Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Beyoğlu terör saldırısı: Kim kime ne mesaj verdi?

İstiklal Caddesi’nde 13 Kasım Pazar günü düzenlenen bombalı saldırıda altı kişi yaşamını yitirdi, 81 kişi yaralandı.

“Bize verilen mesajı aldık. Çok güçlü cevap vereceğiz” diyen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, ABD’yi hedef aldı.

Soylu, “Amerikan Büyükelçiliği’nin taziye dilemesini kabul etmiyoruz, reddediyoruz. Kobani’yi, terör bölgelerini besleyen ve oradan Türkiye’nin huzurunu bozmaya çalışan bu anlayışa, kendi senatolarından para gönderen bir devletle müttefikliğimiz elbette tartışılmalıdır” diye konuştu.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise sosyal medya hesabından yayınladığı mesajla Taksim saldırsıyla ilgili ABD’nin de aralarında olduğu 97 ülke ve uluslararası kuruluşa teşekkür etti.

ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) ve Rus Dış İstihbarat Servisi’nin (SVR), Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) ev sahipliğinde Ankara’da bir araya geldiği ortaya çıktı.

İçisleri Bakanı neden ABD’yi hedef aldı?

Taksim saldırısıyla kim kime ne mesaj vermek istiyor?

Ruşen Çakır yorumladı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Bugün ikinci kez karşınızdayım. Pazar günü Beyoğlu’nda 6 kişinin hayâtını kaybetmesine yol açan terör saldırısı hâlâ konuşuluyor. Üzerinde çok tartışma var. Doğurabileceği sonuçlar henüz kestirilemiyor. Ama bu konuda değişik yorumlar yapılıyor ve bir yerde çok kilit bir sözcük var: “Mesaj”, mesaj sözcüğü. Bu saldırının mesajı kime? Kim tarafından, kime ne mesaj verildi? Bu aslında her terör saldırısının ardından gündeme gelen bir şeydir ve genellikle de devletler arası mesajlar olarak yorumlanır. Ancak burada önemli bir husus olarak, her terör saldırısının aynı zamanda topluma yönelik mesajlar içerdiğini de göz önüne almak gerekir. Yani bir saldırının, sâdece A devletinin B devletine verdiği bir mesaj olmanın ötesinde, aynı zamanda o ülkede yaşayan insanların ya da o şehirde, o mahallede yaşayan insanlara da bir mesaj olduğunu özellikle vurgulamak lâzım. Bir korku ortamı, dehşet ortamı yaratmak ve insanların normaldeki davranışlarını, düşüncelerini değiştirmeye yönelik hamle oluyor terör eylemleri. Yani insanlar daha az sokağa çıkıyor, daha fazla ürkek davranıyor; düşünürken, herhangi bir konuda birtakım görüşleri varsa onları gözden geçirmek zorunda hissediyor vs.. Ama tabiî ki en önemli husus, burada örgütlerin ve örgütler üzerinden bâzı ülkelerin başka ülkelere mesaj verip vermediği.

Bu olayda “mesaj” kavramı daha ilk anda gündemimize girdi. Gündemimize sokan da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu oldu. Israrla vurguladı: “Mesajı aldık, cevâbını en sert şekilde vereceğiz” diye; ama sâdece o değil, diğer yetkililer de, meselâ Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay da aynı şekilde “mesaj” dedi. Ama bunları diğerleri açmadılar; Süleyman Soylu açık söyledi, adresi gösterdi: Amerika Birleşik Devletleri’ni işâret etti ve söylediği klasik: “Olay yerine ilk giden katildir.” Böyle bir anlayış var biliyorsunuz, kalıp var. Genellikle katillerin olay yerine döndüğü söylenir. Hattâ polisler ya da istihbârat servisleri, olay yerinde toplanan kalabalıkların fotoğraflarını çekerler, videolarını çekerler, katilleri oralarda ararlar. Bunu polisiye izleyenler de, dizi izleyenler de bilir. Burada açık açık ABD’nin tâziyesini kabul etmediklerini söyledi ve bu tâziyeyi katilin olay yerine gitmesi olarak gördüğünü söyledi; açıkça Amerika Birleşik Devletleri’ni işâret etti. Neden böyle yapıyor? Tabiî ki hızlı bir akıl yürütme ile: Teröristler Suriye’den geldi; PKK, YPG’liler. PKK’ya, YPG’ye Suriye’de kim destek çıkıyor? Amerika Birleşik Devletleri. Türkiye’nin o kadar uyarmasına rağmen, baskı yapmasına rağmen ABD bu tavrını değiştirmiyor ve Türkiye’nin anlaşıldığı kadarıyla son dönemde Suriye’ye yönelik yeni operasyon planlarını da reddediyor, engellemeye çalışıyor. Bu akıl yürütme ile bunu yaptığını düşünmek çok normal olur ve zâten bu söylediklerini de Türkiye’de bayağı bir kişi satın alıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nin hem Suriye’dePYD/YPG’yi, ama aynı zamanda bölgede PKK’yı desteklediği yolunda yıllara dayanan bir inanış var ve Süleyman Soylu bunu çok yüksek sesle, ısrarla, yani îmâlı filan da değil açık açık söyledi. Deneyimli bir siyâsetçinin böyle bir şey yapmasının kendisi ayrı bir mesaj. Yani “Mesajı aldık” derken kullandığı üslûp ve söyledikleri, ayrı bir mesaj.

