Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Elif Gökçe Aras yazdı: Siyasette Aronofsky etkisi

İtiraf edeyim, başlığı sizi yakalamak için öyle yazdım. Ama okuyunca da iç geçirmedim değil. Ahh, ne güzel olurdu kültür-sanatla, felsefeyle kendini zenginleştirmiş siyasetçilerimiz olsa. Birbirlerine seslenirken sokak kavgası seviyesinde cümleler kurmak yerine zekice derinlikli cümleler kursalardı.

Bundan yıllar önce Darren Aronofsky’nin “Black Swan” ve “Pi” filmlerini izleyip kendisine hayran olunca onu daha iyi tanıyabilmek için yönetmenin retrospektifini gözden geçirmeye karar verdim. Sıra “The Wrestler – Şampiyon” filmine gelince afişine bakarak yönetmenin bu filmi sanat filmleri yapabilmek için popüler kültüre ödediği bir diyet olarak çektiğini düşündüm. Film, eski bir güreşçinin hikâyesine ışık tutuluyordu. Filmdeki drama zannettiğim gibi popülist olmasa da ben filmin vermek istediği mesajın dışında başka bir şeyin örneğini buldum. O zamandan beri de hem yurtiçinde hem yurtdışında tanık olduğum birçok siyasi olay bana filmin bir sahnesini anımsatır ve gülümsetir.

Sağlık durumu el vermediği için artık ringleri bırakmak zorunda kalan Randy, para için zaman zaman bazı maçlara çıkmaktadır. Gençlik dönemlerinde sıkı rakip olan sporcular, ringe çıkmadan önce bir yandan eski günleri yâd eder, bir yandan ringde birbirlerine yapacakları numaralarla ilgili pazarlık yaparlar. Güreşten ziyade seyirciler için hazırlanmış bir şovu planlıyorlardır aslında. Komisyoncuların çıkarlarına göre kazananın ya da kaybedenin en baştan belirlendiği maçta amaç şovu yapıp günlük yevmiyeyi kazanmaktır. Çirkin bir şiddet barındıran bu şov için şöyle bir pazarlık yaparlar mesela: “Sen benim şurama zımba bas (evet zımba), ben senin saçını yolayım.” “ Dişimi kır ama filanca dişimi kır” gibi seyirciyi şok edecek bir pazarlık yapar ve ringe çıktıklarında da bunu hayata geçirip günün sonunda el sıkışarak başka bir işte görüşmek üzere ayrılırlar. Dövüşteki amaç yenmek, şampiyon olmak değil, seyirciyi eğlendirmektir. Bütün şov seyircinin şiddet şehvetini doyurmak, onları etkilemek ve elbette ceplerindeki paracıkları almak için planlanır.

Bu sahne bana neyi mi hatırlatıyor? Siyasette dönen kirli dolapları. Kapalı kapılar ardında yapılan çirkin planları. Siyasetçilerin seyircileri oyalamak ve o minik oylarını alabilmek için bile isteye yaptıkları dövüşleri. Bu sahneyi en son Ümit Özdağ ve Süleyman Soylu diyaloğu üzerine hatırladım. Tıpkı bunun gibi Yunanistan Başbakanı Miçotakis ile Erdoğan arasında yaşanan söz düellosu da “Sen benim dişimi kır, ben senin saçını yolayım” minvalinde. Her yıl aynı dönem ABD Senatosu’na getirilen Ermeni Soykırımı Tasarısı kabul olacak mı olmayacak mı, soykırım denecek mi denmeyecek mi, kınanacak mı kınanmayacak mı gerilimi de bana hep o sahneyi hatırlatırdı, Rusya ve ABD arasında tırmanıp tırmanıp sönen gerilim de. Bu arada insanlar ölüyor, barış içinde müreffeh bir hayat hayal olarak kalıyor, kimin umurunda?

Nesiller geçiyor, siyasiler zamanla aşılması gereken hassasiyetlerin törpülenmesi için hiçbir şey yapmıyor. Tam tersine tabanlarının hassasiyetlerini beslemeleri gerekiyor ki yeri geldiğinde bu hassasiyeti devşirebilsin. Zoruma gidiyor hayatlarımızın sığ siyasetçilerin elinde oyuncak oluşu. 

Ancak bu seçim döneminde Türkiye’de diğer seçimlerden daha farklı olan bir şey var, o da bazı partilerin bilinen yöntemlerle manipülasyon yapmaktansa açık kartla oynamaları. Ve daha önce hiç denemedikleri sert ve net tavırlar sergilemeleri. Açıkçası kişisel olarak açık sözlülüğün yarattığı karizmanın, kimseyi kaybetmemek için orta yollu konuşan tiplerden daha çok dikkat çektiğini düşünürüm. Hakikate dayanan karizma muhatabınızı felç eder, alışık olduğu bir şey değildir ve üstelik az sonra hangi foyasını dökeceğinizi bilemediğinden çalakalem savaşamaz sizinle, temkinli olmak zorundadır. Bu yüzden muhalefet kanadında Kemal Kılıçdaroğlu, Ümit Özdağ, Fatih Erbakan, Erkan Baş ve tüm dönemlerde HDP’nin net siyasetinin diğer partileri olduğu kadar iktidar odaklarını, güç ve sermaye odaklarını ve bir kısım seçmeni de hem cezbettiği hem korkuttuğu kanaatindeyim. Bu bağlamda hedef kitlenizin karakterini tanımak çok önemli.

