Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır sordu, Mithat Sancar yanıtladı: “Muhalefetle mutabakat gerçekleşmezse kendi cumhurbaşkanı adayımızı çıkaracağız”

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, Medyascope yayınında Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı. Muhalefete “Birlikte geçiş süreci üzerinde müzakereler yürütelim” çağrısını yineleyen Sancar, “Bir mutabakat çıkarabiliriz. Bu mutabakatları yürütebilecek aday bulunur. Mutabakat gerçekleşmezse kendi adayımızı çıkaracağız” dedi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday çıkarmaları halinde ikinci tura kalmayı amaçlayacaklarını vurgulayan Sancar, eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın aday olmak istemesi halinde ise bunu parti kurullarında değerlendireceklerini söyledi.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. HDP Eş Genel Başkanı Prof. Mithat Sancar konuğumuz. Kendisiyle canlı yayında HDP’yi konuşacağız, Türkiye’yi konuşacağız. Mithat Bey, merhaba.

Mithat Sancar: Merhabalar Ruşen Bey, iyi yayınlar olsun.

Ruşen Çakır: Sağolun. En son burada, stüdyoda yapmıştık; şimdi siz Ankara’dasınız, Parti Genel Merkezi’ndesiniz galiba. Şimdi HDP’nin şöyle bir durumu var: En çok merak edilen parti; ama en çok da imtinâ edilen parti — medya olarak baktığımız zaman. Hem dönüp dolaşıp tartışmalar HDP’ye geliyor, ama nedense HDP’lilerin kendilerine pek sorulmuyor. Biz onlardan değiliz çok şükür. 

Mithat Sancar: Biliyorum; hani daha önceki yayınlarda söylemiştim: “En çok konuşulan, en az konuşturulan parti” diye… 

Ruşen Çakır: Evet, güzel bir benzetme. 

Mithat Sancar: HDP böyle, ama sesimiz ulaşıyor. Hem sizin gibi kamu yayıncılığı rûhunu benimsemiş platformlar aracılığıyla, hem de halkla temaslar üzerinden sesimizin ulaştığını görebiliyoruz yine de.  

Ruşen Çakır: Evet, öncelikle geçen yayından bu yana siz bir kongre yaptınız ve Pervin Buldan’la berâber yeniden eş genel başkan seçildiniz. Hem kongreyi, hem de yeniden seçilmenizi tebrik edelim. 

Mithat Sancar: Teşekkür ederim. 

Ruşen Çakır: Ve ilk olarak güncel bir soruyla başlayayım: Meclis’te CHP ile HDP arasında bir nezâket tartışması yaşanıyor. Bilmeyenlere özetleyelim: CHP, “Sağlıkta şiddet” konusunda Meclis’i olağanüstü toplantıya çağırdı; imzâları topladı ve Meclis toplanıyor, ama HDP katılmayacağını söyledi ve grup başkanvekiliniz Meral Danış Beştaş da CHP’nin yaptığını nezâketsizlik olarak tanımladı. “Bize önceden sorulmadı, görüşümüz alınmadı” dedi. Nedir bu olay? Yani normalde birbiriyle kamusal alanda çok açıkça tartışan iki parti değilsiniz aslında; ama bu olay nedir? Bunu bir sizden dinleyebilir miyiz?

