Ruşen Çakır’ın izleyicilerle ortak yayını | Kılıçdaroğlu ile Akşener arasındaki uyum bozuldu mu?

Altılı Masa’nın en güçlü iki lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener arasındaki uyum bozuldu mu? Millet İttifakı’nın kuruluşundan beri sık sık temas kuran ve iyi bir uyum yakalayan iki lider, bu seçimlerde cumhurbaşkanı adayının kim olması gerektiği konusunda anlaşamıyor mu?

Kılıçdaroğlu’nun aday olmak istediği yönündeki beyanları, buna karşılık Akşener’in “kazanacak aday” vurgusu ve Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş’ın adaylıklarına destek vereceklerini söylemesi neyi gösteriyor?

Ruşen Çakır, izleyicilerin soru, yorum ve görüşleriyle birlikte değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Altılı Masa’nın iki önemli lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener, Millet İttifâkı’nın da kuruluşundan beri berâber hareket ediyorlar. Millet İttifâkı ilk kurulduğunda Saadet Partisi vardı; ama yerel seçimlerde Saadet Partisi kendi başına seçimlere girdi. Şimdi altılı bir masa söz konusu. Demokrat Parti başından beri sürecin içinde. Gelecek ve DEVA partileri de eklendi. Fakat iki büyük parti var: CHP ve İYİ Parti. Bu iki büyük partinin liderleri şu âna kadar bu işleri berâber, uyumlu bir şekilde götürdüler ya da öyle sandık. Ama son dönemde sanki birtakım sorunlar var. Aralarında sorunlar var. Birlikte fotoğraf vermiyorlar. Mecbûren yan yana oldukları zaman da, mecbûren yan yana olduklarını hissetmemiz için ellerinden geleni yapıyorlar diyelim. En son Altılı Masa’nın ikinci turu öncesinde yaptıkları baş başa görüşmeleri uzun sürdü; çünkü son dönemde kendi aralarında olmasa da kamuoyu önünde, medya üzerinden birbirleriyle çok ciddî tartışıyorlar. Ben dün Medyascope’taki yazımda, “eş başkanlar” dedim –muhâlefetin eş başkanları– ve aralarında bir soğuk savaş olduğunu söyledim. Böyle düşünüyorum gerçekten. Ama bu savaş sürecek mi sürmeyecek mi? Neden yaşanıyor? Temel sorunlar ne? Bunları aşabilirler mi? Aşarlarsa ne olur aşamazlarsa ne olur? Bütün bunların hepsini bugün bu yayında sizlerle berâber tartışmak istiyorum. Medyascope’un ve benim YouTube sayfalarımdan chat bölümlerinden sorularınızı, yorumlarınızı ve eleştirilerinizi iletebilirsiniz. Çünkü bu konu gerçekten önümüzdeki günlerde çok daha fazla konuşacağımız bir konu olacak. Örneğin başörtüsü meselesinde Kılıçdaroğlu bir çıkış yaptı. Meral Akşener geç de olsa Kılıçdaroğlu’nun karşısında bir duruş sergiledi. Yani ne dedi? “Kapanmış yaralarla değil; kanayan yaralarla uğraşmamız lâzım” dedi. Kılıçdaroğlu’nu doğrudan değilse de, bir şekilde yanlış yapmakla eleştirdi diyelim. Sonra, bu tartışmanın sürmesini beklerken, Kılıçdaroğlu Amerika Birleşik Devletleri’ne uçtu dün. Birkaç gün oralarda olacak. Niye gitti, nasıl gitti, kimlerle görüşecek? O ayrı bir konu. Bununla ilgili belki özellikle “Transatlantik”te konuşuruz. Ama kişisel görüşüm şu ki: Çok da gerekli olmayan, lüzumlu olmayan bir seyahatti. Lüzumlu olmadığı gibi birtakım sorunları da durduk yere Kılıçdaroğlu’nun başına sarabilir, böyle bir ihtimal var. Her neyse; onu bir kenara koyalım ve olayımıza bakalım. Şu anda isteseler de yan yana olmaları mümkün değil; ama bir süredir berâber bu işi çekip çevirdiklerini gördüğümüz, öyle olduğunu sandığımız iki liderin arasına kara kedi mi girdi diyelim. Hadi birazcık daha magazinleştirelim.

Bir izleyicimiz diyor ki: “Kanımca İYİ Parti cıvıttı. Oyları artırmakta zorlandıkça saçmalıyorlar.” Bu biraz sert bir görüş olmuş, öyle söyleyeyim. Ama şurası muhakkak ki İYİ Parti’nin oylarındaki artışın durmasıyla alâkalı bir boyutu muhakkak var. İYİ Parti, bir ara bayağı bir istim üzerindeydi ve merkez parti olma yolunda bayağı ilerliyordu. Ama sonra bir tıkanıklık yaşamaya başladı. Kamuoyu araştırmalarında oylarının azaldığını görüyoruz. Ne derece yansıtıyor bilemiyorum; ama arttığını da yine kamuoyu araştırmalarında görüyorduk. Bunun etkisi muhtemelen vardır. Bu İYİ Parti’nin özgüvenini sarsan bir durum olabilir ve bunu da kendisinden kaynaklı değil de Altılı Masa’dan ve özellikle de CHP’den kaynaklı olarak görebilir. Burada biliyorsunuz İYİ Parti’nin en temel argümanlarından birisi, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını dayattığı, dayatmak istediği ve bunun kendi tabanlarında ve örgütlerinde rahatsızlık yarattığı ve açık açık bâzı İYİ Parti sözcüleri de zâten Kılıçdaroğlu yerine Mansur Yavaş’ın adaylığının daha câzip olduğunu dile getirdiler. Dolayısıyla bu oy kaybetme olayının etkisi gerçekten olabilir ve bunun sorumlusu olarak da esas olarak CHP’yi ve Kılıçdaroğlu’nu görebilirler.

