Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Mersin saldırısının derin anlamı

Mersin’de 26 Eylül gecesi polisevine düzenlenen saldırıda bir polis yaşamını yitirdi, biri polis dört kişi yaralandı.

Seçimlere giderken yeni bir kaos dönemi mi başlıyor?

Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, HDP eş genel başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar’ın saldırıyı kınaması ne anlama geliyor?

Ruşen Çakır yorumluyor.

https://open.spotify.com/episode/4z7U2aS2E5pudLt7b8hD59?si=6mrJ6XwHQ6ex9-NJkxJCoQ

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Pazartesi gecesi Mersin’in Mezitli ilçesindeki Tece Polisevi’ne yapılan silâhlı saldırı Türkiye’nin gündeminde ve anladığım kadarıyla daha uzun bir süre gündemde kalacak. Çünkü belli bir süredir şehir merkezlerinde, büyük şehirlerde bu tür terör saldırıları pek olmuyordu. Ne PKK’dan ne de IŞİD ve benzeri örgütlerden bu tür saldırıları görmüyorduk ve birdenbire, tam Türkiye’nin seçime kilitlendiği bir yerde –her ne kadar 9 ay gibi bir süre olsa da Türkiye uzun bir süredir seçimleri konuşuyor mâlûm–, böyle bir anda bu saldırı gündeme geldi. Bir polis memuru hayâtını kaybetti. Saldırgan iki kadın kendilerini havaya uçurdular. Onlar da öldüler. Birisinin zamânında gazetecilik yapıp, gazetecilik yaptığı için yıllar önce tabiî gözaltına alındığı da kayıtlara geçti. 

Bu saldırı birçok açıdan önemli. Tabiî ki öncelikle seçim öncesinde olmasının anlamı var. Mâlûm, Türkiye’de 2015 Haziran ve Kasım ayları arasında çok acayip şeyler yaşanmıştı. Tam bir kaos ortamı yaşanmıştı. Haziran’da tek başına iktidârı kaybetmiş olan AKP, bunun sonrasında yapılan seçimlerde tek başına iktidârı yeniden kazanmıştı. Şimdi de bu teori uzun bir süredir gündemde zâten. Erdoğan’ın kazanması çok zor. Hattâ imkânsız olduğu söylenen bir seçim var önümüzde ve “Erdoğan bu seçimleri nasıl çevirebilir?” sorusunda, akla ilk olarak tekrar insanlarda bir güvensizlik duygusu yaratılması geliyor. Yani kaos; insanların endîşeye kapılması ve dolayısıyla da çok büyük değişiklikler istememesi, var olan iktidârın etrafında kenetlenmesi — tıpkı 2015’te olduğu gibi. Bu ne zamandır dile getiriliyor ve bu konuda neler olabileceği yolunda da birtakım spekülasyonlar yapılıyordu. Tam böyle bir dönemde Mersin’de bu saldırı oldu. Belli ki bu saldırı, Kandil imzâlı bir saldırı. Henüz bir açıklama ben görmedim Kandil’den; ama bütün işâretler bunu gösteriyor. Tabiî bu olay, “Niye böyle bir şey yaparlar? Amaç nedir? Ve bunun devâmı gelir mi? Devâmı gelirse bu Türkiye’deki siyâsî havayı nasıl etkiler?” sorularını da berâberinde getiriyor. Hep söylüyoruz, tekrâr baştaki gibi; Haziran-Kasım 2015 göndermesi çok var. Nitekim HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar da bu noktaya dikkat çekiyor. Başkaları da var tabiî ki bunu söyleyen ve insanları uyanık olmaya, bu tür provokasyonlara karşı hazırlıklı olmaya çağırıyor. 

