Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ruşen Çakır’ın izleyicilerle ortak yayını | Altılı Masa seçimlere hazır mı?

Altılı Masa Anayasal ve Yasal Reform Paketi’ni açıkladı.

84 maddelik teklifte seçim barajının yüzde 3’e düşürülmesi, parti kapatma ve dokunulmazlıkların kaldırılmasının zorlaştırılması gibi öneriler yer aldı.

Altılı Masa seçimlere hazır mı?

İzleyicilerin de soru, yorum ve eleştirileriyle katıldığı yayında Ruşen Çakır değerlendiriyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Sizlerle bir yayın yapacağız. Bu yayına benim ve Medyascope’un Youtube sayfalarından ulaşabilirsiniz. Chat bölümünden sorularınızı, yorumlarınızı, eleştirilerinizi yazabilirsiniz ve bu yayında Altılı Masa’yı konuşmak istiyoruz. “Altılı Masa seçime hazır mı?” — soru bu. Ama konuşulacak çok daha geniş bir konu var. Mâlûm, dün Ankara’da Bilkent Otel’de önce Altılı Masa’nın yeni anayasa için hazırladığı çalışma sunuldu. Altı lider de oradaydı. Partilerin genel başkan yardımcıları ya da genel sekreterleri, bu anayasa çalışmasına katılan isimler parça parça okudular. Ondan sonra da saat 14.00’te –bu sabah oldu– Demokrat Parti Genel Merkezi’nde altı lider dokuzuncu kez bir araya geldi. Akşam saatlerinde kısa bir açıklamayla neler konuşulduğu söylendi. Açık söylemek gerekirse, şu âna kadar yapılan –dokuz kere bir araya gelindi– en zayıf, en kısa ve çok fazla yeni bir şey söylemeyen bir metinle karşılaştık. Sabah yapılan toplantıya, yani anayasa değişikliği konusuna bayağı bir vurgu vardı. Zâten o yapılmıştı; ama onun dışında liderlerin ne konuştuğunu anlamak çok fazla mümkün değildi. Söz konusu olan Suriye’ye harekât; adı konmadan bu konuya değinilmişti. Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne verilen destekten bahsediliyor. Ama terörle mücâdelenin siyâsete âlet edilmemesi gerektiği vurgusu vardı. Bunlar da zâten masadaki değişik liderlerin bu terör saldırısından sonra söyledikleri lâflardı. 

Fazla bir şey olmadı. Anayasa meselesi tabiî ki önemli ve iddialı bir şeydi. Fakat orada çok önemli bir vurgu vardı. Dünkü yayınlarda bunu söylemeye çalıştım: Anayasa seçim sonrasının işi. Nitekim Muharrem Erkek –Cumhuriyet Halk Partisi adına konuşan– sunumuna şu sözlerle başladı: “Seçimlerden sonra yapacağımız ilk iş bu önerileri Meclis’e götürmektir”. Tabiî ortada iyi bir çalışma var; ama bunu yapabilmeniz için öncelikle o seçim aşamasını geçmeniz lâzım. O seçim konusunda Altılı Masa ne durumda? Hazır mı? Neler yapıyor? Neler yapması gerekir? İşte bu yayında bunları konuşalım. Sizlerden sorular, görüşler geldi.

Meselâ bir izleyici diyor ki: “Altılı Masa’da küçük partiler olmasaydı, ‘Seçim barajı %3’e, Hazîne yardımı %1’e düşsün’ denir miydi? Sâdece İYİ Parti ve CHP ittifâkı olsa, o bunu yapar mıydı?” Evet, bu ilginç bir açı. Anayasa değişikliğinde söylenen bir husus bu. Evet, olabilir. O küçük partilerin etkisiyle olmuş olabilir. Ama o çalışmanın içerisinde bunlar tabiî ki önemli ayrıntılar, ama esas olayın rûhunu yansıtan ayrıntılar değil. İkincisi de, küçük partilerin olmasıyla bunun anayasa değişikliği önerisine girmiş olmasına tamâm; ama bu fena bir şey değil. Yani seçim barajının %3’e düşmesi kötü bir şey değil. Temsili daha da artıracak bir şey. Seçim yardımının, partilere yardımın %1 oranına indirilmesi de bence hiç kötü bir şey değil, siyâsetin finansmanı açısından. Ama esas olayın bu olmadığını da kabul etmek lâzım.

Kaya Yıldırımlar diyor ki: “Sizce Altılı Masa ülkenin en hayâtî sorunları hakkında doyurucu bir görüş ve çözüm belirtti mi? Muhâlefet ‘Sınavı nasılsa geçerim, çalışmaya gerek yok’ diyen öğrenciler gibi davranıyor”. Evet, bu çok önemli. “Nasıl olsa seçimi kazanırız” olayı uzun bir süredir gündemde. Ama dikkat ederseniz son dönemde bunun o kadar kolay olmayacağı düşüncesi daha yüksek sesle telâffuz edilmeye başlandı ve Ankara’da bu olayı Bilkent Otel’de izleyen bir gazeteci olarak, orada Altılı Masa’nın değişik partilerinden kurmaylarla ayaküstü de olsa sohbet etme imkânım oldu. Onların da artık eskisi gibi seçimleri çantada keklik görmediklerine tanık oldum. Dolayısıyla bunu biraz geride bıraktık. “Nasıl olsa sınavı geçeriz” meselesinin biraz gerisindeyiz. “Peki, en hayâtî sorunlar konusunda doyurucu bir görüş ve çözüm belirtti mi?” Henüz bu konuda her şey yapılmış değil. Daha yolun başında olduğunu düşünebiliriz ve genellikle de söylenenler seçim sonrasına işâret eden şeyler. Ama seçim sürecinde kamuoyunu iknâ edecek, onların âcil sorunlarına inandırıcı, cezbedici çözümler, özellikle ekonomi konusunda çözümler henüz pek duyulmadı. Her partinin ayrı ayrı birtakım çözüm önerileri var, ama birlikte bir sunum yapılmadı. Meselâ bu hafta sonu muhtemelen İstanbul’da Kemal Kılıçdaroğlu yeni bir vizyon belgesi açıklayacak ve anladığım kadarıyla ekonomi ağırlıklı, gençlik ağırlıklı bir şey olacak. O da CHP’nin açıklaması olacak. Ama Masa’nın birlikte bir ekonomi programını, sorunları çözüm önerilerini henüz şu âna kadar görmedik.

