Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Meral Akşener’in Kürt sorunu – Ruşen Çakır yorumluyor

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin Diyarbakır İl Kongresi’ne katldı. Akşener ve heyeti, Diyarbakır’dan Şanlıurfa’ya geçti ve sivil toplum temsilcileriyle görüşmeler gerçekleştirdi. Akşener bugün de İYİ Parti Şanlıurfa İl Kongresi’ne katılacak. Öte yandan İYİ Parti, 26 Ocak’ta Altılı Masa’nın 11. toplantısına ev sahipliği yapacak.

Akşener’in bu yoğun gündemde gerçekleştirdiği Diyarbakır gezisi ne anlama geliyor? İYİ Parti-HDP ilişkisizliğinde bir değişiklik olasılığı var mı?

Ruşen Çakır, Şanlıurfa’dan yorumluyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. Şanlıurfa’da bir otel odasından yapıyorum bu kaydı. Dün Meral Akşener’le birlikte İYİ Parti’nin Diyarbakır İl Kongresi’ni izledim. İstanbul’dan gelen bir grup gazeteciyle berâber, Diyarbakır’dan sonra akşam Şanlıurfa’ya geldik. Şanlıurfa’da bir süre Meral Akşener’le biz gazeteciler sohbet etme imkânı bulduk. Daha sonra da Akşener Şanlıurfa’daki sivil toplum kuruluşlarının yöneticileriyle bir araya geldi otelde. Geç saate kadar sürdüğünü biliyorum. Bugün öğle saatlerinde İYİ Parti’nin Şanlıurfa kongresi yapılacak. Daha sonra herkes yerlerine dönecek. Biz gazeteciler İstanbul’a, Akşener ve kurmayları da Ankara’ya dönecekler. Mâlûm, önümüzdeki hafta çok yoğun, İYİ Parti’nin ev sahipliğinde ayın 26’sında Altılı Masa’nın 11. toplantısı yapılacak. Ayın 30’unda da çok büyük bir lansman var. Burada da Altılı Masa’nın hükûmet programıyla yol haritası anlatılacak. Meral Akşener bu yoğunluğun arasında mâlûm bir de kalp rahatsızlığı geçirmişti. Kısa bir dinlenmenin ardından yoğun bir tempoya girdi. Diyarbakır’a gelmesi önemliydi. Daha önce gelmişliği var. Siyâset yaptığı andan îtibâren çok sık gelmişliği var. Hattâ bize anlattığı; Doğru Yol Partisi’ndeyken o kadar çok sık geliyormuş ki, üst düzey bir komutan kendisine, “Nedir bu bölgeye böyle merakınız?” diye sitem yollu bir lâf da etmiş zamânında. Onu bize aktardı. Bölgeyi biliyor. Bölgede siyâseten ağırlığı olan birtakım önemli isimlerle çalışıyor. Diyarbakır’da Salim Ensarioğlu başlı başına bir fenomen zâten. Diyarbakır siyâsetinde çok önemli bir figür. Yıllar önce Doğru Yol Partisi’nde birlikte bakanlık yapmışlardı. Şanlıurfa’da da Fakıbaba var biliyorsunuz. Daha yeni, AK Parti’den de milletvekilliğinden de istifâ etti ve İYİ Parti’ye katıldı. 

Diyarbakır gezisi özellikle çok önemliydi. Fakat şöyle bir olay oldu: Meral Akşener kongreyi yaptı, Diyarbakır’da kalmadı, Urfa’ya geçti. Kendisine bunu da sordum hattâ. Normal şartlarda tersi olması beklenirdi. Diyarbakır’a daha fazla zaman ayırması, Urfa’ya da tabiî ki kongre için gelmesi beklenirdi. Bunu partisinin kongrelerinden sonra telâfî edeceğini, Diyarbakır’ın ilçelerini de gezeceğini ve Diyarbakır’da esnaf ziyâreti de yapacağını söyledi Meral Akşener. Bu seferki olayın, programın böyle oluştuğunu söyledi. Diyarbakır’da fazla kalmadı; ama hep büyük bir merakla kongrenin nasıl geçeceğine baktık ve Meral Akşener’in nasıl bir konuşma yapacağına baktık. İlginçti. Kongre salonu doluydu. Kadınlar ve gençler ağırlıktaydı ve zâten Meral Akşener’in söylediğine göre Diyarbakır’da 15 bin üyeleri var partisinin. Diyarbakır ilçeleri, köyleri hepsi birlikte partinin 15 bin üyesi olduğunu söyledi — ki bu hiç azımsanmayacak bir rakam İYİ Parti gibi bir parti için. 2018’de cumhurbaşkanlığı seçiminde kendisine Diyarbakır’da 8500 oy çıkmış olduğunu da söyledi. Tabiî bu HDP’nin ve AKP’nin çok güçlü olduğu bölgede çok büyük rakamlar değil; ama bir varlık da gösteriyor. Gittiğim Diyarbakır kongresine katılan Diyarbakırlı İYİ Partililerle sohbet ettiğimde, genellikle şöyle bir perspektif dile getiriyorlar: “Artık burada HDP ve AKP dışında da başka partilerin olması lâzım, bir denge olması lâzım.” Meral Akşener de bölgeyi, “iki yumruğun arasında sıkışmış” olarak târif ediyor. Bir tarafta AKP’nin eli üzerinden devlet, diğer tarafta HDP olarak târif ediyor ve buna son vermek istediklerini söylüyor. 

