Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a deprem restinin muhtemel sonuçları

Türkiye, 6 Şubat Pazartesi günü saat 04:17’de meydana gelen depremle sarsıldı. Merkez üssü Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi olan 7,7 büyüklüğündeki deprem Kahramanmaraş, Kilis, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya ve Hatay’ı vurdu.

Depremin üçüncü gününde Kahramanmaraş’a giden Cumhurbaşkanı Erdoğan, 13:50’de yaptığı açıklamada “Şu an itibariyle ne yazık ki vefat edenlerin sayısı 8 bin 574, yaralı sayısı 49 bin 133, yıkılan bina sayısı 6 bin 444” dedi.

Türkiye’nin kalbi deprem bölgesinde atıyor. Deprem bölgesinde her türlü iletişimde ciddi sorunlar yaşanıyor. Başta internet sorunu olmak üzere, acil ve temel ihtiyaçlar konusunda da ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Zaman geçtikçe enkaz altında kalan insanların kurtulma şansı da azalıyor.

Depremin en çok etkilediği illerin başında gelen Hatay’dan paylaştığı video mesajda, Erdoğan’a rest çeken Kılıçdaroğlu, “Bu meseleyi asla ve asla siyaset üstü görmüyorum. Onun için de kendisiyle asla görüşmeyi düşünmüyorum” dedi.

Bu videonun çok hayati ve kritik bir video olduğu kanısındayım. Herkes için, Kılıçdaroğlu ve iktidar için de. Türkiye için Cumhuriyet tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşarken, önümüzü göremezken, bu olayla kim hesaplaşacak?

Üç ay içerisinde yapılması beklenen Türkiye’nin kader seçimine depremin eklenmesi uzun vadede büyük sorunlar yaratacak. Peki bu sorunlar nasıl çözülecek?

“Siyasetin sırası değil” diyenlerin olduğu bir süreçte Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışı neden önemli?

Ruşen Çakır, Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a çektiği deprem restinin muhtemel sonuçlarını değerlendiriyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Türkiye’nin kalbi deprem bölgesinde atıyor. Gerçekten çok acı. Her geçen gün, her geçen dakika kayıplarımızın sayısı artıyor. En son 9 bine yaklaşmıştı. Ama artık biner biner, her yeni açıklamada en aşağı bin yeni vefat haberi daha, ölüm haberi daha ekleniyor. Çalışmalar hâlâ sürüyor; ama artık insanların kurtulma ihtimâlleri de gün geçtikçe azalıyor. Hava koşulları da çok elverişli değil ve bütün bunların ötesinde devlet gerçekten kendisinden bekleneni, yapması gerkeni yapamıyor. Sivil toplum bir Marmara depreminde olduğu gibi güçlü bir şekilde kendini gösteremiyor. Var hepsi tabiî ki devlet de çalışıyor, sivil toplum da çalışıyor; ama ben bu yayına girmeden hemen önce Twitter’ın bant daraltılması olayına tanık olduk. Biliyoruz ki Twitter şu ânda deprem konusundaki haberleşmenin en yaygın olduğu sosyal medya mecrası. Niye yaparlar, neden yaparlar; büyük bir ihtimalle iktidâra yönelik eleştirileri kısmak için yapıyorlardır. Ama özellikle sivil toplumun en önemli mecralarından birisine bunun yapılıyor olması da başlı başına düşündürücü. 

