Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Hatem Ete ile seçim panoraması: İktidarın artan, muhalefetin azalan özgüveni

Kılıçdaroğlu, aday olursa seçilebilir mi?

İktidar kendini yeniden toparlayabilir mi?

Muhalefetin iç tartışmaları kamuoyuna nasıl yansıyor?

Ruşen Çakır ve Hatem Ete değerlendiriyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Panorama TR’nin aylık araştırmalarının Eylül ayındaki raporunu tartışmak için yine Hatem Ete ile birlikteyiz. Merhaba Hatem.

Hatem Ete: Merhaba.

Ruşen Çakır: Ay ay gidiyorsunuz. Biz de ay ay tâkip ediyoruz ve her seferinde çok ilginç, çok güzel tartışmalara yol açan bulgular var. Şimdi, öncelikle başlığa da çıkarttığımız hususu sormak istiyorum. Çok ilginç bulgular var ama, bence raporun en çarpıcı bölümü — okuyorum: “Eylül ayında muhâlefet iç tartışma ve ihtilâflarla meşgul olurken; iktidar ekonomi ve dış politika alanlarındaki pozitif hamlelerle gündem oluşturdu. Bu durum iktidârın son 1-2 aydır sâhip olduğu özgüvenini tahkim ederken, muhâlefete yönelik güveni sarstı. Bu çerçevede Eylül ayının 2022 yılı boyunca iktidârın en avantajlı, muhâlefetin de en dezavantajlı geçirdiği ay olduğu söylenebilir.” Çok önemli saptamalar var. Bunu biraz aç, sonra bunun üzerinden biraz daha devam ederiz. 

Hatem Ete: Tabiî. Şimdi seninle önceki programlarımızda da konuştuğumuzda, iktidârın son 2-3 aydır bir özgüven kazandığını konuşuyorduk, gözlem olarak ifâde ediyorduk. Fakat bunun en fazla oy oranlarına yansıdığı ay, bu ay oldu. Yani Eylül ayında iktidar aslında 2-3 farklı alanda avantajlı bir süreç geçirdi. İlkin Temmuz ayında yaptığı ücret artışlarının yansımaları devam ediyor. Dolayısıyla bu hayat pahalılığından etkilenme şeyi düştü. Doları bir yerde tutmayı başardı bugüne kadar ve en son bunun çarpıcı iki sonucu, bu sosyal konut projesine yönelik büyük talep oldu. Bu talep aslında iktidâra bir güven olarak okundu. Ama bundan daha önemli somut gösterge, tüketici güven endeksinin 3 ay boyunca üst üste, bu eskiden geçirmiş olduğu düşüşü tersine çevirip yükselmeye başlaması oldu. Bu ay eski yüksek yerde durmaya devam etti. Dolayısıyla bunun birinci ayağı ekonomi ve ekonominin toplum algısında negatif etkisinin törpülenmeye çalışılması, kontrol edilmeye çalışılması. İkincisi, dış politikada ve iç siyâsî tartışmalarda iktidar Eylül ayını rahat geçirdi. Yani neredeyse muhâlefetin iktidâra yüklendiği, iktidârın muhâlefetten gelen eleştirilere ya da belli ortaya çıkan ifşaatlara cevap vermekte zorlandığı bir ay olmadı Eylül ayı. Ama bunun tersine muhâlefet daha çok tartışıldı Eylül ayında. Bu da iktidâra bir güven aşıladı. Bunların yansıdığı son gösterge de aslında, oy oranlarında iktidârın uzun süredir iddia ettiği, bizimse yakalamadığımız, ilk defa bu ay bu kadar güçlü bir şekilde görünür hâle gelen, kararsızlardan 2-3 puan oy alıyor olması oldu. Yani dolayısıyla bu üçünü birleştirdiğinizde, hem ekonomi, hem iç ve dış politikadaki rahat geçirme, pozitif hamlelerle gündeme gelme, hem de bunun oy oranına yansıması iktidar açısından avantajlı oldu. Muhâlefetse aslında uzunca bir süredir hem pozitif gündemlerle ve konularla toplumun gündemine geliyordu, hem de iktidârı birçok alanda sarsmayı başarıyordu. Yani her bir lider, sâhada yoğun bir etkinliğe sâhiplerdi. Yeni siyâsî iddialar, yeni siyâsal gündemler açıyorlardı. Bu gündemler üzerinden gelecek tasavvurunun çalışıldığını da kamuoyuna aktarabiliyorlardı. Bu ay ise iki tâne konuda sürekli defansta kaldı muhâlefet ve bence birçok muhâlefet seçmeni, muhâlefetin önümüzdeki seçimleri kazanmasını isteyen birçok kesim, bu ay tedirgin oldu, endîşe taşıdı. Yani “Bu muhâlefet bu işi başaramayacak mı acaba?” duygusunu tetikledi bu tartışmalar. Birincisi HDP tartışmasıydı. Yani Gürsel Tekin’in bir cümlesiyle başlayan ve kısa sürede CHP, İYİ Parti ve HDP arasında büyüyen tartışma. Bu, “Acaba bu muhâlefet seçmenin oylarını aynı adrese kanalize etmeyi başaramayacak mı?” duygusunu tetikledi. Bundan daha önemlisi –ben bu HDP meselesinin zâten ortaya çıkış amacının da aslında bu diğer başlık olduğunu düşünüyorum– Kılıçdaroğlu’nun ortak adaylığa günbegün yaklaşmasına İYİ Parti’nin koyduğu fren. İYİ Parti’yle de sınırlı değil; bence orada İYİ Parti bir siyâsal sözcülük üstleniyor aslında. Genel olarak Altılı Masa bünyesinde Kılıçdaroğlu’nun ortak adaylığına yönelik rahatsızlığın ilk defâ bu kadar gün yüzüne vurulması oldu ve dolayısıyla da ortak aday tartışmalarına, “Muhâlefet son 3 aydır geçirdiği aşamaları terk mi edecek, yani yeniden başa mı döneceğiz? Yeniden bütün arayışlar mı şekillenecek?” duygusunun tetiklenmiş olması. Bu ikisini koyduğunuz zaman, gerçekten Eylül ayında iktidar rahat, pozitif bir gündemle kamu gündemine geldi. Muhâlefet ise son 1-2 yılın en dezavantajlı yılını geçirdi diyebiliriz.

