Transatlantik: Dünya Türkiye’deki deprem felaketine nasıl yardım eli uzattı? ABD’de UFO paniği

Türkiye, 6 Şubat’ta Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde meydana gelen depremlerin ardından yaralarını sarmaya çalışıyor. Ruşen Çakır, izleyicilerin soru ve yorumlarıyla deprem ve siyaset ilişkisini değerlendiriyor. Deprem, siyaset üstü bir konu mudur? Uluslararası arama kurtarma ekiplerinin yaşadıkları bizlere neler anlatıyor? ABD’nin Türkiye’ye yardımı yeterli mi?

ABD’de üç günde üçüncü kez “tanımlanamayan uçan obje (UFO)” düşürüldü. Bu son operasyon, bu ay ABD’nin hava sahasında tespit edilen ve düşürülen dördüncü cisim oldu. Fakat bu cismin ne olduğu ve nereden geldiği belirsizliğini koruyor.

Ruşen Çakır ve Ömer Taşpınar, Transatlantik’te değerlendirdi: ABD’nin Türkiye’ye yardımı yeterli mi?

Videonun deşifresini hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Transatlantik podcast: ABD’nin Türkiye’ye yardımı yeterli mi?

VİDEO DEŞİFRESİNİN TAMAMI

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Transatlantik’le karşınızdayız Washington’da Ömer Taşpınar ile depremi konuşacağız. Dünyanın depremi nasıl algıladığını, nasıl tepki verdiğini konuşacağız. Bir de sonunda Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’yı ilgilendiren UFO paniğini konuşacağız. Ömer merhaba. Gönül depreme Türkiye’de yakalandı, Mersin’deydi ve Hatay’da da bir takım yakınlarını da kaybetti hatta. Bugün de bir uluslararası yardım kuruluşu ile Hatay’a yardım konusunda bir toplantısı olduğu için gelemedi. Ona gıyabında baş sağlığı dileklerimizi iletelim. Çok büyük bir olay yaşadık. Ya şimdi burada AKP yönetiminin, yani siyasi iktidarın asrın felaketi sözünü söylediklerini biliyoruz. Bu bir anlamda kendi siyasi zaaflarını örtmek için kullanılıyor ama ben asrın felaketi lafını ilk olarak New York Times’da gördüm. yani asrın en önde gelen felaketlerinden birisi diye. Yani yirmi birinci yüzyılın en önemli felaketlerinden birisi diye.

Dünya da, dünyanın gündeminde de çok ciddi bir şekilde yer aldı, yer almaya devam ediyor. Bunu dünyanın nasıl algıladığına bakacağız ama şunu söyleyeyim, benim kişisel gözlemim, burada biz de takip ediyoruz, başka medya kuruluşları da takip ediyor, sosyal medya zaten her şey ortada. Benim şu ana kadar gördüğüm dünyadan daha çok sivil toplum olarak adlandırabileceğimiz şeyler, seferberlikler daha fazla öne çıkıyor. Yani resmi devlet yardımlarının çapı hakkında çok fazla bir şey bilmiyoruz ve anladığım kadarıyla da çok olağanüstü büyük yardımlar söz konusu değil, en azından şimdilik. Mesela Avrupa Birliği Mart ayında toplanacak değil mi Türkiye’ye yardım konusunda, İsveç’in dönem başkanı, İsveç’in başkanlığında. Yarın NATO Genel Sekreteri geliyor, bu şu güne kadar gelen birkaç Dışişleri Bakanı oldu, Ermenistan, Yunanistan gibi ama Barzani geldi dün şeyden, Irak Kürdistan Bölgesi’nden.

Asrın felaketi ve dünyanın bakışı

Onun dışında daha çok Madonna’ydı, Metallica’ydı, ya da Super Bowl finali ya da bir takım spor kuruluşları maçlardan önce ya da pornolarını satışa çıkartmaları gibi. Bir de tabi haklarını yememek lazım kurtarma ekipleri çok sayıda, hepsi dönmeye başladı. Bunların kimisi devlet bağlantılı kimisi de doğrudan sivil yerler. Ne dersin? Yani bir dünya olayı biliyor, takip ediyor ve Türkiye’nin acısını paylaşıyor ama dayanışma anlamında devletler ve toplum anlamında senin gözlemlerin nedir?

