Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Hepimiz aynı gemide miyiz ve gemi batabilir mi?

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dün (22 Ağustos) kabine toplantısının ardından yaptığı açıklamada enflasyonla ilgili “Hepimiz aynı Türkiye gemisinin içindeyiz. Bu gemi hızla yol alırsa kazanan hepimiz olacağız. Bu gemi, güvenlik gibi ekonomi üzerinden açılan deliklerden su alarak batarsa hepimiz boğulacağız” diye konuştu.

“Türkiye’nin ihtiyacı, faizi yükseltmek değil” diyen Erdoğan, ihtiyacın yatırımı, istihdamı, üretimi, ihracatı ve cari fazlayı artırmak olduğunu söyledi.

Vatandaşlara ve iş dünyasına Türk Lirası’na dönme çağrısı yapan Erdoğan, “Dövize ve altına yönelmek için sebep kalmamıştır. Vatandaşlarımızı mevduatta Türk Lirası’na dönmeye davet ediyorum” dedi.

“Hepimiz aynı gemide miyiz ve gemi batabilir mi?”, Ruşen Çakır yorumluyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Başlıkta iki soru var. Birincisi: “Hepimiz aynı gemide miyiz?”; ikincisi: “Gemi batabilir mi?” Her iki sorunun da cevâbı bana göre hem evet hem hayır. Evet, hepimiz aynı gemideyiz, teorik olarak böyle; ama uzun bir süredir Erdoğan yönetimi toplumu kutuplaştırarak geminin sayısını artırmasa bile gemide insanların kaldığı yerleri değiştirdi ve birçok kişiyi o geminin parçası olarak göstermedi yıllar boyu. Hani o kullanılan tâbirle: Ötekileştirdi. Onlara bir tür yabancı, hattâ vatan hâini muamelesi yaptı. Ama bir an geldi ki, “Şimdi hepimiz aynı gemideyiz” demeye başladı. Mecbûriyetten söylenen bir şey bu. Evet, gerçekten Türkiye bir gemiyse, hepimiz aynı ülkenin vatandaşlarıyız ve aynı geminin içerisindeyiz. Ama buradaki gemi benzetmesi, bir yerden sonra Erdoğan’ın çok istemediği, mecbur kalarak yaptığı bir benzetme. Yani Türkiye şöyle bir olayı yaşamadı, yaşamıyor: Hep birlikte bir şeyleri denedik, hep birlikte bir şeylere mâruz kaldık ve sonunda da bir yerde gücümüz yetmedi ve zor durumdayız. Böyle bir olay yok. Hep birlikte yapmadık. Birileri bizim adımıza iyiyi, doğruyu bildiklerini söyleyerek Türkiye’yi bir yerlere sürüklediler. Dünyanın dört bir tarafında, Suriye’de, Irak’ta, Azerbaycan’da, her yerde ve şimdi sâdece ülke dışında değil; ekonomi yönetiminde, birçok hususta çok ciddî yolsuzluklar yaşandı, çok ciddî suiistimaller yaşandı, kayırmacılıklar yaşandı. Bütün bunlar yapılırken hep birlikte yapmadık. İktidar, iktidârın çevresindeki bâzı kesimler bunlardan istifâde ettiler ve şimdi çok büyük bir fatura önümüze geldiği zaman, bu faturayı hep birlikte ödememiz isteniyor. Bu anlamda hepimizin aynı gemide olduğu söyleniyor; bu aldatıcı. Ama bize şunu gösteriyor: Normal şartlarda Erdoğan’ın liderliğinde bu pek yaptığı bir şey değil. Burada her ne kadar çok ciddî bir panik havası vermek istemese de, “Hepimiz aynı gemideyiz” demek zorunda hissetmesi çok ciddî bir geri adım kendisi için ve geminin batabilme ihtimâlinden bahsetmesi, o güçlü, hep ileriye doğru baktığını düşündüğümüz ya da kendisi öyle intibâ yaratan Erdoğan’a yakışan şeyler değil. Evet, gerçekten belli ki Erdoğan için bıçak kemiğe dayanmış durumda. Bu anlamda kendisinin esas olarak sorumlu olduğu ve yakın çevresinin esas olarak sorumlu olduğu bütün bu yaşananların faturasını hep birlikte ödememizi talep ediyor. Bu anlamıyla aldatıcı bir durum. Ama bir başka husus var, o da — biraz zorlama olabilir ama: Erdoğan’ın artık toplumu kutuplaştırma, birbirine düşürme ve böylece de kendi otoriter sistemini sürdürme stratejisinden vazgeçmek zorunda kaldığının ya da kalacağının işâreti olarak da bunu görebiliriz. Artık gidebileceği bir yer kalmadığını, kutuplaştırmayla berâber gidilebilecek bir yer kalmadığını görüp, mecbûren, istemeye istemeye Türkiye’de bir eşitliğin, kardeşliğin, dayanışmanın tesisi konusunda gönülsüzce birtakım adımlar atmaya yöneldiğini düşünebiliriz.

