Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kaftancıoğlu olayı: Erdoğan’ın seçimler için mıntıka temizliği

Ruşen Çakır, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu‘na verilen 4 yıl 11 aylık cezanın Yargıtay tarafından onanması üzerinden AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın seçimlere hazırlık stratejisini değerlendirdi.

Spotify’dan dinleyebilirsiniz:

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun bâzı cezâlarının Yargıtay tarafından onanması Türkiye’de siyâsette çok şeyleri değiştirmeye aday — zâten başladı değiştirmeye. Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir süredir dile getirdiği; “kavga, sert mücâdele” sözlerinin karşılığını ilk olarak burada gördük örneğin. Hemen, karar açıklanır açıklanmaz İstanbul’a yola çıktı. Bütün milletvekillerini de İstanbul’a çağırdı. Ondan sonra İstanbul’da İl Merkezi’nde bir tür gövde gösterisi yaptı CHP’liler.

Sonra, ertesi gün –yani dün– sürpriz bir şekilde SADAT’ı… “bastılar” diyelim. Baskın, ama yine klasik, Kemal Kılıçdaroğlu’nun kapıda kaldığı, içeri sokulmadığı bir olay oldu. Ama burada çok önemli bir fark var. Daha önceki olaylar resmî kurumlara yönelikti. İlk defâ gayriresmî bir kurum. Aslında iktidarla çok içli dışlı, ama devletin olmayan bir kurum; devletle çok iç içe olan bir kurum ve burada seçim güvenliği meselesini gündeme getirdi. Çok ilginç bir olay. 

Canan Kaftancıoğlu’nun bu aldığı cezâ, daha doğrusu aldığı cezâların onanması olayı tamâmen siyâsî bir olay. Türkiye’de zâten bağımsız ve tarafsız yargı diye bir şey söz konusu değil. Bütün her şey siyâsî irâde tarafından belirleniyor. Onun istediği şekilde sonuçlanıyor birçok dâvâ. Özellikle siyâsetçileri ya da sivil toplumu ilgilendiren dâvâlar. Örneğin son Gezi Dâvâsı böyle oldu. Canan Kaftancıoğlu dâvâsı böyle oldu. Burada tabii ilk dikkat çeken husus: Canan Kaftancıoğlu’nun Erdoğan’a en büyük siyâsî yenilgiyi tattıran isimlerden biri olması — İstanbul’un 25 yıl sonra el değiştirmesinin sorumlularından diyelim. O yüzden bu bir tür intikam. Böyle bir intikam vardı; intikam alındı. Ama bunun ötesinde, sâdece bir intikam değil; aynı zamanda, Türkiye’de normal şartlarda 13-14 ay içerisinde yapılması beklenen, yapılması gereken milletvekilliği ve cumhurbaşkanlığı –daha doğrusu başkanlık– seçimlerinin öncesinde, Canan Kaftancıoğlu gibi önemli bir ismi; kendisine rakip, kendisine sorun çıkartan ve yerel seçimlerde olduğu gibi seçim stratejileri konusunda deneyimli ve başarılı bir ismi tasfiye etmek istedi Erdoğan. Ne derece olacak? Bu cezâlar ne anlama geliyor? Canan Kaftancıoğlu hapse girecek mi ya da siyâset yapabilecek mi? İl başkanlığını sürdürebilecek mi? Bütün bunlar tartışmalı. Herhalde zaman içerisinde ortaya çıkacak. Ama Erdoğan, her halükârda onun eskisi kadar güçlü bir şekilde siyâsette aktif olmasını engellemek isteyecek.

Bu noktada, MetroPOLL Araştırma’nın başındaki Özer Sencar’ın söylediği söz önemli – ki başlığa da onu çıkarttım: “Mıntıka temizliği”. Mıntıka temizliği askerde kullanılan bir tâbir: Büyük hazırlık öncesi alanın temizlenmesi, savaşa hazır kılınması ya da muhârebeye hazır kılınması. Ve burada gerçekten önemli bir olay yaşanacak: Seçim. Seçimde Erdoğan elinden gelen bütün imkânları kullanarak ve burada özel olarak yargıyı kullanarak bir mıntıka temizliği yapmaya girişti. Bir süredir yapıyor. Şimdi bunun iyice hızlanacağı ve yargı eliyle baskı ortamının, siyâsetin alanının daraltılmasının, muhâlefetin zâten kısıtlı olan imkânlarının iyice kısılmasının ve muhâlefetin öne çıkan aktörlerinin bir şekilde doğrudan ya da dolaylı tasfiyesinin hedeflendiği bir süreç bizi bekliyor. İşler daha da şiddetleneceğe benziyor.