Bunu söylüyor; ama olayın bir başka boyutu var. Acaba bu kimin görüşü? Ülkeyi yönetenlerin görüşü mü? Erdoğan’ın görüşü mü? Siyâsî iktidârın görüşü mü? Bakın bu olaydan bir gün ya da iki gün sonra, Süleyman Soylu’nun açıklamasından bir gün sonra Erdoğan Endonezya’ya G-20 Zirvesi’ne gidecekti ve zirvede Biden’la görüşmesi bekleniyordu — nitekim görüştü. Erdoğan Biden’la görüşmeye giderken, Süleyman Soylu ABD’nin tâziyelerini, başsağlığı mesajlarını suratlarına çarptı. “Katil sizsiniz” dedi açıkçası. “Siz yaptırdınız” dedi, bunu söyledi. Erdoğan, Biden’la görüşmeye gidiyor ve Biden terör eylemi nedeniyle başsağlığı dileklerini iletiyor tabiî ki. Erdoğan da buna karşı şükranlarını dile getiriyor Biden’a. Yani, “Sizin tâziyenizi kabul etmiyorum” filan demiyor. Aynı zamanda bir başka olay daha var — ki o da bambaşka bir olay: Ankara’da CIA Direktörü Rus mevkidaşıyla buluşuyor. Çok uluslararası düzeyde, çok önemli bir zirve, istihbârat zirvesi. Baş başa nükleer zirveyi konuşmak üzere Ankara’da Millî İstihbârat Teşkilâtı’nın ev sâhipliğinde bir araya geliyorlar. Herhalde Süleyman Soylu bu buluşmayı da biliyordur bu sözleri ederken. Türkiye’de çok can yakan, Türkiye’nin gözbebeği bir caddede, İstiklâl Caddesi’nde –ki hayâtımın önemli bir bölümü Galatasaray Lisesi’nde yatılı okumuş birisi olarak orada geçmiştir ve çok bildiğim ve sevdiğim bir yerdir; ama hep böyle kötü olaylara da sahne olmuş bir yerdir– burada bir terör eylemi gerçekleşiyor — sivillere yönelik bir terör eylemi, yani güvenlik güçlerine yönelik filan bir terör eylemi değil. Tam anlamıyla “kör terör” denecek bir durum: TNT dolu bir çanta bırakılıyor ve çanta patlıyor. Çok sayıda kişi yaralanıyor, 6 kişi de hayâtını kaybediyor ve siz ülkenin en önemli güvenlik yetkililerinden birisi olarak çıkıp Amerika Birleşik Devletleri’ni suçluyorsunuz. Tamam. Şimdi şöyle bir şey düşünelim: ABD böyle bir olayın içindeyse, herhalde bu olayın bir yerinde CIA vardır, yani CIA’in bilgisi olmadan ABD böyle bir olaya suç ortaklığı yapamaz. İşler iyice karışıyor burada dolayısıyla. Bir yandan Erdoğan Biden’la görüşmeye gidecekken, diğer yandan Hakan Fidan iki önemli istihbârat şefini ağırlayacakken, Süleyman Soylu Amerika Birleşik Devletleri’ne yönelik açık suçlamalar yapıyor. Şunu söylemeye çalışıyorum: Bu olay aynı zamanda Türkiye’yi yönetenler arasında çok ciddî farklılıklar olduğunu da bize gösteriyor. Süleyman Soylu’nun izlediği çizgiyi bugün Devlet Bahçeli de bir şekilde sürdürdü; ama o kadar açık konuşmadı. “Teröristleri silâhlandıran müttefiklerimiz” filan diyerek ABD’yi işâret etti; ama Soylu gibi davranmadı. Soylu’nun bu çıkışını ayrı bir yere not etmek gerekiyor. Bunlar rastgele yapılmış, söylenmiş şeyler değil. Şunun olduğunu da düşünmüyorum: Hani “iyi polis kötü polis” oyunu vardır, o böyle ABD’yi karşısına alacak, diğerleri de gayet sâkin Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkilerini en üst düzeyde sürdürecekler. Öyle olduğunu sanmıyorum. Bunlara bir şerh düşmek lâzım.

