Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), İYİ Parti, Saadet Partisi, Demokrat Parti, Gelecek Partisi ve Demokrasi ve Atılım Partisi’nin (DEVA) genel başkanları dün (21 Ağustos) altıncı defa bir araya geldi. 12 Şubat’ta başlayan görüşmelerin ilk turu tamamlandı.
Toplantıdan sonra yapılan açıklamada, altılı masanın ortak cumhurbaşkanı adayının, hem “Türkiye Cumhuriyeti’nin 13. cumhurbaşkanı” hem de herkesin cumhurbaşkanı olacağı belirtildi.
Peki, muhalefetin cumhurbaşkanı adayı kim olacak?
İzleyicilerin de soru ve yorumlarıyla katıldığı yayında Ruşen Çakır, bitmeyen aday tartışmasını ele aldı.
- Oku: Altılı masa altıncı kez bir araya geldi: “13. Cumhurbaşkanı herkesin cumhurbaşkanı olacaktır”
- İzle: Altılı masa altıncı kez bir arada
- İzle: Kemal Can ile 5 Soru 10 Cevap (186): Siyasi patinaj nasıl biter?
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Altılı Masa, ilk turun altıncı buluşmasını dün Saadet Partisi’nde yaptı ve orada en çok merak edilen husus, ortak adayın kim olacağı konusunda hâlâ bir açıklama yok. Ancak çok vurgulu bir şekilde Altılı Masa’nın adayının 13. Cumhurbaşkanı seçileceği ve bu seçilecek olan cumhurbaşkanının sâdece Altılı Masa partilerinin değil; tüm Türkiye’nin cumhurbaşkanı olacağı vurgusu vardı. Bu tüm Türkiye’nin cumhurbaşkanı olacağı vurgusu; “Şu âna kadar telaffuz edilen isimler dışında isim mi aranıyor?” gibi birtakım düşüncelere yol açmış olabilir. Benim anladığım, kastedilen şu: Seçilecek kişi hangi partiden olursa olsun, seçilir seçilmez partiler üstü bir hüviyete bürünecek ve tüm Türkiye’nin cumhurbaşkanı partiler üstü cumhurbaşkanı olacak, iddiası var. Diyelim ki Kemal Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı olarak aday oldu ve seçildi. Artık CHP’lilerin değil; tüm Türkiye’nin cumhurbaşkanı olacak. Peki nasıl olacak? Belki de CHP Genel Başkanlığı’nı bırakacak.
Bu yayını sizlerin soru ve yorumlarınızla yapacağız — daha önce de yaptık benzer yayınlar; ama her dönemeçte bunları tâzelemekte yarar var. Çünkü bu hafta, dünkü son buluşmadan önce özellikle İYİ Parti ile CHP arasında ilginç birtakım gerilimler yaşanıyor diyelim. Buluşmadan önce şu rivâyet ediliyordu — biz gazeteciler duyuyorduk: İYİ Parti’lilerin bir kısmının, Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendini bir tür adaymış gibi göstermesini bir dayatma olarak gördüğü ve bundan rahatsız oldukları söylendi. Hattâ bir diğer iddia da şu: Bâzı CHP’lilerin de Kılıçdaroğlu’nun adaylığını istemedikleri ve bu konuda İYİ Parti’liler nezdinde kulis yapıp, Kılıçdaroğlu’nun adaylık ısrârından vazgeçmesini istedikleri şeklinde yorumlar da yapıldı. Bugün saat 14.00’te yaptığım yayında da vurguladığım gibi, İYİ Parti’nin İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu, cumartesi akşamı Habertürk kanalında dört kişinin, moderatör ve üç gazetecinin karşısına çıkıp soruları cevapladı. Bu ilginç bir olay tabii ki ve orada da sokağın Mansur Yavaş dediğini söyledi ve ardından hemen Ümit Özdağ topa girdi, bu fırsatı kaçırmadı. Bugün yaptığı bir basın toplantısıyla, “Sonunda muhâlefet de bizim istediğimiz noktaya geldi, dediğimiz noktaya geldi. Aday, Mansur Yavaş olmalıdır” dedi ve tabiî deminki yayında da bahsettiğim gibi buradaki ilginçlik, kendisine gol attığı duygusunu yaşatan pası düne kadar FETÖ’cü diye itham ettiği, mahkemelik olduğu Buğra Kavuncu’nun vermiş olması. Gerçekten ilginç bir olaylar dizisi ile karşı karşıyayız.
Kılıçdaroğlu gerçekten aday olacak mı? İYİ Parti buna gerçekten direniyor mu? Bu tür tartışmaların sonucunda nasıl bir şey çıkacak? Yoksa ortak aday çıkmama ihtimâli var mı? Bütün bunların hepsi önümüzde hâlâ soru olarak duruyor. Aylar geçiyor, hâlâ bu sorular cevap bulmuş değil. Olayın sâdece, “Adayımızı açıklarsak yıpratılır” meselesi olmadığını anlamak mümkün. Henüz aday konusunda bir mutâbakat olmamış. Ama duyduğumuz kadarıyla, özellikle dünkü toplantıda Saadet, Gelecek ve DEVA partilerinin Kılıçdaroğlu’na daha yatkın bir pozisyon aldıkları söyleniyor. Ne derece doğrudur bilemiyoruz; ama çıkan yazılı metindeki ortak aday bölümünün, CHP’yi ve Kılıçdaroğlu’nu memnun ettiğini biliyorum. İlginç bir durumla karşı karşıyayız. Evet, işte kim olacak? Nasıl olacak? Birisi aday olursa diğerleri ne yapacak? Ümit Özdağ ne yapmak istiyor? Neyi yapıyor, neyi bozuyor ya da bozabilir? Bütün bunları konuşacağız, sizlerin sorularınız ve yorumlarınızla.