Konuşma gerçekten ilginç bir konuşmaydı. Daha önce İstanbul Kongresi’nde Meral Akşener’i izlediğimde çok başarılı bir konuşma yaptığını gördüm ve hattâ bunu Medyascope’ta başlı başına bir yayında da anlattım. Orada, hazır metin olmasına rağmen irticâlen konuşmuştu, prompter’a bakmadan konuşmuştu. Çok etkili bir konuşma yapmıştı. Üç kere salonu ayağa kaldırmıştı, delegeleri, partilileri. Burada ise büyük ölçüde metne bağlı bir Meral Akşener izledik. Metin elimizde olduğu için ve kendisini de orada dinlediğimiz için ayırt edebiliyoruz, irticâlen çok fazla bir şey eklemedi. Başta bir parti yöneticisinin Giresun’da nasıl evlendiğinin öyküsünü anlattı, Doğru Yol Partisi’nin eski Gençlik Kolları içerisinde yaşanan bir aşk hikâyesini anlattı. Öyle bir insan öyküsünü saymazsak, büyük ölçüde metne bağlı olarak konuştu. Metni tekrar okuduğumda da gördüm, dinlerken de fark etmiştim; çok sembolik bir metin. Kürt lâfı geçiyor; ama genellikle Zaza ve Türk’le berâber geçiyor. Yani tek başına bir Kürt lâfı yerine; “Biz bu partiyi Türk, Kürt, Zaza birlikte kurduk” diyor ya da “Türk, Kürt hep birlikte” vs.. Böyle bir bağlamda konuşuyor. Ama daha çok yoksulluk üzerinden verilen mesajlar var. Devletin baskıcı, AKP iktidârının baskıcı karakterine karşı duruş mesajları var. Ama onun dışında örtülü bir mesaj. 

Şimdi konuşma metnine baktığımda, meselâ –ki burası târihî, Kürt târihini bilenler için çok anlamlı, herhalde buna referansladır– Demirci Kawa öyküsü vardır. Demirci Kawa’yı hatırlattı birçok kişiye. Diyor ki: “Ben bugüne kadar; ne elin sıtmasını kabul ettim ne de ötekinin öldürmesine râzı geldim. Ne kimsenin örsü oldum ne de başkasının çekici olmaya râzı geldim. O halde diyorum ki: Gelin, bu demiri berâber dövelim. Gelin, zulmün çekicini zâlimin elinden alalım. Gelin, o çekiçle istibdâtın zincirlerini kırıp, o kırık zincirden kavuşmanın, dostluğun, kardeşliğin demirini berâber dövelim.” Bu, Akşener’in alabildiğine sembolik olan konuşmasının en zirve bölümüydü. Onu özellikle söylemek lâzım.

