Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ayşe Çavdar yazdı: Sonunda hepsi birden Geççek

Anaakım muhalefet partileri bir kez daha büyücek bir kendilerini anlatma krizine girmiş bulunuyor. Belki de anlatmaya değecek bir iş üretemedikleri, asıl olarak bu konuda tıkandıkları içindir. Aslına bakarsanız bu kriz, AKP-MHP sonrası Türkiye’nin hangi temeller üzerine kurulacağı konusunda bir türlü yapmadıkları, erteledikçe kendilerini konuşamaz kıldıkları asıl büyük siyasi tartışmanın tezahüründen ibaret. Söz konusu ertelemenin sebebi ise, en başından beri Altılı Masa’yı ve bu masanın etrafında toplanan siyasi partileri pamuklara sarıp sarmalamak şeklinde gelişen ve artık işlemeyen korumacı tavrın kendisi.

Siyaset sözcüğünü ve bu sözcüğün işaret ettiği etkinlikleri olabilecek en dar yere sıkıştıran “aman muhalefete toz kondurmayın” tavrı, AKP’nin herkesi “beka”ya gömen siyasetinin bir yansımasıydı. Dile gelmese de yaslandığı asıl fikir şuydu: Memleketi AKP-MHP sultasından kurtarmak lazım, elimizde bu aktörler var, sesimizi çıkarmayalım da seçimi alsınlar, sonrasına hep beraber bakarız. 2019’daki yerel seçimlerden bu yana muhalefete yönelik her türlü “fakat mirim, bu konuda ne diyorsunuz, şurada niye yoksunuz, şu işi neden şöyle ya da böyle yapıyorsunuz?” nev’i sorunun ve verilmeyen cevaplar karşısındaki huzursuzluğun çarptığı opak bir duvardı bu. Şimdi pek çok örnekte, bu duvarı örenlerin de muhalefetin aldığı ya da alamadığı kararlar ve saklayamadığı yalpalamalar karşısında sabırsızlanmaya, bazen zincirinden boşalmış bir öfkeyle saydırmaya başladıklarını görüyoruz. Bütün bu manzara ise seçmende -haklı olarak- daha kendi arasında doğru dürüst bir siyaset ve hukuk geliştiremeyen Altılı Masa aktörlerinin, hepimizi kapsayan bir siyaset ve hukuk geliştirmekte acze düşecekleri, sonunda bir yolunu bulup Erdoğan’a yenilecekleri kanaatini oluşturuyor.

Seçmenin sezgileri

Aşağıdaki tabloda göreceğiniz rakamları araştırma şirketi Yöneylem’in her ay yaptığı Türkiye Siyaset Paneli çalışmasından derledim. Bu araştırmayı diğerlerinden ayıran başlıca özelliği yöntemi. Kabaca özetlemek gerekirse her ay, aynı insanlara yönelttiği sorularla örneklemi içinde gözlemlediği eğilimleri ölçüyor Yöneylem.

Siyaset Paneli’nde Yöneylem’in her ay sorduğu “Kendi oy verme davranışınız bir yana, önümüzdeki Pazar Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Cumhurbaşkanı Erdoğan mı, muhalefet adayı mı kazanır?” sorusu da bize bir eğilimi tespit etme olanağını sunuyor.

Aşağıda tabloyu da göreceksiniz ama bu yazıların podcast’e dönüştüğünü aklımda tutarak ayrıca yazayım. Rakamları da biraz yuvarlayayım. “Kendi oy verme davranışınız bir yana, önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini Cumhurbaşkanı Erdoğan mı, muhalefet adayı mı kazanır?” sorusuna cevaben üç seçenek sıralanmış ankette. “Her durumda Erdoğan kazanır,” “Her durumda muhalefetin adayı kazanır,” ve “Doğru bir aday gösterirse muhalefetin adayı kazanır.” (1)

Ekim 2021’de her durumda Erdoğan kazanır diyenlerin oranı yaklaşık yüzde 40 imiş. Temmuz 2022’de yüzde 21’e kadar gerilemiş. Ağustos 2022’de yeniden yüzde 35’e çıkmış. Her durumda muhalefetin adayı kazanır diyenlerin oranı Ekim 2021’de yüzde 43 imiş, Temmuz 2022’de yüzde 21’e, yani yarıdan da aza geriledikten sonra Ağustos 2022’de aynı seviyede kalmış.