Mehmet Ufuk Dalmış: “İki aşamalı bir plan neden düşünülmüyor? Önce İmamoğlu gibi icrâcı bir başkan adayı –mevcut sisteme uygun–, sistem değişince de Kılıçdaroğlu gibi jübile yapacak, yeni sisteme uygun, sembolik cumhurbaşkanı adayı…” Evet, aday meselesinde dönüp dolaşıp buraya geliyoruz. Aday meselesi çok önemli, ama Altılı Masa partilerinin görüştüğüm değişik kurmaylarında şunu gördüm: Aday meselesinden bunalmışlar ve umutsuzca aday meselesinin öncelikli sorun olmadığını anlatmaya çalışıyorlar. Ama bu sorun hakîkaten her geçen gün, zaman iyice de azaldığı için öne çıkıyor. Hâlâ ortada şu soru var: Kılıçdaroğlu adaylıkta ısrarlı mı? Tahmin ediyorum hafta sonu yapılacak olan o vizyon sunumu Kılıçdaroğlu’nun adaylığını test edeceği son olay olacak. Eğer orada iyi geri dönüşler, tepkiler alırsa adaylığında ısrarcı olur. Ama bunda beklediğini bulamazsa, muhtemelen başka bir ismi, belediye başkanlarından birisini önerecek. Dolayısıyla biraz daha beklememiz gerekiyor. 

Emre Kardeş’in yorumunu okuyorum: “Altılı Masa’nın oluşumu târihimizde ilk defa rastlanan bir demokrasi hareketi. Yapılan hazırlıklar, açıklamalar bu perspektifte düşünüldüğünde hayâtî derecede önemli. Ekonominin yakıcı sorunlarına çözüm paketini Kılıçdaroğlu’nun 3 Aralık’ta sunacağı açıklanmışken, muhâlif kesimlerin fazla aceleci davranarak eleştirilerini artırdıklarını düşünüyorum”. Evet, Emre Bey. Söyledikleriniz önemli, ama şunu demin de söyledim: Kılıçdaroğlu’nun 3 Aralık’ta sunacağı çözüm paketi Altılı Masa’nın paketi olmayacak. O çözüm paketi CHP’nin çözüm paketi olacak. Altılı Masa’da ekonomi konusunda İYİ Parti bayağı iddialı — İYİ Parti’nin ekonomi konusundaki ekibi. Ve önümüzdeki dönemde, eğer Altılı Masa seçimde başarılı olursa, İYİ Parti’den birtakım isimler ekonomide daha öne çıkabilir. Dolayısıyla 3 Aralık’taki çalışmanın Altılı Masa’nın geleceğinde önemli olduğunu kabul etmekle birlikte, esas olarak CHP’nin programı olduğunu vurgulamak lâzım.

Bir izleyicimiz demiş ki: “Ekrem İmamoğlu neden yalnızlığa itiliyor?” Böyle mi oluyor? Çok emin değilim. Öyle bir izlenim bırakıyor olabilir. Ama unutmayın, böyle hususlarda herkesin bir sorumluluğu vardır ve esas olarak da o söz konusu aktörün sorumluluğu vardır. Ben bugün Ekrem İmamoğlu ile ilgili, yalnızlıktan bahsetmenin çok aşırı olduğu kanısındayım. Hattâ tam tersine, geçtiğimiz haftalarda bunu çok konuştuk, adının daha fazla öne çıktığını düşünüyorum. Fakat İmamoğlu’nun da birtakım bâriz hatâları, yanlışları olduğunu ve bunlarla tam olarak yüzleşmediğini de vurgulamak lâzım. Muhâlefet cenâhında birilerinde hâlâ bir burukluk olabilir.

Ferit isimli bir izleyicimiz diyor ki: “Altılı Masa hazır olmak istiyor mu acaba? Partiler prisoner’s dilemma gibi bir duruma sıkıştı.” Herhâlde bu psikolojide bir deyim: “Mahkûmun ikilemi”. Ama neyi kastettiğini anlamadım açıkçası (bkz.: https://medyascope.tv/2023/03/06/toplumsal-reformlar-tutsak-ikilemi/ ). “Partiler kendisi için en iyisini yapmak istiyor; fakat bu çıkarlar Altılı Masa’nın geleceğiyle çelişiyor.” Evet, burada ilginç bir durum var gerçekten. Her partinin kendisine yönelik beklentileri; bir de Altılı Masa’nın ortak beklentileri. Burada birlik olabilmek… Altılı Masa ne derece birlik olabildi? Şimdi, şöyle bir olay oldu: Pazar günü AKP İstanbul Teşkîlâtı, Ali Sami Yen Nef Stadyumu’nda bir etkinlik yaptı. Erdoğan da geldi oraya ve ben de izledim yerinde. Bir Galatasaraylı olarak stadımı da özlediğimi gördüm orada. Oradaki faaliyetin başlığı; “Birlik, İrâde, Zafer” idi. Aslında AKP’nin bu sloganı, Altılı Masa’nın da sloganı pekâlâ olabilir. Birlikte olmaları, bir irâde göstermeleri ve bir zafer elde etmeleri… Ama iktidardaki parti normalde muhâlefete çok yakışan bu sloganı benimseyebiliyor. Muhâlefet hâlâ kendi sloganlarını –ya da kendi motto’larını, öyle diyelim– yaratabilmiş değil. Bu da çok ilginç bir durum.