Pınar Ekitir demiş ki: “Ümit Özdağ’ın Mansur Yavaş’a büyük kötülük ettiğini düşünüyorum. Bunu neden yaptı anlamak mümkün değil. Aday olacağı varsa da olamayacak.” Bu, benim Nisan ayında söylediğim, deminki yayında da tekrarladığım bir husus. Şansı varsa da şansını azaltıyor Ümit Özdağ. Yani şunu demek mümkün değil: Ümit Özdağ aslında Mansur Yavaş’ı istemiyor, onun için böyle yapıyor. Sanmıyorum. İstediği adayın o olduğu belli. Ama bu yaptığının Mansur Yavaş’ı zor durumda bıraktığını herhalde hesap ediyor olması lâzım. Fakat şöyle bir şey söylemek mümkün: Ne olursa olsun Mansur Yavaş’ın muhâlefetin adayı olacağına inanıyor herhalde Ümit Özdağ — ve sonra ne olacak? Mansur Yavaş eğer aday olursa diyecek ki: “Evet, bizim dediğimiz, benim dediğim oldu” diyecek. Bir de seçilirse: “İşte, benim, bizim istediğimiz cumhurbaşkanı oldu” diyecek. Tabii ortada şöyle bir soru var: Eğer Mansur Yavaş aday gösterilmezse Ümit Özdağ ne yapacak? Kendisi aday mı olmaya çalışacak ya da bir başka adayı mı yüz bin imza ile aday göstermeye çalışacak? Yoksa her şeye rağmen muhâlefetin adayı kim ise onu mu destekleyecek? Yoksa muhâlefetin karşısındaki adayı, yüksek ihtimalle Erdoğan’ı mı destekleyecek, ya da taraftarlarına oy kullanmamalarını mı söyleyecek, ya da istedikleri gibi kullanmalarını mı söyleyecek? Bunlar karışık hususlar. Sonuçta, “Zafer Partisi’nin gücü ne?” diyenler olabilir. Fakat son kamuoyu araştırmalarında Zafer Partisi’nin oyları, Gelecek ve DEVA partilerinden de yukarıda gözüküyor birçok araştırmada. Bu da bir realite olarak önümüzde.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Talha Yılmaz diyor ki: “Halk Mansur Yavaş’ı istiyor. Bence o olmalı.” Şimdi bu “Halk/Millet istiyor” meselesi çok karışık bir husus. Kamuoyu araştırmalarında önde çıktığı muhakkak; ama tek başına kıstas bu mudur? Aynı zamanda çok ciddî bir geçiş döneminden, bir restorasyondan bahsediyoruz. Dolayısıyla olayı sâdece en yüksek oyu alan olarak görmek mümkün mü buna çok emin değilim. Kaldı ki bir başka husus da şu: Geçen zaman içerisinde özellikle Kılıçdaroğlu’nun desteğinin arttığını görüyoruz. Şimdi bu çok önemli görünmeyebilir; ama daha önce de yaptığım gibi Twitter’de bir anket yaptım. Birkaç saat içerisinde gelen oylarda Mansur Yavaş’ın Kemal Kılıçdaroğlu’nu kıl payı geçtiğini görüyorum ve onların neredeyse 20 puan gerisinde bir Ekrem İmamoğlu ve çok zayıf bir Meral Akşener var. İlk yaptığım anketler için hani burada; şu troller yaptı, bu troller yaptı vs. çok anlamsız. Yani trollerin işi gücü yok da benim anketimi mi trolleyecekler? Neyse. Ama daha önceki yaptıklarımda; Mansur Yavaş önde, ardından Ekrem İmamoğlu, çok gerilerde Kemal Kılıçdaroğlu vardı. Başka kamuoyu araştırmalarında da Kılıçdaroğlu’nun oylarının belli bir şekilde yükseldiği gözüküyor; ama hâlâ tabii ki Mansur Yavaş’ın gerisinde ve Ekrem İmamoğlu’nun da gerisinde gözüküyor; ama Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ilk başta, ilk “Neden olmasın?” dediği andan bu zamâna kadar geçen süre içerisinde daha fazla kabullenilmiş durumda. Önceki tepkiler: “Ya, yok! Nereden çıkartıyorsunuz? Olmaz öyle bir şey” şeklindeydi; arada: “Ya, kendisi iyi birisi, keşke olsa; ama seçilemez”e döndü; şimdiki tepkiler de daha çok: “Seçilebilir sanki; ama daha garantili olanlar var. Onlar neden olmasın?” Burada özellikle Mansur Yavaş’a döndü. Yani ilk başta zâten lâfı bile edilemezden, daha sonra seçilemeze; seçilebilir ama daha garantililer varken niye riske atıyoruza kadar geldi. Onu da özellikle vurgulamak lâzım.
Naci Güneş Güven diyor ki: “Ümit Özdağ neden Altılı Masa’nın adayını kendince tâyin etmekle uğraşmak yerine; kendisi cumhurbaşkanı adayı olmuyor?” Bu tamâmen onun bildiği bir şey. Ama şunu söylemek lâzım: İşte buna Altılı Masa bir anlamda zemin hazırlıyor. Şimdi adayını açıklama konusundaki tereddütler, ertelemeler vs…. bunlara değişik gerekçeler konuldu; ama burada bir zâfiyet var, belli ki bir sorun var. Ümit Özdağ da bu sorunu görüp buradan yürüyor ve orada –hani yeni tâbirle– Altılı Masa’yı “trollüyor”. Gerçekten, daha önceki Mansur Yavaş açıklaması da bomba gibi düşmüştü. Yani, “Sana ne kardeşim? Biz kendi aramızda konuşuyoruz, sen karışma!” tepkilerinin dışında, şimdi bakıyoruz meselâ İYİ Partili İl Başkanı Buğra Kavuncu, Mansur Yavaş’ı zikredince hemen, ânında bir basın toplantısıyla: “İşte, benim dediğim noktaya geldiniz” diye çıkıyor. Ümit Özdağ –kendisi de çok iyi biliyor; en azından İYİ Parti’nin kuruluşunda yer almıştı– muhâlefet partilerinin eksiklerini, zaaflarını çok iyi biliyor ve bunlar üzerinden siyâset yapıyor. Şu hâliyle bakıldığı zaman cumhurbaşkanlığı tartışmalarına yön veren siyâsetçi görünümü var – ki bu önemli bir prestij. Yani bakıldığı zaman, belki muhâlefetin işine yaramıyor ya da muhâlefeti rahatsız ediyor ama, kendisinin işine yaradığı kesin.
Murat Cevahiroğlu diyor ki: “Her ne kadar ülkenin durumunun sorumlusu olan siyâsal İslâmcılar’ın gönderilmesi kuvvetle muhtemel olsa da, Altılı Masa’nın içinde yine siyâsal İslâmcılar olması çok büyük bir iyiye gidişi engellemez mi?” Tabiî ki bu olayın bir boyutu; ama başka birçok boyutu daha var. Yani şu hâliyle baktığımız zaman, AKP döneminden kopuşun ve yeniden inşânın ne kadar mükemmel olabileceği konusunda insanları endişeye sevk edebilecek çok husus var. Bunun bir yönü bu olabilir. Yani işte AKP’nin devâmı ya da AKP’den kopanların varlığı olabilir; ama başka birçok yönü var. Meselâ Kürt sorunu hakkında ne diyor bu masa, bu ekip? Ne yapacak? Hiçbir şey söylemiyor. Hâlâ birçok konuda nasıl anlaşacakları meselesi var. Meselâ ilk açıklamalarda İstanbul Sözleşmesi’nin geçmemesi hususu vardı, bayağı dikkat çekmişti.