“Doğru bir aday gösterirse muhalefetin adayı kazanır” seçeneğini işaretleyenlerin oranı, Ekim 2021’de oldukça düşük bir seviyedeymiş, yüzde 18. Temmuz 2022’de zirveye tırmanıp, yüzde 48 olmuş. Ağustos 2022’de ise yüzde 43’e gerilemiş. Temmuz’dan Ağustos’a “Her durumda Erdoğan kazanır” diyenlerin oranı yaklaşık 5 puanlık bir artış gösterirken, “Doğru bir aday gösterirse muhalefetin adayı kazanır” diyenlerin oranı yaklaşık 5 puan azalmış. Bu rakamlara bakarak bir grup insanın Ekim 2021’den itibaren, “her durumda muhalefetin adayı kazanır” pozisyonundan önce, “doğru aday gösterirse muhalefet kazanır” pozisyonuna gerilediğini söyleyebiliriz. Demek ki, temkinli olmak lazım geldiğini düşünmeye başlamışlar. Ardından da önemsiz sayılamayacak oranda bir grup, muhalefetin doğru aday gösterebileceğinden de kuşkuya düşmüş ve tekrar Erdoğan ne yapar eder kazanır demeye başlamış.

Temmuz’da muhalefet doğru aday gösterirse kazanır diyenlerin, Ağustos’ta her durumda Erdoğan kazanır safına geçtiklerini söyleyemeyiz. Ama doğru aday gösterirse muhalefet adayı kazanır hanesinden kaybolan yüzde 5’in, her durumda Erdoğan kazanır hanesine geçmiş olabileceği spekülasyonunu yapabiliriz. Veriyi hayli zorladığımı kabul ediyorum. Ama Altılı Masa etrafında toplaşan ana akım muhalefetin, muhalif seçmenin sinirlerini zorlama şiddeti ve ısrarıyla karşılaştırıldığında, benim şu yaptığım çok hafif kalır.


Her durumda RTE kazanırHer durumda muhalefetin adayı kazanırDoğru bir aday gösterirse muhalefetin adayı kazanır
Ekim 202139,842,617,6
Kasım 202135,336,628,1
Aralık 202138,136,525,4
Haziran 20223538,626,4
Temmuz 202230,821,248
Ağustos 202235,321,343,3

Belirsizliklikte yarış

Kıymetli Nesrin Nas, geçen yıl önemli olduğunu düşündüğüm bir kavramla tanıştırdı bizi çeşitli programlarda yaptığı yorumlarda. “Belirsizliğin şiddeti”nden bahsetti. Kastettiği, insanları yakın ve uzak gelecekte olabileceklerden endişelendirmekle kalmayıp korkutan belirsizliğin tek tek her birimizin ve sonunda ufku gittikçe kararan bir ülkenin yurttaşları olarak hepimizin üzerinde oluşturduğu yaralayıcı basınçtı. AKP gibi, uzun süre iktidarda kalmış ve ülkenin, hiç kimsenin hoşnut olmadığı ama hiç değilse hakkında bir fikre sahip olduğu şirazesini bütün gücüyle parçalamış bir zümre partisinin hayli işine yarayacak bir şiddet türü bu. Yalnız muhaliflerini değil, asıl kendisine sadakatle bağlı olanları hizaya getirmek için kullanabileceği çok yüzlü bir hegemonik aygıt olabilir belirsizlik sahiden. Çok iyi bildiğimiz bir örneği de var. Şu “faiz sebep, enflasyon sonuç” konulu “nas”ı bu şiddeti üreten sopalardan biri olarak görebiliriz. İktidara muhalefet edenler açısından bu şiddet, hayatlarını askıya aldıkları ve olup bitenleri paralize olmuş şekilde bekleyecekleri bir halet-i ruhiye yaratır. İktidara sadakatle bağlı olanlar ise, bağlısı oldukları zümrenin yarattığı belirsizlikler karşısında, tıpkı bir çocuğun kendisini döven ebeveyninin paçasına ya da eteklerine sarılması gibi sarılacaklardır liderlerine.

