Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

MHP’yi yok saymak mümkün mü?

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, bugün (20 Kasım) Samsun’da “2023’e Doğru: Aday Belli, Karar Net” temalı bölge mitingi yapıyor.

Bahçeli, 18 Eylül’de Kayseri’de Cumhuriyet Meydanı’nda düzenlenen mitingde 2023’teki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde partisinin adayının AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olacağını söylemişti.

Cumhur İttifakı içinde yer alan MHP’nin, bir süredir iktidarın gölgesinde kaldığı ve iktidarın istediği şekilde hareket ettiği söyleniyor.

Peki, MHP’nin Türkiye siyasetindeki yeri, iktidardaki konumu ne? Yarım asırlık MHP’nin hâlâ toplumda bir karşılığı var mı? İktidarın ömrü ile MHP’nin ömrü birbirine mi bağlı? Olası iktidar değişikliğinde MHP kendini nasıl konumlandırabilir?

Ruşen Çakır yorumladı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. Önce bir kişisel not: Nereden aklıma esti bilmiyorum; ama artık yayınları ceket kravatla yapıyorum. Bundan sonra böyle. Ancak hafta sonları –ki pek yapmıyorum– daha böyle eski spor hâlimi göreceksiniz, bu notu düşeyim. Çünkü YouTube’da özellikle bunu çok soranlar var. Şimdi bugün MHP’den bahsetmek istiyorum. MHP’den bahsetme nedenim, bugün Samsun’da Devlet Bahçeli’nin yapacağı, yanılmıyorsam bir saat sonra başlayacak olan miting. Başlı başına MHP’den ne zamandır bahsetmediğimi fark ettim. Halbuki bahsetmem gerekiyor. Bahçeli’den bahsettiğim çok yayın oldu. Yazılar da yazıyorum. Yazılarda da söz ettim; ama münhasıran sâdece MHP ile ilgili pek bir şey yapmıyoruz. MHP’yi genellikle diyelim ki İYİ Parti ile ilişkisi ya da ilişkisizliği ya da Cumhur İttifâkı’ndaki yeri bağlamında değerlendiriyoruz ve açıkçası özellikle kendini muhâlefette tanımlayanların büyük bir kesiminin gözünde MHP biraz yok sayılıyor, küçümseniyor. “Küçük ortak” olarak görülüyor; hattâ bâzıları, MHP’yi Erdoğan’ın bir tür koltuk değneği ya da stepnesi gibi iyice basitleştirmeye, önemsiz göstermeye çalışıyorlar. Halbuki böyle değil. Aldığı oy ne olursa olsun ya da alacağı oy ne olursa olsun, MHP’nin Türkiye siyâsetinde çok önemli bir yeri var. Yaklaşık yarım yüzyıldan fazladır var olan bir partiden bahsediyoruz. 12 Eylül döneminde bir kapandı, tekrar açıldı. Önce başka isimle, sonra tekrar MHP ismini aldı; ama kuruluşu 1969, evveliyâtı daha eski. Alparslan Türkeş’in daha orduda genç bir subayken başlattığı bir hareket söz konusu. Ama zâten Türkiye’de milliyetçilik, Türk milliyetçiliği çok eski bir hareket. Osmanlı’dan beri var olan, özellikle son döneminden îtibâren olan bir hareket. 