Can Sarp Özcan: “Kılıçdaroğlu’nun adaylığına, seçilebilirlik dışında, esas yönünden nasıl yaklaşıyorsunuz?” Evet, bu çok önemli bir soru ve zâten galiba işin, tartışmaların ekseninde, ana gövdesinde de bu var. Olay sâdece seçilebilirlik değil. Kılıçdaroğlu farklı bir isim. Cumhurbaşkanı seçilmesi hâlinde, Ahmet Şık’ın yaptığımız yayında dile getirdiği Alevîlik meselesi başlı başına bir olay. Ben aşıldığı kanısındayım; ama hâlâ aşılmayan yerler var. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olup halk tarafından seçilmesi hâlinde, Alevî kimliğine sâhip birisinin en üst makama seçilmesi Türkiye’de kendi çapında bir devrim olacaktır. Bir diğer husus da –bunu özellikle vurgulamak lâzım–, Kılıçdaroğlu’nun adaylığı durumunda HDP seçmeninin oy vermesi daha kolay olacak diye tahmin ediyorum. HDP seçmeni ya da Kürt seçmeninin önemli bir bölümü Kılıçdaroğlu’na oy vermekte çok fazla zorlanmayacaktır. Bu da hep ilk andan îtibâren Kürtler’in de desteğiyle seçilmiş bir cumhurbaşkanı vurgusu yapacaktır. Bunun artıları ve eksileri var — eksi derken şunu kastediyorum, bence yanlış, kötü bir şey değil: Ama birileri de bunu istemeyecektir. Yani çünkü Türkiye’de bir şekilde bir ayrımcılık var, kökleşmiş bir ayrımcılık var. Dolayısıyla Kürtler’in de desteğiyle seçilmiş bir cumhurbaşkanı vurgusu, belli kesimleri çok ciddî bir şekilde rahatsız ediyor olmalı. Özellikle Türkiye’de sağın değişik versiyonlarında bu çok güçlü bir şekilde var. Devletin içinde “derin devlet” diye tâbir edilen yapı –ki hâlâ her şeye rağmen varlığını sürdürüyor–, orada da bunların birer îtiraz konusu olduğu kanısındayım. Dolayısıyla olaya böyle de bakmak lâzım. Bütün bunlar Kılıçdaroğlu’nun seçilme ihtimâlini azaltır mı artırır mı bilmiyorum; ama seçilmesinin sembolik anlamlarını çok ciddî bir şekilde etkileyebilecek hususlar.
Barış Özkan diyor ki: “Belirleyecek HDP ise İYİ Parti ile nasıl ortaklaşma gerçekleşecek?” Belirleyici HDP değil. HDP kilit bir rol oynuyor; ama belirleyici lâfı çok abartılı olur. Daha bir sâkin bakmakta yarar var. Meselâ şöyle bir şey söyleyelim; Mansur Yavaş aday olursa –meselâ Pınar Hanım da söylemiş: “Mansur Yavaş’ın adaylığı nasıl olacak ki? HDP’lilerden oy almayacak”– HDP’nin oyunu almadan da seçilebilir muhâlefetten herhangi bir aday. Zor, ama seçilebilir. İmkânsız değil; ama en azından ikinci tura kalmış bir seçimde HDP seçmeninin desteğini alması hâlinde çok rahat bir şekilde seçilir. Burada anladığım kadarıyla Mansur Yavaş’ın adaylığında iddialı olan kişiler, HDP’nin desteği olmadan da Mansur Yavaş’ın seçilebileceğini ve seçilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Buna yatırım yapıyorlar. Yani şöyle diyelim: “Mansur Yavaş’a o kadar lâf ettiler, seçilemez dediler, HDP desteklemezse seçilemez dediler. Bak gördünüz mü seçilebiliyor. Dolayısıyla HDP’nin rolünü de o kadar şey etmemek lâzım, abartmamak lâzımmış. Bunu da gösterdi” demek istiyorlar. Böyle bir yönü olduğunu düşünüyorum. Mansur Yavaş’ın kendisinin böyle bir düşünce içerisinde olduğunu sanmıyorum. Onun tercihi, eğer aday olursa –ki aday olmak istemediğini söylemedi en azından; adayım da demedi– herkesin oyunu almak isteyecektir. HDP’lilerin de oyunu almak isteyecektir. Ama şu hâliyle bakıldığı zaman, HDP’lilerin de oyunu almak için çok fazla hamle yapacağa benzemiyor. Yani onlara şirin gözükmek gibi bir derdi olmadan, en fazla o konularda, Kürt meselesini ilgilendiren konularda sessiz kalarak bir seçim kampanyası –eğer aday olursa– yürütecekmiş gibi gözüküyor. Yani bir ara Muharrem İnce aday olduğunda, Edirne’de Selahattin Demirtaş’la filan başlamıştı. Öyle bir şeyi herhalde hayatta yapmayacaktır.
Bir izleyicimiz diyor ki: “Mansur Bey’in, Ankara yerel ve Büyükşehir Belediyesi tecrübesi var sâdece. İç ve dış politika tezleri ve vaatleri nedir bilmiyoruz. Neden Mansur Bey?” diyor. Evet, bu çok önemli bir soru. Mansur Yavaş, politik bir kimlik çizmek istemiyor; ama kendisinin ülkücü hareketten, MHP’den geldiğini ve şu anda CHP’den seçildiğini biliyoruz. O kendini olabildiğince siyâsetler üstü bir şekilde konumlamaya çalışıyor ve belediye başkanlığını öne çıkartıyor. Ama demin de dediğim gibi, “Cumhurbaşkanı adayı kesinlikle olmam” demiyor. Muhtemelen cumhurbaşkanı adayı olması durumunda da çok fazla siyâsî konulara girmeyecek. Daha genelgeçer şeyler söyleyecek ve belki de bir ekiple berâber çıkıp, bâzı konularda o ekipteki kişilerin konuşmasının önünü açacak. Şu hâliyle bakıldığı zaman öyle gözüküyor. Dolayısıyla siyâsî hatâ yapmamak için siyâset yapmama gibi bir yol izliyor daha çok. Bu, şu âna kadar işe yaramış olabilir; ama aday olup sâhaya çıktığı zaman çok da fazla işe yaramayacaktır diye düşünüyorum.