Ömer Taşpınar: Evet, Ruşen. Çok boyutlu bir şey soruyorsun. Her şeyden önce bu asrın felaketi söylemi tabii ki felaket yarıştırmak çok son derece hatalı bir şey. Yani insan baktığında yirmi birinci yüzyıla girdiğimizde 2004’te Endonezya’yı ağırlıklı olarak vuran fakat o bütün bölgeyi vuran bir tsunami yaşanmıştı. O tsunaminin Richter ölçeğindeki yoğunluğu 9.1’di ve rakamlara baktığımızda iki yüz elli bin ölüden bahsediliyordu. Onunla kıyaslarsak tabii ki ve dünyanın Endonezya’daki 2004 yılındaki Tsunamiye verdiği yardımı, gösterdiği ilgi ile kıyaslarsak belki o derecede değil diyebiliriz. O tsunami gerçekten Amerika’nın da Avrupa’nın da Avusturalya’nın da Japonya’nın da Kore’nin de çok daha yoğun bir şekilde ilgi gösterdiği, ekranları daha yoğun meşgul eden bir felaketti.

Ömer Taşpınar: Felaketleri yarıştırmak hatalı

Tabii felaket yarıştırmak son derece hatalı diyorum çünkü bunlarla kıyaslamak doğru değil. Türkiye açısından baktığımızda, Türkiye tarihinin, Cumhuriyet tarihinin maalesef yüzüncü yılında yaşanıyor olması da bunu bir kıyaslama imkanı sağlıyor, en ciddi depremlerinden biri belki de en ciddisi. ve rakamlara baktığımızda, ya sonuçta ortaya çıkacak rakamın bugünkünden maalesef daha yüksek olacağını da kâle alırsak gerçekten bu Türkiye açısından asrın felaketi diyebiliriz. Türkiye yalnız bırakıldı mı? Anladığım kadarıyla sorunun bir boyutu bu. Yani Türkiye ne derecede, özellikle devlet çapında destek görüyor diye soruyorsun. 99 depremi ile kıyaslarsak, 99’daki depremin belki de İstanbul’a yakın olması, İstanbul, İzmit, o bölgeyi vurması belki birazcık daha ilgi yaratmıştı. Tabii 99’daki Türkiye ve 99’daki dünya ile bugünkü dünya ve küresel dinamikler son derece farklı. Yani 99’da Avrupa’nın ortasında Rusya’nın işgal ettiği bir Ukrayna savaşı yaşanmıyordu.

ABD’nin Türkiye’ye yardımı ve Dünya Bankası

Ukrayna savaşı o kadar ciddi bir şekilde Batı’nın gündemindeki Türkiye’deki deprem belki ilk dört beş gün çok ciddi ele alındı ve önemli saatlerde ciddi analizler yapıldı fakat gittikçe şu anda tekrar Ukrayna’nın gündeme tekrar geldiğini ve gündeme oturduğunu görüyoruz. 99’da baktığımızda, oradaki yardımlara baktığımızda, Amerikan resmi yardımı olarak baktığımızda, Amerika’nın Uluslararası Kalkınma Ajansı diye, USA diye bir kurum var. Orası bugünün dolar kuruna vurduğumuzda yaklaşık yirmi yedi milyon dolarlık yardım yapmıştı Türkiye’ye, bugün elli sekiz milyar dolardan, yani onun iki misli, hatta üç misline yakın bir rakamdan bahsediliyor. Yani resmi yardım olarak artı özel sektör yardımına baktığımızda Amerika’dan 99 oranından daha yüksek bir rakam gelecek gibi.

