Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gomaşinen (95): Tarhan (Erdem) Bey’in ardından

Ruşen Çakır, Gomaşinen‘in 95. bölümünde Tarhan Erdem’i anlattı.

11 Haziran 2022’de yaptığım Gomaşinen’i yayına Gülden Özdemir hazırladı

Merhaba, iyi günler. “Gomaşinen”in 95. bölümünde Tarhan Bey’i anlatacağım. Tarhan Bey derken, Tarhan Erdem’i kastediyorum. Çarşamba günü aramızdan ayrıldı. 1933 doğumlu olduğuna göre, yaşı 89 galiba — öyle olması lâzım. Zâten bir süredir yaşlılıktan mütevellit çok yazıp çizemiyordu, ortaya çıkmıyordu. Arada sırada telefonla konuşmuşluğum vardı. Normal şartlarda bu hafta “Gomaşinen”de bambaşka bir şey anlatacaktım. Hattâ bayağı da bir hazırlık yapmıştım; ancak Tarhan Bey’in acı haberi gelince onu erteledim. Zâten şu âna kadarki “Gomaşinen”lerin içerisinde çok sayıda, benim için hayatta önemi olan kişilere adanmış bölümler var. Meselâ Jean-Pierre Thieck, Şerif Mardin, Mehmet Kutlular, Süleyman Karagülle gibi. Tarhan Bey’in bunların hepsinden farklı bir yönü vardı. Söylediklerimin hepsi farklı alanlarda, farklı işler yapan, farklı görüşlere sâhip insanlar. Tarhan Bey, Türkiye’de sosyal-demokrasi, CHP denince akla gelen ilk isimlerden birisiydi — en azından benim için öyleydi. Çok erken yaştan îtibâren adını duyduğum birisiydi. 1977 CHP hükûmetinde –ki güvenoyu alamamıştı– orada bakanlık görevine de getirilmişti. CHP’de Genel Sekreterlik yapmış, zâten 20 yaşındayken, Demokrat Parti iktidârı sırasında CHP’ye girmiş. Çok geniş ufuklu birisiydi; fakat CHP’liydi. CHP’den konuşmayı çok da fazla sevmiyordu. Onu da özellikle hatırlıyorum. Çünkü orada değişik dönemlerde görev yapmış ve hâlâ görev yapan önemli birtakım isimlere karşı kırgınlıkları, çok sert eleştirileri vardı. Bunlara çok fazla girmemeye çalıştığını hatırlıyorum.

Benim için hep “Tarhan Bey” oldu. Kendisine de Tarhan Bey diye hitâp ettim. Gıyâbında da hep Tarhan Bey diye andım; çünkü gerçek bir beyefendiydi. Ufak tefek birisi; ama çok kibar, çok nâzik, çok iyi sorular soran ve çok iyi dinleyen birisiydi. Böyle hep de suyunuza giden birisi değildi. Onunla değişik konularda çok tartıştığımızı hatırlıyorum. Bu tartışmaların kimisi özel hayatta –diyelim ki bir yemek yerken ya da çay içerken yapılan tartışma–; ama bir dönem, NTV’de aynı dönemlerde bir tür danışmanlık yaptık. Birlikte çok yayına çıkmışlığımız var. O yayınlarda da çok tanışmışlığımız var. Tabii NTV yayını deyince aklıma gelen, daha önce anlattığım, “Yetmez ama evet” meselesinde anlattığım anımı tekrar anlatmak lâzım: Seçim, yani 12 Eylül referandumu olmuş, Oğuz Haksever yayını sunuyor, Tarhan Bey’le ben oturuyoruz stüdyoda; biz kurumun elemanları olduğumuz için stüdyoda erkenden yerleştik, daha sonra başka isimler de katılacaktı ve seçim yasaklarının kalkması bekleniyordu. Ama yasak hâlâ sürüyordu. O sırada Oğuz Abi, vakit kazanmak için, doğrudan seçimi etkileyecek bir şeyler konuşamadığımız için, “Nasıldı sandıklar? Ben çok hareketli, cıvıl cıvıl gördüm” vs. dedi. Tarhan Bey bir şeyler anlattı. O da oy kullanmaya gittiğini anlattı. Sonra bana geldiklerinde, “Vallahi bilmiyorum, çünkü ben oy kullanmadım; boykot ettim” dedim ve orada ikisi de, Tarhan Bey de Oğuz Abi de çok şaşırmışlardı. Benim için, Tarhan Bey’le ilgili en çarpıcı anı odur.