Yeşim Avcı diyor ki: “Fitch’ten 2023 seçimleri için 3 senaryolu analiz gelmiş. Gerçekleşme ihtimâli %55 olan ilk ve temel senaryoda Erdoğan yeniden seçiliyor. Ne diyorsunuz? Çok ürkütücü.” Erdoğan’ın yeniden seçilme senaryosunun özellikle yurtdışında çok yaygın olduğunu, giderek daha da yaygınlaştığını görüyoruz. Hattâ geçen hafta bu konuda dış politika uzmanı Suat Kınıklıoğlu ile bayağı iyi bir yayın da yaptık. Suat çok önemli şeyler söyledi. Batı’da özellikle böyle bir algı var, doğuda da olabilir. Çünkü Erdoğan dünyayla ilişkileri olan birisi ve sürekli bir hareket içerisinde. Ama muhâlefetin aynı şekilde hareketli olduğunu ve dünyayla ilişki kurduğunu da görmüyoruz — böyle bir sorun var.

Doğan Özkan diyor ki: “Altılı Masa’nın seçime hazır olmadığını duymak istemeyenlere anlatmaktan yorulmuyor musunuz?” Yorulmuyorum; işimiz bu, gazeteciyiz. Biz işimizi yapıyoruz. Hazır olurlar, olmazlar; kendilerinin bileceği iş. Siyâset onların işi, gazetecilik bizim işimiz. Durum tespiti yapmak, eleştirel bir şekilde yaşadıklarımızı ve yaşayabileceklerimizi konuşmak, tartışmak, tartıştırmak bizim işimiz. Yoruluruz, yorulmayız; çok da sorun değil. Önemli olan bunu, gazeteciliği hâlâ kamuya yönelik bir hizmet olarak, aynı zamanda iş olarak tabiî, iş olarak gören birisi olarak elimden geleni ve Medyascope olarak elimizden geleni yapma kararlılığındayız. Meselâ demin söyledim: Pazar akşamı AKP’nin stadyumdaki faaliyetini izleyip pazartesi sabahı erkenden Ankara’ya yola koyulduk. Ankara’da bunları izledik; Bilkent’teki toplantıyı, ardından Demokrat Parti’deki buluşmayı. Bu cumartesi günü de –şimdiden söyleyeyim– Kılıçdaroğlu’nun yapacağı o sunumu –artık ne ise–, vizyon tanıtımını aynı şekilde izleyeceğiz. İktidar muhâlefet farketmez; gidebildiğimiz her yere gidip bunları anlatmaya çalışıyoruz. Biz gazeteci olarak yandaş ya da muhâlif ya da bilmem ne… bu tür etiketleri kabul etmiyoruz. Önemli olan bu yaşananları merak eden kişilere gördüklerimizi, duyduklarımızı, haber kaynaklarından öğrendiklerimizi anlatmak. Tabiî bunun için de sizlerin desteğine ihtiyâcımız olduğunu tekrar vurgulayayım.

Füsun Konyalı: “Pek de özgürlükçü bir anayasaya benzemiyor. Devletin bekasının bahâne edildiği maddeler hakkında ne düşünüyorsunuz? Bugünkünden ne farkı var?” Biraz haksızlık ediyorsunuz. Farkı var. Tabiî birtakım sorunlar olabilir, ama bugünkünden farklı; özellikle temel hak ve özgürlükler konusunda, yürütmenin denetlenmesi konusunda çok önemli şeyler var. Fakat ortada şöyle de bir husus var: Prof. Serap Yazıcı –Gelecek Partisi adına bu çalışmaya katılan çok önemli bir anayasacımızdır kendisi–, sunumdan önce kendisiyle bir ayaküstü sohbet ettik. Ben: “Çalışma nasıl oldu?” dedim. Bana şunu dedi özetle: “Vallahi Ruşen Bey, her 10 senede bir, biz böyle özgürlükçü anayasalar hazırlıyoruz; ama bir türlü olmuyor. İnşallah bu sefer olur”. Dolayısıyla burada söylenenlerin hepsi olmasa da büyük bir kısmı daha önce de söylendi. AKP de söyledi esas olarak, Erdoğan da söyledi. Ama sonra bambaşka şeyler yaşandı. Önemli olan sâdece birtakım şeyleri söylemek değil, onları gerçekleştirebilmek ve ısrarcı olabilmek. Sonradan bunları esnetmemek.

Kaya Yıldırımlar: “Sizce bir aday belirlenip logosundan şarkısına kadar profesyonel bir kampanya başlatılsa, muhâlefet ivme kazanmaz mı?” Tabiî ki kazanır. Ama ne zaman olacak onu bekliyoruz. Tabiî ki aday çıkacak, logosu olacak, şarkısı olacak, ekip olacak, birtakım sloganlar olacak, birtakım faaliyetler olacak; bütün partilerin katıldığı mitingler olacak, aday televizyonlara çıkacak vs. ve ondan sonra da bir karşılığı varsa bu karşılığı alacak. Benim gördüğüm; toplumda iktidârın değişmesini isteyen çok geniş bir kesim var. Ama bu kesim harekete geçirilmeye muhtaç, buna ihtiyâcı var. Şu âna kadar bunlara yönelik muhâlefet partilerinden bir çağrı olmadı. Şu ya da bu nedenle olmadı ve bayağı bir zaman gitti. Aday belirlenemeden de bu olabilirdi. Aday belirlenerek daha kolay olurdu. Artık çok az bir zaman kaldı. Bakalım, “Zarârın neresinden dönülse kârdır” diyecekler mi?

Kutay Yavuz demiş ki: “Bence yeni anayasadaki en saçma şey cumhurbaşkanını halk seçerken yetkilerinin devredilmesi. Yetkisiz bir cumhurbaşkanını neden halk seçsin? Bu tutarsız değil mi?” Evet, ilginç bir bakış açısı; ama anayasacılara sormak lâzım. Bu çalışmayı yürüten ekip de bayağı bir hukukçu, anayasacı –demin bahsettiğim Serap Hanım gibi– isimler vardı. Çok bildiğim bir olay olmadığı için fazla bir şey söyleyemeyeceğim. Ama Kutay Yavuz’un söyledikleri kulağa hiç de mantık dışı gibi gelmiyor, onu da vurgulamak lâzım.