Hatırlıyorum, 1997 yılında Alparslan Türkeş’in ölümünün ardından MHP’nin geleceğinin ne olacağı yolunda çok sayıda analiz yapıldı ve genellikle de çok fazla bir ömrünün kalmayacağı söylendi; çünkü orada bir başbuğ vardı –Alparslan Türkeş–, onun ölümünün ardından kim gelirse gelsin –ki öne çıkan iki isim vardı: oğlu Tuğrul Türkeş ve yardımcılarından Devlet Bahçeli–, bunların hiçbirisinin tekrar başbuğ olamayacağı, en fazla partiye genel başkan olacağı ve partinin eski etkisini kaybedeceği söylendi. 1997’de peş peşe yaşanan kurultaylar var. Bir Mayıs’ta yaşanan ve olaylı geçen kurultay, ardından tekrar yapılan ve Bahçeli’nin kazandığı, tabiî ki Türkeş’in vefâtının ardından yapılan olağanüstü kurultaylar. Daha sonra yine 1997’de Temmuz’da olmuştu. Kasım’da olağan kurultayda tekrar Bahçeli’nin kazanması var. Baktığımız zaman, “Bahçeli Türkeş’in yerini dolduramaz, artık hiçbir zaman başbuğ olamaz, öyle geçici bir genel başkan olur” diyenler çok kötü yanıldılar. 25 yıldır –tam 25 yıl olmuş, hattâ birkaç ay da fazlası var– bu partinin başında Devlet Bahçeli. Arada çok ciddî bir kalp operasyonu da geçirdi; ama hâlâ bir şekilde partinin başında ve partinin başında olmanın dışında ülkenin yönetiminde yer alıyor. Dolayısıyla hiç de azımsanacak bir başarı değil. Hakkını vermek lâzım Devlet Bahçeli’nin. 

Peki iktidardaki konumu ne? Şunu kabul etmek lâzım: Son Meral Akşener’in, Ümit Özdağ’ın, Koray Aydın’ın kendisine rakip olduğu, hattâ Sinan Oğan da vardı yanılmıyorsam, rakip olarak çıktığı kongreyi kaybetme ihtimâli çok yüksekti. O kongreyi normal zamanlarda yaptırmadı ve bunu yaparken Erdoğan’ın da desteğini aldı. Erdoğan’ın desteğini nasıl aldı? Siyâsallaşmış yargı orada belli ki iktidârın devreye girmesiyle Devlet Bahçeli’den yana tavır aldı ve o andan îtibâren Erdoğan’la Bahçeli’nin birlikteliği iyice kesinleşti. Ama esas büyük dönüşüm olan 2015 Haziran seçimleri sonrasında Devlet Bahçeli koalisyon hükûmeti için bastırmış olsaydı, o zaman bayağı bambaşka bir Türkiye’ye girilebilirdi. Oradaki tutumuyla Erdoğan’ın iktidardaki ömrünü uzatmasına çok ciddî katkıda bulundu. Yani ilk başta kendi parti liderliği karşılığında Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığını ve hattâ daha sonra başkanlığını garanti etti Devlet Bahçeli. Çok eşitsiz gibi görünebilir. Ama şunu unutmamak lâzım: Erdoğan Bahçeli ile ittifak yaptığı andan sonra artık tam anlamıyla bambaşka bir Erdoğan oldu. İdeolojik olarak geldiği çizgi, her şeyden önce özgürlüklerin iyice geri plana itilip, güvenlik kaygılarının, bekâ kaygısının öne çıktığı perspektif, aslında MHP’nin perspektifi. MHP’nin zamânında Erdoğan’ı eleştirdiği, özellikle Çözüm Süreci vs. gibi uygulamaların hepsi ortadan kalktı ve çok ciddî bir şekilde ideolojik olarak yeni iktidar ᅳCumhur İttifâkı diyelimᅳ, aslında ideolojik olarak Bahçeli’nin çizdiği bir yörüngede gidiyor. Bahçeli’nin çizdiği derken de, geleneksel MHP çizgisinde gidiyor; devleti her şeyin önüne alan, kutsayan anlayış. Tabiî bu arada da Erdoğan’ın dinî konularda birtakım şeyler yapmasına Bahçeli ses çıkarmıyor. Fakat Mahir Ünal örneğini bir yere not etmek lâzım. Mahir Ünal’ın bir şekilde Atatürk’ü sorgulayan o harf devrimiyle ilgili çıkışının ardından hızlı bir şekilde yetkilerini kaybetmesi, istifâ etmek zorunda kalması, Bahçeli’nin bu konuda da birtakım sınırları olduğunu gösteriyor. Yani Ayasofya ile berâber başlayan, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması vs. birçok konuda sessiz kalan, hattâ iktidârı destekleyen Bahçeli, bâzı yerlerde sesini yükseltebiliyor. Kürt meselesi konusunda ise çok ilginç bir şekilde reel-politiğe uygun hareket ediyor Bahçeli. Onun çok büyük gürültü çıkarması beklenen, meselâ Osman Öcalan ya da Abdullah Öcalan’dan mektup ya da son HDP ile anayasa değişikliği görüşmesi gibi noktalarda Bahçeli çok reel-politiğe uygun bir şekilde, “Bunlar son derece doğal” diyebiliyor. Bunu yaparken tek kaygısının Cumhur İttifâkı’nın bozulmaması olduğunu sanmıyorum. Siyâseten de Cumhur İttifâkı’nın tabiî ki bozulmasını istemiyor; meselâ Erdoğan’ın adaylığını Erdoğan’dan çok daha önce açıklıyor. Bu iktidârın ömrünün uzun olması gerektiğini söylüyor. Hiç unutmamak lâzım; yerel seçimlerin ardından Erdoğan, Türkiye İttifâkı diye bir şey telâffuz edince, yani Cumhur İttifâkı’nı bir anlamda ortadan kaldırmanın işâretini verince, hemen Bahçeli devreye giriyor ve Cumhur İttifâkı’nı tekrar öne çıkartıyor. Erdoğan da buna göre tekrar kendi pozisyonunu değiştiriyor. Yani burada tabiî ki güçlü olan taraf Erdoğan; ama birçok kritik noktada da damgayı vuranın Bahçeli olduğunu görmek lâzım. Bunun bir yığın gelişmede de çok farklı sonuçları oluyor, onun farkındayım. Ama yok saymak, önemsiz görmek, Erdoğan ne derse onu yapıyor gibi bir bakış çok isâbetli değil. 