Saygın Karaaslan sormuş: “Ekrem İmamoğlu olup da kazanırsa, kendisi Erdoğan’ın bir CHP versiyonu olmaya doğru evrilir mi? En azından bu konuda şüpheler yok mu?” Ben bir yazı yazmıştım bu konuda: “İkinci Erdoğan mı?” diye. Birçok yönlerinin benzediğini düşünüyorum. Ama farklılıklar da çok ciddî şekilde var. Tam birebir versiyonu olmaz; ama andıran yönleri çok olacaktır. Burada tabiî bir soru şu: Ekrem İmamoğlu aday oldu diyelim ve kazandı; Altılı Masa’nın vaadi, Türkiye’de Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçmek ve cumhurbaşkanının yetkilerini başkanlıktan daha sembolik olana dönüştürmek. O zaman Ekrem İmamoğlu ne yapacak? Cumhurbaşkanlığını bırakıp, CHP’nin başına geçip başbakan olmak mı isteyecek? Tabiî CHP’nin başına geçmek derken, hemen ona verecekler demiyorum; ama böyle bir plan mı yapacak? Yoksa, “Tamam, ben sembolik de olsa cumhurbaşkanlığıyla devam etmeyi tercih ediyorum” mu diyecek? Açıkçası çok emin değilim. Dolayısıyla onun durumu biraz daha komplike, öyle söyleyelim. Normal şartlarda sanki öyle yapar, yapmak ister; yani cumhurbaşkanlığını yapar. Sonra zâten Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçilmek isteniyor; ama bu yüzde yüz kesin olacak değil. Orada başka bir aritmetik gerekecek Meclis’te. Olabildiğince başkan olarak devam edip, sonra Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçilirse de başkanlığı Meclis’in seçeceği ya da yine halkın seçeceği yeni bir sembolik cumhurbaşkanlığına bırakıp kendisi parti liderliği ve başbakanlığa soyunmak isteyebilir.
Bir izleyicimiz sormuş: “Sizce Mansur Yavaş’ın yönettiği bir Türkiye ile Kılıçdaroğlu’nun ya da İmamoğlu’nun yönettiği bir Türkiye arasında ne gibi farklar olacaktır? Her üç seçeneğin de artıları ve eksileri neler olabilir?” Evet, çok önemli bir konu bu. İşte burada muhâlefetin adayının kim olacağı konusuna iktidârın müdâhil olup olmadığı, olmak isteyip istemediği ya da iktidârın bir tercihi olup olmadığı sorusu çıkıyor karşımıza. Mansur Yavaş seçilirse, geçmişle hesaplaşma, yeni bir dönem başlatma konusunda daha ılımlı davranması kuvvetle muhtemel. Var olan kadroların temizlenmesi, ayıklanmasında çok agresif bir tutum izlemeyebilir ve ona eski sistemin önemli yerlerindeki insanların bir şekilde ulaşması çok da imkânsız olmaz. Ama Kılıçdaroğlu ile çok daha sert ve hızlı birtakım değişimler yaşayabiliriz. İmamoğlu’nun ortalarda bir yerlerde durduğunu sanıyorum. Yani bu geçiş döneminin hızı ve gücü noktasında birtakım farklılıklar olacaktır. Bir de tabiî ki genel politikalarda, Türkiye’yi birinci derecede ilgilendiren politikalarda bir duruş meselesi önemli. Şu anda Cumhur İttifâkı Türkiye’yi bir süredir güvenlikçi politikaları temel alarak yönetiyor. Bunlardan kopuş mu yaşanacak, yoksa bunlar birtakım rötuşlarla devam mı ettirilecek? Bu anlamda baktığımızda, MHP geleneğinden gelen Mansur Yavaş’ın güvenliği öne çıkartarak çok ciddî bir kopuş yapmama, yaşamama ihtimâli mümkündür. Ama diyelim ki bir Kılıçdaroğlu’nun ve büyük ölçüde de Ekrem İmamoğlu’nun güvenlik-özgürlük dengesinde özgürlükleri daha fazla öne çıkarması da kuvvetle muhtemel. Burada şöyle bir husus var: Mansur Yavaş aslında Türkiye’de var olan, “Bu ülkeyi esas olarak sağ siyâset yönetir” geleneğinin yeni bir versiyonu olarak devam edecektir. Kılıçdaroğlu ya da İmamoğlu’nun gelmesi durumunda o değişik dönemlerde yaşadığımız Ecevit istisnâları gibi bir durum yaşayabiliriz. Ama biliyoruz ki Ecevit istisnâları çok uzun ömürlü olmadı ve sonra yine her zaman olduğu gibi ülkeyi sağ siyâsetçiler yönetti.
Suat Oktay Şenocak-Sokaktaki adam: “Ruşen Bey, her gün sokağın nabzını tutuyor, sokak röportajları yapıyoruz ve emin olun Twitter kullanıcısı ile sokağın gerçeği arasında uçurum var. Maalesef seçimler Twitter üzerinden yapılmıyor.” Doğrudur. Evet, sokağın nabzı diye bir şey var. Ben de gerek Kılıçdaroğlu’nun gerek Meral Akşener’in değişik yerlerde yaptığı çalışmaları bu yaşıma rağmen sâhada izlemiş birisiyim. Hâlâ sokaklar beni çağırıyor. Evet, bunların hepsi var; ama böyle, “Millet şunu diyor, sokak bunu diyor” gibi genellemelerden de kaçınmak lâzım. Tabiî ki önemi var ve bunu çok iyi bilen muhâlefetteki en iyi isim bence Meral Akşener. Kılıçdaroğlu yeni yeni bu işe ısınıyor. Öte yandan Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu da bu konuda çok ciddî faaliyet yürütüyorlar. Tamam, sosyal medya bize gerçek olmayan ya da gerçeğin târif edilmiş bir hâlini sunuyor, gerçekten böyle; ama sokak da her şeyin gerçeğini sunuyor denemez. Bunun ortasında bir yerde bakabilmek ve biraz da deneyimli olmak lâzım. Her söylenen için, iki üç kişiyle konuşup; “İşte, halk bunu diyor” demek ne kadar yanlışsa, “Twitter’da insanlar bunu çok paylaşıyor. Demek ki bu doğru” demek de yanlış. Daha dikkatli olmakta yarar var.
