Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Levent Köker yazdı: Yine “alavere dalavere Kürt Memet nöbete” olmasın!

Zamanı geldi. Yarın oy verme günü, sonrası baharmış, öyle söz verdiler. “Bahar” burada bir metafor, metaforu anlamlı kılan da bu kritik seçim gününün, bahar mevsiminin bence en güzel ayı olan Mayıs’a denk gelmesi. İşin ilginç yanı, Mayıs ayı şu âna kadar normal sıcaklığın altında, hayli serin, hattâ soğuk geçiyor. Meterolojinin tahminine îtibar etmek gerekirse, Pazartesi’den başlayarak ciddî bir yükselişle hava hem ısınıyor ve hem de bulutlar dağılıyor. İktidârı ele geçirmeye hayli yaklaşmış olan muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu’nun kampanyasındaki temel sloganlardan biri olan “Sana söz yine baharlar gelecek!” ile fevkalâde uyumlu gelişmeler. 

İnce’nin çekilmesi ve Kılıçdaroğlu’nun yükselen seçilme şansı

Bahar metaforunun gerçeklikle uyumunun ötesinde, Kılıçdaroğlu lehine görünen en önemli gelişme ise, hiç şüphesiz, Muharrem İnce’nin adaylıktan çekilmesi. Kazanma şansı bir yana ikinci tura kalma ihtimâli dahi olmayan kişilerin bu tür adaylık gösterilerini gerçekten anlamlandırabildiğimi söyleyemem. Kâğıt üzerinde, doğru, 100 bin imzâyı toplayabilen her vatandaşın Cumhurbaşkanı seçiminde aday olma hakkı var. Prensip olarak, vatandaşların kamusal makamlara seçilme haklarını kullanılamayacak öçüde dar sınırlamalara tâbi kılmak da doğru değil. Bununla birlikte, Cumhurbaşkanı seçilecek olan kişinin aynı zamanda yasama organında da kendisine destek olacak bir çoğunluğa hiç değilse hitap edebilmesi gerektiğini düşündüğümüzde, yasal koşulları yerine getiren herkesin bu rekâbete girmesi çok da anlamlı değil. ABD Başkanlık seçimleri târihinde gördüğümüz türden bireysel çıkışlar belki orada disiplinli parti sisteminin bulunmadığı daha bireysel temsil odaklı sistemin özellikleri göz önüne alındığında anlaşılabilir. Buna karşılık, Avrupa örnekleriyle uyumlu olarak, disiplinli partilerden oluşan bir siyâsî hayâtın geçerli olduğu Türkiye’de, yasama organına hâkim olamayan bir bireyin Cumhurbaşkanı olarak kendi siyâsetini nasıl hayâta geçirebileceği gerçekten tam bir muammadır. Uzatmayayım, baştan mantıksız ve yanlış olan bir işti bu bireysel adaylık ve bu şekilde bitmesi iyi oldu.

İnce’nin çekilmesi ile birlikte, kamuoyu yoklamalarının ortalamasına göre kıl payı önde görünen Kılıçdaroğlu’nun seçimi ilk turda kazanma ihtimâli de kanımca iyice yükseldi. Artık, Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanı’ndan söz edebiliriz diye düşünüyorum. Biliyorsunuz, aynı kişi üst üste Cumhurbaşkanı seçildiği zaman ona, terim yerindeyse “sıra numarası” verilmiyor. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ardından, 2014’te 12. Cumhurbaşkanı seçilmiş olan Recep Tayyip Erdoğan, 2018’de ikinci defâ seçildiğinde, mazbatasındaki 13. ibâresinin yanlışlığı Yüksek Seçim Kurulu tarafından düzeltilerek, silinmişti. Bu düzeltme işlemi ile Erdoğan’ın iki defâ üst üste Cumhurbaşkanı seçildiğini doğrulamış olan YSK’nın bu seçimde, Erdoğan’ın Anayasa’ya göre mümkün olmaması gereken adaylığını onaylarken bu kararını da çiğnemiş olduğunu biliyoruz. Kısacası, “13. Cumhurbaşkanı” dediğimizde Kılıçdaroğlu’nu kastediyoruz, ya da tersi, Kılıçdaroğlu dediğimizde de 13. Cumhurbaşkanı’ndan bahsetmekteyiz. Bakalım, 15 Mayıs’ın ilk saatlerine doğru, belki o zamana bile kalmadan, seçmenler bu dediğimizi doğrulayacaklar mı?

Sandıkta alavere, dalavere olur mu?