Her neyse. Deprem siyâset üstü bir olay mıdır? Değildir, dünkü yayında bunu bir şekilde dile getirmeye çalıştım. Daha sonra da gece yarısı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir videosu sosyal medyada çıktı karşımıza. Çok ilginç bir video; görüyorsunuz karanlıkta çekilmiş, deprem bölgesinde. Hattâ ilk duyurduğu saatten biraz geç kaldı çünkü internet sorunu olduğu için, biliyoruz. Deprem bölgesinde her türlü iletişimde çok ciddî zorluklar yaşanıyor. Sâdece onda değil tabiî; elektrik olsun, su olsun, tuvalet ihtiyacı olsun, ısınma olsun bir çok konuda çok ciddî sorunlar yaşanıyor. Kılıçdaroğlu buradaki bu yaptığı videoda açıkçası rest çekti Erdoğan’a, meydan okudu ve ‘‘Bu mesleği asla ama asla siyâset üstü görmüyorum, onun için kendisi ile görüşmeyi de asla düşünmüyorum.’’ dedi. Kendisi dediği Recep Tayyip Erdoğan. Bu videonun çok hayâti, çok kritik bir video olduğu kanısındayım herkes için. Kılıçdaroğlu için de iktidâr için de ama Türkiye için de. Çünkü dünyada yüzyılın en büyük facialarından biri olarak şimdiden kayda geçmiş olan, Cumhuriyet târihinin de Türkiye için en büyük facialarından birini yaşarken, önümüzü göremezken en çok merak edilen hususlardan birisi de tabiî ki bu olayla kim hesaplaşacak, bu olayı kim çekip çevirecek? Malûm üç ay içerisinde yapılması beklenen bir seçimimiz var. Türkiye’nin kader seçimi var ve bu kader seçimine bir de böyle çok önemli bir olay eklendi. Zâten depremin kendisi ilk ânda çok büyük bir zarar verdi ve gün geçtikçe zararın büyüklüğü daha da artıyor, daha da fazla bilgi sâhibi oluyoruz ve en önemlisi, onun ötesinde de bu uzun ve orta vadede çok ciddî etkileri olabilecek; olacak, olabilecek değil olacağı kesin bir facia yaşadık, bir felâket yaşadık.

Şimdi burada Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışı neden önemli? Çünkü şöyle bir beklenti var: Deprem olduğu zamân çok da fazla siyâset konuşmamak lâzım, hep birlikte birlik ve beraberlik içerisinde, muhâlefetiyle iktidârıyla hep birlikte böyle dayanışma içerisinde olalım. Nitekim deprem olur olmaz Meral Akşener yaptığı kısa bir açıklamada; ‘‘Şu ân konuşma zamânı değil, susma zamânı’’ demişti. Salı günü Devlet Bahçeli yaptığı grup konuşmasında aynı şekilde, benzer şekilde, burada siyâsî farklılıkların önemi olmadığını, hep birlikte bu sorunla, bu felâketle baş etmenin yollarını aramak gerektiğini söyledi. Olay siyâsetin dışına çıkacak gibiyken Erdoğan’ı bekledik. Tabiî Erdoğan normal şartlarda bu tür olayların ardından, krizlerin ardından çok daha geç çıkardı. Burada biraz daha erken çıktı. Yine de geç çıktı, hemen ardından çıkmadı; ama daha önceki örneklere göre biraz daha erken çıktı ve çok donuk bir surat ifâdesiyle, hiçbir sevimli yani böyle gülümseme vs. yok, hadi diyelim ki olayın kendisi çok acı; ama yine de Erdoğan’ın konuşmasında Türkiye’nin tümüne yönelik bir kucaklayıcılık, bir hitap etme, bir Bahçeli’nin ya da Meral Akşener’in yaptığı gibi hep birlikte bütün farklılıkları bir kenara bırakarak vs. böyle bir açılım görmedik. Hattâ tam tersine bir yerinde, ‘‘Bu konuda yapılan bölücü, kışkırtıcı yayınları not ediyoruz. Zamânı geldiğinde defterleri açacağız’’diyerek tehdit etmeyi de ihmal etmedi, dün de değinmiştik. Erdoğan bir siyâset üstü, hep birlikte bu olayı aşalım çağrısı yapmadı. Zâten Erdoğan yine bu depremin ardından siyâsî partilere de bir çağrı yapmadı. Normal şartlarda demokratik ülkelerde herhâlde böyle bir olay yaşandığında ülkenin en tepesindeki isimler diğer siyâsî partilerin temsilcilerini, yöneticilerini çağırır ve bir ortak aklı harekete geçirmeye, ortak bir dayanışma platformu oluşturmaya çalışır. Bizde böyle bir şey olmadı. Bir çağrı da yapmadı. Yani kalkıp meselâ Kılıçdaroğlu ‘‘Onunla görüşmeyi düşünmüyorum’’ diyor ya; Erdoğan görüşme çağrısı yapmadı. Kılıçdaroğlu diyor ki: ‘‘Benim Erdoğan ve sarayı ile dayanışmama gerek yok.’’ Böyle bir çağrı da yapmadı Erdoğan. Erdoğan aslında hiçbir şey, yani özellikle muhâlefete yönelik ya da toplumun kendisine karşı olan kesimlerine yönelik, işte ”Bu ayrıyı gayrıyı bırakalım. Hep birlikte bu olayı çözelim’’ gibi açık ve net bir çağrı yapmadı. Buna rağmen Kılıçdaroğlu bu tür muhtemel çağrıların, ileride gelebilecek çağrıların önünü kesici bir şekilde, ‘‘Görüşmem, onunla dayanışma içerisinde olmam, felâketi yumuşatma çabaları içerisinde olmam’’ diye çok net bir duruş sergiledi. Söylediklerinin çoğu, yani bu depremin sorumlusunun iktidâr olduğu vesaire hepsi doğru; ama burada ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Erdoğan’dan bir çağrı gelmemiş olmasına rağmen Kılıçdaroğlu gelebilecek çağrılara karşı pozisyon aldı.