Ahmet Balcı diyor ki: “Kılıçdaroğlu’nun diğer adaylara göre Erdoğan’a karşı şansı daha az olabilir; ama diğer adaylara göre avantajı, yıllardır Erdoğan’ın hedefi olması. Seçime kadar daha az yıpranır, adaylığı yine de riskli.” Bu ilginç bir bakış açısı. Yani diyor ki Ahmet Bey; Erdoğan, Kılıçdaroğlu ile zâten uğraşacağı kadar uğraştı. En fazla buna ne ekleyebilir? Ama diğer adayların hepsine, onlar daha tâze hedef olacakları için, daha fazla yüklenebilir, diyor. Evet, ilginç bir bakış açısı.
İlker Kofoğlu diyor ki: “Muhâlefet pasif kalmak ve etkili söylemde bulunmamakla eleştirilirken, ülkenin önemli sorunları hakkında hiçbir şey söylemeyen, etliye sütlüye karışmayan Mansur Yavaş’ın cumhurbaşkanı adayı olarak görülmesi sizce neden?” Evet, burada çelişkili bir durum var sanki. Ama şöyle de diyebiliriz: Muhâlefeti pasif bulanlarla Mansur Yavaş için aday olsun diyenler aynı kişiler olmayabilir. Onu da özellikle vurgulamak lâzım.
Uğurcan Akçadağ diyor ki: “Hayli zamandır İslâmcılar’ın ideolojik yenilgisinden bahsediyorsunuz. Sizce Kemalistler’in de ideolojik yenilgisinden bahsedilebilir mi? Özellikle Perinçek gibi isimlerin pozisyonu düşünülünce.” Bu çok bambaşka bir konu, ama şunu söyleyeyim: Kemalist deyince ülkede insanların aklına Doğu Perinçek’in gelmesi de Mustafa Kemel Atatürk’e çok büyük bir haksızlık. Ben Kemalist ya da Atatürkçü birisi değilim; ama hani akla ilk Perinçek gelmesin yani. Atatürk ya da Kemalizm başka bir şey. Doğu Perinçek, Maoculuk’tan gele gele buralara geldi. Yarın ne olacağı belli olmayan birisi. Onun için Atatürk’ü böyle bir yere koymayalım diyorum.
Hatice Karakuş diyor ki: “Ben emekli bir subay eşiyim. Başörtüsü zulmü çok çektim. Bu zamâna kadar AKP’ye oy verdim; ama şimdi Sayın Kılıçdaroğlu’na oy veririm. Çok doğru ve dürüst bir kişi. Bizim de buna ihtiyâcımız var.” Olabilir. Bu da işte Kılıçdaroğlu’nun son dönemdeki helâlleşme, özellikle muhâfazakâr kesime yönelik yaptığı çalışmalara istinâden söylenmiş bir şey olsa gerek.
Çok sayıda Kılıçdaroğlu’nu öven yorum var. Şimdi bunları okuyacağım. Zâten adımız “Bay Kemalci”ye çıkmış. Kılıçdaroğlu’nu takdir eden insanların sayısının arttığını ve takdir eden insanların bunu ifâde etmekte daha cesur olduğunu söylemekle yetineyim — öyle diyeyim.
Fuat Gabriel: “Derin devletin istemediği bir cumhurbaşkanı olursa Türkiye’de iç çatışmalar olabilir mi?” Girmeyelim bu konulara; ama olmayacağını… Eğer net bir şekilde kazanırsa bundan rahatsızlık duyarlar. Ama geçiş dönemi biraz sancılı olur demekle yetinelim.
Tekin Metin diyor ki: “İmamoğlu değil; Canan Kaftancıoğlu CHP’nin geleceğidir. Sosyal-demokrat bir parti olma iddiasını taşıyan ve tabanda gücü olan Canan Hanım yeni Türkiye için kaçınılmazdır. İmamoğlu eski için…” demiş. Evet, Canan Kaftancıoğlu’nun bir karşılığı var ve bence bir geleceği de var. Ama şu hâliyle bakıldığı zaman, Ekrem İmamoğlu’nun son dönemde yaşadığı bütün prestij kaybına rağmen hâlâ bir etkisi olduğunu, kendini sosyal-demokrat görmeyen çevrelerce de benimsenebilir birisi olduğunu görüyoruz.
Oktay Ay demiş ki: “Yavaş’ın aday olması hâlinde, MHP-AKP ortaklığının bozulma olasılığının yükseleceğini düşünüyor musunuz?” MHP-AKP ortaklığı her an bitebilir ya da ömür boyu devam da edebilir. Mansur Yavaş’ın bunda çok belirleyici olacağını sanmıyorum. Ama Mansur Yavaş’ın aday olup seçilmesi durumunda, o zaman işte birtakım kartlar yeniden karılabilir ve MHP de pozisyonunu değiştirebilir. Pekâlâ Mansur Yavaş’ın yönettiği bir ülkede muhâlefet olma ihtiyâcı da hissetmeyebilir. Tabiî bunların hepsi şu anda erken edilmiş lâflar.
Ahmet Mezginsunar diyor ki: “Sizce Bahçeli 2015’teki hamlesiyle sol seküler yükselişi önleyip, kitleyi sağa, aşırı sağa kaydırdı mı? Ben 2015’teki HDP ile şimdiki İYİ Parti’yi bu trend açısından yakın görüyorum.” O kendisiyle birlikte Erdoğan’ı bir kurtarma hamlesiydi. İki partinin birden ömürleri uzadı. Neyi engelledi? Birçok şeyi engelledi. Türkiye’nin yeni bir döneme geçişini geciktirdi. Ama artık geciktirmesi çok mümkün değil. 2015’teki HDP ile şimdiki İYİ Parti’yi benzer görmek bana doğru gelmiyor açıkçası — öyle söyleyeyim. Her dönemin öne çıkan partileri olabilir. Şu hâliyle baktığımız zaman, İYİ Parti’nin daha bir dikkat çeken parti olduğunu görüyoruz.
Naci Güneş Güven soruyor: “Muhâlefet, seçimlerin zamânında yapılacağını varsayarak adayını en geç ne zaman belirlemeli? Örneğin son 6 ay sizce geç bir süre midir?” Bana göre geç. Kimilerine göre acele etmelerine gerek yok. Bence çoktan açıklanması lâzımdı. Dün de açıklanmadı. Ekim başında CHP’de yapılacak olan Altılı Masa toplantısının ardından aday açıklansa bence çok isâbetli olur. Ama açıklanacağını da sanmıyorum, onu da söyleyeyim. Yani açıklamanın erken ya da geç olmasının farklı farklı artıları ve eksileri var. Ama şunu söyleyeyim: Ülkenin seçim havasına girebilmesi lâzım. Seçimin hangi târihte olacağı önemli değil. Şu hâliyle Türkiye’de seçim havası yok; çünkü aday belli değil. Biz meselâ Medyascope olarak seçim gazeteciliği faaliyetlerine muhâlefetin adayı açıklanınca başlamayı düşünüyoruz. Şu hâliyle insanlara neyi soracağız? “Kim aday olsun?” diye sormaktan yorulduk. Hâlâ bir anlamı var; ama aday belli olduktan sonra çok daha net olacak. Kim? Ekibi nasıl? Neler söylüyor? Neleri öne çıkartıyor? Bunların üzerinden konuşmak lâzım. Geçen süre içerisinde bayağı bir zaman kaybettiği kanısındayım ben. Ama birçok kişi benden farklı düşünüyor.