Ruşen Çakır: Evet. Şimdi bu özetin ardından baktığımız zaman, rakamlarda çok olağanüstü büyük kıpırdanmalar yok; ama senin vurguladığın husus çok önemli. Yani muhâlefetten iktidâra bir oy kaymasından ziyâde, kararsızların sayısının azalıp, bundan iktidârın daha fazla istifâde ettiği görüntüsü var ve burada da özgüven meselesi çok önemli — başlığa da çıkarttığımız, senin de söylediğin. İktidar, daha ayakları üzerinde duruyor gibi; ama muhâlefet daha kendi arasındaki meselelerini çözememiş gibi. Bu, sonuçta kararsızlarda bir etki yaratıyor. Değil mi? 

Hatem Ete: Evet. Şimdi aritmetik olarak, yani sayısal olarak, iktidârın seçimlere yönelik konumunu değiştirecek bir değişim olmadı Eylül ayında. Fakat siyâsal psikoloji olarak iktidar seçimlere daha avantajlı bir konuma yükseltti kendisini. Yani ben orada özellikle siyâsal durumla sayısal durumu birbirinden ayıralım diye önerdim. Yani matematiksel olarak baktığınız zaman, “Oy oranlarında heyecanlanmayı gerektirecek işler bitti, iktidar tekrar seçim potasına girdi” dedirtecek bir değişim yok. Evet, Erdoğan’ın oylarında 2-3 puanlık bir artış var, AK Parti’nin oylarında 2-3 puanlık bir artış var. Bu artış netîcesinde Cumhur İttifâkı, Millet İttifâkı’yla aynı eksene oturmaya başladı. Muhâlefet oyunu artırmadı, ama oy da kaybetmedi. Geçen ayki durumu neyse bu ay da o durumda kaldı. Bu rakamlarla ilgili iki şeyi vurgulamak gerekir. Yani biz de önümüzdeki aylarda bu iki noktaya bakacağız. 1) Eğer gerçekten Erdoğan ve AK Parti, genel olarak iktidar, bir yükseliş trendine girdiyse, seçmen uzunca bir süredir muhâlefete yönelik beklentilerinin karşılanmadığını fark edip tekrar iktidâra yönlenecekse, bunun muhtemel büyüme marjı nedir? Buna bakmak lâzım. Ben o büyüme marjına baktığım zaman, bu ayki oy hareketliliği kararsızlardan geldiği için, kararsızlar içerisindeki AK Partililer AK Parti’ye geri döndüğü için, bu marjın maksimum 3-4 puan olduğunu görüyorum. Yani bugün bile kararsızlar içerisinde AK Parti kökenli olan, daha önceki seçimlerde Erdoğan’a ya da AK Parti’ye oy veren 3-4 civârında kararsız durmaya devam ediyor. Dolayısıyla bunun marjı 3-4 puanla sınırlı gözüküyor. Eğer bu trend devam edecekse buna bakmak lâzım, ne kadar ilerleyebilir? İkinci konu: Bu bir istikrar kazanacak mı? Yani bu bir trende dönüşecek mi? İktidar, gerçekten önümüzdeki aylarda da bu pozitif algısını, kamuoyu nezdinde ayakları sağlam basan bu muhkem duruşunu sürdürmeyi başaracak mı? Yoksa, örneğin Kasım ayında ekonomistlerin dediği gibi yeni bir dalga mı gelecek ve iktidârın bu ekonomik istikrar üzerinden oluşturduğu özgüven sarsılacak mı? Önümüzdeki dönemde iktidar ve muhâlefet dinamiklerinin nereye evrileceği konusunda bu ikisi belirleyici olacak. 

Ruşen Çakır: Şimdi birtakım bulgular var. Geçen ay bu kadar değildi. Yani şöyle bir eğilim vardı, onu da söylüyorsunuz: Cumhur İttifâkı öndeyken gerilemeye başlıyor, Millet İttifâkı öne geçiyor. Ama şu hâliyle baktığımız zaman, Cumhur İttifâkı ile Millet İttifâkı neredeyse aynı. Değil mi? Bir onu saptıyoruz.

Hatem Ete: Evet.

Ruşen Çakır: İki: Altılı Masa’yı saydığımız zaman, Altılı Masa Cumhur İttifâkı’ndan fazla.

Hatem Ete: Evet.

Ruşen Çakır: Ama cumhurbaşkanı seçmeye yetecek bir oyu sağlayamıyor. Muhâlefet olarak baktığımız zaman, buna HDP’yi de kattığımız zaman %50’yi rahatlıkla aşıyor ve cumhurbaşkanını seçtirebiliyor. Şimdi ilginç bir olay var. Millet İttifâkı, yani CHP+İYİ Parti ve belki Saadet Partisi’ni koyuyorsun Millet İttifâkı’na, ya da en azından iki büyük partiyi, ondan sonra Altılı Masa diyorsun, ondan sonra genel muhâlefet diyorsun. Şimdi bir de tabiî şu husus var: Yeniden Refah Partisi ve Zafer Partisi. Daha önce de konuştuk. Burada sizin bulgularınızda, kararsızlar dağıtıldıktan sonraki verilen tablonuza bakıyorum, hiç de az olmayan bir rakama ulaşan diğerleri var ve dolayısıyla çok açıkçası, bir şekilde bunlar şu ya da bu nedenle, hepsi ya da bir kısmı cumhurbaşkanlığı seçiminde ya da hattâ milletvekili seçiminde, Cumhur İttifâkı’na yanaşma ihtimâlleri olursa birtakım dengeleri değiştirebilecek durumdalar. Yanılıyor muyum?