Neden böyle yaptı? Anladığım kadarıyla Erdoğan bu çağrıyı yapmamış olsa da onun çevresinden ve devletin içerisinden birileri bu deprem olayının ardından böyle bir zemini oluşturmaya çalışıyorlar. Yani partiler üstü bir zemin. Bunun hattâ bir ara adı vardı; ‘‘Türkiye İttifâkı’’ diye. Erdoğan dile getirmişti yerel seçimlerin hemen ardından. Yani bir yanda Cumhur İttifâkı bir yanda Türkiye İttifâkı var. Cumhur İttifâkı çok açık bir yenilgi yaşadı ve hemen ardından Erdoğan bir Türkiye İttifâkı’ndan bahsetti. Ve buradan hareketle akla ne geldi; eskinin Millî Mutâkabat Hükümeti kavramı geldi. Yani iktidârın ve muhâlefetin geçici de olsa bir araya gelmesi olayı. Ama ne olmuştu o zamân? Devlet Bahçeli hemen devreye girip: ‘‘Bizim Cumhur İttifâkı’mız var, başkasına gerek yok’’ deyip Erdoğan’a geri adım attırmıştı. Şimdi anladığım kadarıyla, yaptığım birtakım görüşmelerden de edindiğim izlenim bu; birileri onun tekrâr zamânının geldiğini düşünüyor. Tabiî çok zor. Şundan dolayı çok zor; bir kere iktidârla muhâlefet arasında çok ciddî farklılıklar var, çok ciddî kapışmalar var. Bir diğer yandan seçime üç ay gibi bir zamân var. Nasıl bir ittifâk olacak? Seçim nasıl olacak? Seçime nasıl girilecek? vs. Bütün  bunlar var ama şurası kesin; deprem çok büyük bir sorun hâlinde Türkiye’nin önünde duruyor. Türkiye’nin, herkesin önünde duruyor. Tabiî ki iktidârın da önünde duruyor. Bu deprem faciasının tek başına altından kalkılamayacağını iktidâr ilk günden anlamış durumda. Kabullenmek istemiyorlar tabiî ama bugün Erdoğan’ın Kahramanmaraş’taki basın açıklamasını izlediyseniz görmüşsünüzdür, orada şey diyor; ‘‘İlk başta bazı aksaklıklar oldu; ama sonra toparladık.’’ Ama deprem gibi bir olayda ilk başta yaşanan aksaklıkların çok hayâti sonuçlara yol açtığını da herhâlde o da biliyordur. Yani ne kadar erken müdahale edilirse o kadar çok canın kurtarıldığı bir olaydan bahsediyoruz. Erdoğan da bunu bir şekilde itiraf etmek durumunda kaldı, örtülü de olsa. AFAD’ın yetmediği belli, AFAD’ın koordine edemediği belli.

