Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Levent Köker ile Hukuk ve Demokrasi (72): Değişen dünyada diktatörlük ve demokrasi

Putin liderliğinde hareket eden Rusya’nın, NATO ve AB yayılmacılığını bahane ederek başlattığı saldırı savaşı ile birlikte en çok üzerinde durulan konulardan biri, bu hâdisenin, pandemi ile birlikte, dünya düzenini nasıl etkileyeceği. Sovyetler Birliği’nin 1991’deki dağılışından sonra, tek süper güç, hegemon devlet gibi değişik adlandırmalarla, ABD’nin (ve müttefik unsurları olarak Batı’nın) belirlediği tek kutuplu dünya düzenininden söz ediliyordu. Bu tek kutupluluk yaklaşımı, 1970’lerin ortalarından bu yana yerleşen “neoliberal küreselleşme”nin de bir anlamda zaferi olarak sunulmaktaydı. Şimdi, bir süredir yükselişte olan Çin-ABD rekâbeti ile birlikte ele alındığında, acaba yeni iki veya daha çok kutuplu yâhût çok bloklu bir dünya düzeninin eşiğine mi gelindi? Soru, toplumların siyasî düzenlerini de doğrudan etkileyecek bir süreçle ilgili olduğu için önemli. 

Biraz geçmişe dönelim. 1945 sonrasının “Soğuk Savaş” ortamında dünya düzeninin iki ana kutbundan birini ABD-Batı Avrupa eksenli, kendi adlandırmalarıyla “Hür Dünya”, diğerini de SSCB ve Doğu Avrupa eksenli “Sosyalist blok” oluşturuyordu. NATO-Varşova paktları arasındaki bölünme olarak da bildiğimiz bu iki kutuplu dünyada siyasi rejimler demokrasi ve diktatörlük olarak sınıflandırılıyor, demokrasi de batılı, temsilî, liberal demokrasi olarak öne çıkıyordu. Yine bu dönemde, Batı blokundaki türden bir demokrasiyi yerleştirememiş siyasî rejimler “diktatörlük” adı altında toplanıyor, ancak diktatörlükler de kendi içlerinde “otoriter” ve “totaliter” sıfatlarıyla belirlenen iki ayrı gruba ayrılıyordu. Otoriter diktatörlükler, nihayetinde Batı blokundaki gibi bir demokrasiye sâhip olmayı amaçlayan ama bunun için henüz hazır olmayan ülkelerdi ve tabiî ki Batı blokunun/Hür Dünya’nın müttefikleriydi. Totaliter diktatörlükler ise, 1930’ların artık çökmüş olan faşist diktatörlükleri yanında, SSCB’nin “komünist rejimi”ne ve onun müttefiklerinin adıydı. (Oysa sosyalist teorinin bir bölümünde “proletarya diktatörlüğü” sahte burjuva demokrasisine karşı gerçek demokrasiyi temsil ediyordu.) Bu saflaşma temelinde, ülkelerin SSCB etkisi altına girmesini engellemek amacıyla, başta NATO bünyesinde olmak üzere, “komünizmle mücadele” örgütlenme ve faaliyetlerinin dünya üzerinde faşist diktatörlüklerin desteklenmesi de dâhil ne gibi sonuçlar verdiğini biliyoruz.

Bugünkü durum, SSCB’nin eski nüfuz alanını muhafaza etmek isteyen ama SSCB geçmişinden de nefret dolu bir biçimde kopmak amacını gizlemeyen Putin Rusyası ile ABD-AB ekseni arasında bir çatışma gibi görünüyorsa da, bunun Soğuk Savaş dönemindeki kutuplaşma ile benzeşmesi söz konusu değil. Bununla birlikte ve biraz da şaşırtıcı bir biçimde, Putin Rusya’sını Batı emperyalizmine karşı mücadelenin bir odağı gibi görmek, bu görüş temelinde Rusya’nın desteklenebileceğini dahi düşünmek isteyen yaklaşımların mevcudiyeti dikkat çekiyor. Şu nokta açık: ABD-Avrupa ekseninin ve buradaki “liberal demokrasi” düzeninin, mevcut biçimiyle eleştiriye açık ve hattâ eleştirilmesi gerekiyor ve esâsen eleştiriliyor da. Bu eleştirilerin içinde daha ileri seviyede bir demokratik düzenin kriterlerini de oluşturma imkânımız var. Bu imkânı kullanmak başka, “emperyalizm karşıtlığı” söylemiyle çağdaş diktatörlüklerden en güçlülerinden birinin yanında saf tutmak ise bambaşka bir tavır. Aslolan, dünya üzerinde demokratik taleplerinde ciddîyetle ısrar eden toplumsal güçlerin beraberliği olmalıdır.

Levent Köker, Hukuk ve Demokrasi’de yorumladı:

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.