Kemal İslim: “HDP ve İYİ Parti ortak aday konusunda işleri zorlaştırıyorlar. Özellikle HDP’li isimler, isim vererek baştan veto ediyorlar. Onlara hak veriyorum, fakat siyâset böyle yapılmaz. Kusura bakmasınlar” demiş. Eyvallah.

Mustafa Topkara: “Sürekli aday tartışması yapılması oldukça sağlıksız bir durum. Ya herkes karnındakini açıkça söylemeli, ya da susmalı”. Yani çok fazla bir şey konuşulduğu yok aslında. Tartışma var. Sorun şu: Topluma, seçmene yönelik ne söylüyor Masa? Adayın adını söylemeden de bir şeyler söylenebilir. Meselâ şöyle düşünün: Altı lider dün Demokrat Parti Genel Merkezi’nde tekrar buluştu. Yaklaşık 6 saat bir aradaydılar. Sonunda bir buçuk sayfalık bir açıklama geldi. Liderler girdikleri gibi çıktılar. Fotoğraf verip çıktılar. Meselâ şöyle bir şey yapılamaz mıydı: Çıkışta orada bekleyen gazetecilere bir şeyler söyleseler, espri yapsalar, kendi aralarında şakalaşsalar, kısa kısa da olsa bir şeyler söyleseler, topluma birtakım mesajlar verseler etkili olmaz mıydı? Bence etkili olurdu. Niye böyle yangından mal kaçırır gibi 6 saat durdukları yerden apar topar çıkıyorlar? İnsanlar bir şey merak ediyor. O yazılı açıklamanın bu beklentileri karşılamadığı ortada. Görsel-işitsel çağdayız. İnsanlar video görmek, fotoğraf görmek, ses duymak istiyor; bundan mahrum ettiler. Meselâ dün 6 liderin hepsi birden sabahki toplantıda vardı; öğleden sonra da bir araya geldiler. Yani gündemde onlar vardı; ama ağızlarını açıp tek kelime bile etmediler. Bunu da özellikle vurgulamak lâzım.

Ruken Kaya: “Masa’nın adayı açıklamaması sorun. Akşener’in kendi adayını dayatması Masa’yı adaylık konusunda kilitledi. Bu anayasa metniyle halk oyalanıyor. Masa, çözümlerini halka iletemiyor”. Akşener aday dayattı mı çok emin değilim. Herkes birbirini aday dayatmakla suçluyor. Böyle bir durum var. Ortada isimler var. Kimin kimi dayattığı, kimin neye râzı olduğunu da bilmiyoruz. Artık hakîkaten bu durumdan bence en çok iktidar istifâde ediyordur. Bir şekilde bunu sonlandırsalar herhalde kendileri için de iyi olacak diye düşünüyorum.

Doğancan Özcan: “Kılıçdaroğlu’nun Masa’ya danışmadan adaylık kampanyasını başlatması sizce doğru mu? ‘Biz’ demek için Masa’yı kurdu, fakat ‘ben’ diye ilerledi sonrasında. İYİ Parti konuşuluyor, ama bu konuşulmuyor”. Evet, Kılıçdaroğlu’nun kendi adaylığını dayattığı muhakkak. Bunu yapma ihtiyâcı hissetti; çünkü kamuoyu araştırmalarında kendisi diğer isimlerin çok gerisindeydi. O arayı kapatmak için bunu yaptı. Belli bir ölçüde de kapattı. Fakat sonra ne oldu? Şu günlerde Kılıçdaroğlu’nun ismi daha az konuşuluyor. Zîra bana göre –bu benim iddiam, bunu birtakım yakınlarımla sohbette de söyledim– Kılıçdaroğlu daha önce diğer aday adaylarıyla yarışıyordu; yani Akşener ile, İmamoğlu ile, Mansur Yavaş ile ve kendisi onlar karşısında çok daha güçlü bir durumdaydı. Ama belli bir aşamadan îtibâren Erdoğan’ın kampanyayı başlattığını gördük. Erdoğan tekrar siyâset sahnesine ağırlık koymaya başladı. Artık burada ortaya çıktı ki Kılıçdaroğlu’nun rakibi diğer aday adayları değil, Erdoğan. Ve Erdoğan’la Kılıçdaroğlu olayı tekrar karşımıza çıkınca işin rengi değişti ve Kılıçdaroğlu’nun kendisini dayatmasında da daha bir frene bastığını düşünüyorum açıkçası.

Bir sitem var Ozan’dan: “ ‘İmamoğlu’nun bâriz hatâları’ diyorsunuz. Siz yapıcı eleştirseniz de kendine sol ve liberal diyen kim varsa yıpratacak şekilde eleştiriyor. Ülke elden gitmiş, ama İmamoğlu tâtile gitmiş… vurun abalıya”. Olabilir. Ama yani siz de bir yerde “vurun abalıya” yapıyorsunuz. İmamoğlu’nun yanlış yapmasından ziyâde, yanlışında garip bir şekilde ısrar etmesi sorun oldu sanki. Onu söyleyeyim, çok da uzatmayayım bu meseleyi.

Emre Kardeş diyor ki: “Kılıçdaroğlu-İmamoğlu, Putin-Medvedev ilişkisine benzer bir yapıyla seçimi geçirerek uzun vâdeli bir yönetim gerçekleştirebilirler mi? İhtimal veriyor musunuz?” Putin-Medvedev benzetmesi ilginç; ama Putin Rusya’da tek başına. Tek parti var, tek kişi var. Burada Altılı Masa var. Yani Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’nun kendi kafalarına göre hareket etme imkânları yok. Her şeyden önce İYİ Parti var ve sonra da diğer 4 parti var. Dolayısıyla diğerlerinin onayı gerekiyor. 

Şevki Avcı demiş ki: “HDP dışlanarak Doğu ve Güneydoğu’da ÖSO, Hizbullah ve diğer silâhlı yapıların seçimi provoke etmesi nasıl engellenebilir?” Zor engellenir. HDP bir şekilde olacak. Zâten 2 sandık birden kurulacağı için, HDP başkanlık seçiminde kimi destekler, kendi aday mı çıkartır bilmiyoruz; ama milletvekili seçimine kendisi bir ittifakla girecek. Dolayısıyla HDP sandıklarda olacak. HDP’nin sandıklara sâhip çıkmaması diye bir durum zâten söz konusu değil.

