Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kürt siyasi hareketinde İmralı-Kandil-Edirne dengesi

Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, 1 Aralık’ta Kobani davası sırasında yaptığı savunmada, MİT Başkanı Hakan Fidan‘ın kendisiyle görüşmek istediğini açıklayarak, “Bana Öcalan’ın yerine geçme teklifi yapıldı. Benden küçük bir Öcalan çıkarmaya çalıştılar. Kabul etmedim” dedi.

Ruşen Çakır, Kürt siyasi hareketinde İmralı-Kandil-Edirne dengesini değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Kobani Dâvâsı’nda yaptığı savunmada ilginç şeyler söyledi. Örneğin: “Bana Öcalan’ın yerine geçme teklifi yapıldı, reddettim. Biz biziz, Öcalan Öcalan’dır. MİT Başkanı Hakan Fidan benimle görüşmek istedi” dedi. Daha da artırılabilir ve ilginç bir savunma olduğu muhakkak. Buradan hareketle Kürt siyâsî hareketi içerisindeki dengeleri biraz konuşmak istiyorum. Daha önce de değişik vesîlelerle bunu yaptım; ama tekrar bâzı şeylerin üzerinden geçmekte yarar var. 

“Biz biziz, Öcalan Öcalan’dır” sözü çok anlamlı bir söz bence. Bu hareketi anlamada çok kritik bir öneme sâhip. Burada aslında iç içe geçmiş yapılardan bahsetmek mümkün. Kürt siyâsî hareketi derken neyi kastediyorum? Yıllar önce, 1970’li yılların sonlarında Abdullah Öcalan liderliğindeki PKK hareketinin yarattığı bir hareket söz konusu. Bu hareketin birçok ayağı var, ama yasadışı ayağı Kandil merkezli. Lideri yıllardır İmralı’da hapiste. Bir diğer önemli odağı da Selahattin Demirtaş, yasal siyâsetin en öne çıkan figürü, Edirne Kapalı Cezâevi’nde. Dolayısıyla üç tâne merkezden bahsetmek mümkün: İmralı, Kandil ve Edirne. Peki HDP ne durumda diye soracak olursanız, açıkçası Selahattin Demirtaş’ın tutuklandığı andan îtibâren HDP’nin hareket içerisinde önemli bir aktör olma konumu büyük ölçüde zarar gördü. Parti olarak tabiî ki bir etkileri var; ama bir Edirne’yle, İmralı’yla, Kandil’le kıyaslanabilecek bir güç merkezi olduğu kanısında değilim. Bununla birlikte bir parti olarak HDP, HDP tabanı çok önemli — onu özellikle vurgulamak lâzım. Aslında bu üç odağa ek olarak, daha muğlak olsa da bu hareketin tabanını katmak lâzım. Yani bir yanda tavan, bir yerde taban var ve taban olmadan bu hareketin tavanının da bir anlamı yok. Yani şöyle düşünelim; HDP her girdiği seçimde bütün engellemelere, baskılara rağmen %10 ve üzeri oy alıyorsa ortada bir taban var demektir ve bütün herkes, Kandil de İmralı da Edirne de HDP Genel Merkezi de bu taban üzerinden siyâset yapıyor. Eğer burada böyle %1-2’lerden bahsediyor olsaydık, bu kişilerin çok da fazla bir anlamı olmayacaktı. Tabiî bu noktaya kolay gelmedi bu hareket. Ama belli bir aşamadan sonra bir tempoyu yakaladı ve o yakaladığı andan îtibâren esas olarak yasadışı olan, illegal olan hareket; yasadışı ve yasal, bir de hattâ yarı yasal diyebileceğimiz, ortada bir yerde duran yapılarıyla birlikte yola devam ediyor. 

Şimdi Demirtaş’ın, “Bana Öcalan’ın yerine geçme teklifi yapıldı, reddettim” sözü büyük ölçüde Çözüm Süreci’ne denk geliyor. Zâten Çözüm Süreci’nde ilginç olaylar yaşandı. Henüz bunun perde arkalarını tam bilmiyoruz. Fakat şöyle bir olay vardı: Bir İmralı heyeti vardı, İmralı’ya heyet gidiyordu, Demirtaş da bunlardan birisiydi. İmralı’ya gitmeden önce, Ankara’da devletin yetkilileriyle görüşüyorlar, İmralı’ya gidiyorlar, İmralı’dan çıkıp Kandil’e gidiyorlardı. Yani İmralı’nın mesajlarını Kandil’e götürüyorlar. Kandil’den aldıkları cevapları da önce Ankara’ya sonra İmralı’ya götürüyorlardı. Böyle ilginç bir trafik vardı ve bu trafikte HDP’liler daha çok bir tür arabulucu, aracı gibi görülüyordu. Hattâ o târihlerde çok iyi hatırlıyorum, yazılar da yazmıştım zamânında Vatan gazetesinde. Meselâ Kandil’de röportaj yaptığım Cemil Bayık bunu özellikle söylemişti. Onlar bu aracıya gerek olmadan İmralı’yla doğrudan temasta olmak istediklerini söylüyorlardı. Yani doğrudan İmralı ve Kandil. Ama devlet buna yanaşmadı. Bunun kendisinin de denetlediği bir şekilde HDP üzerinden yapılmasını istedi. 