Kendisiyle tanışmamız, benim Milliyet’te çalıştığım yıllara gider. O sırada Tarhan Bey, Doğan Grubu’nda danışmanlık yapıyordu. Çok sık ortada yoktu; ama arada gelirdi. Herhalde doğrudan Aydın Bey’le, Aydın Doğan’la bir ilişkisi vardı — yani ona danışmanlık yapıyordu. Kanal D’nin ilk kurulduğu sıralardan bahsediyorum, daha CNN Türk yok. Öyle bir zamanda, Milliyet Yayın Grubu’nun yerinde, Bağcılar’daki yerinde ilk tanışıklığımız oldu. Benim o târihte şöyle bir sorunum vardı: İslâmcılık üzerine çalıştığım için ve de bir kitap –Âyet ve Slogan’ı– yapmış olduğum için bir şekilde adım biliniyordu; ama daha böyle sol, merkez sol, laik çevrelerde çok hoşlanmıyorlardı benden. Beni, İslâmcıların ekmeğine yağ sürmekle, hattâ İslâmcı olmakla suçlayanlar, öyle düşünenler vardı. Mesâfeliydiler — özellikle tanımayanlar öyleydi. Ama Tarhan Bey’le tanıştıktan sonra o, benim bu yönümü çok önemsediğini gösterdi. Bana o konuda sık sık değişik vesîlelerle sorular sordu, tartıştı benimle. Yani onunla konuşurken –aslında benzer bir şeyi Şerif Hoca’yla da çok yaşadım, daha fazla yaşadım Şerif Mardin’leâ Tarhan Bey’le konuşurken, hani böyle sürekli bir münâzara hâli oluyordu. Bir tartışma; ama çok kibar şekilde giden bir tartışma oluyordu. Yani böyle gönül alayım diye, sâdece her dediğinize “evet” diyen birisi değildi; ama o sorduğu sorularla ve verdiği tepkilerle sizi cesâretlendiriyordu. Düşünün; o târihte ben, işte, diyelim ki daha 30 yaşındayım ancak. Kitabım çıkmış, çok havaya girmişim; ama bir taraftan da sürekli tekme tokat girişiyorlar. Bugün yaşadığım sosyal medya linçlerinin, sosyal medya olmayan hâlini yaşıyorum ve çocukluğumdan beri bildiğim bir isim var — CHP’yle özdeşleşmiş bir isim var ve daha sonra KONDA var tabii, 1987 yılında kurulmuş KONDA ve kurulduktan kısa bir süre sonra da konuşulan, çok lâfı edilen bir kurum. Ben, o kişiye ulaşabiliyorum, o kişiyle konuşabiliyorum ve bir aşamadan sonra da en kolay tâbiriyle, aramızda 30 yaş olmasına rağmen, çok ciddî, yani bir tür arkadaş olduk, öyle diyeyim. Hep çok yakınında olanlardan değildim; ama her zaman için bana sâhip çıktığını düşündüğüm birisiydi. Çok şey öğrendiğim birisiydi. KONDA zâten başlı başına çok önemli. Bir de benim şöyle bir durumum var; Tarhan Bey’den yaklaşık 5 yaş büyük olan babam, rahmetli, o da çekirdekten bir CHP’liydi; o da Tarhan Bey’le aynı yıllarda, Demokrat Parti iktidârında, Hopa gibi bir yerde CHP İlçe Başkanlığı yapmış ve o yüzden başına işler gelmiş birisiydi. Daha sonra İnönü’ye hayrandı; fakat sonra İnönü gidip Ecevit geldiği zaman, hem İnönü’ye sevgisini muhâfaza edip hem de Ecevit’e çok ciddî bir şekilde angaje olmuş; ama İstanbul’a geldikten sonra aktif siyâset yapmayan birisiydi. Ama ev ve aslında bütün akraba çevremizde bir CHP kültürü vardı ve belki ben de biraz ona tepki olsun diye, küçük yaştan îtibâren CHP’nin daha solunda kendimi tanımladım. Ama o CHP atmosferi içerisinde, bildiğimiz, bir şekilde hayâtımıza girmiş isimlerden birisiydi. O anlamda Altan Bey de –Allah uzun ömürler versin– Altan Öymen de bir başka öne çıkan bir figür