Türkiye güvenilir ve öngörülür bir ülke ve stratejik ortak olursa, Türkiye’ye acayip derecede yatırım gelir — yani ben sıcak para yatırımından bahsetmiyorum, o da gelir, ama biz çok fazla sıcak paraya prim verme taraftarı değiliz; onlar gelip gitmeleriyle çok büyük para kazanıp yıkım yaratabiliyorlar. Bizim amacımız Türkiye’yi bir üretim merkezi hâline getirmek. Bakın, bizim Avrupa Birliği’nin yanında, dibinde gümrük birliğimiz var. İhrâcâtımızın yarısıAvrupa Birliği’ne. Avrupa Birliği’ndeki birçok kuruluş şu an tedarik zincirini kısaltmak için yer arıyor. Türkiye, mühendislik kalitesi, insan işgücü ve coğrafî anlamda yakın olmasıyla da son derece uygun bir yer. İyi bir stratejik ortak; kimsenin kölesi değilsiniz, kimsenin sömürgesi değilsiniz, stratejik ortak olacaksınız; onları buraya, Türkiye’nin ihrâcâta yönelik üretkenliğini hızla artıracak şeylere teşvik etmek zorundayız. Yani Çin’in yaptığını Çin’den daha iyi yapabilecek birikimimiz var; o yöne gireceğiz ve Türkiye hızla sanayileşecek ve teknoloji basamaklarını tırmanacağız. Yani biz sürekli tekstil, tamam eyvallah, yapalım, ama sırf tekstil, sürekli tekstil gibi şeylerle Türkiye zenginleşemez; tamam, marka yaratırsın, tekstilde bir katmadeğer yaratırsınız, ama Türkiye büyük bir ülke, teknoloji basamaklarını tırmanmak zorunda.

Ruşen Çakır: Murat Bey’in bir sorusu var, kalkınma konusunda: “Niye bizim bir Volkswagen, Samsung, Nike, Puma gibi markamız yok? Pil markamız bile yok” demiş.

Bilge Yılmaz: Şimdi bakın, aynı şeyi söylüyoruz. Türkiye’nin teknoloji basamaklarnıı tırmanması lâzım; buna ben üstten başlayamazsınız, ama yani tamam, Türkiye bir şey yapsın, siz herhangi bir şey seçin, şimdi araba moda, yani dışarıdan aldınız tasarımcısını, yaptınız, motorunu başka yaptınız, marka yaratmaya çalışabilirsiniz. Ama bu kalıcı ve geniş anlamda olmaz. Şimdi yapılması gereken şey şu: Siz üretkenliğinizi artıracaksınız, buraya yatırım çekeceksiniz, yerli sermaye ve dış sermaye için doğru teşvikleri vereceksiniz; yani gelip buraya, “iç tüketime dönük banka satın al”, “iç tüketime yönelik fabrika satın al” değil. Türkiye’ye teknoloji getirecek, teknoloji de Türkiye’nin büyümesini hızlandıracak, dışarıya satış yapabileceği ürünlere yönlendireceğiz. Ve kendi sanayicimizi buna teşvik edeceğiz. Şimdi Volkswagen, Samsung demiş, Volkswagen uzun bir hikâye, biraz da kirli bir hikâyesi var onun biliyorsunuz İkinci Dünya Savaşı’nda. Ona girmeyelim, ama daha temiz bir örnek, Samsung’u anlatalım. Yani Kore bizden çok daha geri durumdaydı 1960’a geri gelirseniz. “Kore neyi doğru yaptı, neyi biz doğru yapamadık?” Çok âşikâr, bizim grubumuzdaki arkadaşlardan biribu konunun uzmanı, bunun üzerine çalışıyor. Yani şu anda enteresan bir şekilde bu arkadaşımız Avrupa’da çok önde gelen, ekonomide devletlere danışmanlık hizmeti veriyor. Yani bizim bu konuda Türk uzmanlarımız var meselâ ve sana gelecek doğru teşviklerle doğru sanayi politikaları yapılacak; ama bu, bugünden yarına olacak bir şey değil. Zaman alacak; beş yıl, on yıl, on beş yıl içerisinde sürekli daha iyiye gideceğiz. Ve bunlar olacak. Zâten bunlar olmazsa, Türkiye böyle iner çıkar iner çıkar, sıcak para gelir biz kendimiz zengin hissederiz, üst sınıftan herkes Barselona’ya tatile gider, aa! Bir bakıyoruz: Çok fakirleşmişiz. Önemli olan Türkiye’nin kalıcı büyümesi; onun için de bunları yapmamız lâzım. Türkiye marka geliştirecek, ama marka geliştirmek için de bir süreç var.