Biraz daha detaylandıralım. Diyelim ki Amerika Birleşik Devletleri ya da başka bir ülke… — bu arada ayrıca bir not düşelim: Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın normalde bir uzmanlık alanı terördür, terörizmdir. Yıllardır bu konuda çalışır. Çoğuna katılmadığım görüşleri vardır, ama bu konuda uzmandır, uzman olarak bilinir. O dedi ki: “Bana gelen bilgiler başka türlü. Olayın arkasında Soylu’nun işâret ettiği ülke yok, başka bir ülke var” dedi. Ama o da esrarengiz konuştu. Hangi ülkeyi kastettiğini söylemedi ve böyle de bir şerh var — diyelim ki ABD, Suriye’de yerleşmiş olan PKK üzerinden böyle bir eylem yaparak Türkiye’ye mesaj veriyor. Nasıl bir mesaj veriyor? Bunu açıkçası merak ediyorum. Bunu bir şekilde Soylu’nun ya da benzer düşünen kişilerin açıklaması lâzım. Yani şöyle bir hava veriliyor: “Tamam, mesajı aldık”. Ama mesajın ne olduğunu söylemiyorlar. Biz de, herhalde söylediği doğrudur diyoruz. Amerika Birleşik Devletleri neden Suriye üzerinden gelen birtakım PKK’lıların böyle bir eylemi Beyoğlu’nda yapmasını istesin? Bunu yaparak Türkiye’ye ne diyorlar? Türk-Amerikan ilişkilerinin çok iyi seyretmediğini biliyoruz, ama çok kritik bir aşamada olmadığı da bir gerçek. En son F-16’lar konusunda Türkiye’nin lehine birtakım gelişmeler olması da bekleniyor. Bunun pazarlıkları sürüyor. Ortada, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine sâdece Türkiye’nin vetosu var. Ama o da büyük bir ihtimalle aşılacak gibi gözüküyor. Yani dolayısıyla burada, “Nasıl bir mesaj, neden böyle bir mesaj?” sorusu açıkçası belirsiz. 

Bir diğer husus da şu tabiî ki: PKK eğer bu olayı yaptıysa… — ki kendileri açık bir şekilde reddettiler, YPG de reddetti. Ama biliyoruz ki PKK’nın zamânında sivillere yönelik çok sayıda terör saldırısı var. Bunların hiçbirisini doğrudan kendileri üstlenmedi; ama TAK gibi birtakım taşeron yapılar ya da PKK’nın çatısı altında, hesapta bağımsız hareket eden, ama bağımsız hareket etmedikleri belli olan birtakım yapılar üstlendi. Onları da, TAK’ı da, pekâlâ PKK olarak sayabiliriz. Burada sivillere yönelik bu saldırıyı kendileri kabul etmediler. Net bir şekilde karşı çıktılar. Ama bir yerde de bunun bir karanlık dönemin başlangıcı olduğunu söylediler. O kısmının daha önemli olduğu kanısındayım. Sâdece “Biz yapmadık” denilen bir açıklama değil. Tabiî ki PKK’nın açıklamasında “Biz yapmadık” demesi tek başına yeterli bir şey değil. “Biz zâten sivilleri hiç hedef almadık” diye söyledikleri için, zâten bu açıklama inandırıcılığını büyük ölçüde kaybediyor. Ama bir şekilde kendilerinin yapmadığını kanıtlayabilirlerse –nasıl yaparlar onu bilemiyorum– o zaman işin rengi değişebilir.

