SADAT tartışması neden çok önemli?

SADAT günlerdir Türkiye’nin gündeminde.

13 Mayıs’ta SADAT’a giden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Türkiye asla paramiliter kuruluşlara, kurumlara teslim edilmeyecektir. Şu anda önünde bulunduğumuz SADAT bir paramiliter kuruluştur. Seçimin güvenliği sarsılırsa sorumlusu burasıdır” dedi.

Kılıçdaroğlu’nun bu sözleri seçim güvenliği tartışmasını bir kez daha alevlendirdi.

Ruşen Çakır, SADAT tartışmasını değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Öncelikle 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutlarım. Yayının sonunda bu konuyla ilgili bir şeyler daha söyleyeceğim. Ama esas olarak bugünkü ele alacağım konu: SADAT. Kemal Kılıçdaroğlu’nun, bir grup milletvekiliyle birlikte İstanbul’da bu kurumun kapısının önüne gitmesiyle, bir baskın yapmasıyla, tekrar Türkiye’nin gündemine geldi SADAT. Daha önce Sedat Peker ciddî bir şekilde gündeme taşımıştı; “15 Temmuz’da kaybolan silâhlar” meselesinde. İlginç bir kurum SADAT, esrârengiz de bir kurum. Kemal Kılıçdaroğlu da SADAT’ı basarak, buranın terörist yetiştirdiğini ve seçim güvenliğini temînat altına almak için bu ziyâreti yaptıklarını söylemişti. Çok ilginç bir olayla karşı karşıyayız. Bugün saat 18.00’de TİP Milletvekili Ahmet Şık’la yapacağımız yayında da bu konuyu ayrıca konuşacağız. Onu da vurgulayayım.

Şimdi Ankara bürodan arkadaşlarımız bu konuda, SADAT’la ilgili, kendi kaynaklarından, açık kaynaklardan bayağı ilginç bilgiler derlediler. Medyascope’ta onu da okuma imkânınız var. Sonuçta, 28 Şubat 2012’de kuruluyor. On yıllık bir kurum söz konusu. Bir şirket olarak kuruluyor. Bir araştırma merkezi, ama aynı zamanda da güvenlik konusunda danışmanlık yapan, eğitim çalışmaları yapan bir yer. 28 Şubat’ta kurulması herhalde rastlantı değil. Zîra kurucusu olan Adnan Tanrıverdi, general rütbesinde erken emekliye ayrılmış ve emekliye erken ayrılmasında da dindarlığının etkili olduğu bir şekilde ileri sürülüyor –onu biliyoruz–; muhâfazakâr biri, İslâmcı biri — o anlaşılıyor. Zâten SADAT’ın bütün metinlerine baktığımız zaman, “Dünya İslâm Birliği” gibi birtakım perspektifleri var — adı daha değişik. Erbakan’ın Millî Görüş ideolojisinde geliştirdiklerini andıran, ama daha somutlanmış birtakım projeler söz konusu. Zâten ordudan irticâî nedenlerle atılmış ya da ayrılmak zorunda kalmış askerlerin kurduğu birtakım derneklerle de SADAT’ın bayağı bir ilgisi var. Burada tabii önemli olan husus; Adnan Tanrıverdi’nin özel harpçi olması; Özel Harp Daire Başkanlığı’nda ve bunun çok önemli alanlarından biri olan Kuzey Kıbrıs’ta Sivil Savunma Teşkilât Başkanlığı’nda görev yapmış biri olması. Yani bu da gösteriyor ki Soğuk Savaş döneminde kurulmuş olan Özel Harp Dairesi’nin yetiştirdiği, orada yetişmiş bir isim söz konusu. Özel harp bilen biri, psikolojik harp bilen biri ve zâten olayın başından îtibâren içinde yer alan, ama belli bir târihte şirketten ayrılmış Prof. Nevzat Tarhan da Türkiye’de öteden beri psikolojik harp konusunda adı geçen, şu anda Üsküdar Üniversitesi’nin rektörü olan biri, iktidarla da yakın ilişki içerisinde olan biri.

