Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Levent Köker yazdı: Anahtar ama hangi anahtar?

14 Mayıs seçimleri sonuçlandı, TBMM sandalye dağılımı belirlendi ve Cumhurbaşkanı seçimi, Erdoğan ile Kılıçdaroğlu arasında yapılacak olan ikinci tura kaldı. Sonuçları, Türkiye’de bugün yürürlükte olan başkancı sistemin özelliklerini akılda tutarak değerlendirmek gerek. Bu değerlendirmeyi yaparken de, 2018’den beri uygulanmakta olan hükûmet sisteminin bir özelliğini unutmamak gerekiyor. Bu sisteme göre TBMM ile hükûmet arasında herhangi bir organik bağ bulunmuyor. Yâni hükûmet, TBMM içinden çıkmıyor ve TBMM’nin güvenoyuna dayanmıyor. Hükûmet bir kişiden, Cumhurbaşkanı’ndan meydana geliyor ve o bir kişi de doğrudan halk oyu ile seçiliyor. Cumhurbaşkanı, TBMM’nin onayına gerek olmaksızın istediği gibi bakanlıklara atamalar yapıyor, yüksek yargı da dâhil, tüm devlet bürokrasisini kendi anlayışına göre biçimlendiriyor. Zaman zaman kullandığımız “kabine” terimi de bu anlamda, eski parlâmenter bakanlar kurulundan farklı olarak, Cumhurbaşkanı tarafından atanmış ve her ân görevlerinden alınabilecek olan ve milletvekili sıfatını taşımayan bakanlardan meydana geliyor. Bu nedenle, seçmenler nezdinde veyâ kamuoyunda gözlemlediğim, “TBMM çoğunluğu Cumhur İttifâkı’nda, artık ikinci tur seçim bir formalite, Erdoğan kazanır!” yaklaşımı çok yanlış. Aksine, Cumhurbaşkanı’nın ülke yönetiminde TBMM çoğunluğunun desteğine dayanmak zorunda olmadığını, Cumhurbaşkanlığı Kararnâmeleri’nin TBMM tarafından denetlenmediğini, TBMM’nin çıkarabileceği kanunları da Cumhurbaşkanı’nın veto edebileceğini hatırladığımızda, ikinci tur seçimini bağımsız bir seçim olarak düşünmemizi kolaylaştırıyor.

Bu açıdan, ikinci turun aynı zamanda iki siyâsetçi ve onların temsil ettikleri arasında bir referandum niteliğinde anlaşılmasının da büyük önemi var. İkinci turda, aslında, 2018’den bu yana uygulanan sistemin otoriter değil, demokratik bir değişim yönünde işletilebilip işletilemeyeceğini de oylamış olacağız. İkinci turun bir formalite gibi görülmesi ne kadar yanlışsa, bir referandum gibi görülmesi de o kadar doğru. Dolayısıyla, kritik seçimlerin yürütme organı ile ilgili ikinci turu da kritik önemde olmayı sürdürüyor. Halk, Erdoğan tarzı bir liderlik ve otoriterliğin artarak devâmından mı, yoksa Kılıçdaroğlu’nun demokratik yönde değişim vaad eden vizyonunu mu tercih edecek? 

Sorunun yanıtı, birinci turda Erdoğan’a oy vermeyen yaklaşık %50,5 oranındaki seçmenin bir bütün oarak Kılıçdaroğlu’na oy verip vermeyeceğine bağlı ki, bu noktada ilk turun üçüncü adayı Sinan Oğan, %5.3 civârındaki oyu ile “anahtar” konumunda. Oğan ve içinde bulunduğu Ata İttifâkı, bu kelimeyi özellikle kullanıyor. Kullandıkları bağlam da ilginç. Sâdece seçimin ikinci turu için değil, Türkiye siyâsetinin gelecek doğrultusunu da belirleyici olmak gibi bir iddiayı da içerecek şekilde, Yeşil Sol Parti ile Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın anahtar konumunu silmek, “Türk milliyetçileri ve Atatürkçüler olarak” onların yerini aldıklarını ifâde ediyorlar.

Anahtar, hangi kilidi açacak?