Hasan Demir diyor ki: “Seçimlerden sonra bir süre başkanlık rejimi devam edecek. Meral Akşener nasıl başbakan olur bu sistemde?” İşte, önce diyelim ki cumhurbaşkanı yardımcısı olur. Sonra Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçildiğinde, partisinin genel başkanı olarak seçimlere girer ve birinci parti olarak sandıktan çıkarsa, koalisyon ya da tek başına iktidar –muhtemelen koalisyon– olur; o zaman başbakan olarak atanır. Yani o geçiş sürecini diyelim ki cumhurbaşkanı yardımcısı olarak geçirir ya da hiçbir şeye girmez, belki milletvekili olur ve bekler. Ondan sonra Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’den sonra başbakanlık beklentisini gerçekleştirme yoluna gidebilir.
Ömer Özgün Işıkman: “Kılıçdaroğlu ile bir canlı yayın yapmayı düşünüyor musunuz?” Tabiî ki düşünüyorum. Biz herkesle her zaman canlı yayın yapmayı düşünürüz. Ama onlar her zaman bizimle canlı yayın yapmayı düşünürler mi çok bilmiyorum. Hepsiyle… meselâ Meral Akşener’den alınmış bir sözümüz var. Hâlâ bekliyoruz. Bir türlü sıra bize gelmiyor. Yani yapacak bir şey yok.
Ali Bozan demiş ki: “Sizce Akşener müdâhale edip açıklama yapan partilisini geriye çeker mi?” Şimdi, Akşener Kılıçdaroğlu’nun Alevîliği üzerine konuşan milletvekilini adını vererek eleştirdi. Hattâ ben de Sakarya’da o meydandaydım. Daha sonra da kendisine sordum, dedim ki: “Burada Alevî yok, niye böyle yaptınız?” O da: “Benim mesajım oraya” demişti. Orada bu tavrı aldı. Ama daha önce yine aynı gezide İsmail Saymaz’ın çıkan bir yazısı vardı. Birtakım İYİ Parti önde gelen isimlerinin kendisine, “Kılıçdaroğlu aday olmasın. Teşkilâtımız bundan çok rahatsız” dediklerini yazmıştı. Ben bunu da sormuştum Akşener’e. Akşener, o konunun kendisinden çıkmadığını çok net bir şekilde söyledi. Kimin yapmış olabileceğini tahmin ettiğini de söylemişti. Ama ona müdâhil olmadı. Şimdi bâzılarına müdâhil oluyor, bâzılarına olmuyor. Bunu neye istinâden, nasıl yapıyor onları bilemem. Çok deneyimli bir siyâsetçi çünkü. Kendisinin şu âna kadar, “Kılıçdaroğlu aday olmasın” dediğini görmedik. Hele “Bizim tercihimiz Mansur Yavaş” dediğini hiç görmedik. Ama şu hâliyle, “Adayımız Kılıçdaroğlu tabiî ki. Başka bir şey istemeyiz” dediğini de görmedik. Birazcık dalgalanmaya bırakmış gibi gözüküyor. Benim bir önceki yayında da söylediğim gibi, Buğra Kavuncu ona çok yakın bir isim. Onun Mansur Yavaş ismini açıkça zikretmesi herhalde Meral Akşener’in bir şekilde, en azından bilgisi dâhilindedir diye akıl yürütüyorum. Ama belli de olmaz.
Burak Özcan sormuş: “Kemal Kılıçdaroğlu aday olursa HDP aday çıkarır mı?” Çıkarmayabilir. Ama çıkarması belki Kılıçdaroğlu’nun daha çok işine gelir. Yani böyle çok kritik. HDP’nin adının geçtiği yerde bütün ayarlar bozuluyor farkındaysanız. Yani şöyle söyleyelim: HDP aday çıkartsın,, ama zayıf bir aday çıkartsın. İlk turda HDP’den de bayağı bir oy alsın. Belki onların da katkısıyla ilk turda %50+1’i bulsun. Ama en kötü ihtimalle ikinci tura kaldığında, HDP’nin tüm oylarını alıp ikinci turda seçilsin. Ama HDP’nin aday çıkarmadığı ve Kılıçdaroğlu’nu alenen işâret ettiği bir yerde kazanıyor olmanın getirisi ve birtakım siyâsî anlamda riskleri var. O anlamda çok karışık bir iş.
Dilan İlhan: “Bir sürpriz: Altılı Masa’nın Abdüllatif Şener gibi bir ismi aday göstermesini nasıl değerlendirirsiniz?” Böyle bir şey olmaz. Yani değerlendirmeye de gerek olacağını sanmıyorum.
Can Karacan: “Nedense konuşulmuyor; ama Erdoğan kazanırsa nasıl bir Türkiye olmasını bekliyorsunuz? Millet İttifâkı iflâs etmiş olmaz mı?” İflâs kelimesi herhalde yetmez o zamân. Yani o bambaşka bir şey. Var olanın daha da derinleştiği bir Türkiye, kurumlar, özgürlükler, şunlar bunlar. Yani geleceği olmayan bir ülke. Şu anda en azından bir seçim üzerinden bir gelecek projeksiyonu yapabiliyoruz. Öyle bir durumda bunları da yapamayacağız.
Müslüm Günaçtı diyor ki: “Siz sürekli, ‘Kaybeden belli: Erdoğan; ama kazanan yok’ diyordunuz. Hâlâ aynı noktada mısınız?” Evet, hâlâ aynı noktadayım. Muhâlefet bütün elverişli şartlara rağmen hâlâ net bir şekilde, “Evet, bu iş bitti arkadaşlar, görüyorsunuz” diyemiyor. O noktaya henüz gelebilmiş değil bana göre.