Türkiye İşçi Partisi İstanbul Milletvekili ve gazeteci arkadaşım Ahmet Şık’ın verdiği bir röportaj vardı İrfan Aktan’a ve orada Canan Kaftancıoğlu ve Ekrem İmamoğlu’nun hukukî olarak önlerine engel çıkartılacağını söylemişti. Açıkçası, okuduğumda rahatsız olmuştum. Çünkü insan emin olsa bile, böyle kötü, siyâsete doğrudan yargı eliyle müdâhale anlamına gelen şeyleri söylediğinde, bir anlamda ona zemin hazırlamak mı olur diye, insan düşünmeden edemiyor. Ama gerçekten dediği oldu. Başka şeylerin de olacağını varsayabiliriz. Hedefte kimler var? Nasıl var? Bilmiyorum; ancak sâdece siyâsetçiler, siyâsî partiler değil; aynı zamanda sivil toplum kuruluşlarının, medyanın –ki medya zâten büyük ölçüde iktidar kontrolünde–, ancak az sayıda varlığını sürdürmeye çalışan bağımsız medyanın ve sosyal medyanın, vatandaşın yoğun bir şekilde kullandığı ve muhâlefetin en çok kullanmak durumda kaldığı, belki de mecbûr olduğu sosyal medyanın üzerinde de, seçime kadar – ki seçime kadar olması seçimden sonra olmayacağı anlamına gelmiyor; eğer iktidar seçimi yine kazanırsa, seçimden sonra da devam edecektir herhalde– çok büyük bir baskının olacağını düşünmek için elimizde çok veri var. Çünkü bu seçim, gerçekten 20 yıl sonra Erdoğan iktidârının sonu anlamına gelebilecek bir seçim. Çok şeyi kaybetmesi söz konusu ve bunu kaybetmemek için elinden geleni yapacak.

Peki, mıntıka temizliği yapmak isterken, o mıntıkada temizlemek istediği kişiler, kurumlar ne yapacak, ne yapıyor? İlk anda baktığımızda, CHP’nin refleksinin çok hızlı ve etkili olduğunu gördük ve bu anlamda gerçekten bir anlamda şaşırtıcıydı da. Ancak muhâlefet CHP’den ibâret değil. CHP tek başına AKP ile; Kılıçdaroğlu tek başına Erdoğan’la mücâdele etme gücüne sâhip değil ve zâten bu nedenle de bir masa var; altılı masa var ve masanın dışında da HDP var. Selahattin Demirtaş’ın en son yazdığı yazı ve yolladığı mektupla, onun olabildiğince HDP tabanını ve HDP yönetimini diğer muhâlefetle berâber, muhâlif güçlerle berâber hareket etmeye çağırdığını görüyoruz ve belli bir karşılık bulduğunu da görüyoruz. Fakat şu olayda bunu ne derece görebildik? Tabii ki bütün muhâlefet partileri, yani altılı masadaki muhâlefet partilerinin liderleri, hepsi burada çok açık, net pozisyonlar aldılar ve bu karârın siyâsî bir karar olduğunu özellikle vurguladılar ve karşı çıktılar. Bunu gördük; ama onun ötesinde, artık seçime bu kadar az bir süre kalmışken insan daha fazla bir şeyler beklemiyor değil. Örneğin şu İstanbul il binasına Kılıçdaroğlu’nun kendi milletvekillerini çağırdığı, kendisinin de gittiği yere muhâlefetten birtakım, diğer partilerden bâzı milletvekilleri de pekâlâ gidebilirdi. Yani bunun yolu kurulabilirdi. Böyle bir düşünce geldi mi akıllarına, gelmedi mi bilmiyorum. CHP böyle bir şey düşündü mü bilmiyorum. Milletvekilinin ötesinde, ben de gittim perşembe günü bir ara CHP il binasına. Kılıçdaroğlu gelmeden hemen önce oradaydım. Canan Kaftancıoğlu geldiğinde oradaydım. Ama şöyle bir tasavvur edin: Meselâ diyelim ki Canan Kaftancıoğlu orada medyanın karşısına ve CHP’li partililerin karşısına çıktığında, yanında Kılıçdaroğlu varken, diyelim ki bir yanında da Meral Akşener olsaydı, işin rengi bence çok daha farklı olurdu. Özel olarak Meral Akşener diyorum. Çünkü Canan Kaftancıoğlu olayında, dün “Haftaya Bakış”ta Kemal’in çok isâbetli bir şekilde belirttiği gibi; kadın olmasının, kadın hareketinin içerisinden birisi olmasının da çok önemli bir rolü vardı ve Meral Akşener’in de kadın meselesindeki hassâsiyetleri düşünüldüğünde, çok değişik bir fotoğraf olabilirdi. Tabii ki diğer liderler de, diğer partilerden milletvekilleri de olabilseydi, olsaydı işin rengi değişebilirdi. Olmadı. Şimdi peki bundan sonra ne olacak? Örneğin 21 Mayıs’ta CHP Bursa’da bir miting yapacaktı. CHP sözcüsü Faik Öztrak dün açıkladı, dedi ki: “Bu mitingi İstanbul Maltepe’ye aldık. Bu olaydan sonra İstanbul’da yapacağız.” Orada hemen şu akla geliyor; CHP’nin bu mitingi sâdece CHP’nin mitingi mi olacak? Yoksa diğer partiler de gelecek mi, gelmek isteyecek mi, davet edecekler mi?

