Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ekrem İmamoğlu’nun yakaladığı büyük fırsat

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Yüksek Seçim Kurulu (YSK) üyelerine hakaret suçlamasıyla yargılandığı dava 14 Aralık 2022’ye ertelendi. Mütalaasını yineleyen savcı, İmamoğlu’na dört yıl bir aya kadar hapis ve siyasi yasak talep etti.

Ruşen Çakır, İmamoğlu’nun yargılandığı davadan yola çıkarak siyaset gündemini ve İmamoğlu’nun, hakkındaki davayı nasıl kendi lehine çevirebileceğini anlatıyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. Cuma günü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun dâvâsı görüldü ve 14 Aralık’a ertelendi. Kendisine cezâ verilmesi ve siyâsî yasak getirilmesi gündemde. Nitekim savcı da mütâlaasında bunları istedi. Ama ne olacağını şu anda bilmiyoruz. Cuma günü Kemal Can’la “Haftaya Bakış”ta bunu konuştuğumuzda, bunun çok adlî bir dâvâ olmadığını, zâten dâvânın açılmış olmasının bile abes olduğunu, bunun tamâmen siyâsî bir dâvâ olduğunu ve karârı da mahkeme heyetinden ziyâde siyâsetçilerin vereceğini söyledik. Şu hâliyle bakıldığı zaman, olay biraz daha uzayacağa benziyor. Tabiî çok soru var; cezâ alıp almayacağı, siyâsî yasak gelip gelmeyeceği ve bunun cumhurbaşkanlığı seçimlerine etkisi olup olmayacağı gibi. Zîra Ekrem İmamoğlu’nun adı tekrardan ciddî bir şekilde Altılı Masa’nın ortak cumhurbaşkanı adayı olarak telâffuz edilir oldu. Açıkça onu isteyenler zâten vardı; ama onun dışında da yaşanan gelişmelere bakıldığında, adının öne çıkmasının doğal olduğu düşünülüyor — ki bu düşünceyi ben de büyük ölçüde paylaşıyorum. Kılıçdaroğlu’nun artık kendi adaylığını dayatmanın sınırına geldiğini düşünüyorum — başkaları başka gerekçelerle düşünüyor olabilir. Kılıçdaroğlu kendi adaylığında ısrar etmezse, Ekrem İmamoğlu’nun ismini önermesinin yüksek ihtimal olduğu kanısındayım. Bunu herhangi bir bilgiye dayanarak söylemiyorum. Ama şunu biliyorum: Ekrem İmamoğlu öteden beri zâten böyle bir adaylık ihtimâli için bir hazırlık içerisindeydi ve bu hazırlığını son dönemde iyice artırmış durumda. Kendisine bağlı, kendisinin bilgisi dâhilinde birtakım ekipler, birtakım hazırlıklar, çalışmalar yapıyorlar vs.. Yani yarın öbür gün Altılı Masa’nın adayı olarak Ekrem İmamoğlu pekâlâ îlân edilebilir. Pazartesi günü, yani yarın yapılacak olan sekizinci görüşmede, adayın açıklanmasını zâten beklemiyoruz. Fakat bir şekilde İmamoğlu’nun gündeme geleceğini, en azından dâvâsı nedeniyle gündeme geleceğini kestirmek zor değil. Ahmet Davutoğlu, cuma günü mahkeme sırasında İmamoğlu’nu makamında ziyâret etti biliyorsunuz. Meral Akşener, çarşamba günü grup toplantısında İmamoğlu dâvâsını açık bir şekilde dile getirdi ve İmamoğlu’nun yanında bir duruş sergiledi. İmamoğlu’na Altılı Masa’dan bir şekilde destekler geliyor, daha da geleceğe benziyor — göreceğiz.

