Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan neden sadece kendi vatandaşlarına karşı acımasız?

Ruşen Çakır, Suudi Arabistan ziyareti ve Gezi davası kararları üzerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “içeride acımasız, dışarıda olabildiğince bağışlaycı” politika stratejisini yorumladı.

Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı

Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Bugün, Medyascope’ta öğle saatlerinde bir yayın yapıldı, en son Gezi Dâvâsı kararından sonra 18’er yıl hapse mahkûm edilip tutuklanan altı kişiden beşinin yakınlarıyla –ikisi uzaktan üçü stüdyodan– bir yayın yapıldı, izleyicilerin sorularını da yanıtladılar. Çok duygusal bir yayındı.

Yayının öncesinde Hakan Altınay’ın eşi Hande, oğlu Ege’yle geldiğini, oğlunun arabada kuzeninin yanında uyuduğunu, ama uyanınca muhtemelen ağlayacağını, dolayısıyla yayını terk etmek zorunda kalacağını söyledi ve öyle oldu. Ege 2 yaşında. Daha bir hafta önce 2 yaşına basan Ege, annesinin tahmin ettiği gibi ağladı, Hande yayından çıktı, yayın sürdü, Ege’yi bir şekilde yatıştırıp tekrar yayına dönmeye çalıştı, ama olmadı. 

Hakan’ın ne suçu var? Neden 18 yıl hapse mahkûm oldu? Neden tutuklandı? Koca bir sıfır. Hiçbir suçu yok. Gezi’yle çok fazla alâkası da yok; ancak Osman Kavala’nın yakınında ve onunla berâber zamânında Açık Toplum Vakfı’nda, daha sonra da Anadolu Kültür’de birlikte çalışmışlığı var. Çok yakın bir arkadaşım, daha önce de anlatmıştım. Türkiye’nin iyiliğini düşünen, herkesin iyiliğini düşünen vicdan sahibi birisi ve bu yüzden cezâlandırıldı.

Kimin tarafından cezâlandırıldı? Tabi ki mahkeme tarafından değil. Çünkü mahkeme ne Hakan’a ne Can’a, ne Mücella Hanım’a ya da Tayfun Kahraman’a ya da diğerlerine hiçbir suçlama, somut suçlama yöneltemedi; ancak siyâsî iktidar bu cezâda karar kıldığı için onlara karşı bu cezâ suratlarına tebliğ edildi ve apar topar tutuklanıp cezâevine yollandılar.

Normal şartlarda, cezâ almalarına rağmen tutuklanmayabilirlerdi; ama bir de üstüne tutuklandılar. Zâten Osman Kavala da yıllardır cezâevinde. Hiçbir suçu yok. Daha önce beraat ettiği davadan ağırlaştırılmış müebbete mahkûm edildi; sonra açılan casusluk dâvâsından da artık beraat etti. 

Şimdi, neden böyle oldu? Bunu hepimiz biliyoruz. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan böyle istedi. Nitekim çok net bir şekilde, “AİHM de yok, bu adam” –Osman Kavala’yı kastederek– “Türkiye’nin Soros’u, dolayısıyla bu cezâyı hak ediyor” dedi; ama “Türkiye’nin Soros’u” demesinin hiçbir anlamı yok, doğru yanlış hiçbir şeyi yok. Soros şu anda yaşı ilerlemiş, gayet özgür bir şekilde yaşıyor. Sanki Soros içeride, bulunduğu ülkede, diyelim ki Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ya da başka bir ülkede cezâevinde de, biz de kendimizinkini cezâlandırıyoruz gibi bir târif yapmaya çalışıyor. Hiçbir tutar yanı yok. Zaten biliyoruz ki iktidârının ilk dönemlerinde de Soros’la bayağı iyi ilişkiler kurmaya çalışmış, onunla yüz yüze görüşmüş birisidir.

Erdoğan’ın bunları yapmasında artık şaşırtıcı bir yan yok; ancak tam bu olayın ardından Suudi Arabistan’a gitti Erdoğan ve kiminle sarmaş dolaş oldu? Veliaht-Prens Muhammed Bin Selman’la. Muhammed Bin Selman kim? İstanbul’da, başkonsoloslukta Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın vahşice, işkence edilerek öldürülmesinden Erdoğan’ın sorumlu tuttuğu kişi.