Mesela Kılıçdaroğlu’nun ısrarla kamuoyu önünde “beşli çete”ye randevu vermediğini, dolaylı yoldan kendisine ulaşma çabalarına dahi izin vermediğini söylemesi kirli sermaye gruplarını ürküttüğü kadar, sigortasız işçi çalıştıran, malzemeden çalan, vergisini ödemek için vergi affını bekleyen, kaçak kat çıkan, özetle bir şekilde insanların hakkına giren insanları da korkutmaktadır. Çünkü ortada olan pastadan bazı odaklar çok daha fazla faydalanırken pastanın en üst noktasından azala azala aşağı inen çikolata sosu vatandaşın dilimine kadar ulaşır. Kılıçdaroğlu korkmuyor mu halkımızın bir kısmının nesiller boyu bulaştığı ve artık normalleştirdiği hukuksuzluğun imtiyazlarını kaybetmek istememesinden? Söylemini netleştirdikçe ve bunda ısrar ettikçe taşıdığı yüklerden beli bükülmüş ya da en başından beri kimsenin hakkına girmemiş, hukuk ve adaletten yana tavır almış halktan daha net destek alırken, küçük ve büyük sömürgecileri de karşı safta hizalamış oluyor. Acaba kim daha kalabalık? Göreceğiz.

Çoğunluğun bu zehirli pastadan yediği bir ortamda Kılıçdaroğlu ve Erkan Baş gibi liderler ne yapmak, nereye varmak istemektedir? Hadi Erkan Baş’ın işi kolay, kol kola girdiği Emek ve Özgürlük İttifakı’ndaki diğer üyelerin yaklaşımları da kendisi gibi olduğu için “Önümüze gelene yüz tekme” diyerek yürüyebiliyor ama Kılıçdaroğlu? İttifak masasındaki diğer partilerin hemen her sorun için “İktidara gelelim, biz çözeceğiz” dediği meseleler için açık ve kimine göre doğru, kimine göre yanlış alışılmadık tavırlar alıyor. Masa bir tarafa belli ki partisinin içinde dahi söylem ve tavırlarını yanlış bulan, bazı kapıların açık kalmasını isteyen kişiler var. Siyasi partiler toplumun farklı kesimlerinden insanları barındırdığı için parti kalabalıklaştıkça toplumun arıları da sinekleri de aynı tabağa yaklaşıyor. Hem partisinin içinden hem muhalif kesimden hem iktidar hem bir kısım medya tarafından eleştirilirken halen daha duruşunu koruyor. Ve dolayısıyla toplumda bu duruşu takdir eden insanları etrafına toplayabilecek. 

Peki ya masadaşlarındaki siyasetsizlik?

Örneğin Akşener, önce “Merkez parti olacağım” diyor. Sonra “Ömer’in yolundan” yürümeye kalkıyor. Ancak Ömer’in yolu iktidar tarafından daha önce aşındırıldığı için halk o yolun nereye çıkacağını biliyor ve itibar etmiyor. Akşener, iktidar dilini kullanmak isabetsizliğini yaptığı için muhalif kesimde de gözden düşüyor. Ardından yeniden “Ne sağcıyım ne solcuyum, ortacıyım ortacı” diyor ve partisinin şahinlerinin gözlerini bağlıyor. Bakıyor ki merkezde kendi oyları yerinde sayarken Özdağ milliyetçi oylarla büyümeye başlıyor, şahinleri salıp “HDP ile yan yana gelmem” diyor. HDP konusunda muhalif kanattan çok eleştiri alınca bu sefer Bucak aşiretini ziyaret ediyor. Başından beri suçlandığı 90’lar bakiyesine selam çakıyor. Bu resme bakınca Akşener iktidara ortak olduğunda şu anki iktidarın taşıyıcı kolonlarından Mehmet Ağar’la el sıkışmayacağını söyleyebilir misiniz?  Üstelik o Akşener Susurluk kazası sonrası Mehmet Ağar içişleri bakanlığı görevinden istifa edip halef-selef olduklarında “Abi gitti, kardeşi iş başına geldi” demiş biri. Öyle bir ortamda nasıl yapılacak gerçek bir hesaplaşma?

Meral Akşener deneme-yanılma yöntemi ile siyaset yapmayı ve halkını tanımayı öğrenedursun, seçimlere fazla bir zaman da kalmadı, o süre içerisinde yapabileceği manevra da. Her ne kadar artık onun için trenin kaçtığını düşünsem de bütün bu vitrin dekore etme macerasını halkın gözü önünde yaptığını hatırlamalı ve daha fazla birbiriyle çelişen manevra yapmadan bir duruş tercih ederek ana kolonunu seçmeli ve onu destekleyecek kararlar almalı.

Saadet Partisi, CHP ile ittifak kurduğundan beri demokrasi adına çok doğru bir iş yapsa da tabanının hassasiyetlerini görmezden geldiği için en dip kemik oylar haricinde İslamcı seçmeni partisine çekemiyor. Zaten yolsuzluklara izin vermemek iddiası haricinde AKP ile çelişen bir söylemi neredeyse yok. Ancak Fatih Erbakan’ın Yeniden Refah Partisi, AKP’den kopup Saadet’e yanaşamayan İslamcı seçmeni yakalıyor. Yakalıyor çünkü tabanı için net söylemler seçip, ekonomi politikaları ve hükümete eleştirilerini sunarken bir yandan seçmeni ile uyumlu olarak CHP’den uzak duruyor. Tam iki ittifak arasında CHP alerjisi yüzünden Cumhur İttifakı’na yanaşacakken tabanından gelen itirazı dinleyip tek başına yol almaya başladı. İtiraf edeyim Fatih Erbakan beni şaşırttı. 

DEVA ve Gelecek dikkat çekici hiçbir şey söylemiyor. Bu halleriyle DEVA, İYİP ve Gelecek ortada değil, yalnızca ortalıkta duruyorlar gibi görünüyorlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.