Ama resmî açıklamayı doğru kabul edecek olursak, PKK niye böyle bir şeyi yapıyor? Şimdi Mersin’deki saldırıyı yaptılar, üstlendiler ve saldırılarının devam edeceğini söylediler. Bir süre bekledik ve şimdi bu olay oldu. Dolayısıyla örgüt devam edeceğini söylemiş olduğu için, bu saldırıyı yapma ihtimallerinin olduğunu kabul edelim. Yapma gerekçeleri de muhtemelen Mersin’de olduğu gibi, Irak’ta ve Suriye’de Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin ve Millî İstihbârat Teşkilatı’nın, kimi yerde İçişleri Bakanlığı, Jandarma vs.’nin o ülke içinde örgüte yönelik operasyonlarına cevâben yapmış olma ihtimali vardır diye düşünebiliriz. Fakat ortada şöyle bir husus var: Olayın içerisinde Suriye niye böyle göstere göstere duruyor? Yakalanan zanlı Suriye’den geliyor, Suriye’den giriyor. Onu kaçırmak isteyenler vs. hep Suriyeli ve hızlı bir şekilde yakalanan zanlı, ilk andan îtibâren YPG’nin istihbârat elemanı olduğunu kabul ediyor vs.. PKK’nın böyle bir olayı Suriye üzerinden YPG ile ilişkili bir şekilde yapması ilginç — eğer resmî iddia doğruysa. Bu açıkça Türkiye’nin Suriye’ye yönelik yeni operasyonlarına bir zemin sağlamak anlamına gelecek. Nitekim Reuters’in bugünkü bir haberinde üst düzey bir yetkili, bunun cevâbının Suriye’de verilmek üzere hazırlıkların planlandığını söylemiş. Hiç şaşırtıcı değil. Fakat orada şöyle de bir husus var: Türkiye, Ankara, zâten Suriye’ye operasyon sinyalini sürekli veriyor. “Bir gece ânsızın gelebiliriz” diye Erdoğan defâlarca söyledi. Olmadı, çünkü değişik yerlerden, değişik güç odaklarından îtirazlar geldi. Yine de daha önceki operasyonlar hatırlanacak olursa, eğer Erdoğan istese îtirazlara rağmen bu operasyonları yapardı. Şu âna kadar yapılmadı ve biz genellikle bunun îtirazlar nedeniyle yapılmadığını düşündük. Şimdi bu olayı gerekçe göstererek bir operasyon, özellikle Kobani’ye yönelik olarak; çünkü Kobani, Ankara’yı YPG varlığı anlamında en çok rahatsız eden yerlerden birisi ve burada da saldırganın kendisi Kobani’den gelmemekle birlikte, saldırı emrinin Kobani’den geldiğinin altı ısrarla çiziliyor ve iktidar yanlısı medyada da çok ciddî bir şekilde Kobani işâret ediliyor. Zamânında IŞİD Kobani’yi kuşattığı zaman da, Ankara’nın açıkça o meşhur “Kobani düştü, düşecek” lâfını da unutmayalım. Buranın YPG’nin elinde olmamasını tercih ettiklerini o târihte dile getirmişlerdi. Bu olayla, PKK eğer böyle bir şey yaptıysa –resmî açıklama bu yönde– PKK resmen Suriye’ye yapılacak olan yeni operasyonların zeminini de hazırlamış oluyor. Böyle bir ilginç durumla karşı karşıyayız. 