Mithat Sancar: Tabii, öncelikle şunu söyleyeyim: CHP Meclis’i genel görüşme için olağanüstü toplantıya çağırıyor. Genel görüşme konusu da “Sağlıkta şiddet” ve diğer sorunlar. Yani Meclis olağanüstü toplanacak ve bu konuları konuşacak. Bunun ötesinde, genel görüşmenin başka bir sonucu yok. Bu da önemsizdir demiyoruz aslında; yani Meclis’in bu konuyu şimdi toplanıp görüşmesi elbette önemsiz değildir. Ancak burada başka bâzı hususlar var. Sanırım bunlar yeterince iyi anlatılamadı tarafımızdan veya iyi anlaşılamadı kamuoyunca. Bir defâ genel görüşme çağrısı için belirli sayıda imzâ gerekiyor. Olağanüstü toplantı ve genel görüşme… tabii bu gündemli. Bu amaç için belirli sayıda imzâ gerekiyor. Hele CHP, bu imzâları toplayabilecek sayıya sâhip; ancak genel görüşmenin başlayabilmesi için 200 milletvekilinin katılması gerekiyor. Katılmazsa genel görüşme açılamıyor. Genel görüşmede yapılan şey, bu meseleler üzerine grupların söz alıp konuşmasıdır. Dediğim gibi bu meselelerin Parlamento’da konuşulması önemli; ama zâten bu konuyu biz aylar ve yıllardır Parlamento’da çeşitli şekillerde dile getiriyoruz. Onu bir kenara bırak; yani bizim sağlık emekçileri ve sağlıkta yaşanan sorunlarla ilgili yaptığımız çalışmaları uzun uzun anlatmama gerek yok. Buradaki sorun ne? Şimdi sorun… açık ifâde edeceğim, doğrudan anlatacağım. Zannederim benim tarzımla başka türlü olmuyor; yani meseleleri doğrudan konuşmayı tercih ediyorum. Şimdi böyle Meclis’in olağanüstü toplantıya çağrılması hâlinde o konu görüşülüp kapanabilir. Ama bir önergeyle, meselâ AKP Meclis’in çalışmalara devam etmesi talebinde bulunabilir ve Meclis’in çalışmaya devam etmesini sağlayabilir. Meclis’in çalışmalara devam etmesini sağlaması hâlinde, ilk gündeme gelecek olan konu Saliha Aydeniz’dir, milletvekili arkadaşımızın dokunulmazlığının kaldırılması olacaktır. Şimdi AKP’nin bunu Meclis tâtile girmeden önce yetiştirmek için çok çaba harcadığını biliyoruz. Komisyon çalışmalarını sürdürdü bu arada; yani Meclis Genel Kurulu tatildeyken karma komisyon dokunulmazlık konusunu görüşmek için toplantılara devam etti. Ve daha iki gün önce de bu toplantıların sonunda oy çokluğuyla karar verdi: Saliha Akdeniz’in dokunulmazlığının kaldırılması yönünde bir karar verdi Karma Komisyon. Şimdi bize de iki gün şerh için süre tanıdılar. Bu şu demek: Eğer Meclis pazartesi toplanırsa, ardından hemen çalışmalara devam önergesini AKP getirebilir ve Saliha Aydeniz arkadaşımızın dokunulmazlığının kaldırılmasını sağlayabilir. Saliha Aydeniz arkadaşımızın da fezlekesini de hazır bekletiyorlar; onun milletvekilliğini düşürmek için hızla gündeme getirilmesini sağlayabilirler. Biz de diyoruz ki: Bu kadar karmaşık meseleler varken, CHP grubu Meclis’i olağanüstü toplantıya çağıracağı zaman istişârede bulunmalıydı. Mesele siyâsî nezâket meselesi değildir. Siyâsî istişâre ve muhtemel gelişmelere karşı, iktidârın hamlelerine karşı ortak tavır alma meselesidir. Şimdi biraz daha basitleştirerek açık söyleyeyim: Eğer Meclis olağanüstü toplandıktan sonra AKP görüşmenin devâmı önergesi getirirse ve Saliha Aydeniz’in dokunulmazlığı kaldırılırsa, gene bu muhâlefetin birbiriyle çok daha ciddî bir konuda tartışması sonucunu doğurur. Şimdi bizim beklediğimiz siyâsî nezâket değil; Türkiye’nin bu kadar kritik bir döneminde, AKP ve MHP iktidârının bu kadar sinsice planlar yaptığı bir aşamada, bizimle istişâre etmeden, bu meseleler de gündeme gelebilecekken, böyle bir çağrının yapılmış olmasıdır. Biz buna îtiraz ediyoruz. Sağlık çalışanlarının sorunlarını, özellikle “Sağlıkta şiddet” meselesini tartışmayı önemsiz bulmuyoruz. Fakat sâdece genel görüşme amaçlı bir olağanüstü toplantının sonunda, somut bir sonuç çıkmayacak zâten; ardından bu saydığım sıkıntıların da yaşanması ihtimâli var, hem de yüksek; şimdi böyle bir manevra alanını iktidâra açacak bir hamle yapıldığında, bundan doğrudan etkilenen bir parti olarak HDP’nin görüşünün sorulmaması doğru değil. Nezâket meselesi… Asla bunu nezâket meselesi olarak görmüyorum. Siyâsî öngörü ve muhâlefetin siyâsî istişâre konusunu önemsemesi meselesidir bu. 

Ruşen Çakır: Şimdi evet, çok iyi anlıyorum. Zâten adı konmamış bir meseleyi dile getirdiniz — esas meselenin dokunulmazlık meselesi olduğunu. Şimdi şöyle bir şey var: Reel olarak baktığımızda, Cumhur İttifakı, Millet İttifakı ve HDP var. Şimdi, milletvekili seçimlerinde durum biraz daha farklı olabiliyor. Siz zâten ayrı bir ittifak kotarıyorsunuz. Başka partilerle hareketler var; ama iş dönüp dolaşıp cumhurbaşkanlığı seçimine geliyor. Ve burada merak edilen bir husus, Erdoğan adaylığını açıklığı için –o çok merak edilmiyordu zâten ama–, Millet İttifakı ya da Altılı Masa’nın adayının kim olacağı ve HDP’nin ve HDP tabanının tavrının ne olacağı merak ediliyor. Ve bu anlamda bakıldığı zaman –bugün İrfan Aktan’la Artı Gerçek’teki röportajınızı da okudum–, muhâlefet partilerinin hepsiyle bir temâsınızın olduğunu, ama İYİ Parti’yle olamadığını söylüyorsunuz. Ona bilâhare geleceğiz. Burada en kritik nokta herhalde HDP ile CHP arasındaki ilişki ya da ilişkisizlik, yanılıyor muyum?

Mithat Sancar: Hayır, şimdi şunu söyleyelim: Bizim çeşitli vesîlelerle ve farklı konularda görüşmelerimiz oluyor. Heyetlerimiz var, birbirleriyle çeşitli gündemlerde buluşuyorlar. Bu sâdece CHP ile sınırlı değil; İYİ Parti dışındaki diğer dört parti, yani CHP dâhil beş partiyle de ilişkimiz var. Özellikle dört parti, yani DEVA, Gelecek, Saadet ve CHP ile bu tür görüşmelerimiz oluyor. Meclis’te de pek çok konuda zâten grup başkanvekillerimiz birbirleriyle görüşüyorlar. Bizim buna bir değer verdiğimizi hemen söyleyeyim; yani diyalog önemlidir ve biz siyâseti esas îtibâriyle diyalog, müzâkere sanatı ve faaliyeti olarak tanımlıyoruz. Ancak cumhurbaşkanlığı seçimi başka bir mesele. Şimdi Parlamento seçimlerine nasıl gideceğimizi de söylediniz, onu tekrar anlatmama gerek yok. Ancak cumhurbaşkanlığı seçimi için de o muhâlefet partileriyle ortak aday fikrine açık olduğumuzu bir yıldan beri bir süredir söylüyoruz. Burada belirttiğimiz çerçeve de hiç muğlak değil; son derece şeffaf, samîmî ve dürüst bir çizgi izliyoruz. Diyoruz ki: Bizim esas meselemiz isimler değildir; Türkiye’nin pek çok sorunu var ve bu çoklu kriz ortamından bir çıkışa ihtiyaç var. Bu çıkışın olabilmesi için de biz kendi gücümüzü en yüksek düzeyde Parlamento’ya yansıtmaya çalışacağız; bunun için çok geniş bir demokrasi ittifakı kuruyoruz. Çalışmalarımız devam ediyor. Ama cumhurbaşkanlığı seçiminde de işi şansa bırakmamak gerekiyor. Bizim, evet, sayısal gücümüz şu an anahtar konumunda; fakat bunu biz kimseye karşı kibir konusu hâline getirmedik ve hiçbir meselede de “şantaj” olarak kullanmadık. Sâdece şunu öneriyoruz, diyoruz ki: Gelin birlikte, ilkede, geçiş süreci ve yapılar üzerinde müzâkere yürütelim ve bunu açık yapalım. Kamuoyunun gözü önünde yapalım, doğrudan yapalım. Bu diyaloğu ve müzâkereyi kamuoyu önünde şeffaf bir şekilde yürütürsek, buradan ilkeler, yapılar ve süreçler hususunda, hem bugün, hem seçim günü, hem de sonrası için bir mutâbakat çıkarabiliriz. — çıkarmalıyız, çıkarmak isteriz. Bu mutâbakatı çıkarırsak, mutâbakatı yürütebilecek ismi saptamak zor olmaz. Bu mutâbakatın gereklerini yerine getirecek bir aday bulunur. O nedenle aday tartışmasına girmek yerine, bu süreç… 