Daha sonra İYİ Parti’nin kurmaylarıyla sohbet ettiğimizde hemen hemen hepsi konuşmayı nasıl bulduğumu sordular, birbirinden farklı ortamlarda, öyle diyeyim. Şunu söyledim, tekrar burada da söylüyorum: Meral Akşener’in Kürt sorunuyla ilgili kendine çizdiği –sâdece Meral Akşener’in değil İYİ Parti’nin de– bir alan var, bir sınır var. O sınırların içerisinde Akşener ve Akşener’in danışmanları –meselâ o konuşma metninde katkısı bulunanlar– ellerinden gelen her türlü beceriyi gösteriyorlar ve başarılı bir metin ortaya çıkıyor, sembollerle dolu bir metin ortaya çıkıyor. Fakat ortadaki sorun şu: Bu sınırlar yeterli mi? O sınırın içerisinde çok başarılı olabilir; ama bugün Türkiye’de Kürtler’deki politizasyona baktığımız zaman, Akşener’in çizdiği sınırı çoktan aşmış bir kitleyi görüyoruz. Yakın zamanda bu konuya değindim bir yayında: “HDP tabanı, Kürtler, HDP, Öcalan, PKK” diye bir yayın yaptım. Şöyle bir algı var, ya da şöyle görmek istiyor Akşener ve İYİ Partililer: “Evet, HDP diye bir parti var. Biz bu partiyle birlikte bir şey yapmayız. Ama HDP’nin seçmenine pekâlâ ulaşabiliriz.” Akşener bunu çok söylüyor, bizimle sohbetinde de söyledi: “Hiçbir partinin tabanı kemik bir taban değildir. Nasıl şimdi AKP tabanından kopmalar oluyorsa, bizim tabanımızdan da ya da HDP’nin tabanından da kopmalar olabilir” dedi. Tabiî ki bu teorik olarak doğru bir şey. Fakat burada genellikle şu yanlış yapılıyor bence: HDP tabanının çoğunluğuna HDP yönetiminden daha az bir politizasyon atfediliyor. Yani onların büyük ölçüde Kürt kimliği üzerinden HDP’nin peşine takılmış oldukları varsayılıyor. Halbuki benim gözlemlerime göre –ki bu gözlemlerimi, gazetecilik hayâtımın içerisinde bu konuyu bölgede özellikle çok yakından gözlemeye çalışmış birisi olarak söylüyorum– taban birçok yerde HDP’nin yönetimini de aşmış durumda. Ama Akşener ve İYİ Partililer bunu böyle kabul etmek istemiyorlar ve HDP’yle temas etmeden HDP tabanıyla bir temas kurma dertleri var. Şimdi bu anlamda baktığınız zaman, kendini sınırlı bir alana hapsediyor. Bu sınırlı alan içerisinde yapılabilecek şeyler tabiî ki var. Meselâ diyelim ki İYİ Parti önümüzdeki seçimde Diyarbakır’dan bir milletvekili çıkarabilir. Hattâ CHP ile ortak liste yaparsa ikisi birlikte, iki belki de üç milletvekili de çıkarabilir. Bunların hesaplarını yapanlar çok var. Ama şu aşamada baktığımızda, bölgede Kürtler açısından önemli, öne çıkan bir parti olma imkânı yok ve anlaşıldığı kadarıyla da sınır içi derken bu iddiayı şu anda zâten seslendirmiyorlar. Olursa ne âlâ. Ama onu oldurmak için yapılacakların, gösterilecek çabaların başka bir kayba yol açabileceğini söylüyor — ki Akşener, biz gazetecilerle yaptığı sohbette bu konuda çok şey söyledi. Çok doluydu. Yani Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma –kendisi böyle söylemedi ama böyle yorumlayabiliriz– ihtimâlini çok önemsiyor. Bunu özellikle not düşmek isterim. 

Tabiî şöyle bir şey var: Akşener’in perspektifinde adım adım ilerleme var. Özellikle bu konuda bir acelecilik içerisinde değil. Daha temkinli, daha planlı, ölçülüp biçilmiş bir hareket perspektifi içerisinde. Şunu söyleyebilirim: Kürt sorununun varlığını alenî bir şekilde kabul ediyor değil, öyle alenî bir kabullenme yok, ama konuşma metnine ve söylediklerine baktığımız zaman da Kürt sorununu inkâr ve ret politikası da izlemiyor. Çok ilginç bir yerde duruyor Meral Akşener ve bu anlamda da kendisine ve partisine karşı bir acımasızlık tutumu takınıldığını söylüyor. Bu anlamda kimi zaman medyaya, ama özellikle de HDP yönetimine yönelik olarak, meselâ bir Pervin Buldan’a yönelik olarak rahatsızlık var. Onun son dönemdeki açıklamalarından çok rahatsız olmuş. Kendisiyle geçmişte –geçmişte dediğim: kendisinin TBMM Başkanvekili olduğu dönemdeki performansında– HDP ile kurduğu ilişkilerle ilgili örnekler anlattı; hattâ Selahattin Demirtaş’ın grup başkanvekili olduğu dönemde ya da sonrasında da nasıl kendisinin kurallara uygun bir şekilde hareket ettiğini ve HDP’liler tarafından da takdir edildiğini anlattı. Şu anda yaşadığı bâzı olaylardan kişisel olarak da çok rahatsız olduğunu gösterdi. Şimdi bu söylediğim, kademe kademe ilerleme açısından çok çarpıcı bir açıklamayı, bizimle yaptığı, en son kendisiyle yaptığımız bir canlı yayında açıkça dile getirmişti. Ona bir bakalım, sonra devam edelim:

9 Aralık 2022 târihli “Meral Akşener, Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı: Aday kim olacak?” yayınından:

Meral Akşener: Şimdi bakın ben ne yapacağım? Diyelim ki siz bir Kürt’sünüz. Ben diyeceğim ki size iktidar olduğumuzda: “Ruşen Bey, ne istiyorsunuz?” Ben bu konuyu çalışmış bir insanım. Siz söyleyeceksiniz. Sonra siz bana soracaksınız: “Meral Hanım, siz ne istiyorsunuz?” Ben de bir Türk’üm. Ben de size söyleyeceğim. Sonra ikimiz –en zoru budur– “Nasıl yani?”yi konuşacağız. “Kürt’ün, Türk’ün temel problemleri nedir?” meselesine baktığınız zaman, çok aynı şeyler görüyorsunuz. Açlık görüyorsunuz, eğitime erişme görüyorsunuz, yoksulluk görüyorsunuz, çocuklarda bodurluk görüyorsunuz doğru beslenemediği için, her tarafta durum aynı. Yani sınıfsal anlamda baktığınızda Kürt’ün, Türk’ün dertleri birbirine benziyor. Dert kısmından bahsediyorum. Sonra başka talepler de var elbette. Ama o işte “Nasıl yani?”sinde ortaya çıkar.

Evet, burada gördüğünüz gibi, “Soracağım ne istiyorsunuz” vs.. bütün bunların hepsi aslında bir sorunun kabûlü; diyalog ve müzâkereyi çağrıştırıyor. İlginç olan husus şu ki bu olayı, yani bizim yayında dile getirdiği –daha önce başka yerlerde bir şekilde söylemiş olabilir ama–, bu kadar dört başı mâmur bir şekilde anlattığı bu yayını çok fazla insan –meselâ HDP’liler diyelim, bu konuyu önemseyen insanlar– çok fazla önemsemediler, görmediler ya da görmek istemediler. Buna karşılık Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ gördü ve Ümit Özdağ bunu bir tür yeni açılım süreci hazırlığı olarak tanımladı. Ve buradan, zâten hiç hazzetmediğini bildiğimiz Meral Akşener’e yönelik bir propaganda yürütmeye çalıştı. Bizimle yaptığı sohbette Akşener, bu yayında söylediklerini hatırlatıp, onun orada söylediklerinin yeterince değerlendirilememiş olmasından duyduğu rahatsızlığı da dile getirdi.

Şimdi ortada bir sorun var. Ortada bir kere Türkiye’nin Kürt sorunu var. Onun dışında da her partinin, her siyâsî hareketin bu soruna karşı farklı farklı bakışları var ve bu anlamda bakıldığında İYİ Parti’nin çok zor bir yerde durduğunu kabul etmek gerekiyor. Gerçekten neyi, nasıl yapacağı konusunda çok dikkatli olması gereken bir parti. Türk milliyetçiliği içerisinden gelen bir parti. Ama merkeze yerleşme iddiası da var. Bütün bunları yaparken epey bir zorlanıyor. Çünkü ya deniyor ki: “Çok fazla merkeze gelmiyorsun”, ya da diyorlar ki: “Çok fazla köklerinden uzaklaşıyorsun”. Bütün bunları bir de bir Altılı Masa, ittifak deneyimi kotarılırken ve çok kritik bir seçime hazırlanırken yapmak zorunda. Gerçekten işleri çok zor. Şu hâliyle benim gördüğüm kadarıyla Akşener, kendine çizdiği o sınırların içerisinde yapabildiğini yapmakla yetiniyor ve sorunu yok saymıyor; ama önceliği yapmak istemiyor. Fakat şunu biliyor ki birçok kişi kendisinin önceliğinin bu olduğunu dayatıyor kendisine. Bundan çok ciddî bir şekilde şikâyetçi ve bundan bayağı bir bunalmış olduğunu da açıkçası söyleyebilirim. Başka şeylere odaklanmasını engelleyecek şekilde, İYİ Parti’nin belki de yegâne bir husus açısından, HDP ile ilişkisi üzerinden değerlendirildiği ve bir anlamda da sorguya çekildiği bir dönem yaşıyoruz. Akşener’in en temel sorunu bence bu. Kürt sorunuyla ilgili Meral Akşener’in sorununda, aslında kendisinin bir yol haritası var; ama o yol haritasını istediği gibi uygulamasına “dış güçler” diyelim –“dış güçler” derken; iktidâr yanlıları, HDP çevreleri ve birçok başka odağı katabiliriz– bunların ona kendi bildiği istikamette, kendi sınırları içerisinde bu sorunla meşgul olmasına izin vermiyor olması olayı yaşanıyor. Şikâyet ediyor, kendisini bu konuda zorlayanları şikâyet ediyor. Ama siyâset zâten böyle bir şey. Siyâset, sizin kendinize çizdiğiniz alanda istediğiniz gibi yol almak değil. Tek başınıza yaptığınız bir olay değil çünkü. Rakipleriniz var, birilerine meydan okuyorsunuz, birileriyle yan yana gitseniz bile onlarla birtakım iktidar paylaşımları içerisinde olmanız lâzım. Birlikte giriyorsunuz belki seçime, ama tabiî ki siz daha fazla oy almak istiyorsunuz vs.. Dolayısıyla burada bir fair play beklemek diye bir şey olamaz. Özellikle Kürt sorunu gibi ülkenin en temel sorunu konusunda kendi yol haritasını, kendi çizdiği sınırları başkalarına dayatmaya çalışması ya da en azından “Benim sınırlarıma müdâhil olmayın” demesinin de pek bir anlamı olmuyor. Dolayısıyla zor bir olay var. İYİ Parti’nin Kürtler olmadan, Kürtleri yok sayarak bir seçime girmesi çok fazla mümkün değil. 