Mehmet Ufuk Dalmış: “Başörtüsü konusunda Akşener’in destek vermemesi, uyumun bozulduğu izlenimini doğrular nitelikte bir şey oldu.” Evet, bu oldu; ama en önemli olay bu değil tabiî ki. En önemli olay, Gürsel Tekin’in HDP’li bakan çıkışının ardından İYİ Parti’den gelen tepkiler – ki Meral Akşener de buna destek verdi biliyorsunuz. Ama daha sonra Meral Akşener’in, Fatih Altaylı’nın yayınında söyledikleri daha netti, oradaki, “Biz noter değiliz” çıkışı. Her ne kadar biraz dikkatli kelimeler seçse de, açıkçası Kılıçdaroğlu’nun İzmir’de kendi partisine yönelik yaptığı, “Yanımda mısınız?” çağrısından rahatsız olduğunu alenen göstermişti. Başörtüsü de bunların bir yenisi olarak kayda geçti. Normal şartlarda Meral Akşener’in, başörtüsü konusunda Kılıçdaroğlu’nun söylediğine benzer bir konumda olması şaşırtıcı olmayacaktı. Ama böyle olmadı. Bu gerçekten ilginç bir durum. 

“Altılı Masa’da uyumsuzluk konusunda en zayıf halka Akşener’dir bence.” Bu zayıflık, kuvvetlilikten ziyâde yani burada kastedilen, ilk kopabilecek halka. Bunu daha önce de çok söyledim, tekrar söyleyeyim: Altılı Masa’daki hiçbir partinin o masadan kalkma gibi bir lüksü yok. Kalktıkları andan îtibâren tek başlarına kalırlar ve barajı aşıyorlarsa Meclis’te belirli sayıda bir milletvekili alırlar ve ömür boyu muhâlefete mahkûm kalırlar. Ama şimdi bu masayla berâber: 1) kendilerinin desteklediği bir ismin cumhurbaşkanı seçilme ihtimâli var; 2) aynı zamanda da hep birlikte Meclis’te çoğunluğu oluşturma ihtimâlleri var; hattâ her ne kadar seçim yasasında bâzı değişiklikler olduysa da yine de birbirlerinin daha fazla milletvekili çıkarmasına yardımcı olma ihtimâlleri var. Çekip gidecek herhangi bir partinin… meselâ CHP bıraktı diyelim, CHP yine ana muhâlefet partisi olarak kalır. Adayını seçtirmesi diye bir şey kolay kolay mümkün olmaz. Meral Akşener, daha önceki seçimde olduğu gibi adaylığını koysa aldığı oy %10 civârıydı, hatırlanacaktır. Şimdi belki biraz fazla, belki biraz az alır. Ama sonuçta bu masadan birilerinin çıkması büyük partilerden, yani daha yüksek oy alması beklenen CHP ve İYİ Parti’den birisinin ayrılması Erdoğan’a yarar. Daha az oy alması beklenen partilerden herhangi birisinin ayrılmasının çok büyük bir sonucu olacağını açıkçası sanmıyorum. Dolayısıyla kimse kalkmaya meyletmeyecektir. Kimse bir diğerini ya da masadaki diğerlerini, “Ayrılırım yoksa” diye tehdit edemeyecektir. Sonuçta anlaşmazlıklarını çözmek zorundalar. Bir uyumu yakalamak zorundalar. 

“Bir CHP’li olarak İYİ Parti’nin duygularına katılıyorum. Zîra Kılıçdaroğlu, sâdece Halk Partisi’nin adayı.” Evet, bu mesele önemli bir mesele. En merkezî yerde bu var zâten; Kılıçdaroğlu’nun adaylık ısrârı. Meral Akşener eğer, “Ben aday değilim. Ben başbakanlığa adayım” dememiş olsaydı, Kılıçdaroğlu bu kadar rahat hareket edemezdi. Çünkü Meral Akşener’in de adaylığı söz konusu olurdu. Kılıçdaroğlu, onu gözeterek daha dikkatli bir kampanya yürütürdü kendisi için. Şimdi Meral Akşener yok. Diğer aday adayları kendi partisinden seçilmiş iki belediye başkanı. Dolayısıyla onların da lideri; onları yok sayabiliyor ve dolayısıyla kendisini yalnız görerek, masaya ve muhâlefete ve Türkiye’ye, kendi adaylığını dayatabiliyor. Burada İYİ Parti’nin bundan rahatsız olması anlaşılır bir şey. Ama tekrar söylüyorum: Akşener baştan “Ben aday değilim” demeseydi daha farklı olurdu. Bir diğer husus da şu: Bundan rahatsız olup kendi adaylarını söylemeleri söz konusu olabilir. Ama o zaman, diğer aday adayları da CHP’den olduğu için, onların iç işlerine karışıyor gibi olurlar. Dolayısıyla böyle bir kısırdöngüyle karşı karşıyayız ve burada Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendi adaylığını benimsetmek için attığı adımlarda daha dikkatli olmasını beklemek gerekebilir ya da bu adımları, Altılı Masa’daki diğer ortaklarıyla önceden konuşması, onların da en azından zımnî desteklerini alması gerekebilir. Şu hâliyle bakıyoruz: Kılıçdaroğlu çok ciddî hamleler yapıyor. Bir yandan helâlleşme, bir yandan hesaplaşma hamleleri ve burada hep “biz” diye konuşuyor: Şunu yapacağız, bunu yapacağız diyor. Herhalde Altılı Masa’yı kastediyor. Çünkü tek başına iktidâra gelebilmesi mümkün değil. Ama burada bir bakıyoruz ki o söylediklerinden diğer partilerin bâzılarının haberi yok. Meselâ başörtüsünde Davutoğlu’nun ve belki de Babacan’ın haberi olduğu tahmin ediliyor; ama İYİ Parti’nin haberi olmadığı belli. Dolayısıyla burada, izleyicimizin de söylediği gibi, İYİ Parti’nin bu tür hassâsiyetlerini biraz gözetmesi herhalde isâbetli olur. Aksi takdirde, “Burada biz CHP’nin her istediğini yapmak zorunda mıyız?” gibi bir tavrı İYİ Partililer daha yüksek sesle dile getirebilirler.

