Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

AKP seçmenle duygusal bağını yeniden kurmaya çalışıyor (3): Hâlâ “Bizimki bir aşk hikâyesi” mi?

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, iktidara geldiği 3 Kasım 2002 seçimlerinde “Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dedi ve iktidarda olduğu süre boyunca da “aşk ve sevgi” ile millete hizmet ettiğini söyledi. Tıpkı şu anda “Ulusal Hane Ziyaretleri” kapsamında yolladığı mektupta olduğu gibi. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, katıldığı mitinglerde, programlarda sloganların yanı sıra iki şarkı ile karşılanıyor: “Bizimkisi bir aşk hikâyesi” ve “Beraber yürüdük biz bu yollarda.” Bu iki şarkı AKP seçmeninin ve teşkilatının diline pelesenk olmuşken, Erdoğan da hemen hemen her konuşmasında işini aşk ile yaptığını söyledi. Aşk ile yaptığı iktidarlığında 20 yılını dolduran Erdoğan, 2023 seçimlerinde de hizmeti ön plana aldı ve 20 yıllık iktidarında kaybettiği seçmeni tekrar kazanmak için adımlar atmaya yıllar önce başladı. 

Okuyun: AKP seçmenle duygusal bağını yeniden kurmaya çalışıyor (1): 2023 AKP’si 2002 ruhunu yakalar mı?

20 yıllık iktidarında hizmeti öne koyan Erdoğan ve AKP’nin seçmenle kurduğu duygusal bağda 1994, 2002-2023 yılları arasına baktığımız söyleşi serimizin ilk bölümünü siyaset bilimci Prof. Dr. İhsan Dağı, ikinci bölümünü ise sosyolog Ferhat Kentel ile yaptık.

Söyleşimizin son bölümünde ise eskiden AKP’nin içinden bir isme söz veriyoruz; AKP Kurucu Üyesi ve eski AKP Genel Başkan Yardımcısı Fatma Bostan Ünsal.

Okuyun: AKP seçmenle duygusal bağını yeniden kurmaya çalışıyor (2): AKP yeni bir siyasi parti mi?

Adalet ve Kalkınma Partisi, 2002’de girdiği ilk seçimde iktidara geldi. Türkiye 2002 seçimlerine nasıl girdi?

Bu soruyu cevaplamak için, 2002’deki siyasi atmosferi ve AK Parti’nin buna yönelik cevaplarını hatırlamak gerekir. 2002 seçimlerine Türkiye, banka hortumlama iddialarının ayyuka çıktığı, ekonomik krizin yoksulu ezdiği ve 28 Şubat sürecinin devamı olarak genelde özgürlüklerin, özelde de dini özgürlüklerin kısıtlandığı bir ortamda giriyordu. 28 Şubat süreci, “irtica” ile mücadele, başörtüsü yasağı gibi hususlar ile daha ziyade ilişkilendirilse de aslında Susurluk kazasının ortaya serdiği, siyaset, mafya ve güvenlik bürokrasi arasındaki karanlık ilişkilerin üzerine gidilmesini engelleyen bir ortamdı. “28 Şubat” sürecinde siyasi iktidar bu çetelerin üzerine gidememiş, tam tersine bu süreçte devrilmiş, bu sürecin sonraki safhalarında da Türkiye, siyasetçilerin zayıf olduğu, çetelerin hakimiyetinde olduğu bir siyasi, ekonomik düzende doğal olarak ekonomik krize savrulmuştu. Günlük faizlerin yüzde 6 bin 200 gibi astronomik rakamlara çıktığı, Türk Lirası’nın yüzde 40 değer kaybettiği bir devalüasyonun yaşandığı, banka hortumlamalarının, yolsuzlukların olduğu bir ortamdı bu.