O târihlerde güçlü olan odak kimdi? Tabiî ki öncelikle müzâkerelerin yapıldığı kişi Abdullah Öcalan’dı. Çok önemli bir güçtü, o güçlüydü. Sonra tabiî ki Öcalan’ın söylediklerinden hareketle ülkedeki silahlı güçlerini dışarı çeken, şunu yapan bunu yapan Kandil ikinci sırada geliyordu ve HDP’nin de o arada üçüncü olarak, aracılık yaparak, yani bir tür postacılık yaparak belli bir anlamı vardı. Ama esas olarak iki güç vardı: İmralı ve Kandil. Çözüm Süreci dağıldıktan sonra, olay bittikten sonra işin rengi değişti ve şimdi baktığımız zaman, şu hâliyle bakıldığı zaman Kürt hareketi denince ilk akla gelen Selahattin Demirtaş. Bu konjonktürde, yani yasal siyâsetin öne çıktığı bir dönemde normalde HDP olması gerekirken Selahattin Demirtaş daha fazla öne çıkıyor. Bunu açıkça görmek lâzım. Selahattin Demirtaş, düzenli bir şekilde cezâevinden yazdığı yazılar, verdiği röportajlar ve yaptığı sosyal medya paylaşımlarıyla bayağı bir siyâsî odak hâline gelmiş durumda. Onun HDP ile olan tatlı sert bir ilişkisi var diyelim. Kendisi sürekli HDP’ye bağlılığını belirtiyor. Onlara rağmen bir şey yapmadığını söylüyor. Ama aralarında da tam bir mutâbakat olduğunu söylemek mümkün değil. Her hâlükârda Demirtaş’ın tek başına HDP’den daha etkili olması, HDP yöneticilerini herhalde çok da fazla memnun etmiyordur. 

Şöyle bir husus var, özellikle onu vurgulamak lâzım: Ülkeyi yönetenlerin ve bu harekete dışarıdan bakanların ve bu hareketi düşman olarak görenlerin, tasfiye edilmesi gereken bir yapı olarak görenlerin bu hareketteki farklı odakları birbirine kırdırmak gibi bâzı hayâllere kapıldıkları oluyor. Çünkü bakıyoruz, birçok temel konuda ᅳmeselâ Çözüm Süreci’nde de böyleydiᅳ, meselâ Öcalan, güçlerinin Türkiye’den çekilmesini istediğinde Kandil buna çok fazla râzı değildi, ama bir şekilde kabul ettiler ve sonra da kendilerinin haklı çıktığını ileri sürerek tekrar geri yolladılar ve Öcalan da bu geri yollamaya îtiraz etmedi. Kimileri ᅳülkeyi yönetenler ya da ülkeyi yönetenlere destek verenlerᅳ aralarındaki farklılıklardan bir çatışma çıkarmayı umdular, teşvik etmeye çalıştılar. Ama genellikle bu boşa çıktı. Ama hâlâ bunda bir ısrar olduğunu görüyoruz. Örneğin Erdoğan’ın söylediği, “Edirne’nin hesâbını İmralı görecek, ondan hesâbı İmralı soracak” çıkışı çok acayip bir çıkış. Orada bir beklenti var. O beklenti çok basit bir şekilde şöyle gidiyor: Demirtaş rol çalıyor, Demirtaş rol çaldığı için de Öcalan bundan rahatsız ve dolayısıyla ona haddini bildirecek. Ama burada Demirtaş’ın söylediklerine bakıyoruz: “Biz biziz, Öcalan Öcalan’dır” dediği zaman, zâten bu hareket içerisindeki dengeyi gözettiğini özellikle vurgulamış oluyor. Bu dengeyi anlamayanlar, anlamak istemeyenler böyle çok hatâ yapıyorlar. Bir yerlere birtakım yatırımlar yapıyorlar; ama o yatırımlar çok da fazla başarılı olmuyor. Meselâ yerel seçimlerde Öcalan’a böyle bir yatırım yaptılar. Öcalan üzerinden CHP’nin büyükşehirleri almasını engellemeye çalıştılar; hiçbir işe yaramadı. Bu noktada geçtiğimiz günlerde kendisiyle bir söyleşi yaptığım Hanefi Avcı’nın söylediklerini hatırlatmakta yarar var. O demişti ki: “Öcalan diyelim ki bir mektup yolluyorsa, bu mektubu devlet başka türlü okuyor, örgüt başka türlü okuyor”. Gerçekten de böyle. Ortada bir sihirli mesajlaşma yok aslında. Ama birbirlerini yıllardır tanıyan yapılar söz konusu ve o yapıların aralarında bir dili de var. Hattâ “Öcalan Türkçesi” diye bir lâf bile vardır ve devleti yönetenlerin, devletin istihbârat birimlerinin bu dili tam olarak anladığından açıkçası çok emin değilim. Meselâ şu çok oldu: Dışarıdan bakan bizler Öcalan’ın yaptığı açıklamaları, Çözüm Süreci boyunca söylediği bâzı şeyleri dinlediğimizde, onun Kandil’e birtakım şeyleri dayattığını düşünüyorduk. Daha sonra ᅳbir gazeteci olarak o târihlerde bu mümkündüᅳ Kandil’e gidip oradakilerle konuştuğumuz zaman ᅳMurat Karayılan’la ya da Cemil Bayık’la ya da Duran Kalkan’laᅳ, onların bambaşka bir şey anladıklarını görüp şaşırdım ben. Böyle birçok olay oldu. Ama onlar bunu, Öcalan’ın sözlerini târif etme şeklinde değil, “Öcalan’ın tam olarak söylemek istedikleri budur” şeklinde yorumlar yaptılar ve sonuçta aralarında hiçbir zaman da bir sorun çıkmadı. Cemil Bayık demişken, burada Kandil söz konusu olduğu zaman birçok ismin var olduğunu biliyoruz. Ama bildiğim kadarıyla içlerindeki en önemli figür Cemil Bayık. Dolayısıyla Kandil’i bâzılarının sandığı gibi Murat Karayılan’la ya da diğerleriyle değil, Cemil Bayık’la başlatmak daha doğru olabilir. 

