Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Işın Eliçin ile Dünyanın Gidişi (105): Stefan Zweig ve Zındıklık Hakkı

Merhaba, Avusturya’nın Salzburg kentinde Alman dilinin en önemli, en üretken yazarlarından Stefan Zweig için, onun adına kurulmuş bir merkez var. Ben de kenti ziyaretim sırasında bu merkeze de gittim ve şu anki müdürü, Alman Dili ve Edebiyatı profesörü Arturo Larcati ve yardımcısı Peter Brückner ile konuşup çalışmaları hakkında bilgi aldım.

Salzburg’daki Stefan Zweig Merkezi, Mönschsberg üzerinde Edmundsburg binasının giriş katında.

Bu vesileyle, bu yayında biraz Stefan Zweig’dan ve ele aldığı temel sorunsal açısından çok güncel olduğunu düşündüğüm Vicdan Zorbalığa Karşı Castellio Calvin’e adlı eserinden bahsetmek istiyorum.

Zweig 1881 Viyana doğumlu. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tebası yani. Habsburg Hanedanlığı olarak da bilinen bu imparatorluk, Birinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgi sonrası biliyorsunuz yıkıldı; dağıldı. Zweig’ın ana-babası asimile olmuş Yahudiler. Tekstil fabrikaları var ve çok varlıklılar.

Stefan Zweig’ın şiirleri, makaleleri ve çevirileri ilk gençlik yıllarından itibaren çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanıyor. Hatta 1920’li yıllarda romanları, biyografileri, tiyatro oyunları ve denemeleri dönemin en çok satanları arasına giriyor, 50 dile çevriliyor ve milyonlarca satıyor. Zweig, 1919-1934 yılları arasında, 15 yıl Salzburg’da ikamet ediyor ve bu kenti üs olarak kullanıp tüm Avrupa’yı geziyor.

Salzburg’da ziyaret ettiğim Stefan Zweig Merkezi Mönş Dağı üzerinde, kurucusunun adıyla söylersek “Paris Lodron”, bugünkü adıyla Salzburg Devlet Üniversitesi’ne bağlı 17. yüzyıldan kalma Edmundsburg binası içinde, giriş katında. Merkez akademik çalışmalar için açılmış; Zweig’ın hayatı ve eserleriyle ilgili minik bir sergi var içeride ve yıl boyunca çeşitli konferanslar, söyleşiler, okuma günleri yapılıyor.

Geldim. Güldüm. Yenmedim, çok sevdim: Stefan Zweig Merkezi’nin bulunduğu Mönschsberg’ten (Mönş Dağı) Almanya sınırındaki, ortaçağ ve barok dönemi binalarıyla çok güzel bir şehir olan Salzburg’a tepeden bakmak mümkün.

Stefan Zweig, tüm Avrupa’yı hatta tüm dünyayı vatanı olarak gören, kendi ifadesiyle “Çingeneler gibi oradan oraya dolaşmayı”, seyahat etmeyi farklı kültürlerle tanışıp etkileşmeyi seven bir kişi yani tam bir “zenofil”. Savaş karşıtı, hümanist… Salzburg merkezli yaşadığı dönemde James Joyce, Sigmund Freud, Joseph Roth, Theodor Herzl gibi ünlülerle arkadaşlık ediyor; Rilke, Rodin, Dalí ve Yeats ile vakit geçiriyor.

Müthiş üretken: 61 yıllık ömrüne 64 eser sığdırıyor. Bunlardan 32 tanesi Türkçeye Can Yayınları tarafından kazandırıldı. Başka yayınevleri de var tabi Türkiye’de, Zweig’ın eserlerini basan.

Zweig’ın özellikle biyografileri çok ünlüdür. Bu vesileyle geçtiğimiz günlerde ilk öykü kitabı yayınlanan yazar arkadaşım Zümrüt Alp’e de teşekkür ederim. Onun sayesinde Marie Antoinette ve Mary Stuart biyografilerini okuyup, müptelası oldum Zweig’ın. Montaigne, Goethe, Dostoyevski ve bugün konu edeceğim Fransız ilahiyatçı Sebastian Castellio biyografileri de muh-te-şem.