Ayrıca yeni yapılan seçimlerin hemen ertesinde Türkiye’yi hazırlıksız yakalayan çok şiddetli 1999 depreminde yaşanan büyük insani ve maddi kayıp, dönemin siyasi iktidarının zafiyetini ortaya çıkarmıştı. Daha önemlisi belki de Irak’a Türkiye üzerinden ve birlikte müdahale etmeyi planlayan ABD’nin bu politikasını kabul etmeyen Başbakan Bülent Ecevit’in sağlığının bozulması ve “öz bakımını yapamayan aciz bir figür” olarak halkın gözüne sokulduğu bir siyasi atmosfer söz konusuydu. Sondan başlayalım, sağlığı bozulmuş, koalisyonun diğer partileri tarafından hırpalanan ve bizzat kendi partisi de bölünmüş yaşlı Bülent Ecevit yerine Türkiye nüfusunun beşte birinin yaşadığı İstanbul’un başarılı belediye başkanı, üstelik okul kitaplarında bile bulunan bir şiiri okuduğu için cezaevinde yatmış ve haksızca önü kesilmeye çalışılmış, genç Tayyip Erdoğan söz konusuydu. 2002 seçimlerinde, bir önceki seçimlerde yüzde 22,18 oy alarak 1. parti olan Demokratik Sol Parti’nin (DSP) Başkanı ve bu nedenle de Başbakan olan Bülent Ecevit, bu seçimlerde yüzde 1,22 aldı. Bu seçimlerde başka bir genç siyasetçi Cem Uzan, bu “gençlik” algısı ile belki de, seçimlere dört ay kala gibi çok kısa zamanda kurduğu Genç Parti (GP) lideri olarak yüzde 7 civarında oy alabilmişti.

Fatma Bostan Ünsal 

O yıllarda nasıl bir Recep Tayyip Erdoğan profili vardı?

Bu ortamda Tayyip Erdoğan ise sevilen, başarılı, önü kesilmek istendiği için mağdur,  üstelik bu mağduriyeti kendi mağduriyeti olarak gören, hisseden, çok disiplinli, sadık, çok köklü bir parti örgütüne sahip, zıpkın gibi genç bir lider olarak öne çıkıyordu. Hiç de şaşırtıcı olmayacak şekilde seçim sloganı olarak o dönemdeki sorunları doğru bir saptama ve akılda kalıcı bir şekilde üç “Y” ile mücadele ile sloganlaştırdı: “Yolsuzluk, Yoksulluk ve Yasaklar ile mücadele”. AK Parti’yi sıfırdan kurulan bir siyasi parti olarak görmemek lazım. 1994 yerel seçimlerinde çok sayıda belediyeyi kazanmış, 1995 genel seçimlerinden birinci parti olarak çıkmış, çok az süre hükümette kalsa da başarılı olmuş Refah Partisi’nin olumlu özelliklerini devam ettiren, bu partinin başına gelen felaketlerden de ders alan bir siyasi parti olarak görmeyi daha doğru buluyorum.

“Eskiden seçmen Erdoğan’ı ve AK Parti’yi arayıp buluyordu”

Bu itibarla seçmenine ulaşma problemi yoktu, seçmen adeta kendisini arayıp buluyordu. Seçmene ulaşma başarısı ve mücadelesi 94 yerel seçimleri ve önceki dönem genel seçimlerinde başarılmıştı zaten. Seçmen tabanını tutma ve genişletme başarısından bahsedebiliriz. Bu başarıda tabii iki dönemdir belediyelerde başarılı olan Refah/Fazilet Partisi’nin de katkısı var. Bu geleneği devam ettiren ama Batılı kurumlara şüphe ile yaklaşmayan, Avrupa Birliği’nden yana bir merkez sağ parti olarak, “gömlek değiştirdiği” iddiasında bulunan bir parti olarak seçimlere giren ve birinci parti olarak, yüzde 34 oy alan bir parti oldu. Ayrıca o dönemki şartların sonucu baraj nedeni ile sadece iki parti Meclis’e girdiği için neredeyse Anayasa değişikliği yapacak milletvekili çoğunluğuna sahip olduğu için 2002 seçimleri şimdi efsanevi olarak hatırlanıyor.

Peki Erdoğan ve AKP teşkilatları ne oldu da “arayıp bulma” durumundan, bu duruma geçti, seçmenden nasıl koptu?