Dünya Bankası’nın fonlarına bakmak lazım. Dünya Bankası bu tür konularda en önemli bütçeye sahip, orası bir nokta sekiz milyar dolarlık, bir nokta sekiz milyar dolarlık bir fon ayırdı, o ciddi bir rakam olacak. Birleşik Arap Emirlikleri zannediyorum yüz milyon dolar bağışta bulunuyor. Yani devletler açısından baktığımızda Avrupa Birliği’nin sen de bahsettin, önümüzdeki ay bir bağış konferansı olacak, oradan da yüklüce bir rakam gelebilir fakat 99’dan farkı bence bu depremin, Türkiye açısından baktığımızda, Türkiye’nin kendine çok daha güvendiği bir ortamda gerçekleşti.

“Türkiye kendisi insani yardım yapabilen bir ülke”

Türkiye’nin dış politikada olsun, iç politikada olsun güçlü ülke, büyük Türkiye imajına sahip olduğu, kendine güvenen hatta insani yardım açısından baktığımızda Türkiye dünyada en yüksek insani yardımı yapan ülkelerden bir tanesi söylemine olduğumuz ve gerçeğine sahip olduğumuz bir ortamda gerçekleşiyor, bir dönemde gerçekleşiyor. Baktığımızda Türkiye mesela elli beş milyara yakın, elli beş milyar dolara yakın, kendisi zaten insani yardım yapabilen bir ülke. Ve bunlara baktığımızda aslında Türkiye’nin içindeki sığınmacı oranına baktığımızda Türkiye bu rakamı içerideki sığınmacılara da insani yardım olarak ele alıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin bu büyük rakamı, kendi milli gelirinin neredeyse %1!ine tekabül eden bu rakam aslında içerideki sığınmacı, Suriyeli, Iraklı, Afgan sığınmacılara da yapılan yardımı da kapsadığı için, dünyanın mesela Amerika’nın insani yardımından veya Avrupa Birliği ülkelerinin mesela özellikle İsveç’in, İskandinav ülkelerinin insani yardım oranlarına baktığımızda daha yüksekmiş gibi gözüküyor Türkiye’nin.

Deprem ve sığınmacılar

Çünkü Türkiye içerideki, tekrar ediyorum sığınmacılara da insani yardımı bu rakamın içine alıyor. Peki sığınmacı rakamı nedir Türkiye’nin? Türkiye’deki sığınmacı rakamı yaklaşık beş milyon, beş buçuk milyon civarında. Bunların üç buçuk milyonu, dört milyonu neredeyse Suriyeli. Dolayısıyla Türkiye 2015’ten bu yana dünyada en çok sığınmacı bulunduran ülke konumunda. Dolayısıyla Türkiye’nin zaten insani yardım açısından, dünyaya insani yardım yapan, dünyanın her yerinde felaket olduğunda bir şekilde elini uzatan bir ülke imajı vardı. Özellikle Erdoğan hükümeti bu imajı çok kullanıyordu, yani güçlü Türkiye, eski Türkiye yok kendine daha güvenen daha güçlü bir Türkiye imajını kullanıyordu. Ve tabii ki dolayısıyla böyle bir felaket geldiğinde ki biz buna ailecek, Gönül’ün Türkiye’de olması nedeniyle çok yakından şahit olduk, beklentiler çok yüksekti. Yani Türkiye’nin kendi içinde yaşadığı böylesine büyük bir depreme, büyük bir ülke, güçlü bir ülke olduğu için çok daha çabuk, çok daha koordineli, ivedi bir şekilde müdahale edebileceği beklentisi vardı.

Halkta da böyle bir beklenti vardı, dünyada da böyle bir beklenti var. Zira deprem sadece Türkiye’yi vurmadı Ruşen, biliyorsun Suriye’yi de vurdu. Ve ben Amerika’dan şunu söyleyebilirim Suriye daha çok gündemde Türkiye’den. Suriye’deki yaşananlar, Suriye’nin İdlib bölgesi, Halep bölgesi, Lazkiye bölgesi, Suriye’de önemli bir bölümde devlet olmayışı, yani devlet yok diyoruz ya Türkiye’de devlet nerede, orada gerçekten yok. Yani bir boşluk var, terör örgütü var. Yani sivil toplum örgütleri yok, devletin kendi sağlayabileceği bir alt yapı yok, bütünüyle kendi haline bırakılmış bir İdlib bölgesi var mesela. Dolayısıyla Amerika’da bir öncelik varsa, nereye daha çok yardım edelim, hatta Avrupa Birliği’nde hatta küresel anlamda nerenin daha fazla ihtiyacı var, nerede devlet yok, insanlar nerede daha çok yardıma muhtaç dendiğinde akla Türkiye gelmiyor demin anlattığım nedenlerle daha çok Suriye geliyor. Ben bunu depremin birinci gününden itibaren hissettim.