Erdoğan bunu uzun bir süre gündemde taşıdı. Türkiye kamuoyu bu konuya çok ilgili olmayabilir; ama bunu ısrarla ve ısrarla tekrarlamakta yarar var. Bu kişiyle kucaklaştı. Neden kucaklaştı? Onun bir süreci var. Suudi Arabistan’a gitmek istedi, ama Suudi Arabistan’a gidebilmesi için Suudi Arabistan kendisine Kaşıkçı Dâvâsı’nın düşürülmesini dayattı; o dâvâ düşürüldükten sonra gitti Erdoğan Suudi Arabistan’a ve Veliaht-Prens’le, tabii ki babasıyla, ama esas olarak Veliaht-Prens’le sarmaş dolaş oldu. 

Yanında neredeyse tüm kabineyi götürdü Erdoğan. MİT Başkanı da oradaydı, Binali Yıldırım da oradaydı –ne alâkası varsa?– ve gayet güzel fotoğraflar çektirdiler, para konuştular, Nurettin Nebati’nin fotoğraflarını görmüşsünüzdür Muhammed Bin Selman’la. Para konuşuldu, Türkiye’nin ekonomik krizde nefes almasına bir nebze yetebilecek paraların gelmesi söz konusu; ama bu arada, Guardian’da gördük, Suudi yetkililer adlarını vermeden ne demişler: “Kendileri geldi, dolayısıyla şartları biz belirleyeceğiz.” Şartları Suudi Arabistan’ın belirlediği ortada, görüyoruz ve Erdoğan dönüş yolunda İsrail ve Mısır’la da böyle olacağını söyledi ve üst düzey görüşmelerin de olabileceğini söyledi ve anladığım kadarıyla Erdoğan, en zor gibi gözüken, Mısır lideri Sisi’yle de görüşmeyi istiyor.

Bütün bunların sonucunda karşımıza ne çıkıyor? Kendi vatandaşına karşı alabildiğine acımasız, ama dışarıda değişik nedenlerle ağır bir şekilde suçladığı kişilere karşı alabildiğine bağışlayıcı. Aslında burada kim kimi bağışladı birazcık tartışmalı bir konu. Yani, Muhammed Bin Salman’ın Erdoğan tarafından affedilmek gibi bir beklentisi var mıydı emin değilim. Çünkü o Guardian’a konuşan Suud yetkilinin de söylediği gibi, “Onlar geldi” diyor, “Biz gitmedik onlar geldi” diyor, işin rengi değişiyor.

Aklıma yıllar önce, 2003 yılında yaptığım bir röportaj geldi. Ozan Arif ülkücü hareketin büyük isimlerinden birisiydi — yakın zamanda hayâtını kaybetti biliyorsunuz. Vatan gazetesinde yayınlanan “Nereye Gitti Bu Ülkücüler?” yazı dizisi kapsamında Ozan Arif’le röportaj yapmıştım. Benim için çok anlamlı bir röportajdı. Burada röportajı yapmama arkadaşım Nuray Şirin yardımcı olmuştu… Ozan Arif, Arif Şirin’dir; Nuray da Arif’le kuzendirler, Nuray yardımcı olmuştu, Nuray’ı da kaybettik geçen sene, maalesef kanserden.

Orada Ozan Arif, Bahçeli’yle kavga ediyordu. Bahçeli’ye karşı söylediği şu lâfı manşete çıkartmıştım: “Bahçeli gönüldaşlarına arslan, Ecevit’e siyam kedisi kesildi.” Gönüldaşları derken kendisi gibi ülkücüleri kastediyor; Ecevit’e de siyam kedisi. Erdoğan olayında da böyle bir şey var. Erdoğan kendi vatandaşlarına karşı olabildiğine sert, acımasız; ama dışarıda reel politika anlamında düne kadar sert olduğu kişilere karşı alabildiğine yumuşak. 

Sırada Sisi var. Müslüman Kardeşler’in Türkiye’de yayın yapan kanalları da yayınlarına son verdi. Bir iddiaya göre, İsrail’le ilişkiler bağlamında Hamas yanlıları sınırdışı ediliyor, Hamas yöneticileri. Erdoğan, böyle bir tür doldur boşalt politikası izliyor. Bir dönem rakip olduğu, hedef aldığı kişilerin aleyhine olan kişileri, onların düşmanlarını ülkede ağırlarken, daha sonra onlarla ilişkilerini düzeltmek için ilk olarak onları fedâ ediyor. 