Belirsizliğin şiddetinden söz ettiği sohbetlerde Nesrin Nas, bununla baş etmenin yolunun görülebilir, erişilebilir ufuklar tarif etmek olduğunu da kaydetti her defasında. Mantıklı olan da bu… Bir belirsizliğin karşısına bir başka belirsizlikle çıkarsanız, insanlar alışık oldukları türde belirsizlikte kalmayı tercih ederler.

Mevcut İktidarın, dalgalı bir denizde sarsılmakta olan, güvertesi delik deşik bir gemi olduğunu düşünün. Kaptan da gemiyi batırmaya and içmişçesine fırtınalı ve akıntılı bir rotaya dikmiş gözünü, dümeni kimseye bırakmıyor. Sakin sulara dönemez, çünkü yolcuların sükunete erer ermez kaptanlığını sorgulamalarından korkuyor. Vaat ettiği limana vardığında bu ürkütücü yolculuğun verdiği zararın önemini yitireceğine bağlamış umudunu. Bir başka deyişle kendi geleceğinden korkusunu, gemi tayfasına ve yolculara üleştiriyor. O esnada, aynı fırtınalı denizde bir başka gemi beliriyor ve geminin her yerinden bir takım sesler geliyor, aynı anda konuştukları için anlaşılmıyor ama diyorlar ki, “biz de aynı limana gidiyoruz, rotamız da sizin kaptanınkine benziyor biraz, gemimiz ise derme çatma, ama bize gelin. Çünkü biz daha iyiyiz. Neden mi daha iyiyiz? Çünkü… İşte öyle…”

Belirsizlik üretmede ve bunu seçmeni terbiye aracı olarak kullanmada muhalefet kendini iktidardan ayrıştıracak bir yöntem bulamadı henüz. Altılı Masa’nın geleceği konusundaki her tartışma belirsizliğin hem masayı, hem de muhalefet seçmenini yıprattığı şiddetli bir sarmala dönüşüyor bu yüzden. Önemli de bir handikap var üstelik. Altılı Masa iktidarda değil ve bu nedenle, kaderi AKP-MHP’nin kararları ve araçlarıyla şekilleniyor büyük ölçüde. Yine bir sarmalın ortasındayız. Kendi siyasi tartışmasını yapacak kadar ideolojik özerkliğe sahip olmayan, en temel konularda iktidardan bağımsız bir siyasi dil üretemeyen bu aktörler, iktidardaki partilerin manipülasyonlarından korunabilirler mi? Böylesi bir özerklik olmaksızın seçim kazanmanın bir yolu var mı? Dahası var: Şu halde seçim kazansalar ne olur ki?!

Ve hatta beteri de var: Altılı Masa, önündeki en temel sorunları açıkça tartışmamak için iktidarın ve kendisinin ürettiği belirsizlik şiddetini bir tür hegemonik araç olarak da kullanıyor. Tıpkı AKP-MHP koalisyonu gibi. Cumhurbaşkanlığına aday olarak ismi anılanların tavırları sertleşiyor birden, birbirleriyle ilişkilerinin kıvamı değişiyor. Aslında o ilişkiler, sarih temeller üzerine kurulmadığı için, kolayca sakilleşiyor. Hal böyle iken muhalif seçmene, hem masanın hem iktidarın dışında kalan partilere, “başka çareniz yok ha, ona göre” deniyor sürekli. Masanın tüm aktörleri, tüm cümlelerini parmaklarını sallayarak noktalıyorlar. Bütün bunlar, henüz iktidar bile olmadıkları için, iktidarın yaptıklarından bile çok göze çarpıyor. Daha fenası, bir gün iktidara geldiklerinde yapabileceklerinden endişeye düşürüyor insanları.