Muaz Şeker: “Türkiye’de şu an ekonomik kriz olmasaydı halkın demokratik talebi ne kadar yoğun olurdu?” Şu anda halkın demokratik talebi yoğun bir şekilde var mı çok emin değilim. Özellikle ekonomik nedenlerle Erdoğan’dan uzaklaşma var — burası doğru. İşte burada önemli olan, muhâlefetin bu gayri memnunluk hâlini, ekonomik anlamda gayri memnunluk hâlini aynı zamanda siyâsî temel hak ve özgürlükler, demokrasi konusunda taleplere dönüştürebilmesi. Bunu yapabildiği ölçüde başarılı olur. Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önermesi tek başına bunu yapamıyor.
Ali Neseboğlu: “Erdoğan ile Kürtler son dakikada da olsa anlaşamaz mı? Kürtler bir taraf seçmeyerek seçim öncesi somut olarak alacakları kazanımlara bağlı olarak — örneğin valiliklerin halk tarafından seçilmesi…” Ali Bey, halkın seçtiği belediye başkanlarının yerine valiyi kayyum olarak atayan bir yönetimin, valileri halkın seçmesi noktasına gelmesi nasıl bir şey? Hele seçime kalmış 10-11 ay. Böyle bir şey olamaz. Vaadi olsa bile kimse buna inanmaz. Dolayısıyla Kürtler’i kazanmak meselesi Erdoğan için çok mümkün değil. Ancak yapabileceği husus belki –hep bunu deniyor– muhâlefetin Kürtler’i kazanmasını engellemek. Benim dün çıkan yazımda, “Yedili Masa Yalanı” yazımda da söylediğim gibi, aslında HDP meselesini çok fazla gündeme getirerek Altılı Masa’nın işini kolaylaştırıyor bence. Böyle devam ederlerse, Altılı Masa çok daha rahat hareket edebilir. Yanlış bir şey yapıyorlar. Benzer bir yanlışı yerel seçimlerde de yapmışlardı.
Alaaddin Süzer diyor ki: “Bekir Ağırdır ve sizler gibi entelektüel insanlardan mevcut muhâlefet partileri fikir alıyorlar mı? Almıyorlarsa neden?” Bekir ne yapıyor bilmiyorum; ama benim fikir filan verecek hâlim yok. Yani benden kim, ne fikir alsın? Yayınlarımız ortada, yazılarımız ortada. İsteyen oradan bakar. Arada tabiî karşılaştığımız siyâsetçilerle, danışmanlarla filan sohbet ederken muhakkak, “Ya, şunu niye böyle yapmıyorsunuz? Şuraya baksanıza” filan dediğimiz oluyordur; ama bunun böyle organize bir şekilde yapılması gazetecilik açısından doğru bir şey değil. Gazeteciyseniz gazetecilik yapacaksınız. Mesâfeyi koruyacaksınız. Siyâset yapmak istiyorsanız, bırakıp bu işi siyâsete gireceksiniz. İkisini birden yapmak, birini açık diğerini örtülü bir şekilde yapmak doğru bir şey değil. Yapanlar olduğunu biliyorum; ama ben yapanlardan değilim.
Bir soru: “Anketlere ne kadar güvenebiliriz? Anketler Yavaş’ı en favori aday olarak gösteriyor. Bu ne kadar doğru?” Bu hep öteden beri sorulan bir soru. Ama sonuçta anketler anketlerdir. Yani onları bir ölçü olarak alıyoruz; ama tabiî ki doğru diye bir şey yok. En doğru anket sandıkta yapılan anket. Ama yine de bir şeyleri değerlendirirken, hani “Ben sokağı iyi bilirim, insanlarla konuşuyorum, şunu diyorlar” demekten daha etkili. Tabiî burada anket yapan şirketlere ve kişilere yönelik güveniniz de çok önemli.
Kemal İslim soruyor ki: “Merkez sağ ve merkez sol birleşip birlikte hareket edince merkez bir siyâset sonucu mu çıkar, yoksa uyumsuz bir ekip mi?” Bu çok önemli bir soru. 1991 seçiminden sonra Doğru Yol Partisi, Sosyal Demokrat Halkçı Parti ittifâkı yaşadık, koalisyonu yaşadık ve Sivas Katliamı da o sırada oldu. SHP çok da fazla bir şey yapamadı. Yani bunun çok zor bir şey olduğunu biliyoruz, yani bir araya gelmek tek başına yetmiyor. Bir araya geldiğinizde kimler kimlere doğru hangi adımları atıyor, hangi noktalarda berâber hareket edebiliyorsunuz meselesi önemli. Merkezin böyle bir özelliği var. Merkez herkesi kapsama iddiasındadır. Ama sağın ve solun öncelikleri farklıdır. Burada Türkiye’de yeniden bir merkezi inşâ etme arayışıyla hareket edip, bunun birtakım ilkelerini belirlemeleri söz konusu olursa belli bir başarı olabilir. Burada da karşılıklı güven çok önemli. Ama daha bu yayını yapmamızın nedeni olan, “Aday kim olacak?” meselesinde bile hâlâ net bir noktaya gelinememiş olması, bu karşılıklı güvenin tesisinde çok ciddî zorluklar yaşanacağını gösteriyor.
Burak Özcan sormuş: “Sedat Peker’in seçime son iki ay kala ortaya çıkacak olması iktidâra yarar mı?” Yani bilmiyorum. Her şey olabilir. Sedat Peker, garip bir güç sâhibi oldu. Ama arada video yapmayarak o güç büyük ölçüde aşınmış olabilir. Fakat tekrar gündemi belirleme gücü de olabilir. Burada önemli olan şu: Seçime iki ay kala Türkiye’de eğer muhâlefet hâlâ gündemi kendi lehine belirleyemiyorsa, buraya herkes gelip müdâhil olabilir. Sedat Peker’in müdâhalesi de bu anlamda, o iki ay kala –yapıp yapmayacağı da kesin değil; ama muhtemelen yapacak– var olan pozisyonlara bakıp bir şeyleri söyleyecek ya da söylemeyecek. Birilerini fazla öne çıkartacak, birilerini geriye alacak. Şu anda baktığımız zaman, Türkiye’de strateji konusunda birçok kişiden çok daha ileride olduğunu görüyoruz. Ama seçimin kaderini o belirleyecek diye bir şey düşünmeyin.
Orhun Koroltay demiş ki: “Ruşen Bey, Erdoğan kazanırsa ülkede kalacak mısınız?” Ülkedeyiz tabiî. Nereye gideceğiz? Bu ülke hepimizin ülkesi. Ülkede kalacağız tabiî ki. Niye kalmayalım ki yani? Zâten en son vize almaya gittiğimde… bize bir taraftan hem “Batı sizi fonluyor” vs. diye her türlü hakareti ediyorlar. Onlar alabildiği şeyi ânında alıyorlar; ama ben vize bile alamadım yani. Hattâ onu Twitter’da paylaşmıştım. Yurtdışına tabiî ki giderim, ederim; ama bu ülkede yaşamak ve bu ülkede ölmekten başka bir düşüncem yok. Şartlar ne olursa olsun, yani neyi nasıl yaparım bilmiyorum; ama ülkeyi terk etmem yani. Bunu düşünenler varsa kusura bakmasınlar. Bir ara Mine Kırıkkanat denen kişi beni ülkeden kovacağını yazdı biliyorsunuz Twitter‘dan. Onun gibi düşünenler varsa, hiç boşuna heveslenmesinler.