ve üstelik doğrudan benim meslektaşım, gazeteci, çok büyük gazeteci. Onun da yazılarıyla, kitaplarıyla büyümüşlüğümüz vardır. Ama Altan Bey’le her zaman çok mesâfeli bir ilişkim oldu; Tarhan Bey’le çok yakın olduk. Onun da bir nedeni; kızı Ayşe’nin, benim arkadaşım Cem’le, Cem Aydın’la evlenmiş olması — ki sonradan kendisi NTV’nin başına geçti. Uzun süre NTV’yi o yönetti. NTV’nin en parlak zamanları Cem zamânında olmuştur. Zâten Tarhan Bey’i de bir yerden sonra, Doğan Grubu’ndan ayrılmasından sonra, Doğuş Grubu’na bir şekilde o monte etmişti diyeceğim; ama yanlış hatırlamıyorsam ya öncesinde ya da sonrasında ayrılmışlardı Ayşe’yle. Ama o târihte, daha ilk evlendikleri sıralarda da ben bir anlamda, Cem ile arkadaş olmamı Tarhan Bey’e ulaşmamda bir vesîle gibi kullandığım doğrudur. Geçen yaptığım bir yayında, Tarhan Bey’in vefatının ardından perşembe günü yaptığım bir yayında şu söylediklerimi bir ölçüde tekrarlamak istiyorum: Bu tür kişilerin sayısı her geçen gün azalıyor. Değişik alanlarda; sanat, kültür, siyâset, her türlü, ekonomi vs. Türkiye’de herkesin — tabii ki eleştirenler olacaktır, sevmeyenler olacaktır; ama büyük bir çoğunluğunun sâhip çıktığı, benimsediği; “Ya bakın, şu ne diyor?” dediği ya da “Şu, yeni bir albüm çıkartmış” dediği, bir şekilde önemsediği ve Türkiye’nin bir tür ortak değeri olarak gördüğü kişilerin ve kurumların sayısı giderek azalıyor. Bunun birçok nedeni var. Tabii ki siyâsî çok nedeni var. Meselâ düşünsenize, Türkiye’nin en önde gelen isimlerinden Metin Akpınar, bu yaşında mahkemelerde süründürüldü. Müjdat Gezen, mahkemelerde süründürüldü. Başkaları da var. Sezen Aksu, doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından hedef gösterildi. Ama buna rağmen toplumun önemli bir kesimi, bu kişilere sâhip çıktı — onunla aynı siyâsî görüşte vs. olmaları gerekmiyor; ama en azından onlara bir değer atfediyorlar, onlara saygı duyuyorlar, onları seviyorlar. Tarhan Bey de diğerleri kadar popüler olmasa da onun alanıyla ilgili olan insanlar için her zaman değerli bir isim olmuştu, önem verilen bir isim olmuştu. Tabii ki yine sevmeyenler istisnâsını katarak; ama şu âna kadar gördüğüm, tanıdığım insanlardan, kendisine böyle çok net bir şekilde tavır alan çok fazla kişi görmedim ve bunların sayısı giderek azalıyor. Bunların sayısı giderek azalırken de bunlar ülkenin geneli tarafından çok da fazla sâhiplenilmiyorlar. Böyle de bir durum var. Tabii ki burada devletin, siyâsî iktidârın rolü çok ama çok önemli. Ama yine de ona rağmen, Sezen Aksu’nun başına gelenlerde görmüştük, çok da fazla cesâret edemedi birçok insan, çekindiler. Şu oldu, bu oldu. Halbuki bu değerlerin bir şekilde… Zâten sayıları giderek azalıyor. Her yeni gelen vefat haberinde yine böyle bir isim karşımıza çıkıyor. Meselâ Ferhan Abi de böyleydi; Ferhan Şensoy. Kimileri hiç seyretmemiş ya da izlediklerinden hoşlanmamış olabilir. Ama bir markaydı ve Türkiye’nin markasıydı. Böyle az sayıda insanımız var. Tarhan Bey bu anlamıyla, kendisi tescilli bir CHP’li olmasına rağmen, CHP’li olmayanların da takdir ettiği birisiydi.