İlginç bir başka olay var, çok da yansımıyor ama; biz genellikle olumlu yönlerini görüyoruz ululararası yardımın. Yani Polonya’dan kurtarma ekibi, Azerbaycan’dan, Fransa’dan, İspanya’dan, işte köpekler geliyor vs. ya da birtakım yardımlar geliyor. Bunlar aslında şu ânda Türkiye’nin yaşadığı – ki sâdece Türkiye’de değil Suriye’de de oldu deprem; ama Türkiye olarak baktığımızda Türkiye’nin yaşadığı yıkım karşısında çok zayıf. Uluslararası destek henüz çok zayıf. Daha sonra hızlı bir şekilde gelişir, bilemiyorum. Ama en önemlisi de Amerika Birleşik Devletleri çok da fazla bir şey yapmıyor. Şimdi şunu yolladık, bunu yolladık diyebilirler; ama benim bildiğim kadarıyla Erdoğan ve çevresi ABD’nin ve Amerikan Başkanı Biden’ın deprem konusundaki tutumundan çok rahatsız olmuş. Neden rahatsız olmuş? Çünkü daha aktif bir katılım olmadı. Meselâ Ukrayna sorununda ABD ne yaptı? Çok acayip şekilde bir yardım yaptı Ukrayna’ya ve aynı zamânda da uluslararası yardımın sponsoru oldu. Yani Batı’yı, Avrupa’yı, Kanada’yı, Japonya’yı da harekete geçirdi bu konuda. Ama şu hâliyle baktığımız zamân tabiî ki başsağlığı dilediler, üzüntülerini dile getirdiler; ama NATO müttefiki olan ülkelere bayrak indirmenin ötesinde çok büyük bir, hani saymakla bitmeyecek diyelim – ki Ukrayna’ya bir anlamda öyle oluyor – böyle bir yardım yok. Burada ama şöyle de bir husus var bunu da söylemek lâzım; depremden bir hafta önce yanılmıyorsam, Süleyman Soylu kalktı Amerikan Büyükelçisi’ne: ‘‘Pis ellerini ülkemden çek’’ dedi. Şimdi uluslararası yardımı isteyen de Süleyman Soylu ve şimdi ABD’ye bize el uzat diyor. Böyle de bir acayip durum var. Yani insanların durup dururken ettikleri lâfların nasıl birtakım sonuçlara yol açabildiğini de görmeleri gerekiyor.