Hatem Ete: Hayır. Kesinlikle. Yani son birkaç aydır bu çok net bir şekilde ortaya çıktı. Muhâlefet adayı kim olursa olsun, bu seçim kolay bir seçim olmayacak. Yani geçen yılın sonlarına doğru gelişen, “İktidar mutlaka kaybediyor. Erdoğan ekonomiyi toparlayamayacak ve iktidârı kaybedecek” algısı, 2022 yılı içerisinde aybeay değişti. Yani dolayısıyla bugün rakamlara bakıldığında ve bu siyâsî partilerin oy dağılımlarına bakıldığında, hiçbir ittifâka katmadığımız partilerin oylarının yükselmesi ve oyunu değiştirebilecek bir boyuta gelmesi, muhâlefetin HDP ile kurduğu ilişkinin hiçbir zaman güven veren bir noktaya erişememesi ve HDP’nin her an muhâlefetle ilişkisini koparabilecek bir mesâfede durmaya devam etmesi, Cumhur İttifâkı’nın da oylarında bir düşme yaşanmaması, durması; şimdi de 2-3 puanla sınırlı olsa bile oylarını artırma sürecine girmesi, öyle ya da böyle bu cumhurbaşkanlığı seçimlerinin zor olacağını gösteriyor. Zâten bence Kılıçdaroğlu’nun muhtemel ortak adaylığıyla ilgili spekülasyonların, îtirazların, endîşelerin doğmaya başlamasına da biraz bu tablo kaynaklık etti. Seninle birkaç defâ bu programda da konuştuk. Şimdi mesele, kimin daha iyi bir cumhurbaşkanı olacağı ve geçiş sürecini daha iyi yöneteceği meselesi olsaydı, Kılıçdaroğlu’na diğer liderlerin râzı olması daha kolay olacaktı. Ama bu bir varsayıma dayanıyordu: Zâten muhâlefet kazanacak varsayımı. Yani muhâlefet adına hangi aday olursa olsun kazanacak varsayımı. Şimdi bu son tablo, yani muhâlefetin 2022 yılını iyi geçirmemesi, avantajlı geçirmemesi, var olan potansiyel durumunu oya tahvil edememesi ve iktidârın ekonomide ve ülke yönetiminde tekrar performans göstermesine izin veren bir edilgenlikle davranması, tekrar seçimleri muhâlefet için garanti seçimler olmaktan çıkardı. Şimdi muhâlefet açısından seçimler garanti olmayınca, bence hangi aday olursa olsun çok ciddî bir stratejiye ihtiyâcı olacak muhâlefetin. Bütün bu bahsettiğimiz, yani bırak HDP’yi dâhil ettiğimiz muhâlefet; bu muhâlefete katmadığımız diğer partilerin muhtemel seçmenlerinin bile nereye yöneleceğine yönelik bir stratejiye sâhip olması lâzım muhâlefetin. Ama şimdi son günlerdeki söylemlerine baktığınız zaman, Muharrem İnce de Zafer Partisi de, Yeniden Refah baştan beri öyle, neredeyse Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan daha fazla, Kılıçdaroğlu üzerinden kampanya yürütmeye başladılar. Muhâlefet üzerinden bir kampanya yürütmeye başladılar. Şimdi bunu, önümüzdeki dönemde seçime yaklaştıkça hem oy oranlarında hem dengelerde seçimin garanti olmayışını, seçimlerin ancak seçim gecesi sonuçlanabileceğini ortaya koyan emâreler olarak okumak lâzım. 

Ruşen Çakır: Şimdi oradan tekrar cumhurbaşkanlığı meselesine geçelim, onu çok vurguladın. Erdoğan, cumhurbaşkanlığı konusunda sorduğunuz zaman, hâlâ bayağı bir geride yani. Kazanması, ilk turda kazanması imkânsız gözüküyor.

Hatem Ete: Evet.

Ruşen Çakır: Ama şöyle bir şey var: Muhâlefetin 4 aday adayına baktığınız zaman, ikinci tura kalması durumunda İmamoğlu ve Mansur Yavaş kazanıyor; Meral Akşener ve Kemal Kılıçdaroğlu kaybediyor sonucu çıkıyor. Yani sizin bulgularınızda bu çıkıyor. Bu tabiî ki değişebilir. Burada özellikle şunu sormak istiyorum: Mansur Yavaş’ı biliyoruz da, İmamoğlu uzun zamandan beri çok fazla, yani pozitif anlamda çok fazla cumhurbaşkanı adayı olarak gündemde değil. Hattâ o Karadeniz gezisinden beri bir yıpranma ve ilgi azalması var. Ama hâlâ, –meselâ Kılıçdaroğlu o kadar uğraşıyor olmasına rağmen– Kılıçdaroğlu’ndan daha yüksek çıkıyor. Ne dersin?

Hatem Ete: Şimdi bu Karadeniz gezisinden başlayarak, ben raporlarda onu hep vurguluyorum biliyorsun. Seçimlere kadar birçok tekil olay yaşanacak. Bu tekil olaylar, muhtemel adayların seçmen tabanı, oy oranı üzerinde etkide bulunacak; ama bunların hiçbirisi kalıcı olmayacak. En nihâyetinde muhâlefet, resmî olarak kendi ortak adayını ilân etmediği müddetçe, aday adayı olarak ismi geçen aktörlerin tamâmının toplumda bir algısı var ve bu algı aylık değişimlerden sonra belli bir rotaya oturuyor. Şimdi elitlerin kendi aralarındaki siyâsal stratejilerle, oyun hamleleriyle, bâzı adayları oyundan çekmesi ya da başka bâzı adayları oyuna aktarması, bu adayların toplumla kurduğu ilişkiyi etkilemiyor. Meselâ uzunca bir süredir Mansur Yavaş da aday değil aslında. Yani Mansur Yavaş, CHP’nin bir belediye başkanı ve CHP Genel Başkanı, belediye başkanlarının bir süre daha o görevleri sürdürmesi gerektiğini söylüyor. Dolayısıyla herhangi bir belediye başkanının, kendi genel başkanını aşarak partisine rağmen aday olma iddiasını ortaya koyması zor olur. Bunu önümüzdeki dakikalarda konuşabiliriz. Yani başka bir partinin desteğiyle olur mu, olmaz mı? Ama buna rağmen Mansur Yavaş’a yönelik ilgi azalmadı. Ekrem İmamoğlu’na yönelik destek azaldı; fakat bu destek yine iki genel başkandan daha yüksekte durmaya devam ediyor. Yani dolayısıyla siyâsal tartışmalardaki aday olma durumu seçmeni etkiliyor; ama bu adayları seçmenin merceğinden çıkarmıyor, seçmenin perspektiflerinde, kadrajlarında durmaya devam ediyorlar. 

Ruşen Çakır: Çok önemli bulgularınızdan birisi de, “Kılıçdaroğlu aday olursa kazanır mı?” sorusuna bâriz bir şekilde “hayır” cevâbı çıkmış. Yani belli ki muhâlefetin içerisinde de Kılıçdaroğlu’nun kazanma şansının çok yüksek olmadığını düşünen çok insan var ve dolayısıyla da bâzı isimleri, belki çok da gönüllerinden geçmese de kazanabilirlik üzerinden tercih ediyor olabilirler. 