Fakat burada önemli bir sorun var: Bunun da öncüsünün kendisi olmasını dayatacak. Ama yaşadığımız onca şey, gördüğümüz onca şey, yaşanılan onca mağduriyet, bütün bunlar, dışlanmalar vs., eğer toplum yeniden bir seferberlik içerisine girecekse bunun öncüsünün Erdoğan olamayacağını bize gösteriyor. Yani Erdoğan’ın hiçbir şey olmamış gibi bir beyaz sayfayı açması mümkün değil. Ama hiçbir şey olmamış gibi demesek de, Türkiye’nin kendine bir beyaz sayfa açması mümkün ve burada şöyle bir sorun var: Bu imkân ancak Erdoğan’ın buna râzı olmasıyla yaşanacak. Râzı olması derken, nedir? Bir: Ülkenin seçime gitmesi ve mümkünse bir an önce seçime gitmesi. İkincisi: Erdoğan’ın ülke seçime giderken seçim güvenliğini sağlamak için devletin bütün imkânlarını seferber etmesi ve seçim sonuçlarına saygılı bir şekilde hareket etmesi. Bütün bunların bir anlamda temînâtını verebilmesi gerekiyor. O zaman işte gerçekten Türkiye bir beyaz sayfa açabilir — ya da “yeni bir sayfa” diyelim; çünkü o kadar çok şey yaşandı ve yaşanıyor ki bu sayfanın ne kadar istesek de bembeyaz olabilmesi çok fazla mümkün değil. 

Bir başka husus şu — geminin batma ihtimâlinden bahsederken yaptığı bir çağrı var biliyorsunuz: “Paralarınızı dövizden, altından çekin; Türk lirasına yatırın, Türk lirasına güvenin.” Bunu söylerken kendisinin de aslında Türk lirasına pek güvenilmeyeceğini bildiğini anlıyoruz. Çok vurgulu bir şekilde yapmıyor. Eskiden Erdoğan bu tür çağrıları yaparken, bir nevi insanları azarlayarak yapıyordu. Yani şunu söylemeye çalışıyordu: “Ya, niye böyle yapıyorsunuz? Bu sizin çıkarınıza, görmüyor musunuz?” diye yapıyordu. Meselâ yastık altındaki paraları çıkartmayı vs.yi onlardan istediği zaman, Türkiye’nin büyüdüğü dönemlerde hâlâ birtakım insanların, toplumun, ekonomideki büyümeye ürkerek baktığı, şüpheyle baktığı dönemlerde, onlara bir nevi şunu diyordu: “Bu sizin kazancınız” diyordu. Şimdi söylediğinde bir kazanç filan yok. Burada yaptığı tam anlamıyla, “Gelin, siz de kazanın“ değil; “Gelin, bizi kurtarın” çağrısı bu. Yani insanlara, “Altından, dövizden çıkın. Siz daha kârlı olacaksınız” diyemiyor; “Güvenin” diyor. Niye güveneceklerini de söylemiyor. Şu hâliyle bakıldığı zaman, enflasyonun bu kadar yüksek olduğu bir ülkede, bir taraftan da fâizleri indirme gibi bir inada sâhip bir iktidarda insanlar Türk lirasına niye yatırsın? 