KONDA da benzer bir şekilde, Türkiye’nin böyle az sayıda, sayıları giderek azalan kurumlarından birisi. Tarhan Bey bir süredir KONDA’nın işlerine çok fazla dâhil olamıyordu. Şu anda başına oğlu Aydın geçmiş. Onu biliyorum; ama çok fazla tanıdığım birisi değil. Umarım KONDA bundan sonra da yoluna devam eder ve güçlü bir şekilde devam eder ve Tarhan Bey’in adının da her zaman etkili bir şekilde Türkiye’de varlığını sürdürmesine yardımcı olur. 

Düşünüyorum. Hep güzel şeyler geliyor aklıma. Açık söyleyeyim; onun ölüm haberini tam “Adını Koyalım” yayınını izleyicilerle canlı olarak yaparken, çarşamba günü tam 20.00’ye bir iki dakika kala Ayşe Çavdar görmüş, söyledi ve hani içime bir şey oturdu. Kemal de iyi tanır Tarhan Bey’i, çünkü o da NTV’de çok uzun süre çalıştı, o da bizzat tanır. Daha sonra o gece çok, –nasıl söyleyeyim?– çok etkilendim açıkçası, çok etkilendim. Yani şimdi 89 yaşında, zâten uzun bir süredir sağlık sorunları olan birisinin ölümü çok da şaşırtıcı değil; ama her ölüm gerçekten çok acı veriyor. 

Onun haberinden sonra uzun zamandır yapmadığım bir şeyi yaptım, — onu da söyleyeyim ve noktayı koyayım. Önce uzun uzun YouTube’dan Sezen Aksu dinledim. Sonra da Sezen Aksu’lardan yorulunca Ahmet Kaya dinledim. Herhalde Ahmet Kaya’yı, Tarhan Bey çok fazla sevmezdi, onun tarzına yakın birisi değil. Ama onun da yani Ahmet Kaya’nın da gerçekten Türkiye’de apayrı bir yeri olduğunu da söylemek isterim. Ama benim dinlememin nedeni; daha çok “hüzün” diyelim. Evet, biz de yaşlanıyoruz. Yaşlandıkça bu tür tanıdığımız, sevdiğimiz insanların kötü haberlerini daha çok duyuyoruz. Zâten bu nedenle de olsa gerek, 100. yayını da yapıp “Gomaşinen”leri noktalamak istiyorum. Artık insanların kayıplarının ardından daha fazla da konuşmak istemiyorum. Kendi başıma onları yâd etmeye, 100. yayından sonra da yâd etmeye devam edeceğim inşallah. Evet, Tarhan Bey’e rahmet diliyorum. Nur içinde yatsın. Sevenlerine de başsağlığı diliyorum — ki çok olduklarını biliyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.