Ruşen Çakır: Bu bir izleyicimizin sorusu: “Beş milyona yakın kamu çalışanı” diyor. “Bu verimsizlik değil mi?” diyor. “Verimlilik artışı ve kaynak optimizasyonu nasıl sağlanacak?” diyor. 

Bilge Yılmaz: Çok güzel. Son yıllarda bakarsanız Türkiye’de ciddî bir işsizlik problemi var. Nerede yeni iş artışı yapılmış derseniz, bakıyorsunuz, tamâmı kamuda. Özel sektörde, tabii bir gün, bir ay, bir hafta artışı olur, ama uzun vâdede bir düşüş var. Nedeni de kaynakların doğru harcanmaması. Şimdi, Türkiye’de kamuda olan bir israf var; bunun bir kısmı daha önce de dokunduk başka işlerde, ama bir de burada kamuda da gereksiz bir istihdam var; ama şimdi bir de Türkiye’de esâsen daha önemlisi: Kaynaklar yanlış harcanıyor. Ve bunu görüyorsunuz, devletin desteği ve teşvikiyle oluyor bu. Yani şimdi bakarsanız, birçok şirket batık, ama işte batmasınlar filan falan, bankalara şey yapılıyor, kurallar değiştiriliyor ve yüzdürülüyor ve bu batık şirketlere kredi kullandırtılyor. Bu batmış şirketlerin bir kısmı kurtarılır, hem de doğru bir iflâs kanunu ve yapılandırma kanunu çerçevesinde kurtulursa, herkesin iyi olacağı bir durum çıkar. Şirketler kurtulur, diğerlerinde kaynak israfı durdurulur. Bakıyorsunuz, işte Türkiye’de meselâ kredi fonu filan yapılıyor, para veriliyor; bakıyorsun o paralara nerelerde harcanmış? Hep saçma sapan yerlere harcanmış. Yani biz parayı sisteme pompalıyoruz, bankacılık sistemi üzerinden de devlet bunu teşvik ediyor ve o paralar sonra ARGE’ye, üretime kaymıyor. İşte, inşaata kayıyor, stoka kayıyor ve yanlış harcanıyor. Bunları durdurmak için özel sektörü doğru şeylere teşvik etmek lâzım; yani insanı siz doğru şeylere teşvik etmezseniz olmaz ve bir bakıyorsunuz, daha önce de söylediğim için söyleyeyim — hani insanların aklında kalmış bir şey üzerine bir şey inşâ etmek daha kolay: Bakıyorsunuz 2004 yılından sonra Türkiye’deki kamu ve özel bankaların verdiği kredilere; imâlata verdiği kredi sürekli azalmış oran olarak, inşaat artmış, 2018’den sonra düşmeye başlamış. Çünkü kriz geldi filan falan; yani bu bir israf. O inşaatlar çok iyi yapılmış olsa bile israf; çünkü dün Türkiye’nin sınırlı kaynakları geri dönüşümü olmayan betona kaymış; hem, belli bir inşaat gerekli, belli bir altyapı gerekli, ama oran lâzım.

