Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Levent Köker yazdı: Kılıçdaroğlu’nun Alevîlik hamlesi ve “kimlik siyaseti”

Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Alevî” başlığıyla yayınladığı video izlenme rekorlarının hepsini altüst etti. Ülke nüfusunun tamâmını da geçen bir sayıya ulaşmış olan izlenme sayısı, Kılıçdaroğlu’nun önemli bir mesaj verdiğini ve bu mesajla çok önemli bir işi başarmış olduğunu gösteriyor. Öncelikle, 14 Mayıs’a birkaç hafta kala, Cumhurbaşkanı seçiminde en yakın rakibi olan Erdoğan’ın izlenme oranlarının çok düştüğü bir ortamda, Kılıçdaroğlu’nun ne dediği ve ne yaptığı kamu oyunda merak uyandıran bir siyâsetçi olarak ortaya çıktığını, siyâsî tartışma gündemini belirlediğini söylemeliyiz. 

Buna ek olarak, bu satırların yazıldığı sırada seksen milyonu aşan izleyiciye ulaşmış bu mesajla Kılıçdaroğlu’nun rakiplerinin elinden önemli bir kozu almış olduğunu da not etmemiz gerekiyor. Aday olup olmayacağı, “kazanacak aday” gibi garip bir akıl yürütme bağlamında tartışılırken, alttan altta îma edilen, bir ara hattâ medyaya da yansıyacak ölçüde açıkça dillendirilen Alevîlik konusu artık Kılıçdaroğlu aleyhine bir koz gibi kullanılma imkânını yitirmiş bulunuyor. 

Alevîliğin Toplumsal ve Siyâsî Görünürlüğü 

Mesajın bir diğer önemi, Alevîliğin toplumsal ve siyâsî görünürlüğü ile ilgili. Bilindiği gibi, Türkiye’de Alevîlik, Osmanlı geçmişinden gelen bir birikimin modern siyâsete taşınmasına paralel olarak, her zaman baskıya, dışlanmaya ve katliamlara konu olmuş bir toplum kesimini anlatıyor. Bunun içinde, çok uzun bir zaman dilimine yayılarak bir tür davranış kodu hâline gelmiş olan “gizlenme”, yâni Aleviliğin kendisini kamusal ortamda alenî olarak ortaya koyamaması hâli, bir süredir yerini Alevîlik temelinde yükseltilen hak taleplerine bırakmış durumda. Dolayısıyla, Alevîlik, yaklaşık otuz yıl öncesindekinden farklı olarak, artık kamuda bilinen, tanınan, talepleri olan, örgütlenmiş bir kimlik. Zorunlu din derslerine karşı çıkıştan cemevlerinin ibâdet yeri olarak kabûl edilmesine dek uzanan bir dizi talep, aslında Alevîlerin “eşit yurttaşlık” talebinin boyutları. Konu, önemli yönleriyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kesinleşmiş kararlarıyla sonuçlandırılmış. Türkiye, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi önünde bekleyen bu kararları uygulamıyor. Alevîliği Kültür Bakanlığı bünyesinde bir ”folklorik unsur” olarak “devletleştirme” girişimi de bu işlerin bir parçası.

Kılıçdaroğlu’nun Alevî çıkışı, gelen olumsuz tepkilerin özellikle yansıttığı gibi, toplumun bu mes’eleyi artık halletmiş olduğunu kanıtlıyor. Kılıçdaroğlu’nun Alevî olduğunu açıklamasına, “bozgunculuk”, “provokasyon” gibi yakışıksız sözlerle tepki gösterenler, hangi inancın, hangi kimliğin tepki görmeyeceğine dâir de bir kanaat serdetmiş oluyorlar. Bu yakışıksız tepkinin toplumda kabûl gördüğünü sanmıyorum, öyle olsaydı Alevîliğin eskiden olduğu gibi “gizlenmesi gereken” bir mensûbiyet olarak görüldüğünü düşünmek gerekirdi. Oysa, hayli zamandır böyle değil. Devletin yaptığı sonuçsuz “çalıştay”lar bir yana, Alevî örgütlerinin yayınları, konferansları, kamusal varlıkları, toplumun genel olarak Alevîlik ile ilgili tavrının “eskisi gibi olmadığı”nı gösteriyor. Dolayısıyla, Kılıçdaroğlu’nun Alevî açıklamasına bu gibi yakışıksız yaklaşımların “nefret söylemi”nden “nefret suçu”na uzanan bir doğrultuda yer aldığını da görmek zor değil. Bu doğrultudaki beyanlar sâhibinin aynaya baktığında gördüklerinin ifâdesi olabilirler ve toplumsal bir karşılık bulamayacaklardır.