Vicdan Zorbalığa Karşı ya da Castellio Calvin’e” adlı eseri İngilizceye “Right to Heresy” başlığı ile kazandırılmış. Türkçeye en doğru çevirisi “Zındıklık Hakkı” olur. Nitekim Stefan Zweig Merkezi’nin müdürü Profesör Larcati, İngilizcedeki başlığın kitabın içeriğini orijinal başlıktan daha iyi anlattığını söylüyor.

Stefan Zweig’ın Salzburg’da 15 yıl yaşadığı evi, arazisiyle birlikte, Alman otomotiv devi Porsche’nin kurucusu Ferdinand Porsche’nin oğlu satın almış. Maalesef gidip görmek mümkün değil.

Can Yayınları şöyle tanıtıyor eseri:

“Vicdan Zorbalığa Karşı ya da Castellio Calvin’e, okuru Fransız Reformcu Jean Calvin’in diktatörlüğünün hüküm sürdüğü 16. yüzyıl Cenevre’sine götürür. Calvin’in farklı görüşlere gösterdiği tahammülsüzlük, hümanist din adamı Miguel Serveto’nun resmî öğretiye ters düşen görüşleri nedeniyle ölüm cezasına çarptırılması üzerine zirveye tırmanır. Tam da bu noktada Sebastian Castellio, Calvin’in karşısında tarih sahnesindeki yerini alır. Bu kitap, Zweig’ın, kendi yaşamını belirleyecek nasyonal sosyalizm de dahil olmak üzere totaliter rejimlere yönelttiği bir eleştiri olarak da anlaşılabilir. Katı ideolojilerin beraberinde getirdiği tehlikelerin göz önüne serildiği, insanca yaşamak için düşünce özgürlüğünün, hoşgörünün altının çizildiği Vicdan Zorbalığa Karşı ya da Castellio Calvin’e karşı, bu özellikleriyle evrensel nitelikte.

Hakikaten öyle… 27 Ağustos tarihli “Gülşen’in tutuklanması ve hakikat – Umut kaçınılmaz gelecektir”, başlıklı yazımda Zweig’ın bu eserinden bazı alıntılar yapmıştım, aklınızda bulunsun…

Jean Calvin bir fanatik dinci… Hıristiyanlığı reforme ediyorum derken bayağı bir din diktatörlüğü kuruyor. Kim Tanrı’ya nasıl inanacak, hangi ibadet caizdir hangisi değildir, buralardan başlayarak, artık evinizde ne yiyip ne içeceksiniz, eşinizle nasıl sevişeceksiniz buralara kadar karışmaya vardırıyor işi.. Bugünün İran’ı gibi biraz. Yani insanların hayatına 7-24 hükmediyor. Bugünün İran’ı gibi düşünebilirsiniz. Bugün İran’da kadınların liderlik ettiği isyan, hareket de aslında benzer bir müdahaleye, nasıl nefes alacağınıza, ne giyip ne yapacağınız, kimi öpüp kimi öpmeyeceğinizi belirlemeye kalkan müdahaleye karşıdır. Ha Calvin cesaret edip itiraz eden mi oldu ya sürgüne yolluyor, ya işkencelerle hapishanelerde süründürüyor, ya da herkesin gözü önünde diri diri yaktırıyor. (İran’da da rejim asmaya başladı gencecik insanları, bu harekete katıldıkları için, düzmece mahkemelerde bile yargılamaya gerek duymadan.)