Ruşen Çakır: Burada sözünüzü kesiyorum Mithat Bey, ama şunu da biliyoruz ki, muhâlefet partileri, özellikle Altılı Masa’nın başını çeken iki parti, CHP ve İYİ Parti, farklı farklı, kimi zaman da ortak kaygılarla, HDP ile açıkça bir mutâbakat yapmaya yanaşmıyorlar ve yanaşacağa da benzemiyorlar. Yani bunu direkt, hani kitabın ortasından konuşacaksak olayı, böyle bir realite var önümüzde. Siz tabii bunu ki bastırıyorsunuz, sizin stratejiniz bu olabilir. Ama buraya geleceklerini ben şahsen pek sanmıyorum. O zaman şöyle bir şeyi net bir şekilde söyleyebiliyor muyuz? Mutâbakat gerçekleşmediği durumda, HDP kendi adayıyla cumhurbaşkanlığı seçimine katılacak, nokta. 

Mithat Sancar: Eğer mutâbakat gerçekleşmezse, önümüzdeki en önemli seçenek kendi adayımızla seçime katılmaktır. Evet, çok net. Üstelik şunu da söylüyoruz: Mutâbakatın gerçekleşmesi için sonuna kadar biz olgun siyâset yapacağız. Bütün demokrasi güçlerine çağrılarımızı yineleyeceğiz. Bütün demokrasi güçleriyle temaslarımızı yoğunlaştıracağız; fakat buna karşılık almazsak, “demokrasi güçleri” veya “demokrasi ittifakı” dediğimiz yapının bileşenleriyle birlikte bir ortak aday çıkarma seçeneğinin çalışmalarını yürütüyoruz.  Yani biz çağrımızı yaptık, oturduk bekliyoruz, başka bir iş yapmıyoruz gibi anlaşılmasın; biz çalışmalarımızı yürütüyoruz. Burada sorumluluğun bize düşeceğini vicdanlı hiç kimse söyleyemez. “HDP ile açık diyaloğa giremem, ben yapamam” diyen bir zihniyetin Türkiye’yi dönüştürme, yeni bir başlangıca ve demokratik bir inşâya götürme kapasitesi olamaz. Türkiye’nin en dinamik ve demokratik gücü olan, kitlesi bu kadar önemli bir yerde duran HDP’yi bir muhâtap almamak, Türkiye’de sorunların köklü çözümüne yanaşma cesâreti göstermemek demektir. Tekrar söylüyorum: Şimdi bizim sâdece %12,13,14,15’lere varan oy oranımız dolayısıyla değil bu tespitler. Biz esâsen Türkiye’nin yüz yıldır içinde bulunduğu kısırdöngüyü kıracak yeni bir başlangıç imkânının mevcut olduğunu düşünüyoruz. Çoklu krizler, derin buhranlar yaşayan bir ülkede, dönüşüm imkânları da aynı ölçüde büyüyor. Biz bunu en yapıcı ve en demokratik şekilde kullanmak adına siyâset yapıyoruz. Ne kimseyle özel bir kavga, ne bir özel şantaj, ne de dolaylı başka bir dar pazarlık sürecine yanaşıyoruz.

Ruşen Çakır: Peki şunu sorabilir miyim? Siz şahsen ve de parti olarak –ayrı ayrı, belki de cevâbı aynıdır– seçimlerin hangi târihte yapılacağını öngörüyorsunuz? Yani normalde Haziran 2023 ya da Mayıs 2023 gibi normal bir takvimde mi? Yoksa her an bir baskın seçim olabilir düşüncesi sizde hâkim mi?