İyi güzel de peki o zaman bu saldırıları kim yapıyor, kim yaptırıyor? İşte burada işler karışıyor. Burada belki birtakım otosansür mekanizmaları devreye giriyor. Şunu söylemek çok kolay değil: Bu doğrudan birtakım derin güçlerin yaptırdığı bir saldırıdır demek çok mümkün değil. Ama bu saldırının sonuçta birtakım derin hesaplara hizmet edeceğini söylemek bir ölçüde mümkün. Şu aşamada henüz bu noktadayız. Doğrudan bu saldırılardan birileri sorumlu tutulmamakla berâber, bu saldırılardan kimin yararlanabileceği üzerinden hesap yapılıp, pozisyonlar alınıyor. Böyle bir durumla karşı karşıyayız. Burada henüz doğrudan saldırının arkasında olması kuvvetle muhtemel yapılara doğrudan eleştirilere henüz gelebilmiş değiliz. Selahattin Demirtaş’ın hemen ardından salı günü, yani pazartesi gece yaşanan saldırının ardından yaptığı açıklama çok açık ve netti. Adı konmasa bile bu saldırının arkasında olması muhtemel güçlere yönelik de bir eleştiri içeriyordu. Ama dediğim gibi çok net, doğrudan adrese teslim bir eleştiri değildi. Zamânında Selahattin Demirtaş’ın dışarıda olduğu ve bizzat seçim kampanyasını yürüttüğü Haziran-Kasım arasındaki süreçte, Demirtaş’ın o dönemde Kandil’e yönelik bu şekilde doğrudan denebilecek şekilde karşı çıkışlarını pek görmemiştik ve onun sonucunda da partisi de çok ciddî bir oy kaybına uğradı ve Türkiye de bir iktidar değişikliğini bir kere daha ıskalamış oldu.

Şimdi böyle bir saldırıyı Kandil neden yapar? İlk akla gelen tabiî ki uzun bir süredir gerek Suriye’de gerek Irak’ta sürdürülen, bir taraftan Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin bir diğer taraftan Millî İstihbarat Teşkilâtı’nın düzenlediği operasyonlar var. Çok sayıda PKK militanının ve yöneticisinin öldürüldüğü haberleri geliyor ve bunların kimi zaman isimleri de açık açık söyleniyor. PKK’yı bu iki ülke de etkisizleştirmeye yönelik çok ciddî, daha da süreceğe benzeyen operasyonlar var. Türkiye içerisinde de operasyonlar var; ama bunlar Irak ve Suriye’dekiler kadar etkili olmuyor ya da belki Irak’taki ve Suriye’deki kadar kolay olmuyor, bilemiyorum. Ama esas olarak gündemde Irak ve Suriye var. Dolayısıyla PKK’nın bu saldırılara verebileceği cevâbın öncelikle bu çatışmaları Türkiye içerisine çekmek olduğunu düşünebiliriz. Daha önce bunun örnekleri çok oldu. Önce savaşı, kendi tâbirleriyle ülke topraklarına, Türkiye topraklarına çekmek; hattâ daha sonra da bunları büyük şehirlere, metropollere taşımak. Dönem dönem bunları çok yaşadık. Orada TAK adını verdikleri bir örgüt –ki bu örgütün bağımsız olduğu iddia ediliyor; ama bağımsız olmadığını hepimiz tahmin edebiliyoruz– onların düzenlediği kör terör eylemleri de, yani toplu taşıma araçlarına yönelik, sivillerin kalabalık olduğu yerlere yönelik birtakım bombalı eylemler, saldırılar, intihar eylemleri, bunlardan dönem dönem çok olmuştu. Bunu kendi tâbirleriyle “çatışmayı büyük şehirlere taşımak” olarak adlandırdılar. Türkiye şu aşamada böyle bir olayın uzağında gözüküyor; ama Mersin’de böyle bir saldırının yapılması, eğer bunun devâmı gelecekse, daha önce gördüğümüz türden saldırıların da pekâlâ yapılabileceğini bize düşündürtüyor.