Toparlayacak olursam. Kılıçdaroğlu, hiçbir şey yapmadıysa iki şeyi başarmış durumda. Birincisi, Alevîliği ile ilgili yapılabilecek bütün olumsuz propagandanın önünü kesmiş olması. İkincisi, toplumsal olarak zâten gevşemiş olan Alevî aleyhtarlığını –“asıl önemli olan banem Alevîliğim değil samimiyetim, dürüstlüğüm, özgür ve âdil bir toplum istemem” diyerek ifşâ etmesi ve böylece Alevîliği Türkiye siyâsetinin bir tabusu olmaktan çıkarması. Bu bakımdan haklılığından gelen cesâreti takdir edilmeli ve çok değerli.

Kimlik Siyaseti Nedir?

Şimdi, Kılıçdaroğlu’nun mesajına olumlu tepki verenlerde görülen bir eğilime de dikkat etmek gerekiyor. Bu eğilim, az önce değindiğim üzere, artık Alevîliğin bir tabu, gizli veyâ açık bir ayrımcılık sebebi yapılamayacağından hareketle, bu açıklamayla birlikte “kimlik siyâseti”nin de sona erdiğini îlân etme taraftarı. Aynen Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi, kişinin Alevîliği değil, doğru dürüst bir insan olması önemliyse, o zaman Alevîlik kamusal ve siyâsî tartışmalarda bir konu olmaktan çıkmış, yâni “kimlik siyâseti” bitmiştir veyâ bitmediyse bile bitme noktasına gelmiştir, olması gereken de budur. Kılıçdaroğlu, ub açıdan da takdir edilmesi gereken önemli bir çıkış gerçekleştirmiştir. 

Doğru mu, acaba?

Önce “kimlik siyâseti” nedir sorusuyla başlamak isterim ki, bu soruya da siyâsetin ne olduğunu ortaya koymadan cevap verilemez. Siyâset, nasıl tanımlanırsa tanımlansın, son tahlilde bir iktidar ilişkisini anlatır. Bu iktidar ilişkisi, toplum içinde eşitsiz konumda bulunan grupların birbirlerine karşı sâhip oldukları gücün doğru kullanılmasını gerektirir. Burada doğru kullanımdan kasıt, iktidarın tercihen toplumun bütününün iyiliğini ön plâna alarak iktidarı kullanması, en azından toplumsal birlikteliği bozmayacak ölçüde zulümden kaçınmasıdır. Nasıl oluşursa oluşsun, siyâset mutlaka şu iki şeyden birini gerçekleştirir: ya mevcut kuralları ve mevcut düzeni mümkün olduğu kadar değiştirmeden muhafaza etmek ya da bunları değiştirmek. İkisinde de siyâsetin yönünü tâyin eden bir değerlendirme vardır. Mevcut kurallar ve düzen muhafaza edilmelidir çünkü iyidir, âdildir, doğrudur, yâhut değişim gereklidir çünkü mevcut kurallar ve kurumlar kötü, adâletsiz ve yanlıştır. 

Örneğin, Türkiye’de şu anda çok eşitsiz bir gelir dağılımı bulunmaktadır. Bunun iyi bir şey olmadığını düşünen siyâsî kadrolar, bu eşitsizliği düzeltmek için, eşitsizliğin kaynağındaki kuralları, kurumları, ilişkileri değiştirmeye çalışırlar ve örneğin vergi kanunlarını bu değişimin önemli araçlarından biri olarak görürler. Aksine, başkaları da eşitsizliği kötü bir şey olarak görmez, bunun tabiî olduğunu düşünürler, vs. Burada siyâset, ekonomik ve toplumsal ilişkiler alanına bağlanır ve yaklaşımınıza göre burada “sınıf çatışması” ve “sınıf siyâseti” görebilirsiniz. Yâhût korporatist bir tavırla, meslek gruplarının mümkün olduğunca dayanışmasını nasıl güçlendireceğinize odaklanırsınız. Her halükârda bir ekenomik politikanız vardır.