Ruşen Çakır: Tam o konuyu, “Altyapıyı nasıl finanse edecekler?” diye Esra Hanım soruyor.

Bilge Yılmaz: Şimdi, altyapı önemli ve Türkiye aslında altyapı açısından bayağı bir aşama gösterdi. Ama bunu yapma şekli çok büyük rant getirdi. Bunun iki yolu var. Bakın, yap-işlet-devret ile yapılabilir, devlet de borçlanarak bazı projeleri yapabilir. Bunun ikisi de mümkün; “Biz kategorik olarak öyle yaparız, böyle yaparız” gibi, bunu dinî inanç hâline getirmiyoruz. Zâten bu bizim esnek olmamız gereken bir yer; ittifakta diğer ortaklarımızın da düşünceleri değişik olabilir, ama burada bir yol yok, çok değişik yol var, ama hepsinin doğrusu da var yanlışı da var. Burada, Türkiye’de ihâle kanunu sürekli değişiyor. Değişen ihâle kanununu deliyorlar; bu inanılmaz derecede verimsizliğe, ziyâna yol açıyor. Türkiye’de eğer siz özel sektöre yaptıracaksanız, bu ihâle kanununu düzelteceksiniz ve ondan sonra deldirmeyeceksiniz ve tâkibini yapacaksınız. Şimdi bâzı arkadaşlar diyor ki: “Biz gelince Avrupa Birliği’nin ihâle kanunlarını getireceğiz”. Eh zâten onlar vardı. Yani Kemal Bey’in 2001’deki istikrar programında vardı. Getirildi, belirli bir süre uygulandı, delindi, yüzlerce kere değiştirdiler; yani burada ben kafa yapısını kastediyorum; yani bunu söyleyen arkadaşı yermek amacıyla söylemiyorum, ama kimse de kimseyi kandırmasın yani, Türkiye’de bunlar vardı, bozuldu. Düzeltilecek; bunun demin söylediğim gibi devâmını sağlamak lâzım, yani kurallara saygılı, kanunlara saygılı bir düzen kurup onu devam ettirmek lâzım; yoksa altyapı her zaman yolsuzluğun yuvası olur.  Oradan bir sürü kaynak, rant dağıtılır. Biz ona karşıyız.  

Ruşen Çakır: Şimdi, Amerika Birleşik Devletleri’nde genellikle Demokrat başkanlar iktidara geldikten sonra hep böyle bir altyapı işi çıkar. En son Biden yapıyor; şimdi, çok büyük bir şey aldı, altyapı düzenleme… yıllar önce, hatırlıyorum, Clinton ilk geldiğinde de yapmıştı — siz daha iyi biliyorsunuzdur. Bu aynı zamanda hem altyapı yapmak, ama aynı zamanda da ekonomiyi hareketlendirme gibi bir fonksiyonu var, değil mi?