PKK herhangi bir terör eylemini, Türkiye topraklarında ya da başka yerde yaparken illâ başkaları adına mı yapıyor? Bir de böyle bir soru var. Bu çok kritik ve tartışması da zor bir soru. Genellikle PKK saldırılarına, özellikle bu tür doğrudan PKK’nın üstlenmediği, ama onun taşeronlarının yaptığı da varsayılan eylemler, saldırılar söz konusu olduğu zaman hep böyle arkada bir güç aranır. Şunu özellikle söylemek istiyorum: Bunca zamandır, neredeyse 50 yıllık bir PKK varlığı var bölgede — sâdece Türkiye’de değil tüm bölgede. Bu 50 yılda her şey defâlarca değişti. Türkiye’de yaşananları düşünün, PKK’nın kurulmasından bugüne kadar. Değişen hükûmetler, darbeler, postmodern darbeler vs.. Ya da bölgede, Irak’ta yaşananlar, Suriye’de yaşananlar, İsrail’de, Lübnan’da yaşananlar. Her şeyin alt üst olduğu bir yerde bu örgüt varlığını hep bir şekilde sürdürdü. Dönem dönem değişik ülkelerle iyi, değişik ülkelerle ya da örgütlerle kötü ilişkileri oldu. Kimiyle savaştı kimiyle ittifak yaptı. Ama öncelikle kendi hedefini her şeyin önüne koydu. Dolayısıyla onun şu anda kurduğu –ya da kurduğu söylenilen– ittifakları mutlaklaştırmak ne derece isâbetli olur bilmiyorum. Yani şunu söylemeye çalışıyorum: Meselâ Beyoğlu’ndaki saldırıyı gerçekten PKK yapmış ise, buna onu birilerinin ittirmesi, önünü açması vs. boyutlarının dışında kendinin bir hesâbı vardır. O hesâbın ne olduğunu bilmiyorum; ama en azından şunu söyleyebiliriz: Türkiye’deki bütün tartışmalarda –şimdi, seçim tartışmalarında– kendisinin de örgüt olarak, bir aktör olarak varlığını hatırlatmak ister saldırılarla diye düşünüyorum. En azından bunu ister. Kendileri Beyoğlu saldırısını yapmadıklarını söylüyorlar. Bakalım zaman içerisinde, eğer sağlıklı bir soruşturma olursa –ki hiç emin değilim–; ama şu hâliyle bakıldığı zaman çok ilginç bulgular var, çok ilginç tartışma noktaları var. Fakat en çok dikkat çekenin PKK olduğu da muhakkak.

Evet, biraz karışık olduğunun farkındayım. Ancak şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Böyle konuları, yani terör söz konusu olduğu zaman konuşmak… zâten Türkiye’de konuşmak zor; bu konularda konuşmak çok çok daha zor. Geçmiş dönemde gerek El-Kaide’nin gerek IŞİD’in gerek PKK’nın ve başka yapıların terör eylemleri konusunda yayınlar yaptım, yazılar yazdım, hattâ kitaplar da yaptığım oldu. Bayağı bir zorlandığımızı biliyorum. Bugün en zor anlardan birisi. Fakat bunları konuşmak lâzım. Olabildiğince özgür konuşabilmek lâzım. Özgür konuşma imkânımızın olmadığını kabul ediyorum; ama yine de bir şeyleri söylemek mümkün. 

Toparlayacak olursam: 1) şu âna kadar yaşananlarda devletin gözünde fâil belli; ama kamuoyu bu konuda %100 iknâ olmuş değil. Resmî açıklama büyük ölçüde kabulleniliyor. 2) Süleyman Soylu’nun çıkışları sâdece Amerika Birleşik Devletleri’ne bir meydan okuma değil; aynı zamanda sanki iktidar içerisinde bir meydan okuma — ben böyle görüyorum, bunun özellikle altını çiziyorum; bir fırsat olarak görüp bunu değerlendiriyor sanki. 3) PKK’yı şu gücün, şu devletin, şu istihbârat servisinin piyonu olarak görme anlayışının bugüne kadar pek bir işe yaramadığını gördük. Bundan sonra da yarayacağını düşünmüyorum. Olayı sâdece böyle bir şeye, böyle bir açıya indirgemenin olayları anlamakta hiçbir işimize yaramadığını düşünüyorum. Bu olayın PKK dışında birileri tarafından yapılmış olma ihtimâli varsa –ki %0 diyemeyiz– iş o zaman çok daha çetrefil, çok daha esrârengiz ve Türkiye için çok daha sorunlu bir hal alır. Ama böyle bir ihtimal varsa, bunun açığa çıkmasının bugünün koşullarında mümkün olduğunu hiç düşünmüyorum. 

Evet, biraz zor bir yayın oldu; ama yine de bir şeyler söyledik. Umarım daha fazla güvenilir bilgi gelir ve bu konuyu bütün boyutlarıyla daha fazla ele alabiliriz. Ama her halükârda bu olayın 7 ay içerisinde yapılması söz konusu olan seçimlerden bağımsız bir olay olmadığını kabul etmemiz lâzım. Bu olay kim tarafından, hangi amaçlarla yapılmış olursa olsun, daha şimdiden Türkiye’nin seçim sürecini çok ciddî bir şekilde etkilemeye başladı. Asla temenni etmiyoruz; ama ezkazâ sürmesi durumunda çok daha belirleyici olacaktır. Umarım Türkiye bir kez daha böyle bir kaos ortamında bu kadar kritik bir seçime girmez. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.