Hatırlanacaktır; darbe girişiminin ardından Erdoğan Yenikapı’da bir miting yaptı. HDP dışındaki partileri çağırdılar ve Kılıçdaroğlu da oraya gitmişti. Bu çok da tartışılmıştı. Doğru yanlış diye… Erdoğan’ın HDP’yi çağırmaması yanlıştı; ama Kılıçdaroğlu’nun oraya gitmesi bence yanlış değildi. Ama bu defter kapandı, geçmişte kaldı — öyle diyelim. Şimdi önümüzde böyle bir seçenek var. Bir hafta sonra İstanbul’da bir miting var. Bakalım bu miting nasıl olacak? Bu önemli bir olay olacak ve dün yine Kemal’le konuştuğumuz gibi, pekâlâ bu mitingi de siyâsî iktidar engellemek, yaptırmamak isteyebilir. Sanmıyorum yaptırmasın; ama yine de böyle bir ihtimâli de koyalım. Çünkü CHP’nin daha önce yaptığı Adâlet Yürüyüşü’nden Erdoğan’ın ne kadar rahatsız olduğunu biliyoruz. Bu seferki miting de daha önce yaptığı miting gibi –en son yaptığı miting çok etkili olmamıştı–, Bursa’da yapacağı miting de normal şartlarda çok fazla etkili olmayacaktı herhâlde. Ama Kaftancıoğlu olayından sonra İstanbul’a taşınacak olan mitingin çok daha anlamı olacağını düşünüyorum. Muhâlefetin kendini göstermesi anlamında –CHP ve muhâlefetin– ve de tabii ki sembolik olarak da çok önemli olacak orada verilecek olan fotoğraflar. Şimdi önümüzde böyle bir olay var. Bir haftamız var. Bakalım o bir haftaya kadar neler olacak, neler değişecek? Ancak bir mıntıka temizliği varsa –ki var– buna karşı direncin, muhâlefetin, muhâlefet partilerinin, muhâlefet aktörlerinin dirençlerinin de ona karşı aynı şekilde güçlü olabilmesi gerekiyor. CHP’nin şu âna kadar gösterdiği tepkiler büyük ölçüde iktidârın yargı eliyle yaptığı bu hamleye karşı, büyük ölçüde onu karşılayacak şekilde; ama CHP tek başına. Tabii ki CHP’nin İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, ama burada Millet İttifakı’na yönelik bir hamle olduğunun çok iyi farkına varmak gerekiyor. Kaldı ki önümüzdeki süreçte sâdece CHP’ye yönelik bir mıntıka temizliği olacağını kanısında değilim. HDP zâten sürekli olarak iktidar ve iktidar yargısının kıskacı altında, sürekli tehdit altında. Ama İYİ Parti’nin de, Gelecek Partisi’nin de, DEVA Partisi’nin de, Saadet Partisi’nin de bir şekilde bu ayıklama olayından nasiplerini almamaları için pek bir neden yok. Nitekim Ahmet Davutoğlu’nun en önde gelen kurmaylarından Selim Temurci’nin de Pelikan olayından dolayı ifâdesi alındı. Bir şey olmadı; ama böyle küçük küçük olaylar var. Gazeteci İsmail Saymaz’ın ifâdeye çağrılması, Gezi Dâvâsı vs.. Önümüzdeki günlerde bu tür olayların çoklukla konuşulacağını görüyoruz ve burada devlet eliyle muhâlefetin üzerinde bir vesâyet rejiminin yargı üzerinden kurulmak istendiğini görüyoruz ve bunu bozabilecek olan da tabii ki muhâlefet. İktidârın bu konuya angaje olması kadar; muhâlefetin de bunları, bu hamleleri savuşturmaya angaje olabilmesi lâzım. İktidârın gücü büyük ölçüde devlet imkânları ve yargıdan geliyor. Muhâlefetin en önemli gücü; birbirleriyle yan yana durmak, birlikte bir dayanışma sergilemek olabilir. Bunun bozulması durumunda ya da gerçekleşmemesi durumunda, Erdoğan bu mıntıka temizliğini çok daha kolay yapacaktır. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.