Şimdi bir fırsattan bahsediyorum. Bu fırsat ne? Bir kere ortada çok ilginç bir olay var. Mayıs ayında Ekrem İmamoğlu bir Karadeniz gezisi yaptı ve orada çok ciddî eleştirilere neden oldu — özellikle geziye çağırdığı bâzı gazeteciler nedeniyle. Bu eleştiriler üzerine verdiği cevaplara işleri ayrıca daha da karıştırdı ve İmamoğlu’na karşı, kendisine oy vermiş olanların bir kısmını da kapsayan bir burukluk oluştu. Kimileri çok sert şeyler söylediler ve İmamoğlu bir anlamda durup dururken kendi imajını ciddî bir şekilde sıkıntıya soktu. O dönemde birçok kişi gibi ben de bu konuyla ilgili, İstanbul’da iki kez üst üste seçim kazanmış ve bunu yaparken de, özellikle seçimleri kazanırken halkla ilişkiler stratejisini bayağı iyi uygulamış bir ismin bu hatâları nasıl yapmış olduğu üzerine çok yorum yaptım. Aslında kendimce birtakım gerekçeler –yani gerekçeler dediğim bahâne değil–, neden böyle yapmış olabileceği hakkında birtakım fikirlerim var, ama onları çok da fazla dile getirmenin gereği yok. En azından şunu söyleyebilirim: İmamoğlu iki seçimin ardından kendine aşırı bir güven duymaya başladı. Aşırı güven, özgüven belli bir yerden sonra sorunlara yol açabiliyor siyâsette. Karadeniz’de yaşanan da bir bakıma böyle bir husustu.

Şimdi hatırlayın; Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı açıklandığı zaman birçok kişi çok şaşırdı. Adı bilinmiyordu. Beylikdüzü’nde belediye başkanıydı. Ama birçok kişi, ben dâhil birçok kişi adını duymamıştık ya da çok fazla dikkatimizi çekmemişti ve Kılıçdaroğlu’nun bir kumar oynadığı yolunda yorumlar yapıldı; hattâ baştan yenilgiyi kabul ettiği şeklinde yorumlayanlar oldu. Fakat o günleri iyi hatırlıyorum, böyle olmayabileceği yolunda çok şey vardı. Bir kere ortam çok müsâitti; AKP’nin İstanbul’daki 25 yıllık saltanatının bitmesine çok müsâitti. HDP’nin destek verme ihtimâli güçlüydü. Millet İttifâkı zâten vardı ve böyle bir ortamda adı pek bilinmeyen genç bir isim ve başarılı olduğunu, siyâset yapmayı bildiğini hızlıca gördüğümüz bir ismin olması da böyle bir zeminde çok elverişli oldu. Bu anlamıyla, bildiğim kadarıyla Kemal Kılıçdaroğlu bir şekilde Ekrem İmamoğlu’na karar veriyor; kendisini önerdiğinde ilk başta Ekrem İmamoğlu tereddüt ediyor, çünkü Beylikdüzü’nde garanti kazanacağı bir seçim varken, İstanbul’da her şeyi kaybedebilir. Çünkü o âna kadar 25 yıl boyunca yenilmeyen bir çizgi var orada. Ama bir şekilde o da o riski aldı ve başarıyla çıktı. O fırsatı çok iyi değerlendirdi Ekrem İmamoğlu. Ardından seçimin iptal edilmesi olayı yaşandı. Tamâmen yalan dolanla yapılan bir iptal ve burada da gerçekten önüne bir engel çıkartıldı; ama aynı zamanda bir fırsat sunuldu Ekrem İmamoğlu’na. O anda seçimin iptâline karşı gerçekten çok başarılı yönetti o süreci ve oylarını acayip bir şekilde artırarak yeniden kazandı ve galibiyetini tescilledi. 25 yıl sonra Erdoğan’ın elinden İstanbul’u aldı. Çok büyük bir meydan okuyuştu ve o fırsatı da çok iyi değerlendirdi. Önünde ondan sonra tam bir fırsatlar denizi –böyle bir lâf var mı bilmiyorum; ama şu anda aklıma geldi– böyle bir şey oldu. İstanbul’u 25 yıl sonra Erdoğan’dan almış olan genç, dinamik, dinden de anlayan, sosyal demokrasiden de anlayan, Atatürk’ten sürekli bahseden, Karadenizli, sosyal demokrat bir partide, ama merkezde, “ANAP’lı da olsa şaşırtmazdı” denilen bir isim, herkesten oy alabilecek birisi, Kürtler’le de başından îtibâren arası iyi, gerek seçim sürecinde gerek seçim sonrasında. Kısacası önü çok açık birisi olarak Türkiye’de siyâsetin geleceğinde etkili bir isim olacağı tescillendi o andan îtibâren. Daha sonra belediyedeki faaliyetleri genellikle olumlu; tabiî ki çok ciddî bir şekilde iktidârın ve onun medyasının çok ciddî yıpratma kampanyalarına, îtibarsızlaştırma kampanyalarına rağmen yoluna devam eden, devletten kendisine çıkartılan bir yığın engele rağmen bir şeyler yapmaya çalışan ya da hem sosyal anlamda hem de şehre birtakım yatırımlar anlamında yaptığı bir şeyleri gösteren –tabiî bu arada tatilleriyle, birtakım olaylarda ânında şahsen müdâhale etmekte geç kalmasıyla vs. eleştiriler de alan– birisiydi. Cumhurbaşkanlığı adaylığı için de ilk günden îtibâren adı geçti. O da hiçbir zaman bu ihtimâli reddetmedi. “Ben kesinlikle böyle bir şey düşünmüyorum” demedi; “Adayım” da demedi. 