Hatem Ete: Olabilir. Biz normalde hiçbir liderle ilgili spesifik soru sormamaya çalışıyoruz. Yani bu süreçte biz bir senaryo verelim, senaryoyu yorumlayalım diye ilerliyorduk bugüne kadar. Fakat Eylül ayının bütün tartışması neredeyse Kılıçdaroğlu üzerinden döndüğü için; “Aday olacak mı olmayacak mı?”, ortak adaylık vs. Kılıçdaroğlu’nu merceğe alarak birkaç soru sorduk. Yani Kılıçdaroğlu’nun toplumsal algısını ölçmeye çalıştık. Bunun aslında biraz Kılıçdaroğlu’nun lehine sonuç üretmesi beklenirdi. Çünkü bir lideri öne çıkarıp tamâmen o lider üzerinden sorduğunuz zaman, oy oranları biraz değişebiliyor. Hani bir senaryo içerisinde daha güçlü bir teveccüh gösteriliyor; ama doğrudan sorduğunuzda biraz daha yükseliyor. Burada da ufak bâzı kıpırdanmalar olmuş Kılıçdaroğlu lehine, senaryoyla kıyaslandığında. Ama yine cumhurbaşkanı adayı, yani cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmaktan uzak bir yerde gözüküyor.

Ruşen Çakır: Yani onun izlediği bir strateji var bence. Başta böyle olabilir; ama ben politikalar geliştirerek, meselâ dün akşam yaptığı başörtüsü çağrısı gibi ya da helâlleşmeler gibi ya da bâzen hesaplaşma yolundaki çıkışları, “Bunları adım adım inşâ ederim” diye bir perspektifi var ve gerçekten de ilk başladığıyla geldiği yer arasında yine de bayağı bir gelişme var. Ama hâlâ çok sorunlu gözüküyor o zaman, yani en azından insanların algılamasında.

Hatem Ete: Yani bu adaylık tartışmalarındaki son 5-6 aylık sürecin özeti dediğin şey aslında. Yani Kemal Bey şöyle bir varsayımda bulundu: “Bugüne kadar hiçbir adaylık iddiasına sâhip olmadığım için toplum da beni aday olarak görmedi. Fakat aday olma iddiasıyla ortaya çıktık. Bunun gerektirdiği siyâsî açılımları yaptıkça toplumun algısı değişecek” — bu bir. İki: “Muhtemel güçlü adaylar var. Bu muhtemel güçlü adaylar sâhada durdukları müddetçe, sempati ve destek onlara kanalize oluyor. Onları eğer yarıştan çekebilirsem, onlara yönelik muhâlefet desteği de bana yönelir” diye düşündü. Bence geriye kalan 5 muhâlefet lideri de bunu nezâketle karşıladılar. Yani Kemal Bey’in bunu bir deneyip görme hakkını teslim ettiler. O nedenle de bugüne kadar bir blokaj, bir direnç geliştirmediler. Fakat burada önemli olan şey şu. Ama önce şunu söyleyelim; bu Kemal Bey açısından doğru bir strateji bence. Yani bugüne kadar adaylık iddiasında ortaya çıkmayan bir aktörün, adaylık iddiasıyla bir süre vakit geçirmesi gerekir ve toplumun onu aday olarak yeniden değerlendirmesine zaman verilmesi gerekir. Önümüzde muhtemelen Ocak-Şubat’a kadar da aday ilân edilmeyecekse, önünde bir 3-4 aylık bir süre daha var. O 3-4 aylık süre boyunca da bu test edilecektir; yani Kemal Bey’in oy oranı artıyor mu artmıyor mu. Dolayısıyla ben meselâ kendi adıma Eylül ayında siyâsî parti liderleri arasında yaşanan bu adaylık tartışmasını bu yönüyle çok önemsemiyorum. Evet, bu bir gösterge. Bu tartışmalar devam ederse, seçmenin muhâlefete bakışını çok ciddî bir şekilde olumsuz etkileyebilir. Fakat en nihâyetinde kimin aday olacağı, bu liderlerin kendi aralarındaki tartışmasıyla şekillenmeyecek sâdece. En nihâyetinde destek oranına bakılacak. Yani dolayısıyla ben, Kemal Bey’in liderlerden vize almaktan öte, toplumdan vize almayla ilgili bir sorunu olduğunu düşünüyorum şu an. Eğer bunu giderebilirse, gerçekten önümüzdeki 3-4 ay içerisinde, bence bugün liderlerde gözüken ve Eylül ayındaki tartışmalarda kamuoyuna da yansıtılan bu şüpheler kendiliğinden ortadan kalkacak. Yani dolayısıyla burada asıl önemli ve ağırlık verilecek yer; kazanma ihtimâlini artıracak hamleleri yapmaya devam etmesi.

Ruşen Çakır: Şimdi bu noktada klasik, her zaman konuştuğumuz ve yine karşımıza çıkan en büyük şikâyet olan ekonomiyle ilgili, “Ekonomiyi Erdoğan iyi yönetemiyor. Peki muhâlefet çözer mi?” sorusuna da cevap, “Sanmıyoruz” değil mi?

Hatem Ete: Evet, evet. Yani çok çarpıcı bir durum var. “Bu ikisi de çözemez” cevâbı daha fazla ağırlıkta. Şimdi 20 yıllık iktidar tökezliyor, dolayısıyla iktidâra bir pâye verilmiyor. Ama muhâlefetin hazır olduğunu hissettirmesi gerekirdi. Bunu her ay konuşuyoruz. Fakat toplumun muhâlefete duyduğu bir güven de yok. Bence bu Kılıçdaroğlu bağlamında da konuşulacak bir şey. Yani ortak cumhurbaşkanı adayının, toplumu bu bâdirelerden atlatabilecek, toplumun bu bâdireleri atlatmasına öncülük edebilecek bir aktör olması gerekir. Bu nedenle bu siyâsal açılımlarda, ekonomiyle ilgili söylemlerde biraz daha bugüne kadarkinden daha muhkem stratejilere ihtiyaç var. Gözüken o ki, yani meselâ dünkü başörtüsü açıklaması ya da daha önceki açıklamalar hep bu yolda Kılıçdaroğlu’nun kendi hitap ettiği siyâsal yelpâzeyi genişletmeye yönelik cesur hamleleri. Fakat biz, bu hamlelerde ne kadar gecikildiğini gözlemiş olacağız — destek oranının artıp artmamasına baktığımız zaman. İkincisi: Bu açılımlar Kılıçdaroğlu’yla ne kadar özdeşleştiriliyor? Yani bunlar ne kadar kısa vâdeli taktikler olarak gözüküyor, ne kadar Kılıçdaroğlu’nun şahsına eklemlenebilir bir şey olarak görünüyor? Üç: Bence çok fazla sinir uçlarına dokunan alanlarda açılım yapmak da bir lideri olumsuz etkiler ve bu sâhicilik duygusunu zedeler. Onun yerine daha merkezde, kendisine zâten oy veren kitleleri ürkütmeden yapılan açılımlar liderlere daha sâhici genişleme imkânları sağlıyor. Yani o anlamda ben, sinir uçlarında dolaşmaktansa, sinir uçlarında bir siyâsal açılım, söylem genişletmektense, daha mâkul ve Kılıçdaroğlu’na kolayca giydirilebilir, “Evet, Kemal Bey bunları söyleyebilir ve yapabilir”e yönelik alanlarda siyâset geliştirmenin önümüzdeki 3-4 ayı atlatmasında daha etkili bir hamle olacağını düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Yani Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma ihtimâline dikkat çekiyorsun.