Bülent Tahillioğlu: “Muhâlefetin sorunları şimdi yaşamaları yerine, olası bir seçim gâlibiyeti sonrasında, örneğin 2 yıl sonra yaşamaları daha kötü olmaz mı?” Çok emin değilim. Yani şöyle söyleyeyim: Evet, bu önemli bir bakış açısı. Tamam, şimdi konuşsunlar ki yarın bu sorunlar olmasın denebilir. Ama şimdiki konuşmalarının seçimi riske atma ihtimâli var. Şimdi aralarındaki birtakım meseleleri büyütmeleri durumunda, seçimi riske atabilirler. Böyle bir sorun var. Burada sorunları dondurmak yerine; sorunları konuşmak önerilmeli. Anladığım kadarıyla şu âna kadar Altılı Masa kendi aralarındaki ciddî ayrılıkları, farklılıkları çok ciddî, çok enine boyuna oturup konuşmuş değiller. Dolayısıyla onlar konuşmadıkları için, biz dışarıda bunları yaşıyoruz. Kendi aralarında konuşmadıkları şeyleri, bir şekilde sosyal medya üzerinden ya da yaptıkları konuşmalarla, kimi zaman doğrudan kimi zaman dolaylı olarak birbirlerine mesaj yolluyorlar. İşte bu, işi birazcık garipleştiriyor. 

Karaca Erdem demiş ki: “Bu ay bütün umudum kayboldu. Mesele, 20 yılda doğru düzgün bir muhâlefet politikasının gelişmemiş olması. Ülke bu kadar kritik bir durumun eşiğindeyken bu kadar sorumsuzluğu aklım almıyor.” Evet, bunu geçen gün Hatem Ete ile yaptığımız yayında da konuştuk. Bu onların araştırmalarındaki bulgusu. Eylül ayı, iktidârın özgüvenini artırdığı, muhâlefetin de azalttığı yolunda 2022’nin en çarpıcı ayı oldu. Muhâlefet, iktidâra yönelik eleştirileri, program önerileri, çözüm önerileriyle kamuoyunu cezbetmek yerine; kendi içerisindeki kimisi sâhici kimisi zorlama sorunları tartışarak bayağı bir yıprandı. Buna karşılık iktidar, ekonomide, dış politikada bir şeyler yapıyormuş gibi yaptı ve en azından kendi içerisinde bocalamadığı için ayakta sağlam duruyormuş gibi bir görüntü verebildi o. Ama muhâlefet hâlâ birlikte mi değil mi, berâber hareket etmeye devâm edebilecekler mi sorusunu masadan kaldırabilmiş değil. 

Oğuz Filazi: “Soldan bir iktidar gelebilme ihtimâli bence İYİ Parti’yi paniğe soktu. İllâki sağ olacak kuralı bozulabilir korkusu.” Böyle olduğunu sanmıyorum. Çünkü soldan bir iktidar filan geleceği yok. Solda kabul edilen –ki bir kısmı da kabul etmiyor insanların– CHP ile diğer sağdan bilinen 5 partinin ittifâkı var. Tabiî buna bir şekilde HDP’nin de destek vermesi bekleniyor. Burada soldan bir iktidar gelmesinden ziyâde, İYİ Parti, bu iktidâra muhâlefetten gelecek olan cumhurbaşkanının, HDP seçmenlerine, HDP oylarına muhtaç olmasından, ihtiyaç duyuyor olmasından rahatsız olabilir. Bu bambaşka bir şey. Sağ-sol meselesinden ziyâde, Kürt meselesiyle alâkalı bir şey olur. 

Murat Aldoğan: “Kemal Bey de Meral Hanım gibi aday olmayacağım dese, bu gerginlik sizce yine de olur muydu? Sanki İYİ Parti, seçim sonrası önlerini açacak kendine yakın bir adayda ısrarcı gibi duruyor.” Kılıçdaroğlu “Ben de aday olmayacağım” deseydi bambaşka şeyler yaşardık. En azından Mansur Yavaş mı Ekrem İmamoğlu mu tartışması yaşardık. Burada herkes farklı farklı şeyler söylerdi. Meral Akşener’in kendine yakın bir adayda ısrarcı olması anlaşılır bir şey. Siyâsette herkes bunu ister. Ama Altılı Masa, ortak bir aday belirlemek zorunda. Şöyle bir şey var, bugün bir arkadaşla konuşurken bu cümle çıktı — bâzen böyle olur, dilinden dökülüverir insanın: Daha iktidar yokken iktidârı paylaşmaya başladılar. Ve siz olmayan iktidârı şimdiden paylaşmaya kalkar ve bu yüzden kendi aranızda sorun yaşarsanız, o iktidâra ulaşma şansınızı da azaltırsınız. Bunu özellikle vurgulamak lâzım. Tabiî ki birbirinden farklı partiler, daha güçlü olmak isteyecekler iktidarda. Daha fazla şeyi kontrol etmek isteyecekler. Kendi çizgilerinin daha hâkim olmasını isteyecekler. Bunlar anlaşılır şeyler ve bu masada da bunların ortaları bulunmak istenecek. Ama bunları yaparken yol ve yordamınızda ölçüyü kaçırırsanız, işte o zaman iktidar şansını da tehlikeye atmış olabilirsiniz.

Sedat Bulut diyor ki: “Yüzlerce sokak röportajı izledim. İYİ Parti’nin sokakta oldukları kadar karşılığı yok. Bu tavırları oylarını iyice azaltacaktır.” Sokak röportajlarına ne kadar yansır her şey bilmiyorum; ama ben de meselâ Meral Akşener’in iki şehirdeki esnaf ziyâretlerini izledim, hiç de fenâ değildi yani. O şehirlerde ortalık yıkılmıyordu; ama sonuçta Meral Akşener, sokakta insanlarla temas kurmayı bilen ve bunu temel alan bir siyâsetçi. Hattâ o kadar çok bunu temel alıyor ki daha genel siyâset yapmayı geri plana itiyor. Bu bence birtakım sorunlar doğuruyor. Bunun arasındaki dengeyi kaçırdı sanki ve hattâ bu son yeni dönem Meclis açıldıktan sonra, grup toplantısında bu dengeyi toparlayacağını bekledim. Ama baktım ki benim gördüğüm kadarıyla grup toplantısında da hâlâ eski çizgisinde. Yani İYİ Parti’nin ve Meral Akşener’in büyük siyâsetten konuşmama gibi bir tercihi var. Bunun avantajları var; ama dezavantajları da ciddî bir şekilde önlerine çıkıyor. 