Evet, burada birbirini besleyen, birbiriyle çelişen, kimi zaman birbiriyle tartışan; ama bu tartışmalardan sonuçta bölünmeler değil, daha fazla ilerlemeler çıkartan ilginç bir hareket söz konusu. Bütün sorunlarına rağmen bu hareketin 1970 sonlarından îtibâren Türkiye’de ve bölgede, bu kadar çok şeyin değiştiği bir bölgede ayakta kalabilmesinin ve artık kolay kolay da yıkılmasının mümkün olmamasının temel nedeni işte biraz da bu. Bu farklılıkları birileri o hareketin zaafı olarak görüp oraları kaşımaya çalışıyorlar; ama yaşananlara baktığımda benim şu âna kadar edindiğim izlenim, gördüklerim ettiklerim, “Hah şimdi birbirlerine düşecekler, birbirlerinin ayağını kaydıracaklar” dediğimiz yerlerde, pekâlâ birbirlerine destek olduklarını gördük. Burada da benzer bir durum söz konusu olacağa benziyor. Öcalan’ın liderliğine kimsenin bir îtirâzı olmuyor. Ama Öcalan’ın liderliğini kabul etmek de her yapılacak hareketi, her atılacak adımı, her söylenecek sözü Öcalan’dan beklemek anlamına gelmiyor. Öcalan da bu noktada diğerlerinin özgül ağırlıklarına çok dikkat ediyor. Bize yansıyan, genellikle onun verdiği tâlîmatlar şeklinde. Ama işin çok daha derinine bakıldığı zaman ᅳtabiî şu son dönemde Öcalan tecritte olduğu için ne söylediğini, ne düşündüğünü bilmek çok mümkün olmuyor, ama tecrit olmadığı dönemlerdeki yayınlara, metinlere baktığımız zamanᅳ Öcalan lider pozisyonunda; ama diğerlerini ciddîye alan, onları önemseyen, onları çok da fazla ezmemeye çalışan birisi pozisyonundaydı. Fakat burada hâlâ gördüğüm, iktidar çevrelerinin bâzılarında ve muhâlefetin içerisinde de çok kişide, bu hareketi bilmeyen, bu harekete klişelerle bakan yerlerde, hep içlerinde bir kavga çıkması, bir çatışma çıkması beklentisi var. Dolayısıyla Selahattin Demirtaş’ın bu son mahkemede söylediklerinin çok önemli olduğunu, orada herkesin yerini bildiği bir hareketin söz konusu olduğunu ve bu hareketi içinden çatlatmanın da kolay kolay mümkün olmayacağını söylemek istiyorum. Bunları söyledim, bunlar ne işe yaradı bilmiyorum; ama ben yine de bu notu düşmek istedim. Bir gazeteci olarak Demirtaş’ın bu sözleri beni heyecanlandırdı ve kafamdaki birtakım şeyleri ifâde etmeme vesîle oldu. Onun için de bu yayını yaptım. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.