Bu kurumu biz daha çok Suriye’de, Libya’da, hattâ Azerbaycan’da birtakım faaliyetlerden biliyorduk. Özellikle askerî anlamda birilerinin eğitilmesi, donatılması konularında muhtemelen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’yle ve ilgili birimleriyle en azından koordineli bir şekilde çalışan bir yapı. Ama biraz daha deşildiği zaman, ilginç bir olayla karşılaşıyoruz. Olay sâdece askerî eğitim vermek değil; ama aynı zamanda, demin de söylediğim gibi İslâm Birliği kurmak. Bunun için de –ki Kemal Kılıçdaroğlu bunu o baskında da dile getirmişti– bir tür dünya İslâm devleti gibi bir şey kurmak istiyorlar. ASSAM diye bir kurum var SADAT’ın içerisinde. Bunun açılımı da: Adâleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi. Burada, İslâm dünyasının birliği; “Mehdi’yi beklemek kolaycılığına kaçmayın. İslâm ülkelerinin birleşmesi için üzerinize düşen çalışmayı yapın” demiş 2019’da yapılan bir toplantıda. Bu İslâm ülkeleri birliğinin adı: ASRİKA. Neyin kısaltmasıysa artık, garip. İlk başta insana böyle fantezi gibi geliyor; ama bu konuda çalışmalar yapıldığını, toplantılar düzenlendiğini biliyoruz ve bütün bunlar bir anlamda devletin bilgisi dâhilinde, hattâ birçoğuna devletin değişik kurumlarından ve yerel yönetimlerden katılım olduğunu biliyoruz. Asya’dan, Afrika’dan, İslâm ülkelerinden katılımcılarla yapılıyor. Bir anayasa söz konusu; İslâm ülkeleri konfederasyonu kurulacak. Anayasanın temelini Kur’an-ı Kerim ve Hazreti Muhammed’in sünneti belirliyor. Birtakım kurumlar var. Yasama, yasa yapma yetkisi konfederal meclis, federal meclisler ve millî meclislere veriliyor. Konfederal ASRİKA İslâm Devletler Birliği Meclisi 1000, Federal Bölgesel İslâm Devletleri Meclisi 750 milletvekilinden oluşuyor vs.. Bütün bunları çalışan, bu konuda faaliyet gösteren ve devlet tarafından en azından gözetilen bir kurum söz konusu. Erdoğan, Meclis konuşmasında hiçbir alâkası olmadığını söyledi; ama Adnan Tanrıverdi, kendisi SADAT’tan ayrıldıktan ve yerine oğlunu SADAT’ın başına bıraktıktan sonra –yani 15 Ağustos 2016’da ayrılmış–, 17 Ağustos 2016’da da Cumhurbaşkanlığı başdanışmanlığına atanmış. Daha sonra çıkan bir toplantının kamuoyunda tepki toplaması üzerine, AKP’nin içerisinden bâzı seslerin de, “Ya, ne oluyor? Başımıza belâ almayalım” türü çıkışlarının ardından, Ocak 2020’de başdanışmanlık görevinden “affedilmiş”. Böyle ilginç bir olayla karşı karşıyayız.