Oya Hanım demiş ki: “İYİ Parti ön planda birliktelik görüntüsü verip, kapalı toplantılarda uyarılarını yapsa daha iyi olur. Kılıçdaroğlu da çocuk gibi doludizgin koşuyor.” Çok doğru şeyler bunlar bence. Yani bu bütün partiler için geçerli. İYİ Parti için de CHP için de, Gelecek, DEVA hepsi için geçerli. Nedir? Öyle bir şey vardır: “Şikâyetlerinizi bize, memnûniyetinizi dostlarınıza anlatın” diye. Burada tersini yapıyorlar. Kendi aralarında ne kadar memnun olduklarını konuşup, sonra bize, kamuoyuna ne kadar şikâyetçi olduklarını anlatıyorlar. Tersini yapmalarında yarar var. Sorunları kendi aralarında tartışmalarında yarar var. Kılıçdaroğlu’nun doludizginliği de evet, yani şimdi diğer ortaklarınız bu kadar dingin bir şekilde iken sizin böyle sürekli videolar vs. şu bu. Sosyal medyayı acayip kullanmaya başladı Kılıçdaroğlu biliyorsunuz son dönemde. Bunlarla gündem belirliyor bir de. Çok can alıcı yerlere de vuruyor; ama birçok kişiyi, kendi berâber hareket ettiği kişileri geride bırakıyor. Bu ne kadar isâbetli açıkçası çok emin değilim. Yani herkesin tek başına girdiği bir seçim olsa, fazlasıyla isâbetli olurdu. Ama birlikte girdikleri için, oradaki o koordinasyonu ihmal ediyor sanki. 

Furkan Özdemir demiş ki: “CHP ile İYİ Parti arasındaki anlaşmazlık, Erdoğan’ın tam istediği bir şey. Erdoğan bir şey yapmasa bile Altılı Masa kendi kendini bitiriyor. Sırf bu nedenle seçmene güven veremiyorlar.” Henüz o noktada olduğumuz kanısında değilim. Ama bir an önce birtakım müdâhalelerde bulunmazlarsa, buraya doğru gidebilir. Muhâlefet tabanında böyle bir demoralizasyon yarattıkları muhakkak. En azından ben öyle gözlemliyorum. Altılı Masa’nın 15 günde bir toplanacak olması belki bunu bir şekilde çözer. Ama özellikle şunu vurgulamak istiyorum: Altılı Masa’nın hepsi, ama en azından Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener, birlikte, yan yana birtakım somut, elle tutulur ve ses getirecek şeyler yapmalı. Meselâ bu başörtüsü videosunu –tabii ki hayal kuruyoruz ama– berâber, yan yana o açıklamayı yapmış olsalardı bir videoyla, ortalık karışırdı. Olmadı, olmuyor. Olmayacak mı bilmiyorum. Şu âna kadar olmadı. Şu âna kadar birlikte hareket etme açısından çok fazla bir şey yaptıklarını görmedik son dönemde. Tam tersine birbirlerine açık ya da örtülü sitem etme var.

“Altılı Masa’da neden çok küçük bir şey bile bir çığ gibi olumsuz hava estiriyor?” Evet, çok önemli bir soru. Genellikle tartışılan konular çok çok hayâtî konular bile olmayabilir. Ama işte buradan pozitif çıkış, kitleleri harekete geçirecek çıkışlar, programlar, kadrolar, aday vs. çıkmadığı için, herkes ne çıkacak diye beklerken; çıkan şeyler çatlak ses olduğu için katlanıyor. Eğer çok ciddî anlamda Altılı Masa, muhâlefet birlikte gündeme müdâhil oluyor olsa, bu arada HDP’li bakan tartışması da olur, başörtüsü tartışması da olur, şu da olur bu da olur. Arada onlar kaynar gider. Ama diğer husus olmadığı için, ortak hareket olmadığı için, bunlar gerçekte hak ettiğinden çok daha fazla dikkat çekiyor. 

Pınar Ekidir: “Eğer bu seçim kaybedilirse, hiçbir partinin anlamı kalmayacak. Buna göre hareket etmeliler.” Herhalde kendileri de bunu biliyorlardır. Demin masadan kalkmak kimseye yaramaz derken de büyük ölçüde bunu kastetmiştim. 

“Altılı Masa, Kürt sorunu ile ilgili samîmî, gerçekçi ve zaman ayarlı bir politika ortaya koymazsa zor iktidar olurlar. Olsalar bile iki yıl sonra aynı yere geri dönmez mi Türkiye?” Muhtemelen böyle olur. Neyi nasıl yapacaklar belli değil; ama Kılıçdaroğlu’nun son söylediklerinden, başörtüsünden sonra Kürt meselesiyle ilgili de bir video yapacağını tahmin ediyorum. Herhalde birçok kişi aynı şeyi düşünüyordur. Burada da yine aynı şey olacak. Kılıçdaroğlu tek başına mı konuşacak? Diğerleri buna ne diyecek? Gerçekten ilginç bir durum. Yani hem birlikte hareket edip hem her biri kendi politikasını yürütüyor — ki CHP en büyük oy alma potansiyeli olan parti ve Kılıçdaroğlu da şu anda en büyük aday adayı, en muhtemel aday adayı. Böyle yapınca bir anlamda diğerlerini ne yapıyor? Felç ediyor. Böyle de bir durum var. 