Yeşim Miller: “Umarım muhâlefetin seçim sonrası ilk 10 gün stratejisi vardır. Beni en çok düşündüren konu bu. Adayın önemi burada da ortaya çıkıyor.” Bugün îtibâriyle yoktur. Ama adayı saptadıkları zaman olacaktır diye tahmin ediyorum.
Çok soru var, çok yorum var. Bu kadarını açıkçası beklemiyordum. Demek ki bu olay hakîkaten çok can alıcı bir olay.
Etkin Çiftçi diyor ki: “Ekonomik krizde mevcut yetkilerin kullanımıyla birlikte düşünüldüğünde Ali Babacan’ın adaylığının gündeme gelebileceğini düşünüyor musunuz?” Hayır düşünmüyorum. Zâten İYİ Parti’nin Bilge Yılmaz kartıyla berâber, Ali Babacan’ın muhâlefetin ekonomi politikasının başında olacağı beklentisi de büyük ölçüde sarsıldı. Yani Kılıçdaroğlu’nun, Akşener’in olduğu bir yerde, Babacan’ın cumhurbaşkanı adaylığı olacağını sanmıyorum. Bir diğer husus da biliyorsunuz Gelecek ve DEVA partileri; ama özellikle DEVA Partisi bir dönem yakalamış olduğu ivmeyi muhâfaza edemedi. Yükselişte olan bir parti olsaydı belki gündeme gelirdi; ama sanmıyorum.
Hüseyin Genç: “Türkiye’de sol ve sosyal-demokratlığın yükseleceğini düşünüyor musunuz ya da AKP dağıldığında burada da Hıristiyan-muhâfazakârlar gibi bir parti doğar mı?” Şimdi, AKP’nin dağılması ayrı bir şey, solun yükselmesi ayrı bir şey. Türkiye’de sola elverişli bir yapı var; ama sol hep güçlü olmanın eşiğinden dönüyor. Çok önemli anlarda çok sert müdâhalelerle, işin içerisine doğrudan –hani şimdiki tâbirle– “dış güçler”in, daha doğrusu emperyalist güçlerin müdâhalesiyle, hem 70’li yıllarda hem 80’li yıllarda bu müdâhalelerle, asker eliyle yapılan müdâhalelerle Türkiye’de solun, özellikle sosyalist solun çok büyük darbeler yemesine yol açıldı. 70’den sonra yenilen darbelere rağmen –yani 70 başlarında, 12 Mart’la berâber– sol 70’li yılların ortasından îtibâren çok büyük bir yükselişe geçti. Ben de bunların bizzat içinde yaşayan birisi olarak, sonra 12 Eylül’le berâber çok büyük bir darbe yedik ve o zamandan bu zamâna da hâlâ toparlanamadı. Bir tek soldan türemiş olan Kürt hareketi kendi bağımsız yolunu inşâ etti ve o ayrı bir şey oldu. Artık ona tek başına sol demek mümkün değil. Sol tekrar güçlenir mi? Bence güçlenebilir. Ama bugünden bakıldığında, bu kesinlikle olur denilebilecek bir şey değil. Ama diyelim ki Kılıçdaroğlu’nun aday olması ve seçilmesi durumunda, en azından bunun moral zemini tesis edilmiş olabilir.
Bir izleyicimiz sormuş – ki çok soran var: “Kürt seçmenin Mansur Yavaş’a gönül rahatlığıyla oy vereceğini düşünüyor musunuz?” Gönül rahatlığıyla olmasa bile kerhen verebilir. Burada Mansur Yavaş’ın nasıl bir çizgi izleyeceği önemli. Karşısına almadığı takdirde yine de insanlardan verenler olacaktır. Ama onları yok sayarak, tamâmen dışlayarak hareket edeceğini sanmıyorum. Her halükârda Kürtler’den de oy alabilir; ama bir Ekrem İmamoğlu’nun ya da Kemal Kılıçdaroğlu’nun alacağı kadar almaz ve de orada insanların oy verirken kendileriyle barışık olup olmamaları konusunda çok büyük farklılıklar olur.
Yoruldum. Artık bitirelim.
Ali Erkan Öcal’ın söyledikleriyle bitirelim: “Kılıçdaroğlu’na oy verme konusunda İYİ Partililer açısından endîşeliyim. Türkçü Sünnî muhâfazakâr bir kitle sonuçta. Akşener’in kafalarına vura vura anlatması, benimsetmesi lâzım.” Şunu söyleyelim: Eğer Akşener Kılıçdaroğlu’nun adaylığına destek verirse, İYİ Partililer’de de bütün bu ârızalar seslerini keserler. Orada noktayı Akşener koyar. Şimdi o anlamda gözler Akşener’de. Meral Akşener bu konuda henüz karar vermemişe benziyor. Ama Kılıçdaroğlu’nun adaylığına net bir şekilde, sert bir şekilde karşı çıkacağını açıkçası sanmıyorum. Ama başka birisinin aday olmasını tercih edebilir. Bu başka birisi Mansur Yavaş mıdır açıkçası ondan emin değilim. Şu anda İYİ Parti’de, Kılıçdaroğlu’nu istemeyenlerin telaffuz ettiği isim Mansur Yavaş. Ama Meral Akşener de aynı pozisyonu takınır mı? Açıkçası emin değilim.
Evet, artık toparlayalım. Çok yoğun bir yayın oldu. Çok güzel bir yayın oldu. Hepinize çok teşekkür ediyorum. Atladığım, atlamak zorunda kaldığım çok soru ve yorum var. Kusura bakmasınlar. Bitirirken, cumartesi günü 7. yaşımızı doldurduk. Medyascope 7 yıldır karşınızda. Sizlerin desteğiyle karşınızda. Lütfen bize desteklerinizi, maddî manevi sürdürün. Bizim yanımızda olun. Önümüzde çok kritik bir seçim süreci var. Burada özgür ve bağımsız medyaya çok fazla ihtiyaç var ve bu anlamda Medyascope’a desteklerinizi sürdürmenizi rica ediyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.