Burada bence önemli bir olay da şu: Uzun bir süre Erdoğan, kutuplaşma, toplumu kutuplaştırma dönemlerinde kendi tabanının kendisine yettiği duygusuyla hareket etti. Bir dönem Türkiye’de neredeyse her iki seçmenden birisinin oyunu alan bir partinin lideri olarak ve de partisinin hâlâ bir dâvâ partisi emâreleri taşıdığını da düşünürsek, daha önceki yıllarda bu olabiliyordu. Yani toplumun yarısına, “Ne hâliniz varsa görün” deyip, kendi tabanıyla, kendisine destek veren kitlelerle birçok işi görebiliyordu ve bir şeyler istediği zaman onlardan istiyordu; onların katkılarıyla da bu gemi, onun gemisi bir şekilde yol alabiliyordu. Ama farkındaysanız bir süredir kendi tabanı da artık Erdoğan’ın çağrılarına icâbet etmiyor. Bir zamanlar yapılan dolar yakmalar, şunlar bunlar ne zamandır yok. Hattâ arada sırada yapılan araştırmalarda görüyoruz ki Türkiye’de mevdûat hesaplarında döviz oranının TL’ye göre en yüksek olduğu iller, genellikle AKP’nin çok güçlü olduğu iller gözüküyor — İç Anadolu’da, Doğu Anadolu’da vs.. Yani Erdoğan, bu çağrılarıyla kendi tabanını bile artık harekete geçiremiyor. Bunun özellikle altını çizmemiz lâzım. Uzun zamandır bu böyle. Dolayısıyla burada tüm Türkiye’yi harekete geçirmek gibi bir ihtiyâcı var. Öte yandan hem kendi tabanını harekete geçiremiyor, hem de kriz her geçen gün büyüyor. Türkiye diyelim ki dışarından birtakım krediler buluyor; ama bu kredilerin mâliyetleri de her geçen gün artıyor. Dolayısıyla burada Erdoğan’ın sâdece, “Benim tabanım, benim tâkipçilerim bana yeter” deme lüksü kalmadı. Zâten en çok da tâkipçileri tarafından yalnızlaştırılan bir Erdoğan var. O çağrılarında –artık bunlara imdat çağrıları diyebiliriz aslında–, “Bir el atın” değil, daha ötesinde bir imdat çağrısı. Çünkü Erdoğan telâffuz etti, batmayı telâffuz etti. 

Evet, ikinci soruya gelecek olursak: “Batıyor mu bu gemi?” Bence Türkiye gemisi kolay kolay batmaz. Su alır, çok acılar çeker, çok mağduriyetler yaşanır; ama değişik dönemlerde bunları gördük, Cumhuriyet târihine baktığımız zaman, İkinci Dünya Savaşı’nı da atlatmış, 12 Mart-12 Eylül dönemlerinde çok büyük acılar yaşandı toplumsal olarak, buna rağmen bir şekilde bu ülke, genç nüfûsuyla, coğrâfî konumuyla, târihiyle, her bir şeyle, bir de bu mozaik yapısıyla, Batı’nın içerisinde yer almasıyla, demokrasi ve çoğulculuk başta olmak üzere evrensel değerleri iyi kötü benimsemiş olmasıyla, her ne kadar egemen sınıflar ve güç odakları bu konulara çok hevesli olmasa da iyi kötü dinamik bir sivil toplumuyla bu bâdireleri atlatabilmiş bir ülke. Dolayısıyla bu su alan Türkiye gemisinin batması bence kolay kolay mümkün değil. Zâten Allah göstermesin de diyelim, ekleyelim. Ama bir batan gemi var. Benim yaptığım yayınları izleyenler bilir, uzun süredir bunu söylüyorum: İktidar gemisi batıyor, artık yol alamıyor. Kimi zaman gemi yerine tren diyorum, ikisini birden de kullanıyorum. Ama burada Erdoğan’dan hareketle söyleyecek olursak, Türkiye gemisi zor durumda olabilir ama batacağını sanmıyorum; fakat iktidar gemisi batıyor. Aslında çoktan battı, uzatmaları oynuyor. 