Sorun tek başına seçmene ulaşma, seçmenin kapısına gitme ile ilişkili değil.  2002’den 20 yıl sonra, yani bugüne gelirsek Türkiye’de ne görüyoruz? 2. Susurluk Kazası olarak değerlendirilen Sinan Ateş’in sokak ortasında öldürülmesi olayında, siyaset, gladyo ve güvenlik güçleri arasında çetevari bir yapılanma olduğu açıkça ortaya saçıldı. “28 Şubat” süreci ile siyasete müdahale eden güçlerin, bu dönemde de üstelik aynı isimler ile etkisini sürdürdüğü anlaşılıyor. Nasıl “28 Şubat” süreci ekonomik kriz ve yolsuzluk ile sonuçlanmış ise “aynı şartlar aynı sonucu doğuracaktır” ilkesi çerçevesinde bu dönemde de, yolsuzluk ve ekonomik kriz ortaya çıkmıştır.

Elbette bazı değişiklikler olmuştur, mesela gecelik faiz yüzde 6 bin 200’e çıkmamıştır, ama TL’nin değer kaybetmesi 2001 krizindeki oranı çok aşmış ve Türkiye’nin 1980’li yıllardan itibaren görmediği enflasyon oranlarına yaklaşılmıştır. O yüzden sorun seçmene ulaşamamak değil. AK Parti’nin üç “Y” ile mücadele etme sözü ile iktidar olduğu sorun alanlarına yeni sorun alanları ilave olmuştur. Tabii süreç içinde AK Parti teşkilatının eleman kaybetme, motivasyon yitirme nedenleriyle, seçmene ulaşma zorluğu nedeniyle de seçmenden uzaklaşma söz konusu olmuştur. 2019 seçimlerinde gözlemlediğim bir husus, Adıyaman gibi AK Parti’nin en güçlü olduğu yerde bile sandıklarda AK Parti temsilcilerinin gözükmemesiydi. Aslında AK Parti’nin 2019’daki yerel seçimlerin ertesinde kasımda (2019) yapılması gereken genel seçimleri 1,5 yıl önceye yani 2018 Haziran’a alması, partisindeki erimeyi herkesten önce görmesine bağlanabilir.

“Aslında şaşırtıcı olan, AK Parti’nin hâlâ birinci parti olmasıdır”

Aslında bence esas şaşırtıcı olan, AK Parti’nin pek çok kamuoyu şirketinin gösterdiği gibi oyu azalsa da hala birinci parti olmasıdır.  Medya sermayesinin Türkiye’de bu zamana kadar görülmeyen şekilde tek tip olması, kamu kaynaklarıyla fonlanması ve toplumun sorunlarının özgürce ve açıkça konuşulduğu ortamların olmaması, AK Parti seçmeninin önemli bir kısmının hâlâ kopmamış olmasını açıklayabilir. Ama bu durum yani açık ve özgür bir ortamda sorunları tartışamamak çok büyük bir sorun. İnsanların cezalandırılacağını baştan kabul ederek ve şaşırtıcı şekilde bunu ifade ederek konuşmaya başladığını görebilirsiniz; “İsterse hapsetsinler, isterse öldürsünler” diyerek konuşmaya başlıyor insanlar pek çok sokak röportajında. Bir de bilgilenme kaynaklarının farklı olması dolayısıyla, AK Parti seçmeni ile diğer seçmenler arasında açık, rasyonel, birbirilerini ikna edecekleri bir iletişim ortamının, ki bu demokrasi dediğimiz siyasi yönetim şeklinin üzerine dayandığı zemindir, giderek zayıflaması pahasına tabanın muhafaza ediliyor olması da gözden kaçmaması gereken bir husustur. AK Parti seçmeni olmaya hala devam edenler, daha önceki dönemlerden farklı olarak sadece tek kaynaktan beslenen, farklı görüşe kapalı, tartışılamaz bir karakterde sık sık karşımıza çıkıyor. İktidara ve AK Parti’ye yönelik sıradan bir eleştiriyi bile hazmedemeyen, çok yüksek enflasyon ve ekonomik krize rağmen sorun olmadığını, bu süreçte krizi can yakıcı şekilde hisseden insanlara karşı sevimsiz, giderek toplumdan dışlanacak tavırlar gösteren seçmen davranışlarının yaygın olarak görülmesi bu durumun sonucu olmaktadır.