Maalesef, şöyle bir takım kuşkular kamu oyunda hâlâ görülüyor, duyuluyor. Seçmenler oylarını verecekler ama, acaba oylar sandığa girdiği gibi çıkabilecek mi? Bu endişeyi, bu seçimlerin İttihat ve Terakki dönemindeki sopalı seçimlere veyâ 1946’nın hileli seçimlerine benzetme girişimleri olabilir mi? Muhalif siyâsetçileri ve onların mensubu oldukları siyâsî partileri düşmanlaştıran “işgâlciler” gibi söylemlere en son AKP Genel Başkanı’nın “15 Temmuz’daki gibi kendimizi koruruz” açıklaması eklendi. Dahası, aynı zamanda iktidar partisinin milletvekili adayı olan İçişleri Bakanı’nın ısrarla ve hukuka tümüyle aykırı bir biçimde seçim sonuçlarını tâkip için bakanlığın gücünü kullanmaya teşebbüs etmesini de burada kaydedebiliriz. Bütün bunlar, günümüz faşizminin adı olan popülizmin “biz/onlar”, “dost/düşman”, “gerçek halk-millet/halk-millet düşmanları” terimleriyle yürüttükleri kutuplaştırma siyâsetine bağlayarak geçiştirilemez. 2017’den bu şana verdiği kararlarla özellikle muhalif seçmenler nezdinde güvenilirliğine hayli zarar vermiş olan YSK’nın İçişleri Bakanlığı’ndan gelen talepleri oybirliğiyle reddetmiş olması, seçim güvenliği açısından sevindirici bir gelişme. Daha da sevindirici olan, Millet İttifâkı’nın da, diğer muhalif güçlerin de sandıklara sâhip çıkma konusundaki kararlılığı ve örgütlü güçleri. Bunları gözönüne aldığımızda, oy sayım ve döküm işlemlerinde bir alavere dalavere olma ihtimâlinin büyük ölçüde bertaraf edilmiş olduğunu söyleyebiliriz.

Siyâsette alavere dalavere olmaz mı?

YSK’nun son kararlarıyla birlikte artan bir iyimserlik içinde, şunu söyleyebilirim ki, seçim günü sandığa giren oy ile çıkan oy birbirine çok büyük ölçüde denk olacak ve seçim sonucuna etki edecek düzeyde bir alavere, dalavere olmayacak. Buna göre de, tahminim, Cumhurbaşkanı seçimi ilk turda 13. Cumhurbaşkanı’nın seçilmesiyle sonuçlanacak. İkinci turu olmayan TBMM seçimlerinde ise Millet İttifâkı’nın birinci geldiği ama saltı çoğunluğa sâhip olamadığı bir sandalye dağılımı bizi bekliyor. Ve, asıl iş 15 Mayıs’tan sonra siyâsetin nasıl şekilleneceğinde ki, burada bir alavere dalavere olabilir diye endişelenmekteyim.

Endişemi bu yakınlarda artıran iki önemli gelişmeyi burada paylaşmak isterim. Bunlardan ilki, 13. Cumhurbaşkanı’nın çizdiği profilde Türk milliyetçiliği hatlarının koyulaşmakta olması. Ne kastediyorum? Kılıçdaroğlu bu yakınlarda bir video yayınladı ve burada kendi çılgın projesi olarak bir ipek yolundan söz etti. Aynen alıyorum: “Bugün, hayatımın en büyük projesini açıklıyorum. Görsünler, Batı’yı, Doğu’yu ne kadar umursuyormuşum. Ben Doğu, Batı diye ayırmam. Türk Devleti’nin menfaatleri neredeyse, orada olurum. Açıklayacağım proje, Türk Devleti’nin gerçek manada Türk dünyasıyla buluşma projesidir.”

Bunun ardından, yine Kılıçdaroğlu, bu defa seçimleri etkilemek üzere, alavere, dalavere yerine bugünlerde moda tâbirle “deepfake” peşinde olanları ismen belirterek, yâni Rusya’yı hedefe koyup uyarmaya yönelik bir mesaj da yayınladı. Twitter hesâbından Türkçe ve Rusça olarak yayınlanan bu mesajda Kılıçdaroğlu Rusya’ya, “elinizi Türk Devleti’nden çekin” diye sesleniyordu.