AFAD meselesi

Yani Suriye’nin daha çok ön planda olduğunu ve geçtik ekranlar da genelde afeti verdiğinde Hatay’ı gösteriyor, Adıyaman’ı gösteriyor Kahramanmaraş’ı gösteriyor ama daha önemli bir süre zarfında, dakika olarak baktığımızda Suriye’ye kayıyor hemen kameralar ve Suriye’ye ilgi artıyor, onu da kâle almak lazım bu depremin öyle de bir bir boyutu var. Son olarak da şunu söyleyeyim, yani Türkiye’de beklenti yüksekti diyelim, ya tabi beklenti yüksek olunca insanlarda bu AFAD’ın da bir bakıma tek bir organ olarak ortaya çıkması, tek bir devlet örgütü olarak çıkması sivil toplumun ve diğer kuruluşların içlerinin boşaltılması 99’a oranla AFAD’dan çok daha büyük bir beklentiye sebep te oldu.

Ve AFAD’a baktığımızda Türkiye’nin genel sorunu olan son on yılda özellikle daha da ciddi olarak nüksetmiş denetimsizlik, liyakatsizlik mesela Afetle Mücadele Genel Müdürü İsmail Polakoğlu’nun ilahiyat mezunu olması dünya gündemine de geldi. Neden böylesine önemli bir örgütün, Afetlerle Mücadele Genel Müdürü ilahiyat mezunu olur. Bu tartışma neyi getiriyor beraberinde Türkiye’de bürokrasideki insanların liyakati. Gerçekten insanlar hakkettikleri için, iyi bir eğitim aldıkları için mi o görevdeler yoksa ahbap çavuş ilişkileri, torpil, bir şekilde iktidarın kendine yakın insanları konumlandırması. Dolayısıyla denetimsizlik, yolsuzluk, imar affı, torba yasalarla imar aflarının çıkması, yani bütün bunlar Türkiye’nin gündeminde ne konuşuluyorsa dünya gündemine de geldi. Bunda yarı şaka yollu, eşim diye söylemiyorum Gönül’ün ciddi bir payı oldu.

ABD’nin Türkiye’ye yardımı yeterli mi?

Ruşen Çakır: Ömer, Amerika Birleşik Devletleri’ne bakalım. Benim edindiğim bilgilere göre Cumhurbaşkanı Erdoğan Amerikan Başkanı Biden’dan çok büyük bir hayal kırıklığına uğramış. Ondan çok aktif bir şekilde dayanışma göstermesini beklemiş ama şöyle de bir şey var biliyorsun o olaydan, depremden iki gün önce İçişleri Bakanı Büyükelçi’ye çekin pis ellerinizi üzerimizden demişti ve daha sonrada çok açık bir şekilde Amerika Birleşik Devletleri, başka ülkeler de dahil ama ellerini uzatmalarını beklediler, bunu ehrkes bekledi ama siyasi iktidar özellikle ABD’den anladığım kadarıyla Biden’dan sadece Amerikan desteği, yardımı değil aynı zamanda da bu olayı bir tür uluslararası camiada Batı’da en azından NATO nezdinde ya da daha önce Batı anlamında bakalım bir tür bunun mentorluğunu üstlenmesini bekledi. sahip çıkmasını ve başkalarını da Türkiye için harekete geçmeye teşvik etmesini bekledi ama benim bildiğim Biden’dan bir taziye mesajı var onun dışında pek bir şey görmedim.