Mithat Sancar: Şimdi açıkçası, bu iktidârın hangi fırsatları nasıl değerlendirmek isteyeceğini, neyi fırsat sayacağını kestirmek zor. Dolayısıyla bizim bir seçim târihi öngörümüz samîmîyetle yok. Bu sonbaharda yapılma ihtimâlini de ciddîye alıyoruz ve tüm çalışmaları buna göre yapıyoruz. Önümüzdeki ilkbaharda olması ihtimâlini de ciddîye alıp hazırlıklarımızı yine aynı şekilde yürütüyoruz. Zamânında yapılmasını da hesâba katarak çalışma yapıyoruz. Kısacası, bizim burada, “Şu târihte seçim olacak ve hemen de ona göre bir konumlanma olsun” gibi bir telâşımız yok. Bu size saydığım unsurları içeren stratejiyi bir yıldan fazla süredir zâten görüyoruz. Bakın bunları yazılı hâle getirdik. 27 Eylül 2021’de bir deklarasyon var, açıkladık. Ya, bu kadar zamanımız varken, diğer muhâlefet partileri ve demokrasi çevreleriyle bütün bu meseleleri tartışmak yerine, zaman çok fazlayken bunlar tartışılmıyor da, şimdi “Erken seçim, baskın seçim için ne yapacağız?” telâşına giriliyorsa, buna yol açanların da târihe ve halka karşı sorumluluğu vardır. HDP her şeyi mükemmel yapıyor değil; ama yapıcı ve öngörülü siyâset yürütmek için çok yoğun çalışıyor. Gerçekten çok yoğun çalışıyoruz. Medya kanalları kapalı olabilir; derdimiz değil, sesimizin ulaştığının farkındayız. Türkiye’nin geniş kesimlerine bu ses ulaştı. Düşünün, gerçekten bizim sesimizin, sözümüzün ulaşacağı bütün kanallar o kadar bloke edilmişken, hâlâ %11, %12’nin aşağısında olmadığımız söyleniyorsa –hattâ ötesinde, %14, %15 oranını gördüğünü söyleyen anket şirketleri varsa–, demek ki HDP’nin yürüttüğü politika bu toplumda sağduyulu insanlarda karşılık buluyor.

Ruşen Çakır: Peki şunu sormak istiyorum: Dâvâ meselesi bir acayip durum; var ama yok gibi duruyor. Ama yine de Türkiye’de artık kurallar vs. çok belli olmadığı için –bu aynı zamanda sizin akademik olarak da doğrudan ilgi alanınıza giren bir husus: Anayasa Hukuku– hep şöyle bir beklenti var: “Seçime kadar iktidar HDP’yi kapattırır”. Açıkçası bu, iktidarın işine mi gelir? Aleyhine mi? Bunun kestirmek de çok mümkün değil; ama sizin kapanmayacakmış gibi davrandığınızı biliyorum. Buna çok emin misiniz? Yani seçime HDP, kapanmamış bir şekilde kesinlikle girecek mi?

Mithat Sancar: Yani bu rejimde ve bu iktidar altında herhangi bir şeyden emin olmak zâten mümkün değil. Kapatma dâvâsı konusunda bu kadar naif davranmamızı beklemek de hakîkaten gerçekçi değil. Elbette biz, en kritik aşamada kapatılabileceğimizi hesâba katarak çalışmalar yürütüyoruz. Dolayısıyla biz kapanmayacak gibi sonuna kadar faaliyetlerimizi ve siyâset üretme çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Fakat her an kapanacakmış gibi de tedbirlerimizi aldık.  

Ruşen Çakır: Meselâ bir izleyicimiz sormuş. Sözünüzü kestim ama: “HDP kapatılırsa seçimlere TİP altında girerler mi?” demiş. Meselâ böyle bir seçenek var mı?

Mithat Sancar: O zaman görülür o; bizim seçeneklerimiz fazla. Şimdi bunları dillendirip de iktidârın buradan kendisine yeni tedbirler almasına fırsat vermeyelim. Biz farklı seçenek ve ihtimallere göre kendi alternatiflerimizi belirledik. Bu siyasal ve sayısal gücü Türkiye’de dönüşümün kapısını açmak için kullanacak yöntemi mutlaka bulacağız. Halkımız bundan emin olsun. Zâten kapanmasak da yapacağız; kapansak da, sanki HDP devam ediyormuş gibi bu gücü Türkiye’nin dönüşümünün hizmetine sunacak yöntemi bulduk ve hayâta geçireceğiz. 

Ruşen Çakır: Peki, şöyle bir şey sorayım — başta CHP konuşurken sorsaydım daha iyi olurdu, ama yine de önemli değil: Sizin de dikkatinizi çekiyordur; Güneydoğu’da yapılan bâzı araştırmalarda, seçmenin ikinci partisi olarak en çok CHP’nin çıktığı söyleniyor. Yani Güneydoğu’da ikinci parti değil de; meselâ “Tercih HDP ya da tercih AKP ya da tercih HÜDAPAR ya da başka parti olmazsa, hangisine verirsiniz?” diye sorulduğunda en yüksek oranın CHP çıktığı yolunda çok ciddîye alınacak araştırmalar var. Bu sizin gözlemlerinizle de uyuşuyor mu? Sizin seçmen tabanınızda özellikle CHP’ye karşı daha bir yumuşama, en azından daha bir empatik bakma eğilimini siz de gözlüyor musunuz?

Mithat Sancar: Şunu söyleyelim: CHP’ye oy kayması anketlere yansıyan bir veri; fakat bir diğer veri de şu: Bu oylar bizim seçmenden gitmiyor. Dolayısıyla eğer başka yerden, meselâ Cumhur İttifakı’ndan CHP’ye veya diğer muhâlefet partilerine oy gidiyorsa, herhalde buna üzülecek değiliz — tam tersine. Biz AKP’den kopan seçmenin oyunu almak için her türlü çalışmayı yürütüyoruz, yürütmek de bizim görevimiz. Bu kitleyi iknâ etmek için de, onlarda diğer yolu derinleştirmek için de yeni dönem yeni stratejiler de uygulayacağız. Fakat yine de bize gelmeye iknâ olmayan kesimler olursa –bu, AKP’den kopmuş Kürt seçmen içinde–, onların muhâlefetteki herhangi bir partiye gitmesi bizi kaygılandırmaz. Tam tersine, AKP’nin oy kaybetmesi ve bu oyların tarafsız olmaktan çıkıp bize gelmesi ya da bize gelmemesi hâlinde diğer muhâlefet partilerine gitmesi Türkiye’nin hayrınadır.  