Bunlar son günlerin dili. Seçimle ilgili oy kaygılarıyla, sağlı sollu tüm Türk milliyetçilerinin gönlüne hitâb etme niyetiyle mi söylenmiştir, yoksa sâhici duygu ve düşünceler midir, zaman gösterecek. Ancak, kaç defâ yazıp çizdiğimiz bir konuyu tekrar dile getirme pahasına, bu “Türk devleti”, “Türk dünyâsı” vb. tâbirlerini hayli sorunlu bulduğumu belirtmeliyim. Birkaç nedenle.

Türk, Türkiye ve demokratikleşme vaadleri

Her şeyden önce, bir hânedanlığın ardından, 1921’in devrimci atılımıyla birlikte, bir hukukî varlık olarak kurulmuş olan devlet, Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bütün anayasalarında bu adla anılan ve değiştirilemezlik hükmüyle korunan bu devletin, dünyâ üzerinde çoğunluğu Türklerden oluşan bir insan unsuruna sâhip olduğu da doğrudur. Ancak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti örneğinin de bize gösterdiği üzere, bu devletin niteleyici unsuru Türkiye adı verilen ülkesidir. Kuzey Kıbrıs’taki devlet, Kıbrıs’taki Kıbrıslırum-Kıbrıslıtürk çatışmasının geldiği bir evrede, bir “Türk” cumhuriyeti olarak kurulmuştur. Buna karşılık Türkiye Cumhuriyeti, öncelikle Türkiye devleti olarak kurulmuş, sonradan Cumhuriyet îlân edilmiştir.

Burada, Türkiye ve Türk terimleri arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanan bir temel sorun bulunmaktadır. Bu sorun, devlet tüzel kişiliğinin temel hukukî dayanağı olan anayasalarda kendisini göstermektedir. Sorunu anlamak bakımından, 1924 ile 1961 ve 1982 anayasalarına bakmak bir fikir verecektir. 1924 Anayasası, Cumhuriyet’in insan unsurunu, sonraki anayasalar gibi Türk olarak tanımlamış ama 1961 ve 1982’den farklı olarak bu tanımı ülkeye izâfeten tanımlamayı tercih etmiştir. Bir diğer deyişle, 1924 Anayasası’na göre “Türkiye ahalisine … Türk ıtlâk olunur”. Burada Türk terimi, herhangi bir etnik veyâ dinî ayrım gözetilmeksizin, devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesi ifâde etmektedir ama buradaki “herkes” Türkiye ülkesi üzerindeki herkestir. Buna karşılık 1961 ve 1982 anayasalarında vatandaşlığın tanımındaki hareket noktası “Türk devleti”dir ki, bu her iki anayasada da kendi içinde bir çelişki yaratmaktadır: 1. ve 3. Maddelerde Türkiye devleti, vatandaşlık maddesinde ise Türk devleti terimleri arasında kanımca bir uyumsuzluk vardır.

Kılıçdaroğlu’nun “en büyük hayat projesi”nin Türk devletinin Türk dünyâsı ile bütünleşmesini sağlayacak İpekyolu Otoyolu projesi olması, 15 Mayıs sonrasındaki demokratik beklentiler açısından iki yönüyle uyarıcı etki yapmaktadır. Birincisi, bu tür bir dilin kullanılmasıyla birlikte, Anayasa’daki Türk teriminin etnik değil, hukukî bir terim olarak kullanıldığı tezi boşa düşmektedir. Bu, kanımca kötü değildir çünkü artık kimse vatandaşlığın Türk terimiyle tanımlanmasının etnik bir temele dayanmadığını ileri süremeyecektir. İkincisi, bu dil geçerliyse, Türkiye için tasavvur edilen bir demokratik gelecek, ancak “Türkler için ve Türkler arası bir demokrasi” ile sınırlı bir tasavvur olarak anlaşılacaktır. Bunun sonucu ise, Türkiye’nin bir türlü demokratikleşememesinin en başta gelen sebebinin, toplumdaki çokkimlikli yapı üzerine dayatılan tektipçilik olduğunu görememektir.

Kullandığı bu Türk milliyetçiliğine tam bağlılık içeren dile ek olarak, 13. Cumhurbaşkanı’nın inkâr etmediği, çözümü için TBMM çatısını adres gösterdiği Kürt sorununu ciddîye alıp almadığı, ister istemez, büyük bir merak konusudur. Sandıkta alavere dalavere, bilinçli, örgütlü bir dayanışmayla engellenebilir ve sanırım engellenecektir de ama, siyâsetin “deepfake”leri bitmek bilmiyor. Umarım bu defâ “alavere, dalavere Kürt Memet nöbete!” olmaz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.