Bilge Yılmaz: Tabii, şimdi bakın, altyapı, kullandığı işçi türünden ve uygulanması açısından çok kolay, yani altyapıya siz kaynak harcadığınız zaman, ekonomiyi hareketlendiriyor. Ama bu altyapı uzun vâdede ülkenin ihtiyâcı olmayan bir altyapıysa, bu ölü yatırım. Onları bir ayırmak lâzım; yani bir köprü yapılmış, çok güzel yapılmış, ama o köprü gerekli miydi? Yüz milyara alınacak köprüye niye altı yüz ödüyorsunuz? O tür şeylere bakmak, çalışmak lâzım; yani ben altyapıya karşı değilim, altyapının bir pozitif etkisi var. Yani ekonomiyi kısa vâdede hareketlendirir; çünkü büyük bir işgücü kullanıyor. Ve kullandığı işçi türü açısından işsizliğe engel olacak bir özelliği var. Ama bundan uzun vâdede bir yararı da olması lâzım. Altyapı tabii ki gerekli; Türkiye’nin kalkınmasına ön ayak olabilecek altyapı yatırımları var. Ama olmayanları da var. Yani şimdi tek tek üstünden geçeceğiz. O köprü oraya gerekli miydi? Niye yapıldı? O kadar para ödenmesi doğru muydu? Oralarda çekincelerimiz var; ama tabii ki altyapı gerekli. Amerika Birleşik Devletleri de şu an altyapı işleri yapıyor; çünkü Amerika’nın altyapısı çok eskidi. Yani Amerika’ya da bakmayın, Trump da yapmak istiyordu. Niye yapamadı ben size söyleyeyim. Onunla ilgili bir komite kurmuştu: İş adamlarından, hem özel sektörden hem de devlete hizmet etmiş insanların olduğu çok güzel bir komitesi vardı. O komitenin üyelerinden birkaçı benim yakın görüştüğüm insanlardı. Virginia Eyaleti’nde biliyorsunuz aşırı ırkçıların bir gösterisi oldu. O gösteriden sonra Trump o aşırı ırkçıları destekler bir konuşma yapınca, o komitedeki insanların çoğu istifâ ettiler. O iş biraz batağa saplandı. O insanlardan biri benim de çok yakın görüştüğüm bir dostumdu. Amerika’nın en büyük özel sermaye şirketlerinden bir insan ve aynı zamanda “Philadelphia 76ers” basketbol takımının da sâhibi. “Yani benim bütün oyuncularım zenci, yani böyle bir konuşma yapan bir başkanın komitesinde çalışamam. Benim kendi basket takımım zedelenir” dedi ve istifâ etti. Onun arkasından da bir sürü insan protesto edip istifâ ettiler ve kaldı. Yani esâsen bu Amerika’nın ihtiyâcı olan altyapı sorunu çok uzun süredir var ve Biden’a nasip oluyor.

Ruşen Çakır: Şimdi siyâsetten biraz yürüyelim. Bu söylediğiniz şeylerin bir kısmını dinlerken, “Ya, İYİ Parti ile bunların ne alâkası var?” demedim değil yani. Çünkü İYİ Parti Türkiye’de sağ bir gelenekten geliyor; bu söylediğiniz şeylerin çoğu sağın çok fazla yapmadığı ya da çok fazla öne çıkarmadığı hususlar.

Bilge Yılmaz: Sizinle hemfikir değilim bu konuda Ruşen Bey. Onu da şöyle anlatayım bakın: Türkiye çok kötü yönetiliyor; Türkiye’nin şu anda sağcı solcu gibi bir kamplaşmaya ihtiyâcı yok. Şu an Türkiye’de doğru, iyi insanlar ile hırsızların, yanlış, iş bilmeyen liyâkatsiz insanların mücâdelesi var. Ben olaya öyle bakıyorum. Türkiye târihinde bu sağcılık solculuk çok tuhaf şeyler üzerinden yapılmıştır. Ekonomik sağcılık, solculuk üzerinden esâsen yapılmamıştır. Bakarsanız, sağcı ya da solcu bilinen birçok insan ekonomik anlamda çok rahat anlaşabilir. Ben genel başkanımız Sayın Meral Akşener’in yanında durmaya karar verdiğim zaman, bu işlerin birçok nedeni vardı ve bunların bâzılarından bir önceki programımızda bahsettim. Her gün ne kadar doğru bir karar verdiğimi görüyorum. Yani çok isâbetli bir karar vermişim. İYİ Parti benim içinde bulunmam gereken bir yer. Olduğum için de memnunum ve doğru şeyleri de burada yapabileceğimizi görüyorum. Yani o açıdan sağcı solcu meselesine girmektense, vatansever insanların, liyâkata önem veren insanların bir araya gelip ülkeyi bu çukurdan düzlüğe çıkaracağı bir yapı olarak görüyorum. İYİ Parti’nin tabii ki milliyetçi bir parçası var, ona da saygı duyuyorum. O grubumuz bizim içimizde. Yakın anlaşıyorum, görüşüyorum, hattâ sosyal olarak görüşüyorum, birlikte yemeklere gidiyoruz, çok sevdiğim insanlar var aralarında, ben de yeni yeni tanıdım, çok hoş insanlarla tanışıyorum. Ama İYİ Parti aynı anda bir merkez partisi. Yani nasıl ANAP kurulduğunda, 1980’lerin başında –Turgut Özal’ı seversiniz sevmezsiniz, benim eleştirdiğimi yönleri var, iyi yaptığını gördüğüm yönleri var, takdir ettiğim yönleri var–, ama onun bir söylemi vardı. O zaman dört değişik şey vardı, biliyorsunuz…