Ruşen Çakır: Buradan hareketle, ilişkili bir başka soru daha sormak istiyorum: Kurulma aşamaları sırasında Gelecek ve DEVA partilerine bölgede bayağı bir ilgi, bir merak vardı. Çok şaşırtıcı birtakım tepkiler geliyordu. Sonra kuruldular, hızlı bir şekilde de örgütlendiler, birtakım bilinen isimler de yer aldı bu partilerde. Ama sanki o baştaki büyük ilgi, ülke genelinde ama özellikle Kürtler nezdinde sanki çok da fazla gelişmedi gibi. Ne dersiniz? Siz bunu gözlüyor musunuz? Çünkü AKP’den kopmalar demiştiniz; o anlamda da soruyorum. 

Mithat Sancar: Bu konuda değerlendirme yapmayı doğrusu isâbetli bulmam. Yani çeşitli anket çalışmaları var, sâha araştırmaları yapılıyor. Bunları tabii ki biz de inceliyoruz. “Şu nedenle bu oldu, bu nedenle böyle oldu” diye bir değerlendirme bizim işimiz değildir. Esâsen bu sorunun doğrudan muhâtabı o partilerdir, o partilerin temsilcileridir. Gerçekliğini veya gerçekdışılığını onlar anlatırlar, eğer gerçekse sebeplerini de onlar açıklarlar. Bizim böyle bir değerlendirme tartışmasına girmemiz doğru değil. 

Ruşen Çakır: Peki, şöyle bir şey var: Aslında olay ikinci tur tartışması; yani yine gerçekçi bir şeyden gidecek olursak, mutâbakat olmazsa sizin bir şekilde kendi adayınızı çıkartmanız ve sonuçta üç tâne güçlü adayın çıktığı bir seçimde, %50 + 1’i kimsenin alması beklenmiyor, reel olarak bakıldığında. Anketlere göre ikinci tura muhtemelen Millet ve Cumhur İttifakı adayları kalacak. O zaman sizin partinizin ve seçmeninizin ikinci turda ne yapacağı meselesi, kimin cumhurbaşkanı –daha doğrusu: Başkan– seçileceğini bayağı belirleyecek — açıkçası olay bu. 

Mithat Sancar: “Açıkçası” diyorsunuz Ruşen Bey, ama çok “açıkçası” değil bu. Yani şöyle söyleyelim: Biz aday çıkaracak olursak, yani mesele o aşamaya gelir de aday çıkarma karârını hayâta geçirirsek, amacımız ikinci tura kalmak olur. Bunu tartışmalara dâhil etmeniz îcap eder. Yani sizinle program yapan bütün partilere aynı soruyu sorun; seçenekli sorun. Yani a) Cumhur İttifakı’yla Millet İttifakı’nın adayları kaldı, ne yapacaksınız? B) Millet İttifakı’yla HDP’nin ortak adayı, yani HDP’nin demokrasi blokuyla ortak adayı kaldı, ne yapacaksınız? c) En ve en önemlisi, ikinci tura HDP’nin içinde bulunduğu demokrasi ittifakıyla Cumhur İttifakı’nın adayı kaldığında ne yapacaksınız? Şimdi ben diyorum ki bunları şimdiden bu şekilde tartışmak, olabilecek müzâkere süreçlerini gölgeliyor. Bizim daha birinci tur için müzâkere kapılarının açık olduğuna dâir inancımız var ve bu konuda çalışmaları yapıcı bir şekilde sürdürüyoruz. Bu soruları spekülasyon ve senaryo düzeyinde gündeme getirmenin faydası yok. Pek çok cevap verebilirim. Yeri geldiğinde ben de arkadaşlarım da en doğrudan, en net cevapları da verebiliriz. Bugüne kadar yaptığımız gibi samîmî, dürüst, açık politika yapmaya devam edeceğiz. Bu taahhütte bulunuyoruz. Ve bir taahhütte daha bulunuyoruz: Sonuna kadar Türkiye’de demokratik dönüşümün ve barışın önünü açacak çalışmalar yapmak için sorumlu davranacağız. Üzerimize düşen târihsel görevleri de yerine getirmek için her türlü çabaya hazırız. Bu taahhütte bulunuyoruz.

Ruşen Çakır: Peki, şunu sormak istiyorum — meselâ bir izleyicimiz Selahattin Demirtaş’la ilgili bir soru sormuş, ama ben daha genel sorayım: Demirtaş cezâevinden verdiği röportajlar ve yazdığı yazılarla –bugün yine bir yazısı vardı; bugün mü dün mü? Artık karıştırdım– bayağı bir yoğun, özellikle Murat Sabuncu’nun sorularına verdiği cevapta, silâh bırakma ile ilgili söyledikleri çok büyük yankı uyandırdı. Öncelikle bir şeyi merak ediyorum. İçeriğe gelmeden önce daha metodu konuşalım: Siz parti olarak Selahattin Demirtaş’ın Türkiye siyâsetinin gündeminde bu kadar etkili bir şekilde tartışmalara yol açıyor olmasından memnunsunuz değil mi?

Mithat Sancar: Bizim bu konuda rahatsız olmamız için bir sebep var mı? Selahattin Demirtaş bizim arkadaşımız, eski eş genel başkanımız, çok önemli emekleri ve katkıları olmuş bir değerli yoldaşımızdır. Kendisinin Türkiye’de tartışmalara katkıda bulunması bizim rahatsız olacağımız bir şey değil. Bazıları böyle ifâde ediyorlar. Memnunuz dememizi istiyorsanız, onu da söyleyeyim: Yani bizim Selahattin Demirtaş’la parti olarak herhangi bir ayrılığımız ve bir çatışmamız yoktur. Farklı görüşler dile getirilebilir. Bu bizim parti içinde de rastlayabileceğimiz bir durumdur. Yani şu anda MYK ya da Parti Meclisi toplantısında bir tartışma açıldığında pek çok farklı görüş de dile getirilir. Eleştiriler de olabilir. Ama Selahattin Demirtaş’ı partinin bir parçası ve görüşlerini de parti politikalarına katkı amaçlı olarak değerlendiriyoruz. Yöntem konusunda sorduğunun sorunun açık cevâbı bu. 