Hatem Ete: Yok, bu seçimde bu biraz zor Ruşen Abi. Yani bu seçim, muhâlefet seçmeni açısından iktidâr değişimi umudunun yeşerdiği bir seçim olduğu için, ben çok fazla kendi seçmenini kaybetme riskini abartmıyorum. Yani seçmen öyle ya da böyle, muhtemelen CHP’nin adayı, Altılı Masa’nın adayı kim olursa olsun, çok majör bir uyuşmazlık olmadığı müddetçe oy verebilir diye düşünüyorum. Fakat bunun yeni seçmen kitlelerinde güven uyandırma sorunu üretebileceğine dikkat çekiyorum ben. Yani o nedenle çok sinir uçlarında dolaşmaktansa, merkezdeki alanı genişletmeye yönelik söylemler geliştirmek lâzım. 

Ruşen Çakır: Şimdi bu, muhâlefetin güven verememesi meselesiyle ilgili, biliyorsun Altılı Masa ikinci tura başladı pazar günü ve orada da vurguluyorlar: “Kamuoyunun beklentilerini göze alarak…” deyip birtakım açıklamalar yaptılar. Yeni komisyonlar kuruldu, 15 günde bir toplanacak vs. vs. Onlara bakmışsındır. Meselâ o beklenen güven tahkimini sağlayabilecek bir açıklama oldu mu?

Hatem Ete: Şimdi şöyle: Hem oldu hem olmadı aslında. Yani bir yönüyle Eylül ayı tartışmaları bize, Altılı Masa’nın ilk turunu neredeyse hiçbir sorununu konuşmadan geçirdiğini gösterdi. Çünkü Eylül ayında patlayan iki sorun alanı da ilk günden Altılı Masa’nın gündemine gelmesi beklenen, Altılı Masa’nın bu sorunlara yönelik bir ön hazırlık yapmasını gerektiren meselelerdi ve anlaşıldı ki aslında liderler arası bir eşgüdüm sağlansa bile, farklı tabanları arasında, farklı yönetimleri arasında büyüyen bâzı sorunlar da oluşmuş. O yüzden en ufak bir mesele patlama noktasına getiriyor. Dolayısıyla bunun gölgesinde gerçekleşti ikinci turun ilk toplantısı. Ben şöyle okudum: Muhâlefet, sorunlara karşı el yükselterek cevap verdi. Yani bir “Dağılıyor mu?”nun gölgesi altında yapılan toplantıda, el yükselterek kamuoyuna cevap verildi. Fakat bu el yükseltme ne kadar sâhici onu kestiremiyorum. O yüzden hem evet hem hayır diyorum. İki yönde el yükseltti. İlkin, geçiş sürecini ilk defâ somut olarak konuşmaya başladılar. Her parti geçiş süreciyle ilgili kendi taslağını toplantıya getirdi ve bu taslağın önümüzdeki 1-2 ay içerisinde karâra bağlanması üzerinden bir komisyon oluşturuldu. Bu bir nevi koalisyon protokolü aslında. Yani seçimleri kazanınca nasıl yürünecek? Bu önemli bir somut ilerleme. İkincisi: Belli siyâsal konularda yarın öbür gün iktidâra gelindiğinde ülke yönetiminde ihtilâflı olabilecek belli başlı başlıklarda, yine ortak karar alma, bir söylem ve politika geliştirmeye yönelik komisyon kuruldu. Yani bir nevi iktidârı kazanmaya yönelik, kazandıktan sonra ülkenin nasıl yönetilebileceğine yönelik iki hamle gerçekleşti. Şimdi burada iki soru var — benim “Olmayabilir de” kaygımı depreştiren: Bir, ne kadar sâhici bir çözüm önerisine dönüşecek bu iki toplantı, yani bu iki komisyon? Gerçekten Parlamenter Sistem’e geçiş gibi muhkem raporlarla kamuoyuna ilân edilecek mi ve orada bir ortaklaşma sağlanacak mı? İkincisi — hep bu endîşem var, muhâlefet bunu nasıl çözecek önümüzdeki dönem göreceğiz: Seçimleri kazanmadan nasıl bir iktidar yürüteceklerine hazırlık yapıyorlar sürekli ve buna çok mesâî harcandıkça seçimlerin kendisi riskli olmaya devam ediyor. Şimdi bugün konuşulan iki mesele de, seçimleri kazanan altı partinin ülkeyi nasıl yöneteceğine yönelik hazırlıklar aslında. Bunlar önemli, yadsımıyorum. Yani evet, Altılı Masa’nın birbirine güven duyması için, birisine ortak adaylık desteği verebilmeleri için diyelim, bunları çözmeleri lâzım. Fakat o zaman 6 ay boyunca ne yaptınız? Şubat ayından beri bu mevzûları konuşmadınız mı? Yani şu an seçime 7-8 ay var; seçimlere yönelik bir stratejiyi konuşmaları gerekir. Yani dolayısıyla evet, olumlu, el yükselttiler; “Birlikteliğimiz bozulmadı, bakın koalisyon protokolü konuşmaya başladık” anlamında olumlu; fakat bunun toplumun bu Altılı Masa’ya güvenini ne kadar sağlayacağı ve Altılı Masa’nın toplum nezdinde nasıl bir heyecan üreteceği ve en nihâyetinde de oylarını artırıp artıramayacakları, seçimleri kazanıp kazanmayacaklarına yönelik yeni şeyler yapmaları ihtiyâcını da ortadan kaldırmıyor. 