Ruşen Çakır: Dört eğilimi!

Bilge Yılmaz: Dört eğilimi bir yaşıyor. Ben İYİ Parti’de o potansiyeli görüyorum. Yani milliyetçi de olabilir, merkez sağ da olabilir, eski Doğru Yol Partisi’ne oy vermiş insanlar da olabilir, merkez sola da oy vermiş olabilir. Bu insanların hepsinin kendisine İYİ Parti’de bir yer bulabileceğini düşünüyorum. Ben bir örneğiyim. Yani benim babam CHP’ye üyeydi. On yıl kadar önce vefat etti, ama yani bir problem yok orada. Yani ben CHP’li babanın oğlu olarak İYİ Parti’de rahat ediyorum; kimse de bana, “Bu adam CHP’li” demiyor. Yani gülerek de söylüyorum şimdi biraz ama; yani bunlar Türkiye’de gereksiz kamplaşmalara yol açıyor.

Ruşen Çakır: Peki, ekipten bahsediyorsunuz; o ekipten isim vermek gerekmez mi? Ne kadar, kaç kişi, nasıl bir ekip bu berâber hazır olan? Benim bildiğim, siz buraya geldiğiniz zaman zâten böyle bir arkadaş grubu ya da bir uzmanlar grubu, bir arada Türkiye üzerine kafa yoran bir gruptu. Büyük bir kısmı yurtdışında yanılmıyorsam. Bir kısmı Türkiye’de. Orta yaş, genç bir insanlar grubundan bahsediyoruz, değil mi?

Bilge Yılmaz: Genç, orta yaş, neyi kastediyorsunuz? Ben 54 yaşındayım, bizim grup içinde herhalde ortalamanın biraz aşağısındayım. Ortalamaya yakın benim yaşım. Genç olduğumu düşünmüyorum, ama genç derseniz kabul ederim. Şimdi bu insanlar yurtdışında da var, yurtiçinde de var. Önemli olan Türkiye’ye vatansever olarak hizmet etmek isteyen, Türkiye’nin durumundan endîşe eden ve beşerî sermayesi yüksek insanların, karakter bozukluğu olmayan, ahlâkî olarak güvendiğimiz arkadaşlarımızı topladık. Ha, grubumuza almadığımız insan da yeteneksiz, ahlâksız demek değil. Hani herkes alınganlık göstermesin ricâ edeceğim. Ama biz elimizden geldiğince uyumlu çalışacak bir grubu topladık. Şimdi bu grubun yanında başka gruplar da var. Bu grupların bâzılarının çok özel bir alanda uzmanlıkları var. Ana grupla benim dışımda konuşmaya çok fazla ihtiyaç yok; çünkü bu sefer çok fazla ses çıkıyor toplantılarda filan falan. Şimdi bir ekonomi grubumuz var, bunun bir kısmı yurtdışında; bunun içinde akademisyenler var, uluslararası örgütlerde çalışanlar var, bankacılık sektöründe, finans sektöründe çalışanlar var. Bu grubumuz değişmedi. Aşağı yukarı aynı. Ve bu çok üst bir grup; yani Türkiye’nin yetiştirdiği bu konudaki beyin gücünün yarısı bizde rahatlıkla diyebilirim. Onun dışında bir de daha değişik konular var. O konuda da uzmanlarla çalışıyoruz; meselâ Türkiye’de vergi. Şimdi bazı şeyleri yerel çalışmanız lâzım sâdece. Yani bu vergi konusunda yurtdışında bir arkadaşımız var; dışarıdan gelen direkt yatırımlar konusunda uzman. Onun uluslararası tecrübesinden faydalanıyoruz; ama yerel vergi çalışan bir takımımız var. Bir de İYİ Parti’nin benden önce gelmiş takımları da var. Yani İYİ Parti’de kimse yoktu ben geldim, şimdi oldu değil. Onlarla da entegre etmeye çalışıyoruz. Büyük bir grup var, bazı anlarda daha büyüyor ve aynı zamanda İYİ Parti’nin çalışma gruplarına daha entegre oluyor. Tahmin ediyorum birkaç ay sonra CHP’nin kurmayları daha entegre de olacak. Yani bu biraz başka partilerden diğer küçük ortaklarımızdan da arkadaşlar katılabilir. Yani burada takım bir anlamda büyüyecek, daha entegre olacak; ama “core” takım var, bir ana takım grubumuz. Bu insanlar vatansever insanlar. Yani biliyorum süremiz de dar, durayım siz isterseniz, bu konuda başka sorular sorup beni yönlendirin.