Mehmet Şahin demiş ki: “Ben olsam iktidârı ters köşe yapar, Ekrem İmamoğlu ismini hemen açıklardım. Siyâsî yasak gelse bile çok büyük mağdûriyet yaratır. Onun yerine gösterilen adayın şansı daha fazla olmaz mı?” Evet, bunu daha önceki yayınlarda da konuştuk. İmamoğlu’nun adaylığını yargı yoluyla engellemek isteyebilir iktidar. Bunu yaparsa İmamoğlu’nun yerine gelecek olan adayın şansının teorik olarak daha da artabileceğini konuşmuştuk. Her hâlükârda İmamoğlu isminin şu günlerdeçok fazla dolaştığını ve daha da dolaşacağını kestirebiliyoruz.

Suat Oktay Şenocak: “Suudî Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Putin gitsin istemiyor, Avrupa Birliği çekimser, ABD tek adamdan memnunken, Erdoğan’ın seçimle gideceğine inanan var mı?” Var. Ben inanıyorum. Sonuçta bunlar oy kullanmıyor. Oyu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları kullanıyor. Tabiî ki bunların hepsinin pozisyonları önemli; ama sonuçta Türkiye’de halk seçecek ülkeyi kimin yöneteceğini. Bir diğer husus olarak da şunu söyleyeyim: Suudî Arabistanve Birleşik Arap Emirlikleri’nin –Katar neyse de– Erdoğan’ı istediğinin tek kanıtı son yolladıkları para mı? Yani Erdoğan’la da bir kan dâvâları var. Pekâlâ Erdoğan’ın gitmesini de bir yandan istiyor olabilirler. Ama gitmeme ihtimâlini düşünerek bu paraları yolladıklarını varsaymak daha gerçekçi. Erdoğan seçimi kazanırsa, Suudî Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin memnun olacağını düşünüyorum açıkçası. Katar ve Rusya için aynı şeyi söyleyemem. ABD konusunda daBiden’ın Erdoğan’la bir meselesi vardı geçmişte. Tabiî ki, Erdoğan’ın dediği gibi, siyâsette ve diplomaside küslükler ömür boyu değildir; fakat ABD’nin Erdoğan’ın gitmesinden rahatsız olacağını sanmıyorum. “Erdoğan’ın gideceğini düşünüyorlar mı?” diye sorarsanız; onu da sanmıyorum. Yani Erdoğan kalır diye düşünüyor olmaları daha yüksek ihtimal. Ama kalmazsa, seçimi kaybederse, bundan çok da rahatsız olacakları kanısında değilim. 

Merih Doksansekizoğlu: “Kılıçdaroğlu aday olup muhâlefetin seçimi kaybetmesi senaryosunda CHP’nin yeni lideri kim olur sizce? Çünkü ben Kılıçdaroğlu”dan ümitli değilim”. CHP’nin yeni lideri herkes olabilir de, CHP’den geriye ne kalır? Öyle düşünmek lâzım. Artık bu seçimden de CHP bâriz bir yenilgiyle çıkarsa, işi hayli zor olacak. Tabiî birçok isim ortaya çıkar; başta Ekrem İmamoğlu gibi. Fakat yine de CHP için çok hayâtî bir seçim olduğunu, dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun bunu bilerek hareket edeceğini varsaymak daha gerçekçi olur.

“Erdoğan anayasaya göre yeniden aday olamıyor. Neden bu hiç konuşulmuyor?” Bu hepkonuşuluyor, ama bir yerden sonra bunun çok da anlamlı olmadığını kabul etmek gerekiyor. Çünkü Yüksek Seçim Kurulu’nun tarafsız olmadığını biliyoruz. Onlar “olabilir” derse, pekâla olabilir. Bir de zâten seçimi normal târihten önce yaptığı zaman da bu dediğiniz olay çok söz konusu olmayacaktır. Bir iki ay önceden yaparsa –ki son günlerde en çok konuşulan hususlardan birisi de bu– böyle bir sorun da zâten ortadan kalkacak.

“Sizce bu anayasa taslağının iletişimi iyi yapılabildi mi? Örneğin ‘en çarpıcı’ veya ‘devrimci 10 değişim’ gibi bir liste görmedim. Web sayfasında sâdece uzun bir metin var.” Neyin iletişimi iyi yapılabildi ki diye sormak lâzım. Dokuz kere toplanan liderlerin, dokuz toplantısının iletişimi diye ortada WhatsApp gruplarına yollanan yazılı metin ve Masa’dan çekilen 4-5 kare fotoğraftan başka ne var ki? Hiçbir şey yok. Dolayısıyla iletişim konusunun –beni izleyenler bilir– Altılı Masa’nın en ciddî sorunlarından birisi olduğu kanısındayım. Ellerindeki malzemeyi de pazarlamama konusunda ilginç bir ısrarları var. Artık şu işi profesyonel birilerine devretseler; sırfişi bu olan, bütün partilerin onayını almış bir ekip bu işi yapsa, kendileri için daha hayırlı olacağı kanısındayım. Ama bunu yapmamak konusunda ısrarlılar. Yani artık bu konuda bir şey söylemeyi de bırakmak lâzım sanki. 

“Küçük partilerin eşit söz hakkına sâhip olması bu Masa’nın tek önemli ayrıntısı. Bâzıları bunu eleştiriyor, siz ne düşünüyorsunuz?” Tek önemli ayrıntısı olmayabilir, ama önemli bir şey. Bu iyi bir şey normal şartlarda, ama onlar da kendi güçlerini bildikleri için sözlerinin bir sınırı olduğunu da herhalde kabul ediyorlardır.Birtakım kritik kararlar alınacağı zaman herhalde CHP ve İYİ Parti daha ağırlıklı olacaktır. 