Anahtar, siyâsî hayâtımızda kullanılan bir metafor. Benim belleğimdeki yeri, Türkiye’de siyâsî İslâmcılığın ikinci partisi olan Millî Selâmet Partisi’nin amblemiyle belirlenmiş. Siyâsette ne zaman anahtar sözünü duysam, MSP’nin amblemi aklıma gelir. Bu amblem, tutacak yeri kalp figürüyle çizilmiş olan bir anahtardı. 1971-1980 arasındaki koalisyon hükûmetleri dönemlerinde MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın sıkça kullandığı bir sözcüktü, hem partinin amblemine ve hem de hükûmetlerin kurulmasındaki rolüne atıf yapıyordu. Hatırlatmak gerekirse, 1973 seçimlerinden sonra Ecevit liderliğindeki CHP ile kısa süreli bir koalisyon kurmuş olan Erbakan, daha sonra Demirel’in Başbakanlığında kurulan iki milliyetçi cephe hükûmetinde yer almıştı. O dönem, gerçekten MSP olmadan TBMM içinden bir hükûmet çıkarılamadığı bir dönemdi. Yâni, MSP’nin anahtarı, kilitlenmiş olan hükûmet kurma süreçlerini açabiliyordu.

Bugünün Türkiye’sinde hükûmet kurmak için TBMM’nin onayına ihtiyaç yok. Dediğim gibi, hükûmet eşittir Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı da halk oyuyla seçiliyor ve bu seçimin ikinci turda kilitlenmesi diye bir sorun da yok çünkü ikinci turda geçerli oyların çoğunluğunu alan kişi Cumhurbaşkanı oluyor. O hâlde, şimdi, ikinci tura gidilirken, Oğan ve Ata İttifâkı’nın oynamaya çalıştıkları anahtar rolü, hangi kilidi açacak? Kritik soru bu.

İkinci tur sonunda ya Erdoğan, ya da Kılıçdaroğlu mutlaka Cumhurbaşkanı olacak, bu belli. Bu durumda Oğan’ın oynamak istediği anahtarın açılımı, kendisinin ileri sürdüğü şartlara kim râzı olursa, onun yanında durmak ve ikinci turu onun kazanmasını sağlamak. Şartların özünü ise, sığınmacıların geri gönderilmesi veyâ sınırdışı edilmesi, Anayasa’nın ilk dört maddesinin tartışma konusu yapılmaması, vatandaşlık tanımındaki Türklüğün değişmezliğinin garanti edilmesi, faiz sebeb, enflâsyon sonuç yaklaşımıyla yürütülen politikadan vaz geçilmesi ve nihâyet bütün terör örgütleriyle mesâfelenilmesi.

Bu şartların siyâsî anlamını değerlendirmeyi bu yazının dışında tutuyorum ancak, şu iki noktanın altını çizmeliyim. Bunlardan ilki, Oğan ve taraftarlarının da saklamadıkları üzere, bu şartların hâkim ideolojisi, ekonomi politikasını ve terörizm ile ilgili olanı hâriç, “Türk milliyetçiliği”. Ekonomi politikası ile ilgili olan şartı dışarıda tutuyorum çünkü, Türk milliyetçiliğiyle veya Oğan’ın birlikte anmaya özen gösterdiği Atatürkçülükle özdeşleşmiş bir ekonomik politikası olduğunu bilmiyorum. Kezâ, terörizme karşı olmak için de milliyetçi olmak gerekmiyor, tabiî terörizmi insanların farklı siyâsî duruşları üzerinde faşizan baskı kurmanın bahanesi bir terim olarak anlamıyorsanız.

Şartları bir bütün olarak değerlendirdiğimizde ise, Oğan’ın ideolojik eğiliminin Erdoğan’dan çok Kılıçdaroğlu’na yakın olduğunu söyleyebiliriz. Bunu sâdece sık sık kullandığı “biz Türk milliyetçileri ve Atatükçüler” tâbirinden değil, aynı zamanda faiz-enflâsyon ilişkisinden hareketle eleştiri konusu yaptığı politikanın asıl savunucusunun Erdoğan olmasından çıkarsamak mümkün. Nitekim, ikinci turun kesinleşmesinin hemen ardından, kamuoyuna daha “farklı” bir tonda seslenmeye başlayan Kılıçdaroğlu’nun sığınmacılar aleyhine sarfettiği ve en sonunda artık ekonomik krizden de sığınmacıları sorumlu tutmaya kadar varan şiddetli sözler, bu yakınlığın hemen kabûl edildiğini gösteriyor. Aynı bağlamda, özellikle 14 Mayıs’tan kısa bir süre önceki “İpek Yolu Otoyol Projesi” ve “Türk Devleti’ni Türk dünyası ile bütünleştirme emeli”ni hatırladığımızda, Kılıçdaroğlu’nun Türk milliyetçiliği ile ilgili bir anlaşmazlık içinde olmadığını da tahmin edebiliriz. 