Ruşen Çakır:  Hayır hayır, buyurun!

Bilge Yılmaz: Yani bu takımın Türkiye’ye gelip görev alması Türkiye için bir şans. Bunlar Türkiye’nin uzun yıllar biriktirdiği beşerî sermayesi. Bir kısmı zâten Türkiye’de. Bir kısmı yurtdışından Türkiye’ye döndü bu olaydan bağımsız. Bir kısmı uzun yıllardır Türkiye’de yaşıyor. Bir kısmı da bu görevi almak için gelecekler ve uygun görülen görevleri alacaklar. Bunların çoğu teknokrat olarak çalışacak, birçoğu politikaya girmek istemiyor. Herkes politika yapmak zorunda değil; o anlamda ben öne çıkarak kendimi fedâ ettim ama…

Ruşen Çakır: Peki orada kritik bir soru sormak istiyorum. Şimdi bir ittifaktan bahsediyoruz. Ve iktidara gelinirse ittifak olarak gelinecek. Ne aday belli, ne program belli, ne kabine belli ve siz Türkiye’de çalışmaya hazır insanlardan bahsediyorsunuz ve bir anlamda koordinasyonu siz yürütüyorsunuz. Ama varsayalım ki yeni iktidarın ekonomisi, meselâ CHP’de kaldı. O zaman ne olacak?

Bilge Yılmaz: Valla şimdi benim o konudaki duruşum şu: Biz Türkiye’ye yardım etmek isteyen insanlar olarak liyâkata önem veriyoruz. CHP kadrolarıyla berâber çalışabiliriz. Bizim öyle bir şartımız yok. Yani, CHP’deki insanlarla çalışmayacağız filan diye bir şey yok, daha önce de söyledim. Ama derlerse ki: “CHP kadroları tamâmen işi yürütecek, size ihtiyâcımız yok”. Eh, kimsenin de boğazına çökemezsiniz. Ama ben inanıyorum ki bu pazarlıklar yapılırken mâkulü seçeceğiz. Bizim takımımızın, getirdiğimiz takımın İYİ Parti kongrelerinde gösterdiği çözüm önerileri bence çok önemli ve etkili. Yani bizim çözüm önerilerimizi ve kadrolarımız görüp derlerse ki “Biz yine de sizinle çalışmak istemiyoruz”, o zaman onu millet çözer. Yani ben öyle bir yere gideceğini zannetmiyorum. Biz CHP’nin kurmayları ile otururuz, Meral Hanım, Kemal Bey ile oturur konuşuruz, benim inancım o ki, liyâkat… Biz niye geliyoruz? İddialarımızdan biri de liyâkatsizliğe son vermek için geliyoruz. Liyâkatli kadrolar gelecek, ama bir parti diyecek ki, “Biz liyâkatsiz kadrolarımızla yöneteceğiz, öbür partinin liyâkatli kadrosunu istemiyoruz”, bu kabul edilebilir bir şey değil. Biz de CHP’nin liyâkatli kadrolarına açığız, ama aynı şekilde CHP’nin de bizim liyâkatli kadrolarımıza açık olması lâzım. Onun pazarlığını da bu ülkenin vatandaşları için sonuna kadar yaparız. Ama tabii burada önemli olan liderler. Yani bu sonuçta Meral Hanım’ın alanına düşüyor benden ziyâde.