Oğuzhan demiş ki: “Yeni seçim kanununa göre küçük partilerin milletvekili çıkarmasının çok zor olduğu âşikâr. Bundan hareketle Masa’daki küçük partilerin iki büyük partinin çatısı altında seçime girmeleri gerekmez mi?” Evet, bu önemli bir husus. Bu konu çok konuşuluyor. Fakat bir diğer yandan, başkasının çatısı altında giren parti kendi meşrûiyetini de tehlikeye atmış oluyor. Açıkçası buna nasıl formül bulacaklar merak ediyorum. Özellikle liderler,diyelim ki Ahmet Davutoğlu; İYİ Parti ya da CHP listesinden Konya’dan aday mı olacak? Olabilir tabiî. Sonuçta örneklerini daha önce yaşadık. Alparslan Türkeş yıllar önce, 1991 seçiminde Refah Partisi listesinden Meclis’e girdi meselâ. Olabilir, ama tabiî birazcık motivasyon olarak, moral olarak zarar verebilir.

Doğan Özkan demiş ki: “Altılı Masa güven vermiyor maalesef. Artık iş Emek ve Özgürlük İttifâkı’na kaldı”. Eyvallah. Böyle düşünenler de var tabiî ki. 

Aslıgül Tütüncüoğlu: “Sizce muhâlefet neden bu kadar silik kalıyor? Bu bir strateji mi?” Yani strateji olsa, diyeceğiz ki: “Var bir bildikleri”. Ama bu bir strateji değil, ben öyle görüyorum. Kızanlar olacak, ama yani keşke ortada bir strateji olsa diyeceğim. Yok, olmuyor, bir şeyler olmuyor. Neden olmuyor… Dokuzuncu toplantıda artık bunları birazcık konuşmaları lâzım; ama anladığım kadarıyla Bilkent Otel’de sohbet ettiğim kurmaylar hep bu, mâlûm, “Her şey kontrol altında” havasındaydılar. Onlar öyle diyorsa öyledir diyelim ve haddimizi bilelim, öyle diyeceğim. Onlara sorsanız silik falan değiller. Bayağı canavar gibiçalışıyorlar.

Muaz Şeker: “Doğu Perinçek cumhurbaşkanlığına adaylığını koyacakmış, doğru mu?” Daha önce koymuştu, imzâları bulursa koyar yine. Daha önce CHP destek vermişti, bu sefer de AKP destek versin imzâ bulmak için. Ama sonra alacağı oyun ne olacağını herhalde tahmin edebiliriz.

“Altılı Masa gibi bir isme neden hâlâ alternatif bulunmadı. Altılı Masa insana Altılı Ganyan’ı hatırlatıyor”. Bir dakika, Altılı Ganyan’a lâf ettirmem, onu söyleyeyim. “Bundan daha akılda kalıcı, prestijli bir isim bile çıkarmadılar ki kampanya yapsınlar.” Yani olabilir tabiî. Daha kalıcı, prestijli bir isim olabilir, ama böyle yerleşti gitti. Burada da bir iletişim stratejisi sorunu olduğu muhakkak tabiî.

Anıl Altuntaş demiş ki: “Aynı anda hem CHP, hem İYİ Parti, hem HDP tabanlarından en yüksek oyu alacak birisi aday olmalı. Ekrem İmamoğlu ya da Kemal Kılıçdaroğlu aday olduğunda %55’i geçecektir” demiş. Bunu böyle düşünenler var, ama böyle düşünmeyenler de var — öyle diyelim. HDP’nin oyunu alma açısından Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’nun daha şanslı olduğu muhakkak. Fakat olay sâdece HDP oyundan ibâretdeğil tabiî ki, onu da vurgulamak lâzım.

Fuat Gabriel: “Kaftancıoğlu’nun siyâsî geleceği hakkında ne görüyorsunuz?” diye sormuş. Normal şartlarda önü açık bir isim. CHP’de önü açık isimlerden biri yani bence. Kadın olması, dinamizmi, İstanbul seçimlerindeki performansı başlı başına onun artıları. Ama onun gerek CHP içinde gerek dışında sevmeyenleri de çok, onu da özellikle vurgulayalım. Bâzen sevmeyeni çok kişilerin siyâsette şansı daha fazla olabiliyor. Çünkü orada bir gerilim oluşuyor; o gerilim üzerinden, eğer o gerilimi iyi yönetebilirlerse… yani siyâsetçilerin aslında düşmana da ihtiyâcı var; ama o düşmanın oyununu bozabildiği ölçüde. Dolayısıyla Kaftancıoğlu şu âna kadar genellikle başarıyla çıktı. Bundan sonra da aynı performansı gösterirse, önü pekâlâ açık olabilir.

Nurten Güldiken: “Bu nasıl bir yeni anayasa ki anadil hakkında tek kelime yok” demiş.

Şevki Avcı: “Altılı Masa’nın bütün sandıklarda kurul üyesi ve müşâhit görevlendirebileceğine inanıyor musunuz? Bu konuda hiçbir çalışma, eğitim görmüyoruz”. Çalışma yapıyorlar. Birkomisyon var seçim güvenliğiyle ilgili. Onun yaptığı çalışmaların da sonuçları herhalde önümüzdeki süreçte açıklanacaktır.

“Ruşen abi, sıhhatler olsun. Çok fena karizma olmuşsun.” Yok. Sıhhatler olsun, eyvallah da, karizma bizden geçmiş bir şey. Öyle karizma olsun diye değil; ben tembellikten sakal bırakıyorum ya da saçımı. Yani onu anlayan anlamıştır. Yoksa imaj yapacak değilim ve böyle tamâmen kestirmeyi de daha kolay buluyorum. Nasıl olsa yakında tekrar eski hâlinde dönecek. Yani arayışımız karizma değil, onu özellikle söyleyeyim.

Şule Albayrakoğlu: “Son derece önemli bir anayasa taslağı ortaya çıktı, ama insanlarda herhangi bir kıpırdanmaya neden olmadı. Yazık” demiş. İşte yani dönüp dolaşıp elindeki malı pazarlayamama olayına geliyor. Evet, yani bayağı önemli hususlar var. Ama çok da fazla karşılık bulduğunu söylemek mümkün değil.