Ruşen Çakır: Onun özellikle söylediği, Türk seçmeninin hassâsiyetlerine izleyicimiz de dikkat çekmiş. “Bunu ciddîye almak, Türkiye Partisi olmak” gibi konularda söyledikleri bir ara çok gündemdeydi ve büyük medyanın da HDP’ye kapısını açtığı meşhur Haziran 2015 seçimleri öncesindeki dönemde çok konuşuluyordu. Ama sonra işin rengi iktidârın politikaları nedeniyle değişti. O çizgi hâlen partide ana eksen mi? Yani 2015 Haziran öncesinde dile getirilen yaklaşım?  

Mithat Sancar: Bu yaklaşım, sözünü ettiğiniz “Türkiye partisi olma ve Türkiyelileşme politikası” partinin kurucu ilkelerinin en temelidir. 7 Haziran 2015’te elbette bunların daha fazla konuşulma imkânı vardı. Parti şu anda bu kadar kuşatma altında olmasına rağmen bu çizgiyi kararlılıkla sürdürüyor. Ve pek çok alanda bunu gereğini yerine getirmek için her türlü çabayı sarf ediyor parti. Bakın söyleyeyim: Türkiye partisi olmak üç anlama geliyor bizim için. Bir, bütün sorunlara Türkiye’nin bütünlüğü içinde çözüm aramak. Başta Kürt sorunu, Türkiye’nin bütünlüğü içinde, ortak vatan çerçevesinde demokratik çözüme kavuşturulmalıdır. Bu zaten kuruluşta söylenmiş dile getirilmiş yazıya dökülmüş ilkelerimizdendir. “Ortak vatanda demokratik cumhuriyet”.Bu slogan zâten var. Bu yaklaşımın birinci unsuru, yaklaşım unsuru; ikincisi, Türkiye’nin bütünlüğünü kucaklamak için örgütlenme olarak da faaliyet olarak da çaba harcamak. Bizim şimdi ekoloji komisyonunun yaptığı çalışmaları, Sinop’tan Dersim’e, Artvin’den ülkenin en ücra köşelerine kadar — saymayayım, yani çok zaman alır. Aynı şekilde, halklar ve inançlar komisyonumuz bugün bile, yazın çalışmalarını sürdürüyor. Eşit yurttaşlık temelinde bir kampanya yürütüyoruz Alevîler’e eşit yurttaşlık. Arkadaşlarımız Kayseri, Amasya, Tokat bölgesinden yeni geldiler. Türkiye’nin her yerine, Türkiye’nin her sorununa çözüm olma iddiasındayız biz. O nedenle Türkiye partisiyiz. Şimdi, Kürt sorununun bu meselelerle çok özel bir önemi ve yeri olduğunu söylemek de Türkiye partisi olmanın gereği; eğer Türkiye’nin sorunlarını çözmek istiyorsanız, aynı zamanda Kürt sorununa demokratik siyasal çözüm bulmak zorundasınız. Şimdi, örgütlenme olarak faaliyet olarak ve kapsayıcılık olarak biz Türkiye’nin tamâmında siyâset yapıyoruz. Ve bugün bu kadar kuşatılmış bir ortamda, bu kadar kıstırılmış, bu kadar kriminalize edilen bir durumdayken Türkiye’nin her tarafına sesimizi ulaştırabiliyorsak, demek ki gerçekten ortada takdir edilmesi gereken bir emek var. Yeterli midir? Değildir. Eksiklerimiz var mı? Var. Hedeflediklerimize ulaştık mı? Hepsine değil; yapmamız gereken çok iş var, farkındayız, ama çizgimiz nettir, açıktır. Bundan sonraki aşamalarda daha da somutlaşarak ilerleyecektir. O nedenle Türkiye partisi olma meselesinin tartışmaya açılması bana göre gerçekten fuzûlîdir. Zâten iktidar bizi bölgeye ve bir soruna sıkıştırmak için her şeyi yaptı. O her şeyi kırdı. Bütün o kuşatma ve baskılara rağmen, biz dar bir alanda ve tek konuda siyâset yapma dayatmasını boşa çıkardık. Şimdi diğer konuya da geleceğim ama, onu sordunuz, bu hani Kürt meselesinde açılan vs.. bunlara da ilişkin birkaç söz söyleyebilirim. Eğer araya soru girmeyecekseniz. 

Ruşen Çakır: Şimdi, İrfan’la yapılan röportajda sorulmuş, ama bu soru önemli. Bir de ben sorayım. Cevâbı biliyorum, ama okumamış olanlar için: Selahattin Demirtaş partinizin cumhurbaşkanı adayı olabilir mi? Bir kere yasal olarak olabiliyor mu? Çok emin değilim.

Mithat Sancar: Yasal kısmını hiç konuşmayalım şimdi, gerek yok

Ruşen Çakır: HDP’nin daha önce cumhurbaşkanı adayı olduğu için, ilk akla gelen isim Selahattin Demirtaş bir seçenek mi?  

