Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Levent Köker yazdı: “Sen’i değil, O’nu başkan yaptıracağız!”

Tırnak içine aldım bu sözü, sanki bir yerden, birisinden alıntıymış gibi ama aslında öyle değil. Sözün bir sâhibi var mı, onu da bilmiyorum. Hatırlayacaksınız, Selahattin Demirtaş 7 Haziran 2015 seçimlerinden önce, en kısa süren HDP Grup Toplantısı’nda, üç kez “Sen’i başkan yaptırmayacağız!” demiş ve kürsüden inmişti. 14 Mayıs’a artık günler kala, hukuksuzca cezaevinde tutulan Demirtaş’ın, Kılıçdaroğlu’na açık destek veren mesajını görünce, bu aklıma geldi. Bir çağrışım. “Sen’i başkan yaptırmayacağız” sözünün, yaklaşık sekiz yıl sonra gelen devamı: “(Sen’i değil) O’nu başkan yaptıracağız!” Kılıçdaroğlu’nun halkın sokaklara dökülerek büyük bir coşkuyla karşılandığı Van mitingindeki manzara da zihnimdeki bu çağrışımın yanlış olmadığını gösteriyordu. 

Demirtaş, bu sekiz yılın yaklaşık yedi yılını hapishanede geçirdi, hâlâ da başta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi olmak üzere verilmiş tahliye kararlarına rağmen tutsaklığı sürüyor. Bu mahkemelerden AİHM, Demirtaş’ın hukuksuzca hapiste tutulduğunu, bu nedenle de haklarının ihlâl edildiğine karar verirken, ihlâllerin gâyesinin siyasî olduğunu, yani Türkiye’nin (yani iktidarın) siyasî amaçlarla AİHS’ni kötüye kullandığını da belirtiyordu.

Demirtaş neden hapiste?

AİHM’in bu tür kararları çok fazla değil, deyim yerindeyse “ender-i nâdirat”tan, bir elin parmaklarını geçmiyor. O yüzden ciddî. AİHM’in bu tesbitini, geçtiğimiz günlerde bir televizyon programına katılan, Yeşil Sol Parti Ankara 1. Bölge milletvekili adayı Emirali Türkmen’in konuşması sırasında bir kez daha hatırladım. Emirali Türkmen, Demirtaş’ın son kitabı DAD’ı yayınlayan Dipnot Kitabevi’nin kurucusu bir Ankaralı. Sâdece DAD değil, Demirtaş’ın Seher’le başlayıp Devran, Leylan ve Efsun’la süren edebî eserlerinin de yayıncısı Dipnot. Emirali Türkmen, sözünü ettiğim televizyon konuşmasında Demirtaş’ın, “Sen’i başkan yaptırmayacağız!” sözünün simgelediği muhalif siyasî duruşu ve bu duruşun toplumdaki karşılığı nedeniyle tutsak edildiğini vurguladığında, aslında önemli bir başka noktayı da vurgulamıştı. Sosyalist, eleştirel, muhalif, demokrat seslerin kamusallaşmasına kurduğu yayınevi ile inanılmaz bir katkıya imza atan Türkmen, bu noktayı vurguladığını da biliyordu elbet. Bu noktanın en özet ifadesi, Demirtaş’ın sözünde sembolleşen muhalif ve demokrat tavrın Türkiye siyasetinde HDP’nin sahip olduğu anahtar rolü ortaya koymasıydı. Hatırlayalım, Demirtaş’ın o sözünün önünde “HDP’liler var olduğu sürece” ibâresi de yer alıyordu.

HDP’nin bu anahtar rolünü, Türkiye siyasetinin demokratik bir yönde gelişmesiyle de ilişkilendirmemiz gerekir. HDP’nin ortaya koyduğu muhalefetin doğrudan sonucu, 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP’nin iktidar olmasına yetecek çoğunluğu kaybetmesi, böylece arzu edilen başkancı düzene geçilmesinin zora girmesi olmuştu. Bu zorluğun aşılması, sadece Demirtaş’ın değil, HDP bünyesindeki tüm muhalif kadroların pasifize edilmesiyle mümkün olabilecekti ve öyle de olmuş ama bunlar olurken Türkiye, hukuk devleti ve demokrasi gibi kavramlarla tarif edilmesi mümkün olmayan bir rejime doğru hızla yol almıştı. Olağanüstü hal ilan edilmeden başlayan, olağanüstü hal sonrasında yoğunlaşarak süren bir dizi hukuksuz uygulama içinde, Yüksek Seçim Kurulu’nun açık kanuna aykırı kararıyla ve ancak küçük bir marjla kotarılabilen anayasa değişikliği sonrasında bugün bulunduğumuz yerdeyiz. Ve bugün de anahtar HDP’de, seçimdeki adıyla Yeşil Sol Parti’de ve tabiî Emek ve Özgürlük İttifakı’nda.

Fırsatlar ve engeller

Şimdi, önümüzde bir fırsat var. Bu fırsat, sıkça söylendiği gibi, “cehennemin kapılarını kapatma” fırsatı. Cehennem terimiyle kastedilen de mevcut baskıcı rejimin var olan “post-faşist” özelliklerinin daha da belirginleşeceği ve koyulaşacağı bir sürecin durdurulması, en azından ben böyle anlıyorum. Yeterli mi? Kuşkusuz hayır. “Cehennemin kapılarını kapatmak,” ancak siyasetin demokratik ilke ve değerler üzerine yeniden inşâ edilmesi ile mümkün ve bunun için nelerin yapılması gerektiği de az çok belli. Anahatları itibariyle Kılıçdaroğlu’nun başkanlığı üzerinde anlaşmış olan Millet İttifakı’nın “güçlendirilmiş parlamenter sistem”e geçiş programı, yapılması gerekenlerin önemli bir bölümünü içeriyor. 