Gürkan Derice: “Dün bâzı çevreler sizleri İmamoğlu’nu öne çıkartmakla itham ettiler. Ne dersiniz onlara?” Kimmiş bu çevreler? Bunu İmamoğlu’na söyleseler. Meselâ İmamoğlu ile ne zamandır yayın yapmak istiyoruz, bize iltifat etmiyor. Bizi çok önemli görmüyor anladığım kadarıyla, başka yerlere çıktı. Yani benim bundan haberim yok, İmamoğlu’nun da haberi yok. En azından onu biraz daha yüksek sesle söylesinler de, bizim yayın dâvetimizi de belki kabul eder, diye söyleyeyim. Bizim kimseyi öne çıkarmak, aşağı indirmek falan gibi bir derdimiz yok. Biz gazetecilik yapıyoruz. Bir ara Kemal Kılıçdaroğlu’nu çıkartmak, İmamoğlu diyorlarmış, bir ara Mansurcu da olduk. İYİ Partici diyenler var. Özellikle DEVA Partisi’nden bâzı arkadaşlar bizzat suratıma da söylediler: “İYİ Parti’yikayırıyorsunuz” diye. Yani İYİ Partililerin bundan haberi tabiî ki yok. Zâten ne kadar çok yerden lâf işitirseniz o kadar iyi aslında. Gazetecilikte kimseye yaranamamak kadar iyi bir şey yoktur, onu özellikle söyleyeyim. Bir şey öğrendiysem bunca yıllık hayâtımda, bunu öğrendim. Onu da özellikle vurgulayayım. Tabiî bütün bu eleştirilerin, şunların bunların, belli bir seviyede olması kaydıyla, hepsinin başımızın üzerinde yeri var, onu da söyleyeyim.

Yiğitcan Atay: “Sizin tecrübenize göre seçimlerden ne kadar önce aday açıklanırsa tüm çalışmalar yetişir ve tatmin edici bir çalışma yürütebilir? Mitingler, program vs…” Bana göre bu târih geçti. Şimdi ne kadar erken olursa kendileri için o kadar iyi olur diye söyleyebilirim.

Orçun Bey demiş ki: “İmaj değiştirmenizin özel bir nedeni var mı? Gençleşmişsiniz. Şimdi Kemal Can düşünsün.” Evet, özel nedeni bu. Kemal’e nazîre yapmak için. Yok, özel bir nedeni falan, yok. Tamâmen, bir kere daha söyleyeyim, çarşamba günü bir toplantıda moderatörlük yapmaya gittim ve orada takım elbise, kravatlıydım. Sonra dedim ki: “Ya, izleyicilerin karşısına da böyle çıkayım, ne var yani?” dedim. Madem taktık. Öyle başladık, böyle gidiyoruz. Değişiklik oluyor. Ben de eğleniyorum. Bakın, görüldüğü kadarıyla siz de eğleniyorsunuz.

“Altılı Masa tahmînî kaçıncı oturumda belirler adayını?” Bugün yabancı konuklarımız vardı. Orada da aynı şeyi söyledim. Bu artık bahis olayına döndü. Birçok kişi parasını yatırmışsa bahiste, bayağı bir avucunu yaladı. Yani bunu bilmenin imkânı yok gerçekten. Meselâ bu buluşmadan önce de, “Artık açıklanacak” diyenler vardı. Olmadı.

“Eğer derin devlet bu hâliyle CHP’nin ve Altılı Masa’nın seçilmesini istemiyorsa bunun seçimlerde belirli bir etkisi olur mu?” Olmaz olur mu? Tabiî ki olur. Belki de yaşadığımız birçok şeyin arkasında birşekilde bu vardır, onu da özellikle vurgulamak lâzım. Yani Altılı Masa’nın bu âtıllığı, neden böyle olduğu, hakîkaten artık esrârengiz bir hal almaya başladı. Her ne kadar kendileri “Her şey kontrol altında” deseler de. Dolayısıyla insan komplocu düşünmeye bile yönelebiliyor. Bu anlamda buradan Levent’e de bir selâm çakayım. Levent Gültekin biliyorsunuz bu konuda bir şeylere çok inanıyor. Ben de onunla hep tartışıyorum. Hani Levent haklı mı diye düşündüğüm de olmuyor değil. Artık öyle olmaya başladı. Hattâ bugün yine bana takıldı: “Ne oldu? Masadan ne çıktı?” diyesordu. Bir şey çıkmadığını da söyledik.

Atalay Mete: “Canan Kaftancıoğlu solcu. Çelmelemek isteyen çok olur”. Doğrudur. Bu ülkede solcu olmak kolay bir şey değil. Yaşadığımız için biliyoruz. Ama her şeye rağmen ülkede bir anlamda iyi kötü bir şeyler de doğru dürüst gidebiliyorsa, hâlâ bir şeyler varsa, bunda solun ve solcuların görünmeyen, kabul edilmeyen katkıları da çok büyüktür diye iddialı bir cümle kullanabilirim.

Özgür Bircan: “Altılı Masa adayını açıkladığında rüzgâr tersine döner mi sizce? Hele ki sürpriz ve kabul gören bir aday olursa…” Artık sürpriz yok. Var olan isimlerden birisi olur. Kabul görürse evet, rüzgârı çevirebilir.

Erdal Gökmen demiş ki: “Bu kadar iyi bir anayasa taslağı hazırlanmış, ama Masa’da bir coşku yok. Sanki Masa içinde bir gerilime işâret etmiyor mu bunlar?” Yani deminki olaya gireceğim yine; pekâlâ olabilir. Komplocu da düşünebiliriz. Ama bir de tabiî Türkiye’de çok târihî bir şey yapıyorlar. Birbirine benzemeyen partiler bir araya gelmiş. Şu âna kadar dağılmamış olmaları bile başlı başına bir başarı.