Sami Sancak diyor ki: “Hatâ ile yanlışı birbirinden ayırmak lâzım. Hatâ, bilmeyerek; yanlış ise bilerek yapılır. Kemal Kılıçdaroğlu yanlış yapmıştır. Bu kadar net.” Eyvallah. Çok fazla bir şey söyleyebilecek durumda değilim buna.

Güray Gür sormuş: “Bu ittifak seçimi kazanırsa ömrünün uzun olacağını düşünüyor musunuz?” Yani ömrü uzun olur mu bilmiyorum; ama Türkiye’nin normalleşmesi için bir süreye ihtiyâcı var ve bu ittifâkın da o süre boyunca ülkeyi birlikte yönetmesi gerekiyor. Aksi takdirde, iktidâra geldikten kısa bir süre sonra birbirlerine düşer ve dağılırlarsa neler olabileceğini düşünmek bile istemeyebilir insan. Bir anlamda sâdece seçimi kazanmak değil; aynı zamanda belli bir süre ülkeyi birlikte yönetmeye de mahkûmlar. Aksi takdirde, “Hele bir seçimi kazanalım, ondan sonra herkes kendi yoluna gitsin” dedikleri zaman, Türkiye’de tam bir kaotik durum olur. 

Ali Erkam Öcal: “Bu ülkeye İslâmcılık’tan da Kemalizm’den de bir fayda gelmez. Dönüp dolaşıp aynı şeyleri konuşuyoruz, yaşıyoruz. Devleti, sistemi sorgulayan yok. Hep parti konuşuyoruz. Konuşturuyorlar maalesef.” Evet. Neyse.

Necla Çatak: “Amerika seyahati yerine, Meclis’te sansür yasasına karşı etkili eylem olsa daha iyi olmaz mı?” Sansür yasasına karşı etkili eylem ne olabilir? Bir şeyler yaptılar şu âna kadar. O yasayı engellemeleri mümkün gözükmüyor. Amerika seyahatine değindim başta. Bana çok gerekli bir seyahat gibi gelmiyor; ama Kılıçdaroğlu orada İkinci Yüzyıl projesi kapsamında temaslarda bulunacakmış. Bakalım, nasıl temasları olacak ve nasıl istifâde edecek onlardan.

Sezgin demiş ki: “Diyelim ki seçimi kaybettiler ve suçu da CHP’ye yıktılar. İYİ Parti’nin seçimi kaybettikten sonra önleri mi açılacak? En kötü durumda bile Erdoğan’ı yıkamayınca bir daha halkta inandırıcı olur mu?” Evet, çok doğru bir tespit. Bir de tersini düşünün. Birlikte giriyorlar ve seçimi kazanıyorlar ve AKP’de bir çözülme oluyor. Bundan en çok istifâde edecek olan partilerden birisi de normal şartlarda İYİ Parti olacak. Yani bu seçimi birlikte kazanmak, İYİ Parti için kısa vâdede çok önemli bir yatırım ve muhtemelen de Meral Akşener, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçilirse, o başbakanlık hayâlini bile gerçekleştirebilir. Ama bunun için öncelikle bu seçimi kazanmaları gerekiyor. Bu seçimin kaybını sâdece Kılıçdaroğlu’na ya da CHP’ye yazsalar ne olacak? Sonuçta kendileri de kaybetmiş durumda olacaklar. Dolayısıyla günah keçisi aramalarının bir anlamı yok. Bulmalarının da bir anlamı yok. Sonuçta seçimi kaybederlerse hep birlikte siyâset sahnesinden ciddî bir şekilde yok olmaları gerekecek. 

“Altılı Masa’nın şimdiye kadar bakanlarıyla berâber programlarını da açıklamaları gerekmez miydi?” demiş Sinan Çakır. Yani bütün bunları şu âna kadar yapmasalar bile, bir şeyleri yapmaları iyi olurdu. Bâzı kadroların belli olması iyi olurdu. Ama her şey başkan adayını belirlemeye endekslenmiş gibi gözüküyor. Onun da ne zaman olacağı belli değil. “Seçim takvimi açıklandıktan sonra üç gün içerisinde açıklarız” dediler. Dolayısıyla Erdoğan’ı bekliyorlar. Biz de öyle, Erdoğan’ı bekliyoruz. Halbuki kimseyi beklemelerine gerek olmadan, kendileri bu süreçleri başlatabilirlerdi. 

Turgut Demir demiş ki: “Kılıçdaroğlu’nun helâlleşme adımlarının yanında, Akşener’in 90’lı yıllar, Davutoğlu ve Babacan’ın AKP’li yıllar için helâlleşme adımlarının da olması gerekmez mi?” Evet, yani şimdi bugün meselâ Ankara Gar Katliamı’nın yıldönümü. O târihte Ahmet Davutoğlu başbakandı. Bugün sosyal medyada bir paylaşım yaptı ve IŞİD’in –onun deyimiyle DAEŞ ya da DEAŞ, artık ne diyorsa– yaptığı katliamı vs. kınadı. Unutulmayacağını söyledi. Ama zamânında “kokteyl terör” diye bir şey atmışlardı ortaya, Ankara katliamı için. İnsanların kafasını karıştırmışlardı ve yine o târihlerde, “Oylarımız artıyor” diye bir açıklaması var Ahmet Davutoğlu’nun. Bunları da biliyoruz ve bu konularla, en azından meselâ bugün, 10 Ekim’in yıldönümünde bu konularda bir şeyler söylemesi ve orada hayâtını kaybedenler, âileleri ve yakınlarıyla bir helâlleşmeye doğru gitmesi isâbetli olurdu. Sanki o dönemde iktidarda değilmiş gibi bir konumda durması açıkçası yadırgatıcı. 