Kimlik konusu da bundan farklı değildir. Çağdaş hukuk düzenlerinde insanlar doğuştan hak sâhibi varlıklar olarak kabûl edilirler ve tekil olarak her birinin adı, ikâmeti vs. gibi unsurlardan oluşan bir “bireysel kimliği” vardır. Bunlar bizim “kişilik haklarımız” olarak yasal koruma altındadır. Buna ek olarak, insanların andilleri, vatandaşı oldukları devletlerin resmî dilleri gibi özellikleri de bulunur. Aynı şekilde insanlar, kendilerince hayâtı anlamlı kılan ve bu hayat içinde kendi yerlerini tâyin eden dünyâ görüşlerine, din ve inanç sistemlerine bağlanırlar veyâ bağlanmamayı da tercih edebilirler. Bunlar da, insanın adı, ikâmetgâhı gibi onun kimliğini gösteren unsurlardır.

Dolayısıyla, “kimlik siyâseti” tâbiri, insanın yukarıda örneklediğim kimlik unsurlarıyla ilgili olarak vâr olan kuralların, kurumların, kısaca câri anlayışın ve düzenin niteliği ile ilgili bir değerlendirme ve eylem belirleme işidir. Örneğin, Türk Medenî Kanunu’na göre kadın evlenince kocasının soyadını alır. Bazı kadınlar bunu istememekte ve evlenmeden önceki soyadlarını korumayı talep etmektedirler. Bunun sonucu olarak, siyâset devreye girmiş, kanun değişmiş ve kadınların evlenmeden önceki soyadlarını kocalarınınkiyle birlikte ve kocanın soyadından önce gelmek şartıyla kullanabilecekleri hükmü getirilmiştir. Ancak, siyâset burada da bitmemiş, konu AİHM’ne taşınmış ve sonuçta kadınların evlilik öncesi soyadlarını kocanın soyadı olmaksızın kullanabilmeleri mümkün olmuştur. Bu, tipik bir “kimlik siyâseti” örneğidir, buradaki konu “toplumsal cinsiyet kimliği”dir.

Alevîlik de, sünnilik gibi, ortodoksluk, katoliklik veyâ protestanlık gibi, Süryanîlik, Keldânîlik, Nasturîlik gibi, Yahudilik, Ermenilik, vs. gibi bir din ve inanç mensûbiyetini ifâde eden bir kimliktir. Diğerleriyle ilgili olduğu gibi, Alevîlik’le ilgili de cârî bir düzen var mıdır? Kuşkusuz, evet. Peki, bu düzen eşit, özgür ve âdil bir nitelik taşımakta mıdır? Cevap için yukarıdaki örneğe dönelim. Kadının evlendikten sonra mutlaka kocasının soyadını kullanmak zorunda bırakılması, 1926’da değil ama 1990’lardan bu yana, eşitliğe aykırı, ayrımcı bir düzenleme sayılmaktadır ve o yüzden değiştirilmiştir. Aynı şey, din ve inanç grupları ve tabiî ki etnik mensûbiyetler için de geçerlidir.

Kimlik Siyâseti Biter Mi?

Türkiye Cumhuriyeti, 1923’te îlân edildiğinde, sâdece gayrimüslimlerin kimliklerini “azınlık” olarak tanımış ve ibâdet yerlerini ve kendi “anadillerinde eğitim hakkı”nı teslim etmiştir. Buna karşılık, kuruluş paradigmasını “gayrimüslim olmayan” halklar arasında herhangi bir başka kimlik özelliği görmemek üzere inşâ etmiş olduğundan, Alevîliği, Kürt, Çerkes, Lâz, Arap vs. kimlikleri yok saymıştır. Bu, tıpkı kadının soyadı örneğindeki gibi, çağdaş dünyâda sürdürülmesi mümkün olmayan bir “kimlik siyâseti”dir. Ve bu, öyle bir kimlik siyâsetidir ki, ayrımcı, baskıcı ve inkârcı bu siyâsetin değiştirilmesi için “karşı kimlik siyâseti”ni zorunlu kılmaktadır. Çünkü Türkiye, devletin insan unsuru içindeki farklılıkları, çoğulculuğu özgür, eşit, âdil bir “anayasal kimlik” içinde meczedebilmeyi başaramamıştır. Dolayısıyla, böyle bir “anayasal kimlik” inşâ edilemediği sürece de “kimlik siyâseti” varlığını sürdürecektir. Devletin kimlik siyâsetiyle kurulduğu ve sürdürüldüğü bir düzende, bu siyâsetin mağdurlarının değişim taleplerine, “kimlik siyâsetine karşıyız” diye engel olmaya kalkmanın iyi niyetliler için “beyhûde”, kötü niyetliler için de “nâfile” olduğun söylemek zorundayım.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.