Mithat Sancar: Selahattin arkadaşımız, kendisi olmak istediğini söylüyor zâten; çünkü biz de diyoruz ki –HDP’de kurullar ve işleyişin nasıl olduğunu tâkip edenler bilir; en iyi bilenlerden birisi de Selahattin arkadaşımızdır–, yani böyle bir isteği dile getiriyorsa, bu şüphesiz ki değerlendirilir. Ama eğer biz aday çıkarma seçeneğinde karar kılarsak, o noktaya gelirsek, nasıl bir işleyişle adayı belirleyeceğimizi de söylüyoruz. Bir, tabanımıza danışacağız; demokrasi ittifakı o günkü hâliyle ne aşamadaysa, demokrasi ittifakının bileşenleriyle elbette tartışacağız. Kendi kurullarımızda bu konuyu müzâkere edeceğiz ve karar böyle çıkacak. Yani benim şu an HDP Eş Genel Başkanı olarak, “Şu kişi aday olacaktır” deme yetkim yok. Dediğim gibi, yani şu anda yerimde kim oturursa otursun, böyle bir soruya tek kelimeyle cevap verme yetkisine sâhip değil. Tartışmalar olmadan, istişâreler olmadan karar vermemiz ve o günkü şartlara göre en iyi karârı vermemiz zâten beklenemez. O nedenle Selahattin Demirtaş arkadaşımızın adaylık isteği bu çerçevede elbette değerlendirilecektir. Eğer ayrı aday karârı olacaksa, ismin ne olacağı bu işleyişin sonunda belli olacak.  

Ruşen Çakır: Şimdi, isimler üzerinden konuşmaktan hoşlanmadığınızı biliyorum. Ama bir tarafta da birtakım insanlar…, meselâ geçenlerde biz, ilk defâ oy verecek gençlerle röportajlar yapıyoruz. İlk kez oy kullanacak olup da HDP’ye verecek olan gençlerle konuşulduğunda, şöyle bir şey söylediler: “Parti söylese bile, Meral Akşener ya da Mansur Yavaş’a asla oy vermem”. Şimdi, böyle bir genel eğilim midir? Yani şimdi isimleri konuşmak istemediğinizi biliyorum, ama böyle de bir olay var. 

Mithat Sancar: Buna cevâbım var Ruşen Bey, çok açık; yani biz 11 maddelik bir deklarasyon yayınladık 27 Eylül 2021’de. Bugüne kadar yaptığımız açıklamalar var. Ve sizinle konuşurken söylediklerim var. Bu deklarasyonda belirlediğimiz çerçeveyi derinleştirip somutlaştırmak için yaptığımız açıklamaları, şimdiki konuşmamızı dikkate aldığımızda, bizim açımızdan kimlerin bu çerçevenin adayı olamayacağını söylemek zor değil; ama isim telaffuz etmeyi gerçekten fuzûlî buluyorum. Bâzı şeylere isim koymaya gerek olduğunu düşünmüyorum. Yani “Bu isimler bu çerçevede bizim adayımız olmaz” demek yerine, “Bizim için bu çerçeveyi taşıyacak kişiler ancak ortak aday olur” tartışma konusu olabilir. Bu kadar.

Ruşen Çakır: Peki orada tabii şöyle de bir husus var. İnsanların geçmişleri var. Hani o yabancı tâbirle: Bagajları var. O bagajlar ne derece önemli? Yani meselâ sizin söylediğiniz ilkelere, “Neden olmasın? Ben de aynı düşünüyorum” diyen birisi, ama geçmişi nedeniyle sizin tabanınızda rahatsızlık yaratıp, “Ya, böyle söylüyor olabilir; ama ben buna inanmıyorum” diyemez mi meselâ?

Mithat Sancar: O zaman meseleyi şöyle somutlaştırmam gerekiyor: Açık diyalog, doğrudan müzâkere — ya da şöyle diyelim: Doğrudan diyalog, açık müzâkere ve bunun sonunda mutâbakat esâsen bu amaç içindir. Bu mutâbakat hiç şüphesiz belli güvencelere bağlanacaktır. Eğer o güvencelere bağlanırsa, o zaman, “Efendim, bu geçmişte şöyleydi böyleydi” tartışması yerine, geleceğe bakmayı önermek çok daha mümkün olacaktır. Biz geleceğe bakalım diyoruz. Geçmişi yok saymadık. Fakat geleceğe bakabilmemiz için de doğrudan diyalog, açık müzâkere ve demokrasi-eşitlik-özgürlük-barış konusunda saydığımız on bir ilke üzerinden bir tartışma sonucunda mutâbakat istiyoruz. Bu mutâbakat sağlanırsa, bunu da hangi ismin taşıyabileceğini belirlemek daha kolay olabileceği gibi, o ismin bunu taşımasını sağlayacak mekanizmaları da kurmak daha kolay olacaktır. Yani mutâbakat dediğimiz şey, “Ya tamam, evet biz iknâ olduk, aday olsun” şeklinde bir şey değildir. Bizim kastettiğimiz tam da, böyle bir mutâbakat oluşursa, diyelim ki altı, yedi, sekiz parti, on parti arasında bir mutâbakat oluşursa bunun güvenceleri nasıl olacak? Bunun hayâta geçirilmesi mekanizmaları nasıl kurulacak? Bunları da konuşmak istiyoruz. 

Ruşen Çakır: Peki, son olarak, konuşmasak olmaz: Öcalan meselesini sorayım. Geçen yerel seçimde iktidar bir şekilde Abdullah Öcalan’ı kullanmak istedi; hem kendisini, hem kardeşini, biliyorsunuz –artık yaşamayan Osman Öcalan’ı– ve ortalık karıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan değişik vesîlelerle de bir şekilde telaffuz etti. Özellikle Selahattin Demirtaş’a yönelik olarak, “Onun hesâbını İmralı soracak” dedi. Ve bir beklenti yaratıldı. İktidar Öcalan’ı kendi lehine seçim sürecinde devreye sokar mı? Hattâ buna, doğrudan konuşulmasa bile, bir şekilde Kandil de dâhil olabilir mi? Şimdi seçim sürecinde İmralı ve Kandil gerçekten Türkiye’de yapılacak olan bu kritik seçimlerde bir aktör olarak bir şeyleri değiştirebilir mi?