Emrah İnaltekin: “Kılıçdaroğlu üst üste yaptığı hatâlardan sonra adaylık iddiasını sürdürebilir mi ve bunu Altılı Masa’ya kabul ettirebilir mi?” Hatâ yaptı mı? Neler hatâ, neler değil? Bunlar tartışmalı. Meselâ bana göre –kaç gündür onu söylüyorum– başörtüsü çıkışı hatâ değildi. Belki diğerlerine haber vermemesi vs. gibi birtakım sorunlar olabilir. Ama sonuçta yaptığı çıkışla gündemi belirledi. Bâzıları –İYİ Parti’liler meselâ– onun birçok hareketini hatâ olarak görüyor olabilirler. Onun bir yerleri ürküttüğünü vs. düşünebilirler. Altılı Masa’ya adaylığını kabul ettirebilir mi? Ettirebilir. Bu tabiî ki orada nasıl bir tartışmanın ve pazarlığın olacağına bağlı açıkçası. Dolayısıyla hâlâ bütün sorunlara rağmen Altılı Masa’daki en güçlü ismin Kılıçdaroğlu olduğu kanısındayım. Fakat güçlü olması, onun kesin aday olacağı anlamına gelmez. Öncelikle Kılıçdaroğlu’nun kendi adaylığında ısrar edip etmeyeceği önemli olacak. Kılıçdaroğlu çok ısrar ederse, masadaki diğer parti liderlerinin onun da olduğu bir ortamda ona rağmen aday dayatmaları, aday önermeleri ne derece mümkün olur açıkçası bilmiyorum. 

“2015 seçimlerinde AKP’nin HDP’ye ‘ben oynamıyorum’ dediği gibi, İYİ Parti de seçime kısa bir süre kala ‘ben oynamıyorum’ diyebilir.” Mehmet Şahin demiş. Sanmıyorum. Oynamayıp ne yapacak? Partiyi kapatması gerekir. Böyle bir şey yapacaklarını sanmıyorum. Sonuna kadar bu masayı dağıtmayacaklardır. Masanın dağılma ihtimâli olacağı kanısında değilim. Ama masanın da Masa olması gerekiyor. Gerçekten o masadan bir şeylerin çıkması gerekiyor ve başlığımıza dönecek olursak: Kılıçdaroğlu ile Akşener’in çok uyumlu olması gerekiyor. Yerel seçimlerde bunu gördük ve çok büyük bir başarı geldi. Şimdi de iki liderin en azından bu fotoğrafı inandırıcı bir şekilde verebilmesi gerekiyor.

Onur Öztürk: “Muhâlefet seçmeni tüm Altılı Masa’nın ne kadar farklı olduğunu bildiği halde, neden en ufak farklı görüşte bu kadar kırılgan?” Çünkü insanlar stres altında. Bu seçimin artık alınmasını istiyorlar ve aralarındaki sorunları kendilerine saklamalarını ve kamuoyuna olumlu, pozitif şeylerle çıkmalarını istiyorlar. Kırılganlık bundan dolayı. Gerçekten somut adımlar görmeyip de kavga, tartışma filan gördüklerinde bir umutsuzluk duygusu yeşeriyor muhâlefet içerisinde. Tabiî ki partilerin farklı olduğunu, bir arada olmalarının bile başlı başına başarı olduğunu herkes biliyor. Ama artık o aşamayı geçtik. Artık bir şeyler yapmaları gerekiyor. 

“Cüneyt Özdemir’in hakkınızdaki yorumları için ne düşünürsünüz? Son dönemde bâzı gazetecilerin Kılıçdaroğlu’na yön vermeye çalıştığını düşünüyorum. Siz ne dersiniz?” Cüneyt Özdemir hakkımda ne demiş bilmiyorum. Bâzı gazeteciler Kılıçdaroğlu’na yön veriyor, vermeye çalışıyor da olabilir; ama biz, ben onlardan değilim. Ben işimi yapıyorum. Artık bildiğim kadarıyla, gördüğüm kadarıyla böyle bir ilişki içerisine girmek, herhangi bir siyâsetçiye böyle bir yön vermek, akıl vermek, danışmanlık yapmak filan, bu gazeteciliğin doğasına aykırı bir şeydir. Yapmak yanlıştır. Biz yapmadık, yapmayacağız. Başkaları ne yapar, başkaları başkaları hakkında ne söyler bilmiyorum. Siyâsetçiler siyâsetçi, biz de gazeteciyiz. Bunca gazetecilik hayâtımda çok siyâsetçi, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı gördüm ettim. Her biri hakkında farklı farklı haberler yaptım, yorumlar yaptım. Ama sonuçta herkesin işi kendine. Gazeteci gazeteciliğini, siyâsetçi siyâsetçiliğini yapar. Aralarındaki mesâfeyi korumaları her zaman için, her iki taraf için de çok hayırlıdır.

Fazilet Önsoy demiş ki: “İşçi Partisi, genç, cesur, halkı ve emeği gözeten, laik, daha ne olsun? Hem de genç insanlar, bagajları yok. Bence en çok onlar yakışıyor cumhurbaşkanı adaylığına. Ama gel gör ki toplumda bunu anlayacak bilinç yok.” Siz de söylemişsiniz zâten, bilinç var mı bilmiyorum ama, İşçi Partisi’nin aldığı, alabileceği oy da belli. 

“Nezih Onur Kuru, ‘Muhâlefet seçimi kaybediyor’ dedi. Siz de aynı fikirde misiniz?” Bu kadar açık şeyler söylemek cesâret ister. Böyle söyledi mi bilmiyorum. Yani şöyle bir, “Yoksa Erdoğan yeniden seçilecek mi?” havası var. Bunu biliyorum. İçeride ve dışarıda var ve bu havayı da büyük ölçüde muhâlefet sağlıyor. Ama ben açıkçası sanmıyorum. Benim çok söylediğim bir lâf var: “Muhâlefet bu seçimi kazanmak zorunda kalacak”. Kaçışı yok, kazanacak. Ama nasıl kazanacak? Onu bekliyoruz. 