Ömer Taşpınar: Evet, şimdi programın başında da söylediğim gibi yani Türkiye Suriye değil. Türkiye güçlü bir ülke, Türkiye büyük bir afet yaşadı, büyük bir facia bu fakat dünyadan gelen tepki, yani eğer Türkiye kendisine bütün dünyanın seferber olup bir şekilde milyarlarca dolar akmasını, Biden’ın hemen ertesi gün Türkiye’ye gelip bölgeyi ziyaret etmesini bekliyorsa bir kere kendi ile çelişiyor demektir. Çünkü Türkiye’nin kendi söylemi yıllardan beri biz kendi kendimize yettiğimiz gibi dünyaya yardım eden bir ülkeyiz söylemi. Tabii ki burada Biden’ın daha aktif olması gerekirdi bence de. Biden bir taziye mesajında bulundu fakat Salı günü mesela ulusa sesleniş konuşmasında, ulusun birliği, “state of the union” dediğimiz ve televizyonların canlı yayınladığı önemli konuşmada Türkiye’den bahsetmedi ve bu eleştirildi.

Ömer Taşpınar: Türkiye’nin Amerika ile ilişkilerinde şizofrenik bir yapı var

Ertesi gün yaptığı bir konuşmada hemen Türkiye’den bahsederek birazcık böyle yani zarar tamiri yapmaya çalıştı ama o önemli bir eksiklikti. Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan zannediyorum hemen Türk Büyükelçiliği’ne giderek taziye defterini imzaladı. Fakat baktığımızda 99 yılına oranla belki de Bil Clinton’ın üç ay sonra geldi o hemen gelmedi fakat bir devlet ziyareti olur mu olmaz mı konuşulmuyor. Onu bırak Dışişleri Bakanı’nın gelmesi beklenirdi ki Antony Blinken daha henüz Türkiye’yi ziyaret etmedi. Bu vesileyle hemen etmesi beklenirdi ki o konuda da bir spekülasyon çıktı ortaya fakat teyit edemedik. Yani bütün bunlardan yol açılarak tabii ki bir hayal kırıklığı olabilir, Amerika konusunda bir hayal kırklığı olabilir, Türkiye’nin bir hayal kırıklığı var.

Fakat Türkiye’nin söylemi zaten bu faciadan önce, bu depremden önce o kadar sertti ki, yani çek ellerini üzerimizden deyip sonra bir şey yaşadığında bütün güçlü imajına rağmen aman gel bize yardım et gibi bir beklenti içerisinde olmaması da bir çelişki. Dolayısıyla baktığımızda Türkiye’nin Amerika ile ilişkilerinde şizofrenik bir yapı var. Bu yeni de değil. 99 depremine de baktığımızda 99 depreminde de Amerikan donanmasından gemiler Gölcük’e geldiğinde o dönemin Sağlık Bakanı yardıma ihtiyacımız yok demiş mesela.

Ben baktım buna ve Ecevit azarlamış Sağlık Bakanı’nı, neden bahsediyorsun diye. O zaman koalisyon hükümetiydi galiba Sağlık Bakanı da MHP’liymiş. Bugün baktığımızda Amerika bir şekilde mesela bir gene donanma olarak bir gemi yollamak istediğinde aman işgale mi geliyorlar diye sadece sosyal medyadaki abuk sabuk konuşanlar değil Cihan Yaycı gibi ulusalcı, Mavi Vatan’ın ana beyinleri Amerika düşman aman ha gelirse gene burada istihbarat faaliyetlerinde bulunacak gibi bir söyleme de sahip. Yani Türkiye’nin Amerika ile ilişkisinde tam olarak ne beklediği nasıl bir yerde olmak istediği kafa karıştırıcı bir şey. Erdoğan’ın da bence böyle bir afetten sonra telefon alması zaten yerinde.