Beklenen odur ki, önümüzdeki bir haftalık sürede Oğan ve Ata İttifâkı, Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararı verecektir. Bu destek sandığa da yansıyabilir ve böylece Kılıçdaroğlu 28 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı seçilir. Böylece, şu ân için belirsiz olan ama 28 Mayıs’ta her halükârda açılacak olan hükûmet kilidi, Kılıçdaroğlu lehine olacak biçimde açılmış olur. Bu defa da şu soru ile yüzyüze geliriz. Türkiye siyâset, Cumhurbaşkanlığı makamında kimin oturacağının belirlenmesiyle açılacak ölçüde basit bir “hükûmet sorunu”na mı kilitlenmiştir?

Asıl anahtar nerede?

Elbette ki hayır. Türkiye’nin esas sorunu, 1970’lerde MSP anahtar konumundayken de, şimdi de basitçe bir “hükûmet kurma” sorunu değil. Ancak, pek çok müesses nizam partisinin ve siyâsetçisinin yanısıra, devletin etkili zümresi olarak askerî ve sivil bürokrasi de, Türkiye’deki esas sorunu istikrarsızlık olarak görmüş, istikrarsızlığı da “hükûmetlerin ömrü” ile tanımlamayı tercih etmiştir. 12 Eylül Cuntası, ülkede bir daha koalisyon mecburiyeti olmasın diye, antidemokratik seçim barajları getirmişti. Buna rağmen 1990’lar koalisyonlarla geçti. Toplumun kendi içindeki çoğulluğun siyâsî yansıması olan bu durumu kabûl etmeme tavrı AKP iktidarının başkanlık arayışına da yansıdı. Biliyorsunuz, bugünkü başkancı sistemi savunanlar sık sık, “yürütmede iki başlılık olmaz” gerekçesinin yanında her zaman başkanlık ile birlikte koalisyon ihtimâlinin yok olacağını da vurguluyorlardı. Bu da olmadı. Adı ittifak ama, aslında şimdi de koalisyonla yönetiliyoruz. Böyle de devam edecek. Yeni parlâmento aritmetiğine bakarsanız, hiçbir partinin salt çoğunluğu yok, salt çoğunluk sâdece ittifak kurulursa oluşuyor. Hükûmet kurmak için TBMM desteğinin gerekmemesi, hükûmet istikrarı için bir avantaj gibi görünebilir ama artan otoriterlik pahasına ve otoriterlik arttıkça sorunların çözüm yoluna girmesi de zorlaşıyor.

Şimdi, ikinci turu Erdoğan’ın kazanması hâlinde, 2018’den beri yoğunlaşan otoriterleşmenin iyice koyulaşacağını tahmin etmemiz zor değil. Bunu tartışma dışı tutalım. Buna karşılık, Oğan’ın desteklediği veyâ ufak bir ihtimâl ama bu destek olmadan da elde edilecek olan bir Kılıçdaroğlu galibiyeti de umut vaad etmiyor. Çünkü asıl kilit, bir yanında siyâsî İslâmcılığın en uç yapılarını da içeren Türk-İslâm Sentezciliğinin, diğer yanında “seküler” Türk milliyetçiliğinin bulunduğu bir kapanın ağzında. Bu kilidi açacak asıl anahtar ise, bugünkü tabloda Yeşil Sol Parti-HDP ve Emek ve Özgürlük İttifâkı’nda. 

Dikkat edilecek olursa, Sinan Oğan ve Ata İttifâkı, en büyük başarılarının seçimi ikinci tura bırakmak olduğunu söylemiyorlar. Evet, öyle bir iddiaları var. Seçimin ikinci tura kalmasını biz sağladık diyorlar. Ama, asıl büyük başarılarının, anahtarı Yeşil Sol Parti’nin elinden alıp, Türk milliyetçilerine vermek olduğunu ısrarla vurguluyorlar. Bu “asıl başarı” olabilirse de, o anahtar asıl anahtar değil. Milliyetçilik kapanına sıkışmış olan Türkiye siyâsetinin demokrasiye açılacak kapısının anahtarı hâlâ aynı yerde duruyor ama ne yazık ki müesses nizam, partileri ve siyâsetçileri eliyle 7 Haziran 2015’te yaptığını tekrarlayarak, bu anahtarı görmemeyi, göstermemeyi tercih ediyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.