Ruşen Çakır: Son olarak şunu sorayım: Geçenlerde bir rivâyet çıktı; “Mehmet Şimşek tekrar ekonominin başına geçecek” diye, sonra yalanlandı. Erdoğan yönetimi son anda –seçim de yaklaşıyor– ekonomiyi bir nebze olsun rahatlatabilmek için, uluslararası çevreler tarafından tanınan ve biraz bu işlerden daha anladığı varsayılan birisini –Mehmet Şimşek ya da başka bir ismi– getirir mi? Getirirse bu bir etki yaratır mı?

Bilge Yılmaz: Şimdi getirip getirmeyeceğini ben bilemem. Çünkü ben Tayyip Bey’i kişisel olarak tanımıyorum, psikolog da değilim, uzaktan da bir şey söylemem zor olur. Ama ikinci kısma cevap verebilirim. Şimdi Mehmet Bey’i de tanımıyorum; ama yaptığı politikaları gördüm. Mehmet Bey’in iyi yaptığı şeyler vardı, kötü yaptığı şeyler vardı. Kötü yaptığı şeyleri ben daha önce kongrede anlattım. Adıyla anlatmadım, ama yanlış politikalar denince kimin yaptığı tarihsel olarak ortaya çıkıyor. Mehmet Bey’in yaptığı işlerin, doğru yaptığı işlerin sayısı Sayın Nebati’nin yaptığı işlere göre daha fazla. Yani o anlamda pozitif bir etkisi olacaktır. Ama çok büyük bir etkisi olmayacaktır. Zâten Mehmet Bey’in de başında olduğu grubun yaptığı hatâlar yüzünden biz buraya geldik. Sâdece, şu andaki grup daha büyük hatâlar yapıyor. Ayrıca da demin söylediğim gibi, Sayın Cumhurbaşkanı’ndan kaynaklanan bir öngörüsüzlük ve güvensizlik var ekonomi yönetimine karşı. Bugün Mehmet Bey’i getirir, üç ay sonra başkasını getirir. O yüzden Mehmet Bey desen çok etkili olmayacak, ama pozitif etkisi olur mu? Olur. Ama çok büyük bir etkisi olmaz. Gönül ister ki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak tabii ki Tayyip Bey getirebileceği en iyi kadroları getirsin. Yani biz ülkenin iyiliğini istiyoruz. Yani ben Mehmet Bey gelirse şahsen sevinirim. 

Ruşen Çakır: Evet, burada noktayı koyalım. Çok güzel oldu. Sorular da geldi. Hâlâ gelenler var, ama artık kusura bakmasınlar.

Bilge Yılmaz: Bir dahaki sefer…

Ruşen Çakır: Başka yayınlara saklayalım. İYİ Parti Ekonomi Politikaları Başkanı Prof. Bilge Yılmaz ile konuştuk. Sizin de sorularınızı aktardık. Türkiye ekonomisinin temel sorunlarını ve çözüm önerilerini konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Size de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.