PKK’yı yöneten ekibin, bunun Türkiye’deki siyâsî hayâta nasıl etkisi olacağını öngörmemeleri herhalde mümkün değil. Bunun, belli bir ivme yakalamış olan, içindeki tartışmalara rağmen ivme yakalamış olduğunu herkesin gördüğü muhâlefetin işlerini zorlaştırıp, iktidârın işini kolaylaştıracağını da herhalde görüyorlardır. “Buna rağmen bunu niye yapıyorlar?” sorusunu sorunca da tabiî akla hemen birtakım komplo teorileri geliyor. Yani bir şekilde örgütün iktidar tarafından bilinçli ya da bilinçsiz, doğrudan ya da dolaylı bir şekilde yönlendirilmiş olabileceği yolunda birtakım komplo teorileri yapılıyor. Ben bunu açıkçası çok mümkün görmüyorum. Tabiî ki her şey mümkün; ama bana daha çok Kandil’in, “Ben de burada varım, beni yok sayarak siyâset yapamazsınız” deme ihtiyâcı hissettiğini düşünüyorum. Bunu söylerken esas olarak iktidâra değil; muhâlefete söylüyor bana göre. Yani “Ben istesem Türkiye’deki bütün gidişâtı değiştirebilirim” şeklinde özetlenebilecek –tabiî ki bu basitlikte değil; ama bu şekilde özetlenebilecek– bir yaklaşım olabilir burada. Meselâ şu âna kadar gerek devletin gerek muhâlefetin kimleri muhâtap aldığı ya da alabileceği üzerine yapılan değerlendirmelerde, devletin Öcalan’ı, muhâlefetin de daha çok Selahattin Demirtaş’ı –muhâlefetin hepsi değil tabiî ki, ama esas olarak CHP’nin Selahattin Demirtaş’ı– önemsediğini görüyoruz. Fakat bir şekilde silâhı elinde tutan güç Kandil ve Kandil’in Türkiye’deki dengeleri değiştirebilme konusunda elinde çok imkân var. Her şeyden önce silâhı var, her şeyden önce kendini bu uğurda ölüme götürebilecek –intihar eylemi şeklinde olabilir ya da Mersin’de olduğu gibi; herhalde oradaki bir intihar eylemi değildi, fakat yakalanacaklarını düşünerek, devletin resmî açıklaması da bu yönde, kendilerini öldürdüler– buna hazır kişiler de var, gönüllüler de var, iyi eğitilmiş kişiler de var, mühimmat da var, bunların lojistiği de var. İsterse, daha önce örneklerini gördüğümüz gibi, Kandil Türkiye’de bir kaos ortamını tek başına yaratabilir. Bunu yaratacaklar mı çok emin değilim. Ama bunun bir tür işâret olduğunu ve kendisini hatırlatma hareketi olduğunu düşünüyorum ve çok ciddî bir şekilde hatırlamış olduk.

Tabiî burada bundan en çok yararlanan ve yararlandığını da gizleme ihtiyâcı hissetmeyen bir iktidar var. Şu âna kadar söyledikleri her şey, bütün o beka söylemi, terörle mücâdele söylemi vs. hepsi bir yerde havada kalıyordu. Çünkü ne Suriye’den ne Irak’tan çok ciddî tehditler olmamasına rağmen oralarda operasyonlar vardı. Türkiye’de çok uzun bir süredir özellikle kentlerde bu tür saldırılar, terör eylemleri yaşanmadığı için, bunlar bir şekilde kamuoyu oluşturmak için çok çaba sarf ediyorlardı; ama insanlar bunu âcil bir tehdit olarak görmüyorlardı. Geçmişte yaşanmış, yaşadıkları, hoşlanmadıkları bir deneyim olarak görmekle berâber, şu ânın meselesi olarak görmüyorlardı. Şu ânın meselesi tabiî ki öncelikle Türkiye’de ekonomik sıkıntılar. Ve birdenbire terör, tekrâr Türkiye’nin gündemine girebileceğini göstermiş oldu. Kamuoyu yoklamalarında insanlara en çok nelerden şikâyet ettikleri sorulur hep; dönem dönem terör en üste çıkar, ama uzun bir süredir ekonominin çok gerisinde bir yerde duruyor. Şimdi tekrar yukarıya doğru çıkabileceğini bize hatırlatmış oldu Mersin saldırısı. 