Peki MHP’nin toplumda bir karşılığı var mı? Bakalım: 2018’de %11 oy almış, yani barajı geçen bir oy. Çok başarılı değil — 1999’daki o büyük çıkıştan uzak tabiî ki. Ama sonuçta yine de Meclis’te grup kurabilen bir parti pozisyonunda. Daha sonra yerel seçimlerde biliyorsunuz ittifak yaptılar AKP’yle. Birçok yerde AKP aday göstermedi. Meselâ Amasya’da, Bayburt’ta, Çankırı’da, Erzincan’da, Karaman’da, Kastamonu’da, Kütahya’da… Buralarda AKP’nin belediyeleri vardı. AKP buraları MHP’ye hediye etti. Ayrıca kendisi birtakım yerleri tekrar kazandı. Manisa’yı tekrar kazandı. Bartın’ı, Osmaniye’yi tekrar kazandı. Bir de galiba Karabük var. Fakat iki büyük kaybı var. Onlar da Adana ve Mersin büyükşehirlerini kaybetti MHP. Buralar birçok açıdan MHP için çok önemliydi. Bunları CHP’ye kaybetti. Orada, özellikle Adana ve Mersin’in kaybedilmesinde HDP’nin de tercîhini CHP’li adaylardan yana yapması önemliydi. 2019 seçimlerinde, belediye seçimleri birebir siyâsî trendi göstermeyebiliyor; ama %8 civârında bir oyu vardı. Şimdi kamuoyu yoklamalarında genellikle %7 ve altında gözüküyor MHP. Fakat en son meselâ MetroPOLL’ün araştırmasında –ki bayağı îtirazlar da oldu buna; bu kadar çabuk nasıl toparlar diye– tekrar, kararsızlar dağıtıldıktan sonra %10 civarında gösterebiliyor bâzı araştırmalar. Fakat benim gördüğüm kadarıyla %10’un altında bir yerde seyrediyor olduğunu kabul etmek çok daha mantıklı olur. Burada ilginç bir olay oldu. Bir dönem AKP seçmeninden, AKP’nin azalan oylarından bir kısmının MHP’ye gittiğini gördük. Daha sonra İYİ Parti’nin çıkmasıyla berâber MHP’den İYİ Parti’ye ciddî bir oy kayışı oldu. Ama yine de %11 aldığını düşünürsek –ki o seçimde İYİ Parti de %9,9 ya da 10 civârında bir oy almıştı–, 2018 seçimlerinde %21 oy gözüküyor. Bu çok fazla. Demek ki oradan da şunu görüyoruz: İYİ Parti sâdece MHP’den değil, başka yerlerden de oy aldı. AKP’den de oy aldı. Yeni seçmenden de oy aldı. CHP’den de oy alabildi İYİ Parti. Bu noktada şu anda MHP’nin karşısında bir İYİ Parti rekabeti var gibi gözüküyor. Fakat İYİ Parti, merkez sağa yerleşme konusunda bir politika izlerse –ki zaman zaman öyle yapıyor, zaman zaman MHP’nin rakibi gibi gözüküyor–, merkez sağ bir politikayı tercih ederse, MHP’nin işi bir anlamıyla daha da kolaylaşacak. Çünkü o geleneksel ülkücü hareketin oyunun tek başına siyâsî merkezi olma özelliğini sürdürecek. Ama İYİ Parti kendisiyle milliyetçilik yarışına girerse işin rengi belki birazcık değişebilir. 