Her neyse bu parantezi kapatalım. Şu hâliyle baktığımız zamân çok zor bir süreç var. İlk gün sınavdan iktidâr çaktı, onu kabul etmek lâzım. Geç kalındı, yetmiyor. Birçok yere gidilemedi, hâlâ çok sorun var ve hayâtını kaybedenlerin sayısı giderek artıyor. Bugün Erdoğan konuşmalarında her aileye ilk aşama da 10’ar bin lira verileceğini, bir yıl içerisinde buraların yeniden inşa edileceğini vs. söylüyor. Ama onun ötesinde insanların beklentilerinin çok gerisinde bir durumda bölge ve bu yıkımın telâfisi için bayağı bir kaynağa ihtiyaç olacak. Türkiye yaşadığı ekonomik kriz nedeniyle zâten bu kaynakları çarçur etmiş durumda. Önünü görebilen bir ülke yok. Önünü görebilen bir iktidâr ve önünü görebilen bir cumhurbaşkanı da yok ve üç ay sonra yapılması beklenen bir seçim var. Böyle bir durumda gerçekten siyâseten bir yol ayrımı var herkes için. Kılıçdaroğlu böyle bir yerde pekâlâ şunu yapabilirdi; eleştirisini hafif tutup, o mutâbakat perspektifinde bir açıklama yapabilirdi, yapmadı ve taraftarların büyük bir kısmı da ona destek veriyor. Onun dışında Selahattin Demirtaş da destek verdi açık ve net bir şekilde. Türkiye İşçi Partisi’nin Genel Başkanı Erkan Baş destek verdi. Ama hâlâ henüz, meselâ Meral Akşener’in pozisyonu netleşmiş değil. Meral Akşener yarın Kahramanmaraş’a gidiyor. İlk defa deprem bölgesine yarın gidecek ve orada nasıl bir tutum takınacağı, ne tür şeyler söyleyeceği çok önemli olacak. Şu hâliyle baktığımız zamân Kemal Kılıçdaroğlu, ‘‘Bu deprem hepimizin eski kırgınlıklarını unuttursun, hep birlikte önümüze bakalım’’ – ki iktidârın bir anlamda isteyebileceği, onun tercih edebileceği bir çizgi olabilir; ama tekrâr söylüyorum, ilginç bir şekilde Erdoğan bunu söylemeye bile yanaşmadı. Yani hani böyle bir yalancıktan dahi olsa bu tür bir çağrı yapmadı. Ama böyle bir arayışın iktidâr çevrelerinde olduğunu biliyoruz ve Türkiye’de o zamân seçime kadar değişik bir süreç yaşayabilirdik. Artık o imkânı Kılıçdaroğlu ortadan kaldırdı.

Peki İYİ Parti ne yapacak? Kılıçdaroğlu’nun söylediği çok ilginç bir cümle var. Burada diyor ki: ‘’Biz iktidârla hizalanmayacağız.’’ Güzel bir lâftı, onu bulmaya çalışıyorum. Bulamadım kusura bakmayın. ‘‘İktidârla hizalanmayacağız, aynı hizada durmayacağız’’ diyor ve kendisi Büyükşehir Belediyeleri ile doğrudan halkın katılımıyla bir dayanışma örgütlemekte olduğunu söylüyor, örgütlüyor. Nitekim bu konuşmanın ardından dedi ki: ‘‘İstiyorsanız tutuklayın, istiyorsanız engel çıkartın, bütün bunları aşacağız’’ dedi. Daha sonra da bugün gündüz vakitlerinde belediyelerin yaptığı faaliyetleri, deprem bölgesindeki faaliyetleri göstererek; ‘‘Tutukluyorsanız tutuklayın, gelin tutuklayın’’ diye meydan okumasını sürdürdü. İktidârla hizalanmayacağını, kendi baktığı yerin, bakacağı yerin devleti yönetenler değil; toplum, halk, millet — artık her ne derseniz — o olacağını söyledi. İşte burada Meral Akşener’in – ki Meral Akşener’in konuşmalarında AKP eleştirisi kadar sürekli bir devlet referansı vardır, bu sefer ne yapacağını açıkçası ben merak ediyorum ve buna göre de durum belirlenecek. Ancak şunu kabul edelim; şu haliyle bakıldığı zamân şu yaşadığımız, zâten ekonomisi felç olmuş bir ülke olarak şu yaşadığımız ağır yıkım, bunun insani boyutu, insanların yaşadıkları, yakınlarının yaşadıkları, bir ülke olarak yaşadığımız kabus bütün bunlar gerçekten altından kalkılması çok zor şeyler. Şu hâliyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönetenler çok kötü bir sınav verdiler. Bu saatten sonra yapılacak olan toparlamaların büyük bir kısmı daha çok makyaj şeklinde olacak, çünkü ölenler maalesef öldü. Şu ânda enkazın altında kalan ve büyük bir ihtimâlle büyük bir kısmının, umarım çok daha fazla kurtulan olur, ama artık mucizeler söz konusu olacak; olan oldu, ölen öldü. Böyle bir yerde bunların hesabı verilmeden birtakım küçük küçük hareketlerle olay toparlanmaya çalışılacak ama bu yaşadığımız deprem faciasının etkilerini çok ileriki dönemde de çok göreceğiz, çok duyacağız. Bunun faturasını hepimiz ödüyoruz ve çocuklarımız, torunlarımız ödeyecek. Çok ağır bir şey yaşadık, daha yaşıyoruz bitmiş değil, kolay kolay biteceğe benzemiyor ve bunun siyâsî sonuçlarının olması kaçınılmaz. Burada işte şu hâliyle bakıldığı zamân siyâsî sonuca, hızlı siyâsî sonuçlara yol açması kesin olan bir olay karşısında siyâsetçilerin konumlanışında belirsizlikler var. Şu hâliyle baktığımız zamân Erdoğan eski bildiğimiz Erdoğan gibi devam etmeye niyetli gözüküyor; Kılıçdaroğlu Erdoğan’la aynı dalga boyunda olmayacağını net bir şekilde ilân etti. Erdoğan’a rağmen iktidârın içerisinde olan birileri başka birtakım ara yollar bulmak istiyorlar ve muhâlefetin diğer aktörlerinin, başta İYİ Parti olmak üzere, ama diğer aktörlerinin de yani Altılı Masa’daki, Millet İttifâkı’ndaki diğer aktörlerin tutumu henüz belli değil. Bunun dışında HDP’nin çizgisinin Kılıçdaroğlu ile hemen hemen aynı olacağını tahmin edebiliriz; ama Zafer Partisi, Memleket Partisi, Yeniden Refah Partisi gibi partilerin durumunu da kestirmek mümkün değil. 