Burada sözünü ettim, Selahattin Demirtaş’ın gecikmeksizin yaptığı açıklama bence çok önemli. Burada Selahattin Demirtaş uzun bir süredir Türkiye’de Kürt siyâsî hareketinin liderliğine doğru yol alan bir isim. Bunu böyle söylemek o hareketin içerisinde olan birçok kişiyi rahatsız edebilir; çünkü Abdullah Öcalan var. Kandil’in kendisini de memnun edecek bir şey değildir; ama biz dışarıdan gözlemciler için, bizim böyle bir yumurta küfemiz olmadığı için rahatlıkla söyleyebiliriz. Selahattin Demirtaş bir süredir ve ilginç bir şekilde özellikle cezâevine girdikten sonra –cezâevine girmeden önce, Haziran seçimi öncesinde de bayağı bir popülaritesi vardı; ama Kasım’a kadar geçen sürede bundan, yani hazırdan yemişti diyelim– ve cezâevi sürecinden îtibâren çok sistemli bir şekilde tekrar kendi gücünü inşâ ediyor. Böyle bir olayın ardından gecikmeksizin yaptığı bu açıklama da aslında Kürt hareketi içerisindeki yeni eğilimlerin ne olduğunu bize gösteriyor. Şu âna kadar benim gördüğüm kadarıyla Selahattin Demirtaş’ın bu açıklamasına açıkça cephe alabilen, o hareketin içerisinden çok fazla kişi çıkmadı. Yani Kürt hareketinin geleceğini esas olarak Demirtaş ve benzeri çizgide olduğunu bu vesîleyle bir kere daha gördük. HDP de çok hızlı bir şekilde, açık bir şekilde olaya karşı tavrını koydu. Tabiî bu arada unutmayalım; HDP’nin süren bir kapatma dâvâsı var. Bu kapatma dâvâsının da ülkedeki atmosferden doğrudan etkileneceğini herhalde öngörebiliriz. Yani terör eylemlerinin tırmandığı bir ülkede verilecek kararla, daha sâkin bir ülkede verilecek karar arasında herhalde çok ciddî farklar olacaktır. Bir diğer husus da, her ne kadar Altılı Masa’nın bir üyesi olmasa da HDP’nin önümüzdeki seçim sürecinde çok etkili olacağını, hattâ özellikle cumhurbaşkanının kim olacağı konusunda HDP’nin duruşunun çok önemli olacağını biliyoruz. Ardından yeni oluşacak Meclis’te de HDP eğer normal şartlarda kamuoyu araştırmalarının bize gösterdiği şekilde, yine rahat bir şekilde %10’un üzerinde oy alırsa, milletvekilleriyle önümüzdeki süreçte yasama sürecinde muhâlefetin birtakım arayışlarında çok önemli bir ortağı da olabilir. Tabiî bütün bunlar seçim sürecine doğrudan ya da dolaylı müdâhil olmak, seçim sonrasında Türkiye’nin yeniden yapılanmasında doğrudan ya da dolaylı müdâhil olmak gibi fırsatlar bir terör atmosferiyle hebâ olabilir. Dolayısıyla HDP de çok kritik bir eşikte duruyor ve şu hâliyle baktığımızda ilk anda gecikmeksizin verdikleri tepkiyle aslında tercihlerini yapmış gözüküyorlar. Fakat bu olayın tırmanması hâlinde, eğer tırmanırsa ve buna karşı da devlet tırmanan teröre karşı aynı şekilde çok sert birtakım adımlara giderse –ki ilk günden bunun işâretlerini de verdiler biliyorsunuz; ilk günden îtibâren hemen HDP’yi ve hattâ CHP’yi suçlamaya kadar vardırdılar, Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere– bunun sonrasında tırmanma durumunda aynı rahatlıkta ve aynı hızda ve aynı netlikte davranabilecekler mi açıkçası çok emin değilim.

Bundan sonraki sürecin belirleyici gücü esas olarak Kandil olacak, öyle gözüküyor. Bunun bir kerelik bir şey olduğunu düşünmek mümkün; ama devâmının gelme ihtimâlini hiç yabana atmamak gerekiyor. Eğer devâmı gelirse –ki genellikle bu tür saldırılar bir dizi saldırının ilki gibi hayâta geçti daha önceki örneklerde– gerçekten çok zor bir süreçle, tüm Türkiye ama özellikle muhâlefet partileri, tabiî ki HDP ama bütün muhâlefet çok ciddî, çok ince bir sınavdan geçiyor olacak. Türkiye’de son dönemde garip bir şekilde, iktidâr zâten bu yönde, muhâlefetin içerisinden kopmuş olan yeni partiler de bu konuda çok netler; Zafer, Memleket partileri meselâ bu konuda çok netler ve özellikle muhâlefet, Altılı Masa’da İYİ Parti bu konuda güvenlikçi politikaların, yani Kürt meselesini tamâmen teröre indirgeyen politikaların devamcısı gibi gözüküyor. Onların elini güçlendirebilecek bir döneme tekrar girebiliriz. Dolayısıyla Mersin saldırısının çok önemli olduğunu, bunun bir kerelik bir şey olmama ihtimâlinin bayağı bulunduğunu ve bundan sonra özellikle muhâlefetin farklı aktörlerinin atacakları adımların çok önemli olduğunu söylemekle şu anda yetinmek istiyorum. Umarım devâmı gelmez, umarım Türkiye’de siyâset kaos olmadan, gerginlikler olmadan, sâkin, olabildiğince sâkin —sâkin olmayacağını biliyoruz ama—, olabildiğince sâkin bir ortamda, gerçekten yasal alanda siyâsî tartışmayla Türkiye bir seçime girer. Yoksa bu hâliyle pazartesi gecesi yaşananlar hiç de iyi bir şeyin habercisi, iyi şeylerin habercisi değil. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.