Bu tartışma neden önemli? İlk başta Kılıçdaroğlu gitti ve dönem dönem Türkiye’nin gündemine giren bir kurum hakkında, seçim güvenliği endîşesiyle çok ciddî şeyler söyledi. Ama bunların önemli bir kısmı da üstü kapalıydı. Yani bu baskında bâzı mesajlar vardı. Kamuoyunun anladığı mesajlar; bir de tam olarak çözemediğimiz şeyler vardı. Buna karşılık hemen ne gördük? Bir kere SADAT kendini anlatma ihtiyâcı hissetti. Şöyle oldu: Bizim İzmir’deki arkadaşımız Aytuğ Özçolak SADAT’a başvurdu, röportaj yapmak için. Açıkçası ben yanaşacaklarını sanmadım. Çünkü rahat bir şey olmayacağını düşüneceklerdir. Sessizliği tercih edeceklerdir. Nasıl olsa devletin belli anlamlarda himâyesi altında bir kurum söz konusu. Ama kabul ettiler. Şaşırdık. Ama sonra bir baktık ki, Halk TV, Tele1, başka yerlerde de var. İlginç oldu ve orada bütün sorularımızı sorduk. O da cevap verdi. Halk TV‘de doğrudan birçok gazetecinin sorularına cevap verdi ve Sedat Peker’in iddialarını yalanladı, şu oldu, bu oldu vs.. Şimdi bu başlı başına bir soru işâreti. Şundan soru işâreti: Daha önceki olaylarda böyle bir şeye ihtiyaç hissetmemişlerdi. Hissetseler, en fazla iktidâra yakın olan birtakım yerlerde, haklarındaki iddialara, Kılıçdaroğlu’nun söylediklerine cevap vermeyi tercih ederlerdi. Ama bu sefer iktidarla organik ilişkisi olmayan medyaya konuştular — biz dâhil, Medyascope dâhil. Bu bir kere çok ciddî bir işâret. İkinci olarak, Erdoğan grup toplantısında bu konuya değindi. Görmezden gelemedi. Bu başlı başına bir mesele. “Kendileriyle yakından uzaktan hiçbir alâkam yok” dedi — ki ânında, Tanrıverdi’nin Mustafa Varank ve Hakan Fidan’ın arasında oturduğu o fotoğraf ortaya çıktı; başka fotoğraflar da vardır herhalde. Zâten resmenbaşdanışmanlık yaptığı da biliniyor. Buna rağmen Erdoğan bunu söyledi. Bir de burada benim en çok dikkatimi çeken husus, Erdoğan’ın şu cümleleri: “Biz bunun Türkiye’nin bölgesindeki çatışmalarda üstlendiği arabulucu rolüne ve kapsamlı operasyonlarına bir cevap olduğunu iyi biliyoruz”… yani Kılıçdaroğlu’nun çıkışının. Yani SADAT’ın önüne giderek bölgedeki çatışmalarda üstlendiği arabuluculuklar ve kapsamlı operasyonlara cevap. Bu çok mânidar ve üstü örtülü; ama birazcık deştiğimiz zaman, burada Kılıçdaroğlu’ndan ziyâde başka birilerini de, yani Kılıçdaroğlu’nu ve onun üzerinden başka birilerini hedef aldığını anlamak mümkün; devâmı da var zâten: “Bu çıkışın suflesinin” –yani kulağa fısıldamanın– “nereden geldiğini, neyi amaçladığını, niçin şimdi yapıldığını da çok iyi biliyoruz.” Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışının, yani seçim güvenliği perspektifinden bu çıkışının, Erdoğan tarafından aslında çok stratejik bir mesele olarak algılandığını görüyoruz. Zîra başta da söylediğim gibi, SADAT çok ciddî bir şekilde Suriye’de, Libya’da, birçok yerde faaliyetlerde bulunan, bunları çok da fazla gizlemeyen, İslâm dünyasında ilişkileri olan, İstanbul’da, Türkiye’de bunun toplantılarını düzenleyen bir kurum. Dolayısıyla olay sâdece seçim güvenliği olayı değil. Ama seçim güvenliği olayı da var. Peki nasıl var seçim güvenliği olayı? Bunu da Kılıçdaroğlu tam açıklamadı; ama orada yaptığı konuşmada söylediklerinden birtakım akıllar yürütebiliriz. Bir yanda Suriye’de çok sayıda kişi eğittikleri meselesi. Bunların, milyonlarca Suriyeli’nin Türkiye’de olduğu meselesi ve seçimde kaos yaratılma endîşesi; bu eğitimlerin de SADAT tarafından yapıldığı iddiası. Bütün bunlar birleştiğinde, SADAT’ın kıta sahanlığındaki birtakım sığınmacıların önümüzdeki dönemde, seçime kadar Türkiye’de bâzı faaliyetlerde bulunabileceği endîşesi kastediliyor herhalde. Çünkü baktığımız zaman, SADAT’ın yaptığı eğitimlerde her şey var — kendi kaynaklarından aktarıyorum: “Kara, deniz ve hava harekâtı kursları, eğitim paketleri, keskin nişancılık, koruma, tahrip, gayrînizâmî harp, Tek Er Muhâbere, tank avlayıcılığı, topçu ve havan ileri gözetleyicilik, sabotaj, baskın, pusu, suikast, kurtarma ve kaçırma, tedhiş-sokak hareketleri türü eylemler ve gizli harekât teknikleri” vs. vs.. Çok acayip, çok esrârengiz. Bunu ne derece başarıyorlar, ne derece etkililer? Açıkçası bilmek mümkün değil. En azından benim bilebilmem mümkün değil. Fakat böyle bir kurumun, Türkiye’de rahat bir şekilde faaliyet göstermesi başlı başına çok anlamlı tabii ki ve bâzılarının dile getirdiği “paralel devlet” suçlaması ya da iddiası belki biraz abartılı kaçabilir; ama şunu insan düşünmeden edemiyor: Fethullahçılar doğrudan devletin ordusu içerisinde ve diğer kurumlarında bir paralel devlet örgütlenmesine gitmişlerdi. Burada birtakım şirketler üzerinden, araştırma merkezleri üzerinden başka bir faaliyet de yürütülüyor — başlı başına soru işâreti. Özellikle de bu tür bir yapının, devleti her şeyin önüne koyan siyâsî partilerin –ki bunlardan birisi meselâ MHP, birisi İYİ Parti; tabii bütün sistem partileri bu durumda, ama özellikle bunların– bu konuda çok daha hassas olmaları, “Ne oluyoruz?” demeleri bekleniyor. Dolayısıyla Kemal Kılıçdaroğlu, bir arı kovanını çok ciddî karıştırdı, kovana çomak soktu. Bundan sonraki gelişmeleri yakından tâkip etmek lâzım. Ama bu olayın –tekrar söylüyorum– sâdece Türkiye’nin seçim güvenliği meselesi değil; aynı zamanda stratejik anlamda da çok önemli olduğunu, hem Kılıçdaroğlu’nun sözlerinden, hem Erdoğan’ın grup toplantısında verdiği cevaptan, hem de SADAT’ın açık kaynaklarda kendisini anlatırken söyledikleri, yazıp ettikleri, düzenledikleri toplantılardan anlıyoruz.