Şimdi, başlığımıza gelecek olursak: Erdoğan neden kendi vatandaşlarına karşı böyle acımasız? Çünkü kendi vatandaşları suçsuz. Muhammed Bin Salman herhalde Cemal Kaşıkçı olayının arkasında vardı, onu suçlarken bir temelin üzerinden yürüyordu. Sisi’yle olan mücâdelesi de zâten ortada. Sisi darbe yaptı, seçimle gelenleri indirdi, insanları tutukladı, işkence yaptı, îdam etti ve şimdi belki Sisi’yle de arayı düzeltecek, onunla artık kim kimi affedecekse bir şekilde bütün bu suç ithamlarının hepsi unutulacak ve onlarla reel politika adı altında birleşilecek; ama Türkiye’ye baktığım zaman, bir Osman Kavala’ya, bir Hakan Altınay’a, bir Can Atalay’a, bütün bu kişilere karşı böyle bir şey yapmayacak Erdoğan. Çünkü o kişilerin herhangi bir suçu yok. Çünkü o kişilerin içeride olması tamâmen Erdoğan’ın kendi siyâsî hesapları. Çünkü o kişiler, o kişilere sâhip çıkanlar, iktidârını tehdit ediyor ve onlara karşı güç göstererek, onların özgürlüklerini gasp ederek iktidârını güvence altına alabileceğini düşünüyor.

Yurtdışında da bu kişilerle ilişkileri düzenleyerek iktidârını güvence altına almak istiyor: Onları, artık kendisi aleyhine çalışan kişiler, güçler olmaktan çıkartmak, hattâ mümkünse Birleşik Arap Emirlikleri’nden, Suudi Arabistan’dan ve diğerlerinden olabildiğince para, sıcak para alabilmek istiyor. Şu âna kadar Gezi Dâvâsı’ndaki bu saçma sapan kararlar üzerine bir tek Almanya’dan serte yakın açıklamalar gördük. Meselâ Berlin Büyükelçisi Dışişleri Bakanlığı’na çağırıldı, bir açıklama yapıldı, Cem Özdemir sert şeyler söyledi, onun dışında dünyadan gelen tepkiler, tam da bilindik, sıradan, “Kaygılıyız” açıklamaları oldu.

Dünyada –tabii özellikle Batı dünyasında, doğunun çok da umurunda değil–, Batı dünyasında Türkiye’deki bu tür hak ihlâllerini, özgürlük gasplarını çok da fazla umursamıyorlar. Kendi dertleri var diyelim. Kendi dertlerinin başında da mülteciler meselesi var, Ukrayna savaşı var vs. ve şu hâliyle bakıldığı zaman, Türkiye’de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları kendi yağlarıyla kavrulmak durumundalar. Suçsuz oldukları halde çok ağır cezalara çarptırılan, özgürlükleri gasp edilen, sevdiklerinden koparılan insanların öncelikle cezâevlerinde, mağdur edildikleri yerlerde ayakta durabilmesi –ki durduklarını biliyoruz– ve dışarıda da demokrasiden yana olan güçlerin, özgürlüklerden yana olan güçlerin onlara sâhip çıkması gerekiyor. 

Kendi yağımızda kavrulmayı öğreniyoruz, öğreneceğiz. Ama Erdoğan artık kendi yağıyla kavrulma şansını çoktan kaybetti. Onun için dünyanın dört bir tarafında, düne kadar kanlı bıçaklı olduğu kişiler de dâhil olmak üzere onları yanına çekmeye, en azından onların saldırılarına mâruz kalmamaya çalışıyor. 

Dışarıda gösterdiği çabanın birazını içeride, iç barışı sağlamak, kendi insanlarının rızâsını, kendi vatandaşlarının rızâsını sağlamak için harcasaydı, hepimiz için çok iyi olurdu; ama artık böyle bir seçenek galiba Türkiye’nin önünde yok. Tekrar, haksız yere, suçsuz yere özgürlükleri elinden alınan herkese çok geçmiş olsun diyorum ve bu olayları hazin bir şekilde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bu sarılmaları, kucaklaşmaları hazin bir şekilde izlemeye devam edeceğimizi söylüyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.