Ruşen Çakır: Şimdi Hatem, cumhurbaşkanlığını biraz kenara koyup daha milletvekili seçimi odaklı bakalım. Şu anda tablo önümde. Bir önceki seçimde partilerin aldıkları oylar ve şimdi sizin son bulgularınıza göre bakıyorum. Demin konuştuk: Cumhur İttifâkı’yla Millet İttifâkı neredeyse aynı filan. Ama çok çarpıcı bir durum var. Şimdi Altılı Masa’ya baktığımız zaman, CHP’nin oyu artmış gözüküyor, yani son seçime göre birkaç puan artmış gözüküyor –ki bence iyi bir şey, yani onlar açısından–; İYİ Parti CHP’nin yarısı kadar, öyle görüyorum. Değil mi? Yani üç aşağı beş yukarı yarısı kadar. Geri kalan 4 partinin de toplamı İYİ Parti’nin yarısı kadar. Böyle ilginç bir şey var. Şimdi burada herkesin eşit oy hakkı olan bir yer; ama baktığımız zaman –bunlar tabiî ki değişir, 3 puan artar, azalır vs.– ama yani bir birinci parti, onun yarısı kadar olan bir parti, sonra onun da yarısı kadar olan 4 parti. Bu bir yerde, hani şey var ya? Eşyânın doğasına aykırı. Şimdi tamam, eyvallah, bir centilmenlik anlaşmasıyla herkes eşit filan, ama bu partilerin tabanları vs. bir yerde bunu nasıl kabullenecek? Yani bu kadar bâriz farklar var. Birinci sorum bu. Bu konuda başka şeyler de soracağım. Önce bunu bir sorayım.

Hatem Ete: Şimdi bence eşyânın doğasına aykırı değil. Koalisyonun mantığı bunu gerektirir çünkü. Yani Cumhur İttifâkı kurulduğunda, AK Parti MHP’nin beş katıydı. Fakat MHP’ye ihtiyâcı vardı AK Parti’nin. Yani Erdoğan, ben 5 katıyım demeden, o 10 puan olmadan cumhurbaşkanı seçilemeyeceğini düşündüğü için ve cumhurbaşkanı seçilemediğinde de sâhip olduğu oylar 4-5 katı olsa bile bir işe yaramayacağını düşündüğü için ittifak yaptı. Bu ittifak sürecinde de MHP’yi ürkütmemek için çok büyük fedakârlıklar yaptı Erdoğan. Yani gözümüzün önünde bir Cumhur İttifâkı tecrübesi var. Onun üzerinden muhâlefete bakalım diye söylüyorum. Erdoğan, neredeyse bir kimlik değişimine uğradı kamuoyunun gözü önünde son 5 yıl içerisinde, MHP’nin %10’unu kaçırmamak için. Bu %10’u tutmak için ve üstelik zaman içerisinde bu %10 daha da düştü. Yani %6-7’lere düştü. Erdoğan, Büyük Birlik Partisi’nin parti binâsını ziyâret edip fotoğraf verdi. Bunu hiç yapmasına gerek yoktu meselâ. Yani buna benzer bir sürü şey sayabiliriz. Şimdi aynı şeyi muhâlefete aktardığımız zaman, iktidâr adayı her zaman büyük partidir ve bu iktidar adayı iktidâra yönelik mesâfesinde açık olan noktaları nasıl dolduracağı konusunda daha büyük fedakârlık yapmakla yüz yüzedir. Çünkü meselâ CHP’nin diyelim ki cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanabilmek için en az kendi sâhip olduğu kadar oya ihtiyâcı var. Yani biraz önce yaptığımız o üçlü matematiksel şeye bir de böyle bakalım. Bir: %50 gerektiren bir cumhurbaşkanı seçimlerini kazanmak istiyorsunuz, ama yarısı kadar oyunuz var. Bu geriye kalan yarısını başkalarıyla ittifak kurarak gerçekleştirmeniz lâzım ve orada bir iktidar söz konusu olduğu zaman, en büyük iddiayı siz ortaya koyduğunuz için, en büyük iktidar perspektifine de siz sâhip olacaksanız, iktidar avantajlarından, imkânlarından da siz faydalanacaksanız, bu süreçte %2-3’ünün nazını da çekerek bir yol yürümeye devam etmeniz lâzım. Yani dolayısıyla ben, bu açıdan dediğine hak veriyorum. Bu, siyâsetin doğasının kolay kolay kabullenebileceği bir şey değil. Ama Türkiye’de 2017’den bu yana yürürlükte olan Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin gerektirdiği %50’nin ruhuna aykırı değil. Yani bir %50 barajı oluştuğu için ve bu %50’ye hiçbir parti tek başına erişemediği için, biz önümüzdeki bir süre boyunca, kural bu olduğu süre boyunca, buna “siyâsal anomali” desek bile, bu siyâsal anomaliye büyük partiler tahammül gösterecek. Ben bunun başka bir yolunu görmüyorum. Yani büyük parti, iktidâra aday olacaksa bunu benimsemek zorunda. Şimdi meselâ aynı şeyi HDP için düşünelim. Siyâsal olarak mahkûm edilmiş, bütün siyâsal iddiaları iktidar tarafından her an tekrar törpülenen bir siyâsî parti var karşımızda. Fakat reddedilemeyecek bir gerçek var; en az %10 oyu var. O %10 oyu için bütün siyâsî partiler hamle yapmak zorunda. Şimdi meselâ İYİ Parti’nin psikolojisini o anlamda siyâseten doğru görmüyorum. Yani evet, siyâsal duruşunuz îtibâriyle HDP’den hoşlanmayabilirsiniz. Ama cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmaya yönelik bir ittifâkın içine girdiyseniz, bu angajmana sâhip olduysanız, HDP’nin seçmeninin desteğinin nasıl alınabileceği konusunda aktif destek vermeyebilirsiniz; ama bu desteğin alınmasına yönelik politikalara, girişimlere engel olmamanız lâzım. Bu bir sorumluluk aynı zamanda. Anlatabildim mi bilmiyorum senin soruna cevâbı. 

Ruşen Çakır: İYİ Parti’ye gelmişken, İYİ Parti sorumu sorayım. Şimdi şöyle söyleyeyim: Sizin araştırmalarınızda hep rakamlar düşüktü; ama bâzı araştırmalarda dönem dönem İYİ Parti’nin çok ciddî bir oy kazandığı gözüküyordu. Siz onlara göre daha az gösteriyorsunuz, sizin araştırmalarınızda öyle çıkıyordu. Ama şu hâliyle baktığım zaman da İYİ Parti’de –diğer araştırmalarda da bir azalma var, yani yüksek gösterenlerde de şimdi azalma oldu– bir şeyler iyi gitmiyor anladığım kadarıyla. Ben bir süredir bu konuda çok yayın yaptım, yazı yazdım, görmüşsündür, okumuşsundur belki. Meral Akşener’in “Ben başbakan olacağım” iddiasını karşılayabilecek bir hareket yok. Yani başbakan olmak ne demektir? Bu seçimde AKP kaybedecek, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçilecek, AKP kaybettikten sonra yaşanan dağılmadan –yaşanacaksa eğer, ki bence yaşanır– en çok İYİ Parti istifâde edecek; çünkü İYİ Parti, merkez sağda yükselen güç olacak. Ama şu hâline bakıldığı zaman, rakamlara bakıldığı zaman bir câzibe merkezi gibi gözükmüyor. Tamam, girdiği seçime göre oyunu artırmış, bir önceki seçime göre. Ama meselâ hatırla, o seçimde o oyu alması çok büyük başarı. Yeni kurulmuş, tâze bir parti o oyu aldı ve MHP’den kopmuşların kurduğu bir parti olmasına rağmen, MHP hâlâ belli bir oyu muhâfaza etmesine rağmen alması neydi? Sâdece MHP’den değil, birçok yerden almıştı. Büyük bir potansiyel vardı. Ama aradan geçen süre içerisinde bu kadar bir oy artışı bence –ki bir ara yükseldiğini düşündük– çok ciddî bir sorunun göstergesi. Öyle değil mi?