Şimdi, Karadeniz olayında yapılan o hatâlar, bir dizi zincirleme hatâ, Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olmasını arzulamayanlar için bir fırsat oldu ve onu sonuna kadar kullandılar. Bayağı bir kullandılar, istifâde ettiler ve Ekrem İmamoğlu’nun bir anlamda muhâlefet tabanı nezdinde de bir îtibar kaybı yaşamasına neden oldular. O da bir süre frene bastı. Çok fazla ortaya çıkmadı. Yani böyle riskli konularda, riskli hamleler yapmadı ve genellikle de partisi ve Altılı Masa’yla uyum içerisinde olmaya, birlikte fotoğraf vermeye özen gösterdi. Belli ki o süreçten, Karadeniz olayından bir ders çıkartmıştı ve şimdi tekrar önüne yeni fırsatlar geldi. Büyük fırsatlar bunlar. Birincisi, öncelikle Büyükşehir Belediyesi’nden cumhurbaşkanlığı, hattâ şu anlamıyla bakılırsa başkanlığa uzanabilme ihtimâli, böyle bir fırsat var önünde. Bu süreçte tabiî ki öncelikle Kılıçdaroğlu’nun adaylıktan vazgeçmesi gerekiyor, adaylıktan vazgeçtikten sonra da İmamoğlu’nu tercih etmesi gerekiyor. Yani İmamoğlu’nun elinde Kılıçdaroğlu’na rağmen aday olabilme gibi bir güç, iktidar yok. Ama Kılıçdaroğlu’nun kendisinin aday olmaması hâlinde önündeki iki seçenekten birisi ve bana göre tercih edeceği kişi İmamoğlu olur diye akıl yürütüyorum. Bir kere böylece bir fırsat önüne açıldı ve o da herhalde heyecanla bunu bekliyor — Altılı Masa’nın ne karâra varacağını. Eğer Kılıçdaroğlu İmamoğlu’nu Masa’ya önerirse, tartışmalar illâki olacaktır; ama bir şekilde bir mutâbakat sağlanır. Aynı şekilde, Kılıçdaroğlu Mansur Yavaş’ı önerse de aynısı olur diye düşünüyorum. Yani sonuçta Kılıçdaroğlu’nun kimde karar kılacağı; kendisi mi yoksa İmamoğlu mu Mansur Yavaş mı? Ama İmamoğlu ne zamandan beri ilk defâ, hiç olmadığı kadar –her ne kadar kamuoyu araştırmalarında hep yüksek oranlar çıksa da Mansur Yavaş’tan sonra–, Masa’nın gündeminde çok ciddî bir şekilde var ve önünde böyle bir fırsat var. Dolayısıyla birincisi: Aday olma fırsatı var önünde. Yanlış hareketler yaparsa bu fırsatı kaçırabilir. Bir diğer husus da tabiî ki aday olarak gösterilirse kazanması gerekecek. Kazanmasının normal şartlarda cepte olduğunu düşünen çok kişi olabilir. Ama hâlâ aynı şeyde ısrarlıyım; iktidârın kaybedeceği kesin, ama muhâlefetin kazanacağı kesin değil. Dolayısıyla Ekrem İmamoğlu’nun aday gösterilmesi durumunda bu fırsatı iyi değerlendirip kazanması, hattâ mümkünse ilk turdan kazanması ve bunu yaparken de belli bir fark atabilmesi gerekiyor Erdoğan’a. Eğer bunları yaparsa, böyle bir şey olursa, herhalde çok uzun bir süre İmamoğlu Türkiye’nin gündeminde olacak. 