Evet, biz deprem olmasaydı hâlâ ‘‘Kılıçdaroğlu aday olsun mu, olmasın mı?’’ yı tartışıyor olacaktık. Şimdi bambaşka bir tartışmanın eşiğindeyiz, ona başladık aslında Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışıyla beraber. Çok sert bir çıkıştı. Açık ve net bir çıkıştı. Çok sonuçlara yol açacak bir çıkış. Burada umarım bu çıkış ve diğer pozisyon almalardan Türkiye istifâde eder. Ama siyâset çok zor bir iş ve hele böyle zor dönemlerde, bu kadar kritik dönemlerde siyâset çok daha hassas bir iş. Bakacağız, göreceğiz ne olduğuna. Yarın meselâ Meral Akşener’in ne diyeceğine bakarak olayı anlamaya çalışacağız. Bu akşam saat 20.00’de ‘‘Adını Koyalım’’da da yine bu konuyu, depremin sivil toplumu ve siyâsî partilerle ilişkisini Burak Bilgehan Özpek, Ayşe Çavdar ve Kemal Can ile konuşacağız. Son bir husus belirtmek istiyorum, izliyorsunuzdur, görüyorsunuzdur; deprem bölgesinde yolladığımız 5 ayrı ilde, 10 arkadaşımız var. Çok yoğun bir çalışma sürdürüyorlar zor koşullar altında. Ama olayı canlı bir şekilde, yaşananları, bütün insanlık dramını, gelişmeleri; meselâ bugün Kahramanmaraş’ta hem Erdoğan vardı hem Kılıçdaroğlu vardı, onları da takip ediyorlar. Yarın Meral Akşener’i de takip edecekler. Kendileri ile gerçekten çok gurur duyuyoruz, çok iyi işler çıkartıyorlar. Ama bunları sürdürebilmemiz için – ki bu bayağı bir süre olacağa benziyor – sizin yardımlarınıza, desteklerinize ihtiyacımız var. Şu haliyle Medyascope birçok haber kanalından ya da o büyük medya kuruluşundan daha fazla gazeteci ile olay yerinde, deprem yerinde, olayı yerinden, doğrudan, sansürsüz bir şekilde sizlere aktarmaya çalışıyorlar. Bunun ne kadar önemli olduğunu kavradığınızı düşünüyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.