Ömer Taşpınar: Suriye’nin daha fazla yardıma ihtiyacı var

Telefon ediyor Biden, konuşuyor, geçmiş olsun diyor ama daha yüksek perdeden ülkenize gelmeyi planlıyorum, önümüzdeki iki üç ay içerisinde ziyaret edeceğim, Dışişleri Bakanı’mı da yolluyorum demesi beklenirdi. Bunların gelmiyor olması birazcık da Erdoğan’a tepki olarak olabilir. Yani Erdoğan’ın dünyadaki imajı pozitif bir imaj değil hele Batı demokrasilerindeki imajı pozitif bir imaj değil. Artı bu baktığımızda yardım konusu, nereye yardım edelim diyor insanlar hep bana. İnsanlar nereye yardım edelim dedikten sonra ama Türkiye’den emin olamıyoruz, Türk kurumlarına verdiğimizde gerçekten gider mi? Mesela AFAD’a verecek olursak, Kızılay’a verecek olursak o verdiğimiz bağış yerine gider mi korkusu var. Onun yerine Batı ile Batı’da bu tür afetler üzerine uzmanlaşmış ve Türkiye’de şu anda yerde bulunan ve onlarla beraber çalışan kurumlara daha çok yardım etme sorunu var, eğilimi var. Neden? Demin bahsettiğim meseleden. Yani Türkiye’deki kurumların içinin boşaltılması, tek adam rejiminin oluşturulması.

Bu tek adamın bazen gerçeklerden kopuk oluşu, bürokrasiye baktığımızda yani bütünüyle olmaması gereken insanların, olmaması gereken görevlerde oluşu. Bütün bunlar dünyanın da gündeminde. Yani Türkiye iyi yönetiliyor mu sorusu soruluyor ve buna cevap gayet net bir şekilde hayır, Türkiye iyi yönetilmiyor. Bu çok zor bir krizdi, bu krizden Türkiye’nin alnının akıyla çıkması zordu çünkü afet çok büyük bir ölçekte fakat bu kadar da kötü olmaması gerekirdi. Hele Türkiye gibi kendine çok güvenen kendini dünyada insani yardım konusunda en ön planda gösteren ve söylemi çok iddialı bir ülkenin bu halde olmaması gerekirdi. Ve dünyada bunun farkında. Bu nedenle Suriye daha gündemde, tekrar oraya geleyim. Yani Suriye’nin daha fazla yardıma ihtiyacı var. Türkiye’de ne de olsa kendine güvenen bir devlet var. O devlet gene yapacağını yapıyor.

“Türkiye’nin yanlış yönetildiği gerçeğini gözlemini, algısını güçlendiriyor”

Tam olarak beceremedi bu işi zamanında en azından acil bir şekilde müdahale edemedi. Sonrasında belki lojistik olarak toparlayabilir. Ayrıca ortada bütünüyle inşaat sektöründeki başarıları ile kendini anlatan bir hükümet var. Bu hükümetin şu anda dünyadan yardım istemesi, inşaat sektöründe kendisi bu kadar iddialıyken, zaten çok gerçekçi değil çelişkili. Baktığımızda da Türkiye ekonomisindeki sorunlara geldiğimizde, hani Türkiye’nin fonlara ihtiyacı var dediğimizde Türkiye’nin içine düştüğü ekonomik sorunların, enflasyonun Merkez Bankası politikaları, Erdoğan’ın kendi politikaları nedeniyle olmuş olması da Türkiye’nin yanlış yönetildiği gerçeğini gözlemini, algısını güçlendiriyor.

Ufolar

Ruşen Çakır: Ömer, peki Amerika nasıl yönetiliyor diyeceğim bu şu UFO’ları soracağım. Onlara da bir değinelim, gerçekten çok ilginç bir olay. Bizde de baya bir ilgi gördü ama tam olarak ne olduğunu anlamadık. Herhalde siz de tam anlamış değilsiniz. Ama ABD’de ve Kanada’da birtakım cisimler düşürüldü. Değil mi? Nedir bu uzaylılar mı geliyor?