“Meral Akşener İYİ Parti’yi ikinci MHP yapma yolunda başarıyla ilerliyor. Böyle bir partiyle seçim ortaklığı akıl tutulmasıdır. Derhal bu partiye HDP ile görüşülerek sınırları gösterilmelidir.” Böyle bir siyâset yok. Yani ”O MHP yolunda başarıyla ilerliyor, HDP ile görüşülmeli ve İYİ Parti’yle yollar ayrılmalı“ya kadar gidecek bir şey. CHP böyle bir şey yapmayacaktır. Yapması mantıklı değil. Ama İYİ Parti’nin, “İkinci MHP mi olacak? Yeni bir merkez sağ, meselâ Doğru Yol Partisi mi olacak?” meselesinde gidip geldiğini görüyoruz, biliyoruz. Bunu ben de çok söyledim. Bu kendilerinin bileceği bir şey. Eğer ikinci MHP olmaya çalışırlarsa kazanabilecekleri çok fazla bir şey yok. Kendileri kazanamayacakları gibi, birlikte hareket edenlerin de kazanmasını engelleyebilirler. Muhtemelen buradan çıkışın yollarını arıyorlardır. Önümüzdeki kongrede –daha var tabiî ki, birkaç ay sonra– yapılabilecek, şu anda ilçe kongreleri başlamak üzere, orada herhalde Meral Akşener, partiye biraz daha merkez sağ partisi dizaynı vermek isteyecektir diye tahmin ediyorum. Ama böyle, onu, İYİ Parti’yi HDP ile tehdit etmek vs…. bugünün Türkiye’sinde bunlar olabilecek şeyler değil.

Orhan Toprak diyor ki: “Kılıçdaroğlu dışında özeleştiri yapan yok.” Doğru. Kılıçdaroğlu özeleştiri yapıyor. Ama orada da deniyor ki: “Bunları yapıyor, çünkü aday olmak istiyor. Adaylık kampanyasının sonucunda bunları yapıyor” deniyor. Bunun da bir doğruluk payı var. Ama o özeleştirilerin bir değeri var. Ne için yaparsa yapsın, o özeleştiriler artık yapıldı, kayda geçti. Bunu hiç akıldan çıkarmamak lâzım. 

Suat Oktay demiş ki: “Ümit Özdağ ve Muharrem İnce’yle neden görüşmez, neden masaya dâhil etmez Kılıçdaroğlu? Onların dışarıda olması Millet İttifâkı’na zarar vermiyor mu?” Bence hiç vermiyor. Tam tersine yararlıdır. Yani onların gelmesi ne getirecek? Çok fazla bir şey getireceğini sanmıyorum. Özellikle Muharrem İnce’nin ayrılması Kılıçdaroğlu’nu çok rahatlattı. Çünkü parti içerisinde kalsaydı, sürekli bir tehdit olacaktı Kılıçdaroğlu için. Ümit Özdağ da aynı şekilde Akşener’in elini rahatlattı ayrılarak. Ama sonra bu sığınmacı karşıtı söylemle, o popülist söylemle belli bir destek yakaladı kendine. Sürdürebilecek mi çok emin değilim. Ama şu hâliyle onların, bu Altılı Masa’ya dâhil olmasının çok iyi bir fikir olduğunu açıkçası sanmıyorum. Kendileri ister mi ona da çok emin değilim. Belki isteyebilirler. 

Kazım Esim: “MHP’nin yerine Zafer Partisi mi gelecek? İktidar, Zafer Partisi’yle mi ortaklık kuracak Ruşen Bey?” Daha çok erken bunları konuşmak için. Yani şu aşamada kamuoyu yoklamalarına göre böyle bir şey söz konusu değil. Ancak cumhurbaşkanlığı seçiminde eğer ikinci tura kalırsa, Zafer Partisi seçmeninin kimi tercih edeceğinin de bir önemi olacak. Şu hâliyle bakıldığı zaman, kendileri daha yüksek diyor; ama ben gördüğüm kamuoyu yoklamalarında %3 civârında bir oyları gözüküyor. Eğer ikinci tura kalırsa o oyları Erdoğan da almak isteyecektir tabiî ki. O zaman belki üstü kapalı birtakım ittifaklar da kurulabilir. Ama şu hâliyle MHP’nin yerine Zafer Partisi’nin geçmesi diye bir şey olamaz. Belki ileride MHP ile Zafer Partisi aralarındaki buzları eritip tekrar birleşebilirler. Ama çok ileride, şu günün meselesi değil bu.

Suat Oktay Şenocak: “Ülkede onca sorun varken, HDP’nin Öcalan’ı dert edinmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?” Bu zâten şaşırtmıyor. Her sene yapılan bir şey. Yapmak zorunda hissediyorlar kendilerini. Dolayısıyla çok da fazla bir şey söylemek gerekmiyor. 

Mustafa Hakyemez demiş ki: “Kemal Bey özeleştiri yaparken devamlı kendisinden önceki CHP için özeleştiri yapıyor. Kendi genel başkanlığı dönemiyle yüzleşmedi. Dokunulmazlıklar konusu, Ekmeleddin vakasının hâlâ arkasında duruyor.” Dokunulmazlıkların arkasında duruyor mu bilmiyorum. Duruyorsa çok yanlış yapıyor demektir. Ama Ekmeleddin vakasının arkasında durduğunu gördüm. Kulaklarıma inanamadım yani gerçekten. O zâten ilk andan îtibâren çok büyük bir hatâydı. Hâlâ bunun doğru bir adım olduğunu söyleyebiliyor olması akıl alır gibi değil. Bu anlamda Mustafa Bey’in söylediği –dokunulmazlık konusunu bilmeyerek, onu şerh düşeyim–, Ekmeleddin üzerine söylediği gerçekten önemli. Bugün Altılı Masa’da bir ortak cumhurbaşkanı adayı tartışması yaparken, kötü örnek olarak Ekmeleddin İhsanoğlu’nu gösterebilir meselâ — çok bâriz. 

