Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Işın Eliçin yazdı: Gülşen’in tutuklanması ve hakikat – Umut kaçınılmaz gelecektir

Gülşen’in konuşmasından soruşturma başlatmak için, işlediği iddia edilen “halkı aşağılama” suçu (TCK 216/2) çıkmaz. Bunu anlamak için hukukçu olmak gerekmiyor. Siz de bakın kanun maddesine. Zaten bakmanızda fayda var; zira ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmıyor (TCK 4/1). 

Gülşen’in tutuklanması usul ve kanuna aykırı. Bunu da bilmek için hukukçu olmaya gerek yok. CMK 100 ve 101’i okuyunca nedenini anlayabilirsiniz.

Gülşen yalnız da değil. Gezi davasından yargılanıp hüküm giyenler gibi, tutuklama için kanunda yazan koşullar oluşmadığı halde tutuklu yargılanan, suçu kanıtlayan deliller olmadığı hâlde hüküm giyen çok kişi var cezaevlerinde. 

Bu tutuklama da benzerleri gibi siyasi bir operasyon.

Gülşen’in sözlerinden kimsenin alınmaya, aşağılanmış hissetmeye, rencide olmaya hakkı yok demiyorum. Gülşen’e tepki gösterilmesi, “haddini aştığı”nın bildirilmesi de haktır. Hatta hakkında soruşturma da açılabilir. Ancak tutuklu yargılanması yanlıştır ve siyasidir (Yeniden Refah Partisi Kağıthane İlçe Başkanı’nın sosyal medyada paylaşıp sildiği iddia edilen türden hedef göstermeler asla ve asla kabul edilemez. Yargı konusu olması gereken, şiddet çağrısı yapan bu tür paylaşımlar ve sahipleridir).

Çeşitli çevrelerin desteğini konsolide etmek, gerilim ve kutuplaşmayı tırmandırmak, korkutmak ve susturmak gibi geçmişte örnekleri bol benzeri adımların seçime yaklaştıkça artması şaşırtıcı değil. Sosyal medyada daha önceki örneklere ses çıkarmayanlara çatanlar var. Haklılık payları yok değil; keşke herkes iş buralara kadar gelmeden daha ilk haksız tutuklamada sesini çıkarsaydı. Ancak bu argümanın bugün (nihayet!) konuşanları da bilinçli ya da bilinçsiz susturmayı getirdiğini gözden kaçırmamak gerek. Buna İngilizce’de “whataboutism” deniyor (Türkçesi için önerilere açığım). 

Bir eylemsizleştirme çabası: “Whataboutism”

Umursadığınız bir konu hakkında tutum açıkladığınızda, derhal yine umursadığınız bir başka konuyla “Ya bu ne olacak?” diye dikkatinizi dağıtanlara dikkat ediniz. İçlerinden bazıları bunu tam da tavır almanızı engellemek, sizi şüpheye düşürmek, eylemsizliğe sevketmek ve susturmak için yapıyor. Öncelikler sıralamanızı bozarak, enerjinizi bölerek, tam da idealizminizi size karşı zaaf olarak kullanarak yapıyor bunu: “Şimdi neden bu konuda sesimi çıkarıyorum, diğer konuda yeterince çıkardım mı?”, “İdealist miyim, ikiyüzlü müyüm?” Bunlar şüphesiz doğru sorular ancak sizi şimdi tutum almaktan alıkoyuyorsa, ileride bir başka konuda da sizi susturmak için önünüze çıkacak. 

Öncelik sıralaması yapmak önemli; şüphesiz bütün sorunları aynı anda, eşzamanlı tartışamayabiliriz ancak bir yerden başlamak gerek. Kusurlarımız, eksiklerimizle -idealizmi yitirmeden, alaycılığa yenik düşmeden- şimdi söylemeliyiz sözümüzü. Dikkat dağıtıcıların üslubu da niyetlerine dair ipucu zaten: Kutuplaştırıcı mı birleştirici mi? Bölmek mi istiyorlar, dayanışmayı büyütmek mi? Ne öneriyorlar sahi?

İnadına özgürlük!

Gülşen’in tutuklanmasına dönersek… Gazeteci-yazar Elçin Poyrazlar’ın şu tespitine katılmamak imkansız:  

“Gülşen’in tutuklanmasının bir de sembolik tarafı var. Milyonların önündeki, popülerliği yüksek, ünlü bir kadının hapse tıkılması rejimin diğer kadınlara ve bu yaşam tarzını savunanlara verdiği nokta vuruşlu bir gözdağı”.

Değil mi ki Sezen Aksu’nun dilinin koparılabileceği uyarısından ders çıkarmadık; değil mi ki “sürtük” lafına aldırmadık; canımızın istediğini giyip sokaklara, konserlere aktık; şarkılarımızı söylemeye, danslarımızı etmeye, kahkahalarımızı atmaya devam ettik. Değil mi ki “İstanbul Sözleşmesi bizim” diyerek her yaşam tarzından, her inançtan, her görüşten, her cinsel tercih ve yönelimden, her etnik gruptan, her cenahtan kadınlar olarak dayanışma gösterdik, kitlesel protestolarımızı sürdürdük ve hep bir ağızdan “Gelsin baba, gelsin koca, gelsin devlet, gelsin cop! İnadına isyan! İnadına özgürlük” diye haykırdık… 

“Hakikatı aramak…”

Elbette yaşananların ve özgürlük mücadelesinin bu coğrafyaya, ülkemizin tarihine, kültürüne özgü tarafları var. Ancak bir yandan da evrensel ve insanlık tarihi kadar eski bir çatışma bu. Stefan Zweig, Castellio Calvin’e Karşı ya da Bir Vicdan Zorbalığa Karşı’da bunu öyle güzel anlatmış ki. Yazıyı onun satırları ile ve bu kitabı okumanız dileğiyle bitirmek istiyorum. Çünkü Castellio’nun dediği gibi “Hakikatı aramak ve onu kendi düşündüğü gibi ifade etmek asla suç olamaz”

“…Güç, mutlak güç elde etmeye zorlarken, zafer de zaferin istismarına neden olur ve kendi hayallerini birçok kişiye benimsetebildikleri, taraftarlarını kendileri için yaşamaya, hatta kendileri için ölmeye ikna edebildikleri hâlde bu fatihler, bu durumdan hoşnut olmak yerine çoğunluğu tümden dönüştürme, tarafsız kalanlara kendi dogmalarını dayatma hırsına kapılırlar; boyun eğenler, uyduları, ruhsal köleleri, her hareketlerinin ebedi takipçileri asla yetmez onlara – hayır, özgürlerin, az sayıdaki bağımsızların da methiyelerini ve kulluğunu görmek isterler ve kendi dogmalarını biricik gerçek olarak yerleştirmek isterler, her farklı düşünceyi devlete karşı suç olarak damgalarlar…”

Ama umut kaçınılmaz gelecektir:

“Bugüne kadar tek bir dini ya da tek bir dünya görüşünü diktatörlükle bütün dünyaya zorla kabul ettirmek başarılamamıştır, hiçbir zaman da başarılamayacaktır; çünkü akıl her zaman her türlü kölelikten kaçacak, dayatılan biçimlere uygun düşünmeyi, yavanlaşmayı, sığlığı, düşünce miskinliğini ve aynılaşmayı reddedecektir”.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.