Kayıp zamanın hesabı

Bu böyle olmak zorunda değildi, gene de değil. Yapılabilecek pek çok şey var hâlâ. Bütün mesele, Altılı Masa’nın tüm aktörlerinin iktidardaki koalisyonla “dilde, fikirde ve işte birlik” olarak iktidar olamayacaklarını idrak etmelerinde. Onlara bu idrak kapısını başka hiç kimse değil, cepte bildikleri seçmen açabilir. Nitekim pek çok örnekte seçmenin muhalefet partileri üzerindeki bu gücünü kullanmaktan çekinmediğini gördük, daha da göreceğiz anlaşılan.

Can sıkıcı olan şu… Altılı Masa’yı oluşturan aktörler siyasetin yabancısı değiller, dünkü çocuk sayılmazlar. Hepsinin de gözü merkez sağ ya da sol parti olmakta. O masa, AKP’nin yarattığı hortum nedeniyle ideolojik yelpazenin uçlarına savrulmuş siyasi aktörlerin birlikte yeniden bir merkez siyaset tarif etmeleri için kuruldu. Masaya oturmak suretiyle birbirleriyle hem siyasetin merkezine yerleşmek, hem de AKP-MHP sonrasında oluşacak yeni hegemonik düzenden daha fazla pay almak için rekabet edeceklerdi. Bir tür düşman kardeşler bandosu olarak şekillendi masa. Herkes gergin birbiriyle ama zalim babanın elinden hem kendilerini hem köylüyü çekip almak zorundalar. Şöylesi daha doğru: Zalim babayı yerinden edebilmek için örgütlenmek, işbölümü yapmak ve birbirlerine tahammül etmek zorundalar. Bu da öyle “hayatı geldiği gibi yaşamak”la olacak iş değil. Yol ve yordam tarif etmek, şahitler huzurunda bu kardeşlik/arkadaşlık hukukuna riayet edeceklerine dair taahhütlerde bulunmak durumundaydılar. Pek çok şey yapabilirlerdi. Şöyle bir gözden geçirelim:

Yaklaşmakta olan genel seçimlerden sonra, iktidarın kaybetmesi halinde Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçiş için kolları sıvayacaklarını deklare eden bir mutabakat imzalayarak kendileri açısından mühim bir adım attılar. Önemli birkaç eksiklik dışında gayet iyi yazılmış bu mutabakat bize çeşitli sıkıntıları göğüsledikten sonra hep birlikte tecrübe edeceğimiz bir açıklık ve öngörebilirlik vaat ediyordu. Masa böylece resmileşti. Pek güzel. İlk hedef belirlendi: İktidardaki koalisyona seçimleri kaybettirmek. Tamam eyvallah. Ama çok temel bir konuda bir türlü anlaşamadıklarını gördük: Kazanan kim olacak? Şimdilik kimse tek başına zafer istemiyor ama zaferi başka hiç kimseye yar etmemek için de elinden geleni yapıyor. Demek ki masayı kuranlar, bu masanın hedefleri ve nasıl işleyeceği konusunda doğru dürüst bir düzenek oluşturmamışlar.

Seçimi nasıl kazanacaklarını, seçim öncesi, sırası ve sonrasında gerek partiler arası ilişkilerin gerek masanın toplamının seçmenle ve seçimi yürütecek bürokratik mekanizmalarla ilişkilerinin nasıl olacağı konusunda ipuçları vermeye başlayabilirlerdi. Yapmadılar. Bu, şu ana kadar yaptıkları müzakerelerin konusunun seçim olmadığına dair bir işaret. Peki o zaman cidden ne konuşuyor bu insanlar, masada ne var?

Erdoğan’la yarışacak olan cumhurbaşkanı adayının nasıl belirleneceği konusunda ortak bir mekanizma belirleyip işletmeye başlayabilirlerdi. Bu, her bir siyasi partinin varsa temsil ettikleri toplum kesimlerinin de dahil olacağı geniş bir müzakere süreci anlamına gelir ve muhalif seçmen de “o mu, bu mu?” hizipleri arasında kafası karışmadan, “yeni bir siyaset kuruluyor, dışında kalmayayım” hevesiyle “konsolide” olabilirdi. Bunu da yapmadılar. Başkan adayını belirleme işinin masanın tüm bileşenlerinin seçmen nezdinde bir sorumluluğu olduğu akıllarına gelmedi. Bu işi kendi aralarında yaptıkları çok kale bir maç olarak görüyorlar demek ki… Peki bu maç seçmeni neden ilgilendirsin?