Selim Matkap: “Ekrem İmamoğlu’nun adaylığı sizce hâlâ masada mı?” Evet, bence masada ve her ne kadar kamuoyu yoklamalarında oyu biraz azalıyor gözükse de, olma ihtimâli, Kılıçdaroğlu’nun olmaması durumunda onun olması, Mansur Yavaş’ın olmasıyla bence eşit ihtimalde. Yani diyelim ki Kılıçdaroğlu yoksa, ikisinin de %50 şansı vardır. Tabiî neye istinâden bunu söylüyorum? Tamâmen kişisel bir şey bu. Bayağı bir ihtimal dâhilinde olduğu kanısındayım. 

“Bu izleyicilerle yayın çok güzel. Siyâsîler bu programları izlese belki bir şey katabilirler siyâsete.” Aman izlemesinler. Sonra bizi de bozmasınlar. Biz böyle güzel güzel gidelim. Ben de açıkçası başta yaparken biraz ürkmüştüm. İlk yaptıklarımız biraz sorunlu gitti açıkçası. Yani çok heyecanlı olmadı; ama sonra her geçen gün çok daha câzip oluyor ve her seferinde ben açıkçası şaşırıyorum. Gerçekten çok iyi katkılar oluyor sizlerden ve dikkat ederseniz sayısını da çoğalttık. Genellikle pazartesileri yapıyordum. Meselâ cumartesi de apar topar bir tâne daha yaptım. Belki bu hafta başka da yaparım. Kılıçdaroğlu’nun Amerika gezisini tartışırız diyeceğim; ama neyini tartışacağız bilemiyorum. 

Mehmet Ali S.: “Kılıçdaroğlu, Twitter’da çok çıkmayan, ancak asıl seçim kazandıran kitlelere ulaşmayı başaran tek lider. O yüzden tek aday o görünüyor.” Kim kime nasıl ulaşıyor bunları ölçmek öyle kolay değil; ama olabilir. Tek aday o görünüyor; şu hâliyle buradaki tek aday olarak onun görünmesinin nedeni şu: Dört tâne isim var; Akşener, “Ben aday değilim” dedi, diğer ikisi, “Biz belediye başkanıyız, partimizin genel başkanının yanındayız” demekten başka bir şey yapamıyorlar. Dolayısıyla sâdece Kılıçdaroğlu’nun adı geçiyor. Kılıçdaroğlu dese ki: “Tamam, Ekrem Bey de Mansur Bey de eğer niyetlilerse onlar da çıksınlar, anlatsınlar” dese, belki o zaman başka şeyler de yaşayabiliriz. 

“İktidârın siyâsî olarak yaptığı her hamle, iktidârın lehine. Şimdi seçimi alacaklar havası neden estiriliyor muhâlefette olanlar tarafından?”İşte bu benim hep söyleyegeldiğim, muhâlefette çok yaygın olan, “Erdoğan kaybetmez” duygusu. Yani Erdoğan’ın en büyük gücü buradan geliyor. Israrla bunu söylüyorum. İşte, en ufak bir şey yapıyor, meselâ diyelim ki toplu konut yapıyor ya da asgarî ücreti artırıyor. “İşte şimdi toparlıyor, toparlayacak, ülkeye şu kadar para girmiş, Erdoğan toparlıyor…” filan denmeye başlanıyor. Yani Erdoğan destekçileri bile bu kadar açıkça, “Toparladık, toparlıyoruz” diyemezken, muhâlefetin atfettiği böyle bir şey var. İşte bu bir özgüven eksikliği. Karşısındakini çok abartmakla ilgili bir şey. İşte bunu da arındıracak olan muhâlefetteki liderler. Onların seçmene, Erdoğan’ın öyle de güçlü olmadığını gösterecek hamleler yapmaları lâzım. 

“Uygur Özerk Bölgesi’nden selâmlar.” Serdar Kulu: “Biliyoruz ki İYİ Parti seçmeni ve sağ seçmen, Mansur Bey cumhurbaşkanı ve Meral Hanım başbakan olsun istiyor. Bu koşullarda Kemal Bey nerede dursun istiyorlar sizce?” Evet, güzel soru. İşte birisi cumhurbaşkanı, birisi başbakan, Kemal Kılıçdaroğlu ne olacak? CHP Genel Başkanı olarak devam mı edecek? Herhalde böyle bir şey olmayacaktır. Mansur Yavaş ya da Ekrem İmamoğlu’ndan herhangi birisinin cumhurbaşkanı adayı olması ve seçilmesi hâlinde, herhalde diğer partilerden bâzı isimler de cumhurbaşkan yardımcısı filan diye tanımlanacaklar. Muhtemelen öyle bir şekillenme olacak muhâlefette. Zâten onları konuşmaya başladıklarını duyuyoruz. Ama şu hâliyle, Serdar Bey’in söylediği gerçekten dikkat çekici. O cumhurbaşkanı, o başbakan; peki CHP’liler ne yapacaklar? Yine belki ana muhâlefet partisi olarak devam ederler o zaman. 

Evet, bayağı bir aktaramadığım soru ve yorum var. Ama yavaş yavaş toparlayalım. 50 dakikaya yaklaştık. Bakalım, en son olarak bir soru alalım. 

“Seçim güvenliği nasıl sağlanacak?” sorusu hep ortada zâten. Bu başlı başına bir şey.

Bir izleyicimiz sormuş: “Sizce tüm Altılı Masa hep birlikte, ekonomi ve adâlet başlıkları altında, kesin çözümleri içeren bir toplantıyı ne zaman görebiliriz? Tüm muhâlefetin isteği bu iken neden umutsuzluk yayıyorlar?” İşte bakalım, 15 günde bir toplanacaklar. Belki daha hızlandıracaklar birtakım şeyleri. O zaman göreceğiz. 

Evet, burada noktayı koyalım. “Uyum bozuldu mu?” diye sorduk. Bence uyum bozuldu; ama telâfîsi imkânsız değil. Telâfî edebilmeleri için birlikte sorunları kendi aralarında tartışmaları ve kamuoyunun karşısına olabildiğince sorunlarını çözmüş ve birlikte yol alıp somut adımlar atıyor görünümü vermeleri gerekiyor. Bakalım nasıl olacak, nasıl yapacaklar? Hep birlikte göreceğiz. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.