Şu hâliyle bakıldığı zaman, milliyetçilik damarı, Türk milliyetçiliği çok güçlü bir şekilde hâlâ Türkiye’de varlığını sürdürüyor. Bunun değişik dönemlerde değişik tehdit algıları karşısında ortaya çıktığını görüyoruz. Şu dönemde özellikle sığınmacılar konusunda çok ciddî bir milliyetçi reaksiyon söz konusu ve bunu da en fazla gündeme getiren tabiî ki Zafer Partisi. Orada da aslen MHP kökenli olan Ümit Özdağ var — ki Ümit Özdağ’ın babası da çok eski zamanlardan, Türk Silâhlı Kuvvetleri’nden îtibâren Alparslan Türkeş’le birlikte hareket etmiş bir isim. Sonuçta çok sayıda partinin olduğu bir yerde, hareketin olduğu bir yerde, MHP bir geleneğin merkezi olma özelliğini muhâfaza ediyor. Oylar ne kadar azalsa da, düşse de, MHP hep varlığını bir şekilde sürdürecek. İktidarda da olsa muhâlefette de olsa bir şekilde MHP’yi bizim ciddîye almamız gerekecek. Hele bugün MHP’yi yok saymak hiçbir şekilde gerçekçi bir tutum değil. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum. Bir diğer husus olarak da şunu hatırlatmakta yarar var — çok gözden kaçıyor: Bürokraside çok ciddî bir MHP kökenli kadrolaşma söz konusu. Özellikle Fethullahçılar’ın Erdoğan’la savaşması ve darbe girişimi sonrasında çok büyük bir tasfiyenin yapılmasıyla berâber boşalan yerlere iktidar bulabildiği güvenilir kadroları hızlı bir şekilde yerleştirmek istedi. Bu anlamda baktığımız zaman, MHP’nin zâten geleneksel olarak var olduğu bürokraside –özellikle de güvenlik bürokrasisi çok önemli; ama sâdece güvenlik bürokrasisi değil; Millî Eğitim, sağlık gibi birçok yerde bir şekilde varlarᅳ güçlerinin daha da arttığı muhakkak. Dolayısıyla iktidar değişse bile devletteki, bürokrasideki MHP etkisi uzun bir süre varlığını sürdüreceğe benziyor. 