“Kılıçdaroğlu’nun 3 Aralık’ta açıklayacağı vizyon belgesi Masa’ya bir alternatif olma hamlesi mi sizce? Neden tek başına böyle bir vizyon açıklamak istemiş olabilir?” Başta söyledim, izlememiş olabilirsiniz. Bana göre Kılıçdaroğlu’nun adaylık ısrârının son hamlesi bu. Eğer bu vizyon belgesi iyi bir karşılık bulursa, adaylığında ısrarlı olacaktır. Ama bulamazsa, tam tersine kendini dayatmaktan vazgeçecek diye düşünüyorum.

Evet, yavaş yavaş toparlayalım.

Kemal Sel sitem etmiş. Diyor ki: “Altılı Masa seçmenin umutlarını soğurmayı başardı. Tebrikler.” Soğurma fiilini hâlâ tam öğrenemedim, ama yani “Umutlarını yok etmeyi başardı” demek istiyor herhalde. Daha hâlâ insanların çok umutlu olduğunu, ümitli olduğunu görüyorum; ama ilgilerinin azaldığını da görüyorum. Bakalım ne olacak?

Halil İbrahim Usta: “Suriye ve Mısır ile ilişkiler AKP’ye oy kazandırır mı? Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudî Arabistan’dan gelmesi beklenen dolarlar Türkiye’yi rahatlatır mı?” Bu dolarların belli bir katkısı olacağı kesin, ama Türkiye’nin ekonomik sorunları o kadar derin ki yetmez. Ama seçim ekonomisi için Erdoğan’ın işine yarayacaktır. Suriye ve Mısır’la ilişkiler, Mısır’la ilişkiler AKP’ye kazandırmaz, ama Suriye’yle ilişkiyi, eğer göçmenleri geri yollama işâreti olarak pazarlayabilirse Erdoğan, o zaman bir etkisi olabilir.

“Siyâsî partilere gereğinden fazla önem atfetmiyor musunuz? Zîra Meral Akşener bile sizin programınızda bunu îtiraf etmişti, Cumhur İttifâkı’na katılma konusunda.” Doğru olabilir, haklı olabilirsiniz. Ama sonuçta siyâseti örgütleyen yapılar da siyâsî partiler. Bunların saptayacağıaday, bulacakları sloganlar, kampanyalar vs.. bunların hepsi önemli. Yoksa “Halk kendiliğinden zâten iktidârı yıkıyor, muhâlefet partilerine ihtiyaç da yok” falan gibi bir olay söz konusu değil. Özellikle parlamenter demokrasilerde diyeceğim; ama ne kadar demokratik olduğumuz ayrı bir şey.

“Altılı Masa’nın anlaması gereken şu: Seçimi düz vatandaş yapacak, kendi kongrelerindeki delegeler değil. Buyursunlar bir önseçime ya da basit bir Twitter anketine. Yer mi?” Bunlar çok parlak fikirler gibi gelebiliyor, ama bâzen de sorunlu olur.Amerika Birleşik Devletleri’nde genellikle herkesin katıldığı önseçimler yapılır. Birçok parti bunu yapar. Ama Türkiye’de her şeyi olduğu gibi bunu da bozabiliriz ve zâten artık bu saatten sonra olabilecek bir şey değil.

Yiğitcan Atay demiş ki: “Siz ümitli misiniz Ruşen Bey? Muharrem İnce’nin adaylığı sonrası net bir şekilde umûdunuzun olmadığını söylemiştiniz ve dediğiniz gibi oldu”. Ümit üzerinden sormayın, ben gazeteciyim. Benim siyâsî bir görüşüm, bilmem neyim vs. önemli değil. Tabiî ki vatandaşolarak oy verdiğim birileri olacak. Oy vereceğim muhakkak. Şunu sorabilirsiniz: “Altılı Masa kazanır mı kazanmaz mı?” Muharrem İnce’nin kazanamayacağını gördüm. Gördüm dediğim, aslında onu görmemek için –kusura bakmayın ama, bâzıları görmemiş olabilir– kör olmak gerekiyordu. Muharrem İnce herkesin gözünü köreltmişti. Olmadı. Zâten şu anda kurduğu parti ve geldiği nokta da gösteriyor olamayacağını. Bugün Altılı Masa’nın kazanma ihtimâlinin hâlâ daha yüksek olduğu kanısındayım. Kazanır, kazanmaz, o kendilerinin bileceği iş. Ama böyle devam ederlerse Erdoğan’ın bunuçok iyi değerlendireceği de âşikâr. Şimdiden Erdoğan kolları çok ciddî bir şekilde sıvadı. 450 bin sözleşmeli personele kadro vaadini daha dün açıkladı. EYT konusunda adımlar atacak. Asgarî ücreti verebildiği kadar yüksek verecek vs.. Belki bu arada Suriye’ye harekât olacak. Kendi partisini çok ciddî bir şekilde çalıştırıyor, bu pazar günü gittiğim toplantıda da gördüğüm gibi. Bütün bunlar ortadayken, yani bir ağustosböceği ile karınca olayı karşımızda. Dolayısıyla burada kim ağustosböceği kim karınca,onu sizin takdirinize bırakıyorum. Muhâlefet bu kadar büyük bir destek varken, bu kadar büyük bir memnûniyetsizlik varken, çok ciddî bir hareketliliği, dinamizmi yaratabilirdi, yaratamadı ya da yaratmadı. Bu saatten sonra yaratırsa bu seçimleri kazanır. Ama böyle devam ederse benim o söylediğim şeye tekrar geleceğiz; bu seçimi muhâlefetin kaybetmesi mûcize olur ve bu mûcizeyi gerçekleştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar — tekrar bu cümleyi kurdum. Dünkü izlediğim toplantıya da bu cümlemden geri çekilebilirim belki diye gitmiştim,yok. Bu cümlemi daha güçlü bir şekilde tekrar söylüyorum; bu mûcizeyi gerçekleştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Noktayı böyle koyalım. Hepinize çok teşekkürler, çok güzel bir yayın oldu. Hep öyle oluyor zâten. Medyascope’un izleyicilerinin kalitesini bir kere daha gösterdiniz. Hepinize çok teşekkür ediyorum. Şükranlarımızı iletiyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.