Tabiî hemen diyeceksiniz ki mahkeme ne olacak? İşte o da başka bir fırsat belki de. İmamoğlu aday gösterilse de gösterilmese de, belki aday gösterilmesinden önce cezâ alıp, belki pekâlâ siyâsî yasaklı ilân edilecek — ki orada tartışmalar var; bunun îtirâzı var, istinafı var, şusu var busu var, seçimlere yetişir mi yetişmez mi deniyor. İhtimâlin ne olduğunu bir kenara bırakıp, diyelim ki iktidar Ekrem İmamoğlu’na siyâsî yasak getirdi. Mahkeme demiyorum dikkat edin, iktidar diyorum. Bu da başka bir fırsat olacak. Önünde çok açık bir Erdoğan örneği olacak. Erdoğan da sudan sebeplerle rejim tarafından, sistem tarafından siyâsî yasaklı îlân edildi, hapse atıldı; ama sonra çok güçlü bir şekilde geri geldi ve 20 yıldır ülkeyi yönetiyor. Erdoğan, sloganında, “İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır” demişti ve yaptı. O zaman yeni bir Erdoğan süreci yaşaması söz konusu olabilir ve de bu bir fırsat olabilir. Şunu söylemiyorum: “Böyle siyâsî bir dâvâyla mağdur edilirse Ekrem İmamoğlu bundan çok güç kazanır” demiyorum. Bu ihtimal çok güçlenir; eğer doğru adımları atarsa, doğru kişilerle çalışırsa, doğru politikaları dile getirirse, daha biz uzun bir süre Ekrem İmamoğlu’nun adını çok güçlü bir şekilde duyarız ve eğer hareketlerini doğru yaparsa, bu tür hukukî yollarla ya da hukuk gerekçesiyle önünü kesme girişimlerinden istifâde etme ihtimâli de çoğalır.

Tabiî bunların hepsi bir fırsat, çok önemli fırsatlar. Türkiye’de çok kişinin yakalayabileceği fırsatlar değil. Cumhurbaşkanı adayı olsa da olmasa da, siyâsî yasaklı ilân edilse de edilmese de Ekrem İmamoğlu’nun önünün çok ciddî bir şekilde açık olduğunu düşünüyorum. Fakat kaderini tabiî ki büyük ölçüde kendisi dışındaki güçler etkileyecek. Ama siyâset gibi bir şeyde, hele böyle genç olarak kabul edebileceğimiz, Türkiye siyâseti için genç diyebileceğimiz bir yaşta bu fırsatları yakalamış birisinin kaderi, öncelikle kendisine bağlı. Eğer kendisi bütün bu süreçleri iyi yönetirse, gerçekten Türkiye’nin gündeminde uzun bir süre etkili bir siyâsetçi olarak var olabilir. Bunu yapabilmesi tamâmen kendisine bağlı. Yapabilir mi yapamaz mı? Bugünden baktığımda bunu yapabilme imkânının olduğunu düşünüyorum ve önünde tabiî ki peş peşe kazanılmış iki belediye başkanlığı seçimi var İstanbul’da. Ama bir de göz göre göre gelen, saçma sapan bir Karadeniz gezisi var — gezinin kendisi aslında çok başarısız bir gezi değildi; çok başarılıydı bence orada yaptıkları, ettikleri; Rize’de Erdoğan posteri önünde konuşmak filan. Ama o iki tâne –iki “tâne” diyorum, insanlardan tâne diye bahsedilmez ama, işte, dilimize geldi, neyse– iki gazeteciyi çağırması gerçekten birçok şeyi bozdu. Ama daha önemlisi, gösterilen tepkileri –ki o tepkileri yanlış bulabilir, saçma bulabilir; ama onun için onca fedâkârlık yapmış, onun için çalışmış insanların sitemini, eleştirisini– daha anlayışlı, olgun bir şekilde karşılaması gerekiyordu. İlk aşamada bunu yapmadı ve galiba en çok etkili olan o. Küstah bir tavır takındı açıkçası, bunu söylemek gerekir. Eğer o küstahlığı başka vesîlelerle, başka konularda yapmazsa önündeki fırsatlar çok geniş. Tabiî bu arada unutmamak lâzım ki bir diğer husus da şu: Herkesten oy almak güzel bir şey, ama herkesten oy alabilmek için sizin öncelikle kendinizin bir duruşunuzun olması lâzım. Herkesle iyi geçinmek ise doğru bir şey değil. Siyâset yapıyorsanız bâzı kişilerle iyi geçinirsiniz; bâzı kişilerle mücâdele edersiniz. Onu özellikle vurgulamak lâzım. Sonuçta CHP gibi bir parti, tabiî ki her şey çok tartışılır ama, halk için bir şey yapma iddiasıyla siyâsete atılan birilerinin, halkı çok da umursamayan, halkla dalga geçen, halkı iliğine kadar sömüren kişilerle arasının iyi olmaması gerekir diye de özellikle hatırlatmakta yarar var. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.