Madem bir geçiş dönemi öneriyorlar, Erdoğan’la yarışacak ve kazanacak olan cumhurbaşkanının, hangi yetkileri nasıl kullanacağı konusunda bir anlaşma taslağı hazırlayıp kamuoyuna sorabilir, siyasi tartışmayı bu taslak üzerinden yönlendirebilirlerdi. Böylece geleceğe dair fikirlerimizi teati ederdik bizler de yurttaşlar olarak. Altılı Masa’nın gündem belirleme derdi de olmazdı, gündemimiz bu olurdu zaten. Fakat böyle bir tasarı da koymadılar kamuoyunun önüne. Daha önemli işleri var anlaşılan. Şehir şehir, sofra sofra dolaşıp birbirlerine “benim dediğim olsun, çünkü hatırlı tanıdıklarım var, hem gittiğim yerlerde nasıl da sevgiyle, saygıyla karşılanıyorum gördün mü” numarası çekmekle meşguller.

Bütün bunları yapsalar, başkan adayının kim olacağı önemsiz bir ayrıntıdan ibaret kalır ve kimseyi bu kadar meşgul etmezdi. Ama yapmadılar. Sonraya erteledikleri ve iktidardan ödünç aldıkları dille tartıştıkları her mesele masanın altına döşenmiş bir mayın gibi seçim yaklaştıkça patlayacak. Onlar da bize, “Olsun, siz gene de bizi seçin, yoksa bak AKP-MHP kalır” diyecekler. Mevcut iktidarın yarattığı şiddeti araçsallaştıracaklar yani. Bu koşullarda onlar seçimi kazansalar bile biz yine kaybetmiş olacağız. Çünkü belirsizlik olanca şiddetiyle devam edecek.

Seçmen baskısı

Ama bu kader değil. Altılı Masa’nın sınırlı sorumlu ortakları belirsizliği belirsizlikle karşıladıkları için kimseyi kendilerine ikna edemiyorlar. Veriler de ortaya koyuyor bunu bütün açıklığıyla. Gene aynı açmazdayız: AKP kaybediyor ama kazananı tespit edemiyoruz bir türlü. Bir kazanan olmadığı için, masa hasılatı gene AKP’ye kalıyor. Bu filmi bilmem kaçıncı kezdir seyrediyoruz.

Fakat, Altılı Masa aktörleri hiç sıkılmıyorlar bu tekrardan. Birlikte kazandıkları hissine kapıldıkları anda her biri ayrı ayrı su kaynatmaya başlıyor. Demek ki bir yolunu bulup masanın aktörlerini, vakitsiz heyecan yapmamaya, sükunetlerini korumaya, seçmeni masaya dahil etmeye zorlamak gerekiyor. Gazeteciler, entelektüeller, danışmanlar, iletişimciler, akil kişiler vs. yapamaz bunu. Teşkilatlar mı? Belki… Ama kendi hallerine bırakılırlarsa niye yapsınlar? Ayrıca nasıl yapsınlar?… Kolay değil, çünkü Altılı Masa’nın bileşenleri belli ki, AKP ve MHP kadar korkuyorlar geleceğin gelmesinden. Konuştukları her cümlenin, daha onlar noktayı koymadan eskidiğini, kavramlarının, dillerinin unutulmaya yüz tuttuğunu biliyorlar bal gibi.

O masayı hizaya sokabilecek tek şey seçmen. Seçmen bir yolunu bulup, “Madem bir işe soyundunuz, o zaman şu işi hakkıyla yapın” demedikçe masa aktörleri titreyip kendilerine gelmeyecekler. İçimde bir his bunun da yakın olduğunu söylüyor. Tarkan’ın Geççek şarkısında dediği gibi, o masalarda hepimize birden atadıkları bir beden var ve o beden ruhumuza dar geliyor… Biliyoruz ya hu… Yalnız biri, ikisi değil, hepsi Geççek!

(1) Elimde bütün seri yok, bu nedenle Ekim, Kasım, Aralık 2021 ve Temmuz, Ağustos 2022 anketlerinin verilerinden yola çıkacağım.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.