Ancak cehennemin kapılarını kapatırken, bir yandan da arzu edilen demokratikleşmenin sağlanması yönünde gelişmelere kapı aralanması gerektiğini de unutmamak gerek. Bunu, izninizle biraz açayım. Cehennem dediğimiz, ister benim gibi “post-faşist” terimini kullanın, ister “yarışmacı otoriterlik” veya “liberal olmayan demokrasi” terimlerini tercih edin, bu aşamada çok fark etmez, mevcut anti-demokratik sistemin büsbütün kapalı, artık seçimlerin dahi yapılmasının mümkün olamayacağı bir faşizme dönüşmesi. Cehennemin kapılarını kapatmak derken, herhalde bu tür bir gidişin engellenmesi kastediliyor.

14 Mayıs seçimleri bunun için bir fırsat. İktidar değişikliği, bu fırsatın kullanılması için gerekli bir koşul ama yeterli olacak mı? İktidarın nasıl el değiştireceğine ve iktidar değişikliğinden sonra yeni iktidarın sâhipleri olan ittifakların nasıl davranacaklarına bağlı. Burada en kritik nokta, yeni iktidarın parlamenter sisteme geçişi sağlayıncaya kadar ülkeyi bugünkü anayasaya göre, yani bugünkü cumhurbaşkanı yetkileri ile yönetecek olması ve bu bir fırsat olduğu kadar bir engel de olabilir. Bu bir fırsat çünkü Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri, 2018’den beri yapılan ve devletin iyi-kötü, sınırlı ölçüler içinde de olsa hukuka uygun olarak işleyebilen bürokratik yapısını bozmuş olan işleri düzeltmek için kullanılabilir. Bununla birlikte, bu düzeltim veya reform döneminde özellikle Millet İttifakı’nın kendi iç bütünlüğünü muhafaza edebilip edemeyeceği ciddî bir soru işaretidir.

Bu soru işaretinin bir kaynağı, daha önce Akşener’in yaratmış olduğu “mini kriz”i aşan sürtüşmelerin ortaya çıkabileceği endişesi ise, diğeri ve bence daha önemli olanı, Millet İttifakı’nın, parlamenter sistem için gerekli olan anayasa değişikliği için yeterli çoğunluğu elde edemeyecek olmasıdır. Bu durumda, Yeşil Sol Parti’nin (ve Emek ve Özgürlük İttifakı’nın) anahtar rolü devreye girmek zorundadır.

Anahtarın adı bu kez Yeşil Sol Parti ve Emek ve Özgürlük İttifâkı

Şimdi, eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, Kılıçdaroğlu’nun başkan olduğu Millet İttifakı iktidarı altında, kamuoyuna açıklanmış olan “güçlendirilmiş parlamenter sistem” yanında, “ortak politikalar” metnine baktığımızda, bunların bir bütün olarak Türkiye’de demokratik bir gelecek inşâ etmek için asgarî koşulları sağlamaya yöneldiği söylenebilir. Bu, pek çok yorumcunun da haklı olarak belirttiği gibi, bir tür “restorasyon” projesidir. Anayasa’yı değiştirecek çoğunluk elde edilmediği durumda, ki seçim tahminleri bu yöndedir, bu programı uygulayabilmeleri için dışarıdan destek almaları gerekecektir. Bu desteğin en ciddî kaynağı da Yeşil Sol Parti ve Emek ve Özgürlük İttifakı’dır. Kılıçdaroğlu başkanlığındaki Millet İttifakı’nın bu desteği sağlayabilmesi ise yalnızca bir restorasyon projesi ile gerçekleşemez. 2018’de yürürlüğe konan başkancı sistemin öncesindeki parlamenter sistemin çözemediği en temel demokrasi sorunlarımızı hedefleyen ve bu anlamda basit bir restorasyon projesi olmanın ötesine geçen bir yaklaşıma açık olmasına bağlıdır. Burada da Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın en güçlü zeminini Kürt sorununun oluşturduğunu ister istemez hatırlamak gerekir. Terim olarak “Kürt sorunu”, aslında içeriği itibariyle bakıldığında, Türkiye toplumunun çoğul kimlikli yapısıyla uyuşmayan ve bugünkü baskı rejimi tarafından sloganlaştırılmış bulunan “tekçi devlet” anlayışından, bu anlayışın kurumsallaşmış özelliklerinden kaynaklanan tüm sorunları içeren bir tabirdir. Dolayısıyla, sorunun çözümü, sadece Kürt sorununun değil, Türkiye toplumunun çoğulcu yapısıyla uyumlu bir demokratikleşme anlamına da gelmektedir.

Kılıçdaroğlu, bu süreçte sık sık, hukukun uygulanacağını, hukuksuzca hapis tutulanların tahliye edileceklerini vurgulamanın yanı sıra, Kürt sorununun TBMM bünyesinde çözümü için gerekenlerin yapılacağını vurgulamıştır. Bu, kanımca Kılıçdaroğlu başkanlığında iktidara gelecek olan Millet İttifakı’nın kendi projelerini içererek aşan bir demokratik değişime Yeşil Sol Parti ve Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın desteğiyle yönelebileceği bir doğrultuyu da işaret etmektedir.

“Sen’i değil, O’nu başkan yaptıracağız” diye özetleyebileceğim bu değişim fırsatı umarım bu defa kaçırılmaz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.