Evet, burada bunun noktasını koyacağım ve tekrar 19 Mayıs’la ilgili bir alıntı yapmak istiyorum size. Bir izleyicim var, uzun zamandan beri benimle bir şekilde temasta bulunan, İslâmî hareket içerisinde yetişmiş, belli ki orta yaşlarına gelmiş birisi. Tanışmadığım birisi; ama bâzen benim yayınlarıma cevâben bir şeyler yapar. Bâzen birtakım şeylere dikkat çeker. Bugün 19 Mayıs vesîlesiyle kendisi bana bir mesaj yolladı. Bunun önemli kısımlarını okumak istiyorum. Çok anlamlı geldi bana çünkü. Diyor ki: “İdeolojik saplantılarla yetişmiş muhâfazakâr gençler arasında, 19 Mayıs bir çeşit travma günüydü. Mütedeyyin âilelerin kızlarına zorla şort giydirilmeye çalışılır; bu âileler rapor almak için doktorlara yalvarır ve çocuklarını o şorttan kurtarmaya çalışırdı. Biz muhâfazakâr erkekler de bir yandan derslerden yırtmanın sevincini yaşarken, bir yandan da “Seveceksiniz ulan!” yaklaşımına, “Sevmiyoruz ulan!” tepkisiyle içten içe mukabele ederdik. Zihnimizde o dönemde oluşturulan muhayyilelere göre bir adam vardı…” –burada kastettiği Atatürk– “…Ülkeye görünürde çok iyilik yaptığı zannedilen, ama niyeti hep kötü olmuş bir adamdı. Ülkeyi dinden uzaklaştırmaya uğraşmış, gençleri namazdan, ibâdetten soğutmuş ve bozmuş bir adam. Siz bakmayın onun düşmanı yenmiş gözüktüğüne filan. Düşmanla gizliden…” –parantez içinde yazmış– “…(dînin ifsat edilmesi konusunda) anlaşmış, düşman da ona yenilmiş gözükmüş…” Gerçekten bunlar, uzun bir süre Türkiye’deki Atatürk karşıtı İslâmcı anlatının temel argümanları. Bir araştırmacı olarak bunların onlarca örneğine, belki daha fazlasına şâhit olmuştum. Bu tür argümanları dile getiren çok sayıda kişiyle karşılaşmıştım. Evet, sonra devam ediyor bu arkadaş: “Geldiğimiz noktada, yutkunarak da olsa kabul ediyorum ki bâzı yöntem hatâları olduğunu düşünsem de, o adam kazandı…” –Yani Atatürk– “…Öngörüleri doğru çıktı. İslâmcılar kendi fikirlerini kendileri çöp ettiler, yenildiler. Hatâsıyla sevâbıyla eleştirilmeye, tartışılmaya izin verilmemiş; bâzen de abartılı yüceltilmiş, ama emsâli zor bulunan bir kahraman benim için artık Atatürk” diyor. Evet, çok ilginç bir değerlendirme gerçekten. Atatürk’le ilgili Prof. Tayfun Atay’dan bir alıntı vermiş: “Bu toplumda Atatürk’e övgü ve yergi arasında bir başka yaklaşımın önünü açmak kolay değildir” sözlerini aktarmış ve “Bana bana göre artık bu yaklaşımın önünün açılmasının zamânı geldi de geçiyor bile” diye bitirmiş. Gerçekten çok çarpıcı. Bu örneğin tek olmadığını düşünüyorum. İnsanlar Kemalist olmak, Atatürkçü olmak zorunda değil; ama Atatürk’ün bu ülkeye neler kazandırdığını ve Atatürk hakkında yapılan karaçalmaların büyük bir kısmının, özellikle İslâmcılar tarafından yapılan kara çalmaların, nasıl AKP iktidârı döneminde özellikle boşa çıktığını bize gösteriyor. Bu anlamda 19 Mayıs’ın Türkiye için ne kadar önemli olduğunun, bağımsızlığı için ne kadar önemli olduğunun bir kere daha altını çizmek lâzım. Onu, emeği geçen herkesi, başta Atatürk olmak üzere, saygı ve sevgiyle anmak lâzım ve bu ülkenin bağımsızlığını ve insanların özgürlüğünü korumak için, vatandaş olarak elimizden geldiğince her türlü çabayı göstermemiz lâzım. Çünkü bu memleket hepimizin. Kimsenin, kendisi gibi olmayanlara, arkasını devlete yaslayarak, siyâsî iktidâra yaslayarak yaptığı, “Vatan hâini! Ya sev ya terk et!” vs. gibi yaklaşımlarını dikkate almadan, doğru bildiğimiz yolda, bağımsız, demokratik ve insanların özgür olduğu bir Türkiye için yolumuza devam etmemiz lâzım. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.