Sebastian Castellio ise, aslında kendi halinde bir ilahiyatçı. Öyle tanınmış biri falan değil.  Fakat Calvin, İspanyol hümanist ilahiyatçı ve hekim Miguel Serveto’yu “zındıklıkla” itham edip cezalandırınca, Castellio artık sessiz kalamıyor…

Stefan Zweig’ın, adına açılan Merkez’de sergilenen portresi

Zındıklık kavramını açmanın tam sırası. Bunun için Türk Ortaçağ tarihçisi Prof. Dr. Erkan Göksu’nun Türk Yurdu adlı internet sitesinde yayınlanan “Siyasi Bir Argüman Olarak İslam Tarihinde Zındıklık ve Meşhur Zındıklar” başlıklı yazısından yararlanacağım. Prof. Göksu tarihi arkaplan ve etimoloji bilgilerini paylaştıktan sonra Emevilerin son dönemi ile hilafetin Abbasilere geçmesinden sonra bu kavramın anlamının genişlediğini ve zındıklık kavramının “siyasi iktidarın meşruiyetini, konum ve kudretini korumaya yönelik; görünüşte dinî, uygulamada ise siyasi bir argüman” hâline geldiğini anlatıyor.

Sonra da şöyle tarif ediyor: “Mevcut siyasi ve dinî ya da mezhebi otoriteye karşı çıkan her türlü ferdî veya toplumsal hareket, tehdit unsuru oluşturduğu düşünülen bütün fikir ve kişiler, zındık olarak nitelendirilmiştir.”

Calvin de işte değil iktidarını, otoritesini veya meşruiyetini sorgulamak, azıcık eleştiren biri çıktı mı ortaya, derhal “zındıklıkla” suçluyor. İngilizcesiyle söylersek “heretik” diyor muhaliflerine ve de düzmece mahkemelerde yargılatıp cezalandırıyor, ortadan kaldırıyor. Mahkeme kurduruyor, çünkü öyle “astığım astık kestiğim kestik diktatör” görüntüsü vermek istemiyor. Yargı kararıyla cürümüne “meşruiyet” yaratıyor.

Castellio da, Serveto’nun zındıklıkla suçlanarak düzmece mahkemede mahkûm edilmesi ve yakılarak öldürülmesi üzerine Calvin’e başkaldırıyor.

Stefan Zweig’ın satırlarından aktaralım:

“Castellio, kalemini mızrak gibi kaldırıp bu tehlikeli kavgaya girdiği andan itibaren, zırhlar içindeki diktatörlüğün üstün gücü karşısında sadece fikrî düzeyde kalacak bütün mücadelelerin etkisiz kalacağını, dolayısıyla bu girişiminin ümitsiz bir girişim olduğunu gayet iyi bilmektedir. Yalnız ve korunmasız biri arkasına binlerce, on binlerce kişiyi, üstelik devlet gücünün militan aygıtlarını almış Calvin’le nasıl mücadele edecek, onu nasıl yenecektir!

Calvin bütün bir şehri, o zamana kadar özgür yurttaşlardan oluşan bir devleti, katı bir itaat mekanizmasına dönüştürmeyi, her tür bağımsızlığı, düşünce özgürlüğünü tümüyle kendi öğretisi içine hapsetmeyi başarmıştır. Şehrin ve devletin içinde belli bir güce sahip ne varsa, onun mutlak kudretine tabidir; bütün makamlar ve yetkili merciler, şehir meclisi ve kilise yönetimi; üniversite ve mahkeme; sermayedarlar, rahipler, okullar, kolluk güçleri, hapishaneler; yazılan ve sözle ifade edilen her şey, hatta gizlice fısıldanan kelimeler bile…. Öğretisi kanun hükmündedir ve kim, en hafifinden bile olsa, bir itirazda bulunmaya cüret ederse derhal zindanlarla, sürgünlerle ya da üzerinde diri diri yakıldığı odun yığınlarıyla dersi verilmektedir. Bütün tartışmaları ortadan kaldıran bu dinî tiranlığın iddiasına göre Cenevre’de sadece bir tek hakikate tahammül gösterilebilir ve Calvin o hakikatin peygamberidir…

Alıntıyı burada bırakacağım. Bu kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

Zweig’ın kendisine dönelim….

Diyor ki: “Galipleri, muzafferleri sevmem. Yenilenleri severim ve zamanlarının akımına direnen, inandıkları şeyler uğruna hayatlarını feda etmeyi göze alan karakterleri resmetmenin sanatçının görevi olduğuna inanıyorum.