Şimdi şöyle bir şey yapılıyor, genellikle yapıldı: “Ülke erken seçime gider mi?” diye sorulduğunda hemen gözler Bahçeli’ye çevriliyor ve “Yaparsa Bahçeli yapar” deniyor. Daha önceki deneyimlerden hareketle, “Bir erken seçim karârı olursa bunu Bahçeli verir” deniyor. Neden verir? Erdoğan’a bir şekilde kızar ve gemileri yakar. Bunun hakkında değişik vesîlelerle –özellikle Kürt meselesinden hareketle– olacağı yolunda çok spekülasyon yapıldı. Bunların hiçbirisi tutmadı. Bundan sonra da çok fazla anlamlı olacağını sanmıyorum. Zâten seçime 7 aylık bir süre kaldı. Şu hâliyle bakıldığı zaman MHP’nin Cumhur İttifâkı’ndan başka gideceği yeri pek yok. Onu mümkün olduğu kadar sürdürmesi, ama tabiî ki Cumhur İttifâkı’nın seçimi kazanmasını da garantilemesi lâzım. Bu bağlamda meselâ Erdoğan’ın İYİ Parti’ye yaptığı çağrının MHP’yi hiçbir şekilde rahatsız etmesi beklenmez. Zâten iki yıl önceki ilk çağrıyı Devlet Bahçeli bizzat kendisi yapmıştı, Erdoğan peşinden gelmişti. Sonra Bahçeli bir daha yaptı bu çağrıyı; ama cevap alamamışlardı. Erdoğan’ın bir şekilde, CHP’den ve başka partilerden uzaklaşan kişileri yanına çekiyor olmasının da Bahçeli’yi çok rahatsız edeceğini asla düşünmüyorum — ya da HDP seçmeninin, Kürt seçmenin Cumhur İttifâkı’na oy vermesini ya da en azından cumhurbaşkanlığı seçiminde tarafsız kalmasını sağlayacak yönde Erdoğan’ın attığı ve atacağı adımların da Bahçeli’yi hiç rahatsız edeceğini sanmıyorum. Sonuçta Bahçeli bir yönüyle çok katı, tâvizsiz, ideolojik kırmızı çizgileri olan ve asla uzlaşmayan bir profil çizerken; diğer yandan reel-politiğe uygun bir şekilde iktidârı korumak için birçok şeye kolaylıkla göz yumabilecek, îtiraz etmeyecek bir duruş sergileyebiliyor. Sonuçta seçimlere kadar MHP’nin çıkarabileceği bir ârızayı bekleyenlerin büyük ölçüde hayal kırıklığına uğrayacağını söyleyebilirim.

Peki seçimden sonra ne olur? İşte o zaman işler biraz karışır. Eğer Cumhur İttifâkı seçimi kazanamazsa, Erdoğan cumhurbaşkanı seçilemezse, muhâlefete düşecek olan bir MHP’nin kendi başına Meclis grubuyla etkili bir şey yapabilmesi kısa vâdede beklenemez. Fakat şunu unutmamamız lâzım: İktidârın değişmesi durumunda, şu anda Altılı Masa’nın bir şekilde iktidâra gelmesi durumunda, önlerinde çok sorun olacak. Çok şeylerle uğraşacaklar: Ekonomide, siyâsî birçok konuda. Dolayısıyla iktidârın değişmesi Türkiye’nin krizden çıktığı anlamına gelmeyecek. Tam tersine iktidâr değişirse, MHP muhâlefette eğer sağlam bir şekilde durabilirse, yeni iktidar ortaklarının yaşayacağı sorunlardan pekâlâ istifâde etmeyi de bilebilir. Yani şöyle söyleyelim: Şu iktidârın ömrüyle MHP’nin ömrünü eşitlemek doğru olmayacaktır. Eğer muhâlefette durmayı –tabiî ki önce iktidardan uzaklaşması gerekiyorᅳ becerebilirse –ki becerir diye düşünüyorum–, pekâlâ yine önümüzdeki dönemde, seçim sonrası dönemde de MHP’yi göz önüne almamız gerekecek. Sonuç îtibâriyle yarım asırdan fazladır Türkiye’de değişik dönemlerde bir şekilde etkili olmuş, aldığı oy oranının çok ötesinde etkileri olmuş bir partiyi küçümsemenin, yok saymanın hiçbir anlamı olmadığını söylemek istiyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.