“‘Ulusal Hane Ziyaretleri’ en fazla yüzde 40 oranında olan tabana ulaşmak için önemli olacak

AKP’nin son dönemde tekrar teşkilatlarına talimat vermesi, “Ulusal Hane Ziyaretleri” kapsamında evlere giden bakanlık çalışanlarının Erdoğan’ın mesajını iletmesi ne kadar etkili olacak, AKP, 2002’de ulaştığı seçmene bugün ulaşabilir mi?

2019 yerel seçimlerine daha gelmeden 2017 Anayasa referandumunda İstanbul’un “hayır” oranı yüzde 51,4 idi. Yani daha seçimlerden iki yıl önce “hayır” blokunun çıkaracağı bir adayın seçimleri alabileceği belliydi. Tabii, Sayın İmamoğlu’nun, belediye başkan adayı olarak çok doğru bir şekilde herhangi bir parti aidiyetinin ötesine geçerek güçlü rakibi olan AK Parti’nin seçmeni dahil bütün İstanbullu hemşehrilerine yönelmesi seçimleri kazanmasında etkili olmuştur. Ama “hayır” oyu veren yüzde 51 oranında seçmenin olmuş olması esas önemli olandır. 

Bu yüzden Cumhurbaşkanı’nın söz konusu “Ulusal Hane Ziyaretleri” en fazla yüzde 40 oranında olan tabana ulaşmak için önemli olacaktır kanaatindeyim. Çünkü çok daha büyük orandaki halk negatif konumlanmıştır, kendisinin adaylığına çok açık biçimde karşı gözükmektedir. Bu ziyaretlerden çok daha önemli olarak son ekonomik hamleler AK Parti’den uzaklaşıp kararsız görünen birkaç puanlık seçmeni tekrar AK Parti’ye geri döndürmüş görünmektedir. Bir de şunu hatırlamamız gerekiyor, 2002 seçimlerinde AK Parti yüzde 34,3 oranında oy aldı, sadece iki parti barajı geçtiği için bu oranla münasip olmayan bir milletvekili sayısına ulaştı. Barajı kıl payı kaçıran DYP ve hiç de az oy olmayan Genç Parti, Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) gibi partiler toplamda yüzde 35 oy oranını oluşturuyordu. Zaten daha sonra AK Parti’nin barajı devam ettirmesinin de sebebi buydu: Tek başına iktidar olmasının baraja bağlı olması. İttifaklar yoluyla barajın aşıldığı 2018 seçimlerinde, AK Parti 2002 seçimlerinden yüzde 8 daha fazla oy almasına rağmen Meclis çoğunluğunu alamamıştı. Bu yüzden bu seçimlerde AK Parti için 2002 seçim başarısını göstermesinin bile, Meclis çoğunluğu için artık yeterli olmayacağı açıktır. 

“Travmatik tecrübeler yaşayan halkın bu ziyaretlerde nasıl tepki vereceğini gerçekten bilmiyorum”

Muhalefette olduğu için hiç kimsenin olumsuz bir tecrübe yaşamadığı halka, dinamik, canlı parti teşkilatları ile ulaşmak 2002 seçimlerinde çok kolaydı. Ben de Adıyaman’da bu çalışmaların pek çoğuna katılmıştım. Seçmene sadece parti ve milletvekilinin posteri veya öz geçmişini veriyorduk. Daha sonraki ziyaretlerde, Sedat Peker’in de söylediği ve bizim de gördüğümüz gibi kahve, çikolata gibi hediyelerle ancak ulaşmaya çalışıyorlar. 2002’den farklı olarak bu dönemde, genel ekonominin kötüye gidişinden de ayrı olarak, çok sayıda insanın kişisel olarak ağır şekilde etkilendiği pek çok olumsuz tecrübe oluştu. 2 milyon esnaf, ev hanımı gibi sıradan insan 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra terörle yargılandı, 150 bin civarında insan işlerinden atıldı, herhangi bir suç gösterilmeden. 20 yıllık iktidardan sonra yerelde yorulmuş parti teşkilatlarına bu tür travmatik tecrübeler yaşayan halkın bu ziyaretlerde nasıl tepki vereceğini gerçekten bilmiyorum.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.