Hatem Ete: Şimdi, İYİ Parti, potansiyeli en geniş partilerden biri olmaya devam ediyor. Yani o anlamda dediğin çok doğru. Bir ara biz geçen senenin sonlarına doğru 16-17’ye kadar çıktığını gördük. En yüksek gördüğümüz de orası.

Ruşen Çakır: Normalde öyle devam etmesi beklenirdi. Değil mi? 

Hatem Ete: Evet.

Ruşen Çakır: 16-17 alan 20’ye kadar gider. “CHP’yi yakalar mı acaba?” diye sorduğum oldu benim meselâ.

Hatem Ete: Şimdi orada senin dediğin şeye geri dönersek, yani %10 aldığında seçimlerde, almış olduğu %10’un neredeyse 7 puanı, yani 10 puanın 7 puanı MHP kökenliydi. 3 puanı dışarıdan eklemişti. Yani dolayısıyla kurulduğu zaman aslında büyük oranda ülkücü, milliyetçi bir parti olarak kuruldu. Büyümeye başladığı dönemlerde bu milliyetçiliğin yanına merkezden unsurlar kattığı dönemler oldu. AK Parti’den kopan, CHP’den kopan bâzı kesimleri yanına alarak %16-17’lere yükselebildi. Fakat tam da o süreçte, 2022’nin başlarında bu seçmene verdiği güçlü mesajı sabote edebilecek bâzı işlere yöneldi İYİ Parti. Yani cumhurbaşkanlığı iddiasından vazgeçmesi meselâ Meral Akşener’in. Bu bence seçmeni kötü etkiledi. Muhâfazakârlığa yönelme niyetini gösterdiği kampanyanın dili yanlış bir dildi ve bu yanlışı düzeltmek yerine oradan tamâmen ayrılmayı tercih etti, o adresten. Yani dolayısıyla o arayışını sürdürmedi. Oraya yönelik mesajlarını bırakıp tekrar kendi eski tabanına yönelik mesajlar vermeye başladı. Geçtiğimiz süre içerisinde partinin kadrosunu, kurumsal kimliğini güçlendirecek sâdece ekonomi alanında bir hamle yaptı ve o ekonomi alanındaki hamlenin sonuçlarını da görüyor. Yani dolayısıyla dediğin doğru, bir potansiyeli var. O potansiyelini 2022’nin başından bu yana çok güçlü bir şekilde gerçekleştiremediğini görüyoruz. Fakat bence bugün bile önümüzdeki seçimlere kadar bu potansiyelini büyütme imkânı hâlâ duruyor yerli yerinde. Yani meselâ bu son Eylül ayındaki Meral Hanım’ın çıkışı iyi yönetilirse, bu potansiyelin realizasyonuna hizmet edebilir; kötü yönetilirse önümüzdeki dönemlerde sempatisini daha da düşürebilecek yola gidiyor.

Ruşen Çakır: Şimdi orada şöyle bir sorun var sanki. Meselâ grup toplantısında Ömer Çelik dedi ki: Yarın Cumhurbaşkanı önemli şeyler söyleyecek, hak ve özgürlükler konusunda” dedi. Bir ihtimal o da başörtüsüyle ilgili bir şeyler söyleyebilir. Neyse. Şimdi bir aradan sonra Meclis açılıyor ve Meral Akşener’in grup toplantıları önemli. Bence yarınki konuşması çok önemli olacak. Ben hâlâ Meral Akşener’in genel anlamda siyâset yapmadığını düşünüyorum. Yani siyâsî olarak kaçınıyor. Bilinçli bir şekilde kaçınıyor. Ama artık onu yapmadan, sâdece insanların somut sorunları üzerinden onlara birtakım popülist şeyler söyleyerek onlara dokunması, farklı konulara el atıyor gözükmesi önemli filan ama, genel olarak bir Türkiye vizyonu çizmekten imtinâ ediyor gibi geliyor bana. Meselâ yarınki konuşmasını onun için çok merak ediyorum. Eskisi gibi devam ederse o potansiyeli hebâ etmeye devam edecek anlamına gelir bana göre.

Hatem Ete: Evet. Meclis’in tatilde olduğu süre boyunca ve aslında onun öncesinden de başlayaraki seçmene dokunma, esnaf gezileri, ev gezileri vs. bunlar bir şekilde bu ülkenin genel siyâsal vizyonuyla ilgili, temel siyâsal sorunlarla ilgili mesaj vermesini de sekteye uğrattı. Çok doğru bir hatırlatma seninkisi, katılıyorum yani. Şimdi önümüzdeki dönem tekrâr Meclis kürsüsünden seslenme imkânı doğacak ve tekil sorunlara mikrofon uzatma, tekil sorunlara tekil çözüm önerileriyle güçlü büyüyen bir siyâsî parti iddiasına kavuşması zor zâten. Yani önümüzdeki dönemde bu güçlü siyâsî vizyonu ortaya koyabilirse, o potansiyel orada duruyor, bir bu. İkincisi: İYİ Parti gibi büyüme potansiyeline sâhip olan partiler, oy aldıkları büyük siyâsî partilerin performanslarından çok kolay etkilenirler. Yani AK Parti’den oy aldığı, alabileceği için, AK Parti güçlü olduğunda orayı sarsması zorlaşıyor; zayıfladığında hazırsa eğer daha kolay elde edebiliyor. Aynı şey CHP için de geçerli. Yani dolayısıyla önümüzdeki dönemde seçimlere kadar, aslında oy oranlarında çok radikal bir değişim beklentisi gerçekçi değil; bence öyle ya da böyle, bu şekilde gidecek. Ama 3-4 puanlık bir marjı var bu tür siyâsî partilerin. Yani İYİ Parti de bu partilerden birisi bence. 