Şimdi Erdoğan burada yaptığı bu çağrılarla “Türkiye batıyor” diyerek, insanların bir seferberlik içerisinde kendisini, kendi iktidâr gemisini kurtarmasını bekliyor. İşte burada bir ince işçilik gerekiyor. Türkiye’yi bu noktalara getirenlerin istifâde edemeyeceği bir şekilde Türkiye’yi düze çıkarabilmek. Bu gerçekten zor bir iş. Burada Türkiye’nin kutuplaşmayı aşarak hep birlikte ileriye doğru bakabileceği ve geçmişin bütün bu hasarlarını onarabileceği bir sürece girmesi beklentisi söz konusu. Burada Erdoğan ve destekçileri böyle bir süreçte yer alabilir mi? Sanmıyorum. Büyük bir ihtimalle onların, ilk seçimden sonra dinlenmeleri, belki de siyâsetten çekilmeleri gerekecek ya da Erdoğan’ın geçen yıl söylediği bir söz var: “Bu Türkiye’ye yerli ve millî muhâlefeti de biz getireceğiz” diye, belki de muhâlefette yerli ve millî bir pozisyonda kalmayı tercih edeceklerdir. Fakat eğer Türkiye gerçekten hep birlikte bir seferberlik içerisine girerse, bir AKP’nin ve bir ölçüde de MHP’nin, muhâlefette de pek bir fonksiyonları kalacağı kanısında değilim. Zâten AKP esas olarak iktidâra endeksli bir parti, aslında partiden de öte bir âile şirketine dönüştüğü için, iktidârı kaybettiği andan îtibâren bu parti vasıflarını da büyük ölçüde bence kaybedecek. 

Şimdi Erdoğan’ın bu konuşmalarını, dünkü sözlerini dinleyince, “İşte zâten arada sırada bunları söylüyor, çok da önemsememek lâzım, göz boyamaya çalışıyor, biraz daha vakit kazanmaya çalışıyor” vs. diye görülüyor –ilk akla gelen tabii ki bu–; fakat aynı zamanda, yani bir şey bildiğimden değil, aslında yerel seçimlerden sonra da bir akıl yürütme olarak bâzı yayınlarda dile de getirdim: Erdoğan bir şekilde kendisi ve yakın çevresi için bir çıkış arıyor olabilir. Aslında önündeki belki de yegâne seçenek bu ve bunun, bu tür çıkışların, “Aynı gemideyiz. Aman gemi batıyor!” vs. gibi çağrıları, artık bir şeyleri bırakmasının, bırakacağının işâreti olarak görmek de pekâlâ akla gelebilir.

Çok fazla uçmuş olduğumu düşünebilirsiniz. Bâzen ben de kendim için böyle düşünüyorum; ama benim gördüğüm kadarıyla artık Erdoğan’ın bir şekilde çekilmeyi bilebilmesi gerekiyor. Kendisinin ve Türkiye’nin hayrına olacak olan şey bu. Dünkü bu konuşmanın üzerine bu kadar fazla anlam yüklemek çok gereksiz gelebilir; ama yine de böyle bir akıl yürütmeyi yapmak istedim. Türkiye’nin bu gemiyi, Türkiye gemisini –iktidar gemisi batar, çıkar vs., bu çok önemli değil, zâten gidebileceği çok fazla bir şey yok; ama Türkiye’nin hep birlikte bu Türkiye gemisini gerçekten yüzdürebilmesi, hasarlarını onarabilmesi gerekiyor ve bunu yaparken de Erdoğan ve onun kayıtsız şartsız destekçilerinin, onunla berâber güç kazananların, haksız bir şekilde güç kazananların bu süreçlerde yer almasının çok akla uygun olduğunu da sanmıyorum. Söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.