Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Levent Köker ile Hukuk ve Demokrasi (85): Milliyetçilik, kimlik siyaseti ve demokrasi sorunu

Kamu oyunda son zamanlarda “milliyetçilik bağlamı”nda iki görüşün öne çıktığı gözleniyor. Bunlardan ilki, milliyetçiliğin demokrasi sorunu açısından mutlaka olumsuz bir ideoloji olmayabileceği yönünde. Daha olumlu bir ifâdeyi tercih etmek gerekirse, demokrasi sorununun çözümüne milliyetçiliğin de katkısının olabileceği ileri sürülüyor diyebiliriz. Bu görüşten bağımsız gibi görünen ama kanımca buna bağlanabilecek olan diğer görüş ise, etnik ve dinî ya da inançsal kimlikler ile “hayat tarzı” tercihlerinin siyâsetin konusu olmadığı, olmaması gerektiği yönünde. Bu görüş ile milliyetçiliğin demokrasi sorununun çözümüne katkıda bulunabileceği görüşü arasındaki bağı şöyle ifâde edebilirim: Bilindiği gibi, milliyetçilik -tanımı gereği- millet ile devletin birliğini sağlamayı ifâde eden bir siyâsî ideoloji. Bu niteliği ile de modern çağa özgü, özel bir devlet tipi olan “millî devlet”in âdetâ zorunlu kıldığı bir ideoloji, daha doğrusu böyle sunuluyor. Bu ideoloji, özünde, devletin meşrûiyet zeminini meydana getiren toplumdaki farklılıkların çatışmacı değil dayanışmacı bir tarzda kavranması gerektiğini buyuruyor. Bu nedenle de, sınıf, etnik veyâ dinî yâhût inanç, toplumsal cinsiyet ve cinsiyet yönelimi gibi farklılıkların ya “dayanışmacı” terimlerle açıklanmalarını ya da “çatışma”ya yol açmaları durumunda yok sayılmalarını (yâni, bastırılmalarını) öngörüyor. Dolayısıyla, bu tür “farklılıklar siyasetin konusu değildir, olmamalıdır” yaklaşımı ile millet-devlet birliğini te’sis etme/sürdürme ideolojisi olarak milliyetçilik arasında birebir bağ bulunuyor. 

Şimdi tabiî şöyle bir soru akla geliyor: Bir ülkenin anayasasında ve yasalarında insanların etnik veyâ dinî kimlikleri ile ilgili yasaklayıcı düzenlemeler varsa, o ülkede etnik veyâ dinî kimliklerin siyâsetin konusu olmaması mümkün müdür? Hadi Kürt sorununu geçtim, daha birkaç gün önce Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın bir gereği gibi sunulan “zorunlu din kültürü ve ahlâk bilgisi dersleri”nin mevcut düzenleniş ve uygulanış biçiminin “hak ihlâli” niteliğinde olduğuna karar verdi. Bu karar, uzunca bir süre önce AİHM tarafından verilmiş, devlet tarafından uygulanmadığı için Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi önünde yaptırım sürecinin işletilmesini bekleyen kararların replikası niteliğindedir. Başta Aleviler olmak üzere, Türkiye’de “azınlıklar”dan farklı olarak, kendisini Müslüman olarak tanımlamayan veyâ kendisini Müslüman olarak nitelediği hâlde Diyânet’in İslâm yorumunu benimsemeyen kişi ve gruplar için “hak ihlâli” olan bu durumun giderilmesini talep etmek ve gerçekleştirilmesi için çaba göstermek “siyâset” değil midir? Aynı şey, örneğin İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden yürürlüğe konulması çabaları için de söz konusu değil midir? Sonuçta toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelim temelli eşitsizliklerin ve baskıların ortadan kaldırılmasını sağlamaya çalışmak da bir “kimlik siyâseti” değil midir? 

Türkiye’de son zamanlarda bu “kimlik siyâseti”ni dışlayıcı ve hattâ suçlayıcı görüşler, kanımca, önümüzdeki seçimlerde siyâsî iktidarı ele geçirme amacını güden muhalefetin kompozisyonuna uygun, o kompozisyonda ağırlıkta olan “milliyetçilik tipi”ni olumlayıcı görüşler olarak öne çıkıyor ve önem kazanıyor. “Kimlik siyâseti yapmamak gerek” yaklaşımıyla, “millet” tanımının ve dolayısıyla devlet ile olan ilişkisinin, daha kapsayıcı bir biçimde anlaşılması ve böyle temellendirilen bir milliyetçiliğin demokrasi sorununun çözümüne katkıda bulunacağı yaklaşımı böylece örtüşebiliyor. Nitekim, yeni bir araştırmada aktarılan veriye göre kendisini 10 üzerinden ortalama 7.5 düzeyinde “milliyetçi” olarak tanımlayan toplumun, Türklük tanımı konusunda da ağırlıklı olarak “anayasal tanım”ı referans alması, böyle bir olumlu milliyetçilik yaklaşımının işâreti gibi görülebiliyor.

Sözü çok uzatmaya gerek yok. Türkiye Cumhuriyeti, anayasal kuruluşu ve yasal düzenlemeleri îtibâriyle, “millet-devlet birliği” açısından zararlı/tehdit edici gördüğü kimliklerin yasaklanması veyâ bastırılması üzerine inşâ edilmiş bir devlet. Bu devletin bir türlü “demokratikleşememesi”nin, bu anlamda çözülemeyen “demokrasi sorunu”nun temelinde de bu “milliyetçi devlet” düzeni yatıyor ve bunun herhangi bir siyâsî partinin veyâ partiler ittifakının “daha demokratik milliyetçilik” ile değiştirilebilmesi, hadi imkânsız demeyeyim ama imkânsıza yakın ölçüde zor. Tartışmayı genel terimlerle sürdürmek yerine, “kimlik siyâseti” denilerek küçümsenmek istenen bâzı soruların somut cevapları üzerinde konuşmayı tercih edebiliriz. Örneğin, demokrasi sorununun çözümüne katkı sağlayabileceği düşünülen milliyetçilik, (a) Anayasa’daki anadilinde eğitim yasağının kaldırılması gerektiği hakkında, (b) Anayasa’da zorunlu dersler olarak düzenlenen “din kültürü ve ahlâk bilgisi” derslerinin statüsünün nasıl olması gerektiği konusunda, (c) Cemevlerinin ibâdet yeri olarak tanınması talebine nasıl bir yanıt verilmesi gerektiği üzerinde, (ç) ruhban okulu/okulları yanında azınlık vakıflarının tüzel kişilikleri ve mülkiyet hakları ile ilgili sorunları konusunda, (d) yerel ve yerinden yönetim için gereken özerkliğin sınırları, örneğin yasama yetkisinin merkezî ve yerel parlâmentolar arasında paylaştırılabilmesi hususunda ne gibi cevaplar üretebilir? Öyle sanıyorum ki, bu ve benzeri sorulara demokratik yanıtlar verebilecek bir siyâsî ideoloji, “milliyetçilik” başlığı altında yer alma imkânını da yitirecektir. Bu nedenle, Türkiye’nin demokrasi sorununun “olumlu” anlamda bir milliyetçilik temelinde çözülebileceği yaklaşımını –“kimlik siyâseti yapılmamalı” yaklaşımıyla birlikte- sorunlardan ve çözümlerden kaçma yaklaşımı olarak değerlendirmek eğilimindeyim.

Prof. Dr. Levent Köker Hukuk ve Demokrasi’de değerlendirdi:

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.