Ruşen Çakır: Son olarak, yine geri kalan partilere bir değinelim. Hâlâ bakıyoruz, çok büyük bir çıkış yok: Gelecek, DEVA. Şimdi geçen gün bir yabancı konukla sohbet ederken onlar sorduğunda benim dilimden şöyle bir şey döküldü ve nihâyet evreka (buldum) dedim: “Bu partiler yaptıklarından dolayı değil; yapmadıklarından dolayı çok büyük çıkış yapamıyorlar” dedim. Katılır mısın?

Hatem Ete: Ne demek istiyorsun bununla?

Ruşen Çakır: Yani onların bir şeyi yanlış yapmak dışında, bir şeyleri yapmaktan hâlâ imtinâ etmeleri. Birtakım yüzleşmeler. Şimdi özeleştiri deniyor; ama özeleştirinin ötesinde yüzleşmeler. Meselâ Kemal Kılıçdaroğlu’nun hesaplaşma ve helâlleşme dediği olayın, helâlleşme kısmında bu partilerin daha fazla bir şeyler yapabiliyor olması lâzım. Hâlâ o konuda çok ürkekler, bana öyle geliyor. Yani bu özeleştiri olarak böyle bir dayatma değil; yani hâlâ meselâ Ahmet Davutoğlu’nun, son günlerde tekrar çok konuşulan, 2015 Haziran-Kasım arası meselâ. Geçen gün İrfan Aktan’ın bir yazısını okudum, İrfan Aktan orada Ahmet Davutoğlu’nun başbakanken söylediği şeylerden alıntılar yapmış. Şimdi insan, “Hakîkaten ya, bunları demişti” diyor. Meselâ ülke kan gölüne dönmüş, her yerde bombalar patlıyor filan; diyor ki o dönem: “Oylarımız artıyor” vs. Bunlar hakkında bir şey yapmamış olmasının etkili olduğunu düşünüyorum. 

Hatem Ete: Yani öteden beri onu söylüyorsun. Abim ben de öteden beri bunun çok belirleyici olmadığını düşündüğümü ifâde ediyorum. Yani benim kanaatim; yüzleşebilecekleri konuların sayısı tahmin ettiğimizden daha az bence. Yani toplum da bu konularda yüzleşmedikleri için oy vermiyor değil diye düşünüyorum. Fakat diğer dediğin şey önemli bence. Yani eğer büyük bir siyâsî vizyon, bir toplumsal heyecan üretebilmiş olsalardı, bu yüzleşmeyi niye yapmadıkları bir sorun olmaktan çıkacaktı. Fakat hem yeni bir heyecan üretmemeleri hem de bu heyecan üretmeyişlerinin muhtemel gerekçeleri konuşulurken hâlâ bir yüzleşme yapmamaları ön plana çıktığı için biz bu mevzûyu gözümüzde çok büyütüyoruz. Fakat bu 2015-2018 arası dönemde de tartışılan meselelerdi bunlar ve o dönemde, sonraki dönemlerde de Davutoğlu’nun Sakarya’daki bir konuşmasında aslında bambaşka bir bağlamda söylediği, “Konuşursam yer yerinden oynar” cümlesi oraya hamledildiği için orada söylenebilecek çok büyük şeyler var, îtiraf edilecek çok büyük meseleler var gibi algılanıyor. Ben öyle çok o meselelerle ilgili yüzleşmelerde büyük gazeteciliğe hizmet edebilecek büyük îtirâfların olduğunu da düşünmüyorum. Yani oradan bir şey çıkmaz. Bir şekilde aslında bir söylem iştahıyla söylenen şeylerin, siyâsal bir strateji olarak algılanmasının handikaplarını yaşadı Davutoğlu. Yoksa, o anlamda kendisinin de yüzleşmek istediği çok ciddî sorun alanları olduğunu düşündüğünü varsaymıyorum yani. O konuda yaptıklarından memnundur muhtemelen. 

Ruşen Çakır: Şimdi, Ekim ayında yapacağınız araştırmada herhalde Mersin saldırısı, HDP içindeki tartışmalar, Demirtaş gibi hususlar öne çıkacak. Yani o da olacaktır diye tahmin ediyorum. Orada ilginç şeyler oluyor. Onu artık bir dahaki aya saklayalım. Son olarak şunu da sorayım, diğer partiler derken: Zafer Partisi’nde sanki bir ilgi azalması var. Katılır mısın?

Hatem Ete: Evet, yani öngördüğümüz bir şeydi. Seninle de defâlarca konuştuk. Tek aktör, tek başlık, tek konu bir yere götürmez bir siyâsî partiyi. Yani burada çok ciddî bir malzeme var. Birikmiş bir gerilim var. Bir endîşe var ve birisinin oraya mikrofon tutması, yani kısacası potansiyeli olan bir adres. Fakat o potansiyelini almış gözüküyor zâten. Hemen ilk çıkışında, ilk bir iki ay içerisinde %3’ler civârında bir şeye vardı. Bunun büyümeyeceğini öngörüyordum ben şahsen. Yani buradan daha ileriye gidebileceği bir yer yok; çünkü bu tek başına seçmene bir siyâsî mesaj vermiyor. Sâdece tekil sorunların dillendirilmesine hizmet etmek, o sorunla özdeşleşen çok küçük bir kitlenin desteğini almasına yol açar. Bunu büyütmediği müddetçe, bir kadro hareketine dönüştürmediği müddetçe, bir siyâsal enerjinin parçası kılmadığı müddetçe bunun büyüyebileceğini öngörmüyorum. Yani eğer meselâ önümüzdeki dönemde bir seçim ittifâkı filan kuracaksa Zafer Partisi, bir makro siyâsal projenin içerisinde yer alıp, heyecan üreten birkaç siyâsî partiyle bir araya gelmediğinde barajı aşabilecek bir olaya ulaşma ihtimâlini de zayıf görüyorum. Yani o anlamda evet, siyâsal kalıcılığı olabilir; ama küçük bir oranla siyâsal kalıcılık olacak diye düşünüyorum. 

Ruşen Çakır: Hatem, çok sağol. Yine bu ay da bayağı dolu dolu, çok şey konuştuk. 

Hatem Ete: Ben teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Ekim ayının raporunu konuşmak için, Kasım başına yine izleyicilerimize randevu verelim. Çok teşekkürler. Evet, Panorama TR’nin Eylül araştırmasını yorumladık, tartıştık Hatem Ete ile birlikte. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.