Diyarbakır konuşmasında yeni bir arayışın, daha doğrusu var olan arayışına ya da yörüngesine katkıda bulunmak için bir Süleyman Demirel takviyesi gözledim. “Konuşan Türkiye” sözünü, kavramını bayağı bir konuşmasına yerleştirmişti. “Konuşan Türkiye” lâfını en çok 1991 seçimleri öncesinde Süleyman Demirel’in Kürt realitesini tanıma perspektifi içerisinde kullandığını hatırlıyorum. Yani şöyle bir perspektif vardı: Her türlü sorun olabilir, biz bu sorunları çözeriz. Bunu çözmenin yegâne yolu, öncelikli yolu herkesin konuşmasıdır, yaşadığı bu sorunları anlatmasıdır. Eğer biz konuşan bir Türkiye yaratırsak sorunlarımızı da konuşuruz ve sonuçta da bu sorunları birlikte çözmeyi de pekâlâ hayâta geçirebiliriz. Akşener’in “Konuşan Türkiye, Türkiye konuşacak, Türkiye konuşmalı” sözlerini –ki Diyarbakır konuşmasında birkaç yerde bunu özellikle vurgulamıştı– ve bizim yayınımızda söylediği, “Çağıracağız, gideceğiz, konuşacağız. Ne istiyorsunuz diyeceğiz” sözlerini berâber görmek lâzım. Yani İYİ Parti’nin ve Meral Akşener’in Kürt sorununa bakışı; öncelikle olabildiği kadar, kendini bu konuda riske atmadan olabildiği kadar Kürtler içerisinde de oy almak, daha sonra ama esas olarak ülkenin batısından aldığı oylar ve güçlerle Kürtler’le oturup müzâkere etmek. Ben böyle görüyorum. Zâten konuşmasına baktığınız zaman da genel olarak şöyle bir şey var — bunu anlatmak biraz zor ama: “Batıdan gelen misâfir”. Misâfir ama aynı zamanda ev sâhibi. Böyle bir hal var. Yani bir “Kardeşiz” lâfını söylediğiniz zaman, kardeşliğe vurgu yaptığınız zaman, zâten ortada kardeşlikle ilgili bir sorun var demektir. Bu sorunu kabul ediyor, İstanbul’dan ya da Ankara’dan “Büyük abla” geliyor ve Diyarbakır’daki, Urfa’daki kardeşlerine meseleyi nasıl çözebileceklerini anlatıyor. Öncelikle söylediği: “Önce bir sâkin olalım. Çok fazla kırıp dökmeyelim. Şu seçimleri bir alalım. Ondan sonra aramızda konuşur, her şeyi pekâlâ hallederiz.” Böyle bir sembolizm içerisine giren, sorunun varlığını inkâr etmeyen; ama sorunu kendisinin ve ülkenin birinci sorunu olarak da görmeyen ya da birinci sorunu olarak görmeyi erteleyen bir Akşener’e, Diyarbakır’da –daha öncesinde de görüyorduk– bir kere daha tanık oldum. Urfa’daki kongrede yine benzer temalar olacaktır herhalde; ama Urfa’nın durumu Diyarbakır’dan farklı olduğu için daha farklı bir konuşma ve salon havası göreceğimizi tahmin ediyorum. Bununla ilgili de eğer anlatılması gereken hususlar olduğunu gözlersem, yarın İstanbul’a döndüğümde yaparım. Şanlıurfa’dan herkese selâmlar. İyi pazarlar. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.