Mithat Sancar: Şimdi bu spekülasyonlarıçeşitli senaryolar üzerinden tartışmak gerçekten risklidir. Ama çok daha basit bir şey öneriyoruz. Dünkü söyleşide de var. Diyoruz ki: Bu tartışmaların seçim dönemine kalmasını engellemenin en sâde yolu Öcalan’la görüşmelerin hemen başlamasıdır. Ve muhâlefetin de bu talepte bulunmasıdır. Bakın ne diyor? Cumhurbaşkanı bunu söylüyor. Îmâ ediyor, yandaşlar yazıp çiziyorlar. “İmralı’da iktidar heyetleri Öcalan’la görüşüyor” diyor; böyle haberler geliyor. O zaman, yapılması gereken bu görüşmelerin açık olmasını talep ettik. Hattâ bir adım ileri gidiyorum: Muhâlefet partileri, “Arkadaş, biz de bu görüşmeleri yapmak istiyoruz. Heyet oluşturup göndermek istiyoruz” diyebilmeliler. Aksi takdirde, şöyle olacak böyle olacak demek, spekülasyonlar, hattâ ortamı bulandırma çabasından başka bir sonuç vermiyor. İktidârın esas yapmak istediği de ortamı bulandırmak, kafaları karıştırmaktır. Biz diyoruz ki: Tecrit zâten hukuksuzluktur. Muhâlefet partileri de, hattâ demokrasi güçleri, çeşitli çevreler, “Şimdiden biz bu görüşmelerin başlamasını istiyoruz. Biz de hazırız, görüşmek istiyoruz” diyebilmelilerdi. Şimdi bunu söylememizin nedeni, hakîkati daha açık konuşma imkânı sunmaktır. Ve rolünün önemini herkesin bildiği bir aktör olacak. Niye bu kadar konuşuluyor peki? Bundan dolayı konuşuluyor. Peki geçmişteki tecrübeler de bunu göstermiyor mu? 2009/2013/15, evet, gösteriyor. O halde bu spekülasyonlara girmek yerine, sâde ve net bir taleple ortaya çıkmak en doğru yöntemdir. Biz bunu öneriyoruz. Bunu önerdiğimiz zaman da, işte sanki hani bütün topu oraya atıyoruz, bütün meseleyi buraya bağlıyoruz gibi bir sonuç çıkarılmasın. Biz bir hakîkati dile getiriyoruz ve bu hakîkatin gereklerinin en iyi ne şekilde karşılaşacağına dâir önerilerimizi söylüyoruz. Yoksa bakın, bizim Kürt meselesinde çözümle ilgili, hem 27 Eylül 2021 tarihindeki deklarasyonumuzda, hem de 31 Ağustos 2020 tarihli Barışa Çağrı Deklarasyonu’muzda çok açık ifâdeler var. Bunlar çok gündem yapılmıyor, konuşulmuyor. İki sene önceki 1 Eylül Dünya Barış Günü’nden önce yaptığımız bir açıklama, bir deklarasyon var. Bunu Meclis’te ben ve eş başkanımız birlikte açıkladık. Sâdece bir paragrafı okursak, pek çok konuda HDP’nin zâten politika oluşturduğunu ve bu politikanın altını doldurmak için de çaba harcadığını görürsünüz. Ne demişiz? “Kürt meselesine silâh ve çatışma yöntemleri dışında diyalog ve müzâkere seçeneklerinin kendisini târihsel olarak dayattığı ve güncel olduğu âşikârdır. Bunun için Türkiye haklarının tümünün yarârını ve geleceğini düşünerek ilgili taraflara özveride ve fedakârlıkta bulunma, adım atma sorumluluğunu hatırlatıyoruz”. Bu daha nasıl açık söylenir? “Benzeri tüm dünya deneyimleri de göstermiştir ki, her çatışma ve savaşın bir barışı vardır. Ve hiçbir taraf bu gerçekten kaçamaz. Bu ülke toprakları, kana, gözyaşına ve acıya fazlasıyla doydu. Daha fazla insan, zaman, enerji ve kaynak kaybetmeden diyalog ve müzâkere zemini kurulmalı; çatışma ve savaş artık sona ermelidir.” Bu konuda Meclis’i adres gösterdik. Mekanizmaların ne olabileceğine dâir görüşlerimizi dile getirdik. Bunlar bizim partinin bütün kurullarının mutâbakatıyla, oybirliğiyle çıkmış deklarasyonlarıdır. İki yıldır yürütüyoruz bu çalışmaları, bu çağrıları; şimdi, bu tartışmalar sanki yeniymiş gibi bir hava yaratıp, HDP’nin bu konuda yetersiz kaldığı gibi değerlendirmelerin yapılması hakîkaten şaşırtıcıdır. Hadi ben kibarlığımı koruyayım, sâdece “şaşırtıcıdır” diyeyim. Yoksa daha fazlasını da söyleyebilirim.

 Ruşen Çakır: Evet Mithat Bey, çok teşekkürler. Güzel bir yayın oldu. Seçime kadar değişik vesîlelerle yine takip de ederiz, yayınlar da yaparız. Seçim kampanyalarınızı da Medyascope olarak yakından izleyeceğiz. Çok teşekkür ediyoruz. 

Mithat Sancar: Ben teşekkür ederim. Bütün çalışma arkadaşlarınıza da, hem emekleri için teşekkür, hem de selâmlarımı iletiyorum.

Ruşen Çakır: Sağolun. İzleyicilerimize de çok teşekkür ediyoruz. HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’la yaptığımız yayın burada sona erdi. Kendisine ve bizi izlediğiniz için sizlere teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.