Stefan Zweig ve birlikte intihar ettiği eşi, yazar Charlotte E. Altmann (Lotte Zweig)

Stefan Zweig Avrupa’nın birliğine inanıyordu, birleşik Avrupa’ya, Avrupa Birliği’ne… Radikal bir pasifistti ve dünya savaşının ve milliyetçiliğin yükseldiği bir dönemde -tıpki bugün gibi- kendini adamış bir enternasyonalci kalmayı başardı.

Nazilerin iktidarında Zweig’in kitapları yasaklandı ve ardından Mayıs 1933’te ateşe verildi. Zweig kitaplarının yakılması üzerine “Thomas Mann, Heinrich Mann, Franz Werfel gibi ustaların ve benden daha iyi yazan nice yazarın Almanya’daki edebi varlıklarının tamamen yok edildiği böyle bir zamanda, benim eserlerimin de yasaklanmış olması onurdur” dedi.

1934’te Salzburg’daki evinin Naziler tarafından aranması üzerine İngiltere’ye göç etmeye karar verdi. Ardından ilk kez Güney Amerika’ya gitti ve Castellio biyografisini bu dönemde yazdı.

Stefan Zweig, ilk eşinden boşandıktan sonra 1939’da yazar Charlotte Altmann’la -Lotte Zweig olarak da biliniyor- evlendi. Çifte İngiliz vatandaşlığı verildi. Bol bol seyahat ettiler. Zweig 1941’de otobiyografisini (Dünün Dünyası) yayınladı ve aynı yıl eşiyle Brezilya’nın Petropolis şehrine taşındı.

Dünün Dünyası İletişim Yayınları tarafından Türkçe yayınlandı. Şöyle tanıtmışlar kitabı: “Dünün Dünyası, Zweig’ın ve aslında tüm insanlığın kaybettiği Avrupa’ya bir ağıt, bir tür kültür tarihi, bir dönemin biyografisi… Dünün Dünyası Stefan Zweig’ın otobiyografisi: Zweig içinde doğup yetiştiği Habsburg İmparatorluğu’nun çöküşünü, Birinci Dünya Savaşı’na kadar her bakımdan coşku dolu olan Avrupa’yı, savaştan sonra Avrupa’nın bütün düzeninin altüst oluşunu, Hitler’in usul usul ama göz göre göre Avrupa’yı esir alışını, dostların birbirine düşman oluşunu içten, trajik, melankolik ve hasret dolu bir bakışla anlatıyor.”

Stefan Zweig’ın intihar mektubu İsrail Ulusal Kütüphane’sinde saklanıyor

Evet, savaşsız, birleşik bir Avrupa idealine inanıyordu Zweig… Fakat faşizmin yükselebilmiş olması ve İkinci Dünya Savaşı’yla ilgili tanıklıkları onu ruhsal çöküntüye itiyor. Avrupa’nın barbarlığa tamamen teslim olduğunu düşünüyor ve ağır bir depresyona sürükleniyor.

Stefan Zweig, üzerinde çalıştığı son eseri olan Satranç’ı tamamladıktan kısa süre sonra, 22 Şubat 1942’de karısıyla birlikte intihar ediyor…

Zweig halen İsrail Ulusal Kütüphanesi’nde saklanmakta olan intihar mektubunda şöyle yazmış: “Kendi dilimin dünyası battı ve benim için kayboldu ve ruhani vatanım Avrupa kendi kendini yok etti…

Zweig yaşamayı seçmiş olsa idi, Nazizmin yenilişini görecekti. Zira yine onun satırlarından söylersek:

Bugüne dek tek din veya tek dünya görüşünü diktatörlükle zorbalıkla dayatabilen olmadı, asla da olmayacak, çünkü akıl daima her tür kölelikten kaçacak, dayatılan biçimlere uygun düşünmeyi, yavanlaşmayı, sığlığı, miskinliği ve aynılaşmayı reddedecektir”

Umalım dünyanın dört bir yanında ve Avrupa’da da, ülkemizde ve komşu İran’da da milliyetçiliğin, faşizmin, otoriterliğin ve zorbalığın yeniden yükselişe geçtiği bugünlerde bizim de aklımız galebe çalsın.

İzlediğiniz için teşekkürler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.