Ömer Taşpınar: Evet, bu işin başlangıcı bundan iki hafta önce Amerikan hava sahası üzerinde dolaşan bir balonun ortaya çıkması ile bir hava balonunun ortaya çıkması ile başladı. Ve bu hava balonunun, bu balonunun Çin istihbaratına ait olduğu ve istihbarat toplamak için kurulmuş bir balon olduğu resmi olarak açıklandı. Ve bu balon Atlantik kıyısına doğru geldiğinde düşürüldü. Düşürülmesi ciddi bir tartışma yarattı, neden bu kadar süre aldı? Neden Amerika’nın üzerinde yaklaşık bir hafta dolaşmasına izin verildi? Neden Alaska’dan ilk girdiğinde vurulmadı gibi tartışmalara yol açtı. Ve ortaya çıktı ki Amerika’nın bu balonu, balon konusunda ihtiyatlı davranmasının en önemli bir nedeni Amerika’nın da Çin üzerinde kendi istihbarat aygıtlarının havadan, uydudan, balonlardan mevcut olması ve Çin’in de misilleme yapma riski, yani onlar da hemen vururlarsa ortaya daha ciddi tırmanabilecek bir kriz olacaktı.

Çin’in balonu

Zaten kriz çıktı. Blinken Pekin’e gidiyordu, Çin’e gidiyordu. Uzun zamandan beri yapılacak en üst düzeydeki ziyareti iptal etti bu balon nedeniyle. Ve bu balon Amerika’nın gündemine dediğim gibi yaklaşık bir on gün önce çok ciddi olarak girdi. Girmesi ile beraber Amerika alarma geçti ve özellikle bu siber ve uydularla ilgilenen komutanlıklar daha ciddi bir şekilde radarlarını açtılar ve bir baktılar ki bu hava sahasında ve ciddi olarak radarlara takılabilen sadece bu balon değil buna benzer, tam bu balon gibi olmasa da bazı objeler fazlasıyla var. Yani tam olarak hangisinin ne olduğu anlaşılmayan bazı objeler bunlar ve bunlara acaba UFO mu diye bir sansasyonel boyut ta geldi. Mesele şu, daha hassas bir radarla Amerika Hava Komutanlığı ve Siber Komutanlığı, Uzay Komutanlığı bakıyor.

Ve tabii ki bu radar hassasiyeti arttıkça daha önce radara takılmayan bir sürü obje gözükmeye başladı. Bunların bir kısmı gene Çin’e ait olabilir, bir kısmı Rusya’ya ait olabilir. Bunların bir kısmı istihbarat toplamaya çalışan objeler olabilir bir kısmının ne olduğu tam olarak belli değil. Bazı sivil sıradan insanların da bir şekilde teknolojiye hakim, yani bu attığı şeyler olabilir dolaşan stratosferde. Dolayısıyla bununla ilgili bir sansasyonel durum başladı. Ve Beyaz Saray sözcüsü de hayır ben UFO’lara inanmıyorum diyerek mizahi bir şekilde bunun aslında uzayda bir yaşam olduğu anlamına gelmediğini söyledi.

Komplo teorileri

Fakat şu anda Amerika’nın gündeminde yarı şaka yarı ciddi, özellikle Çin’in istihbarat toplamak için uydu ve bu tür hava sahasına daha yakın objeler kullanıp kullanmadığı konusunda ciddi bir tartışma var. Amerika’yı rahatsız eden tarafı da aslında Amerika da aynı şeyleri yapıyor, bu da belli oldu. Yani bunlarda Çin geliyor bizim topraklarımızda istihbarat topluyor diyemiyorlar tam çünkü Amerika aynısını Çin üzerinde yapıyor. Ve burada bir simetri söz konusu. Tabi daha bir hassasiyet var hem siyasi bir hassasiyet var hem de radar hassasiyeti var. Radarlar daha ciddi olarak bunları ve tek tek bunları görmeye başladı. O nedenle şu anda belki de önümüzdeki dönemde çok daha fazla konuşulacak bir konu haline geldi.

Ruşen Çakır: Evet, komplo teorisyenlerine de tam malzeme. Biliyorsun bazıları depremin de zaten yaptırıldığını ileri sürebiliyor. Depremden hemen önce bir takım konsoloslukların aldığı kararlar vardı biliyorum, Batı konsolosluklarının terör saldırısı diye kapanma kararı, onunla irtibat kuran. Şimdi bir de uzaylılar gelince tam bir ortalık şeye döndü maalesef. 

Ömer Taşpınar: Bu konularda Ruşen, yani sosyal medyanın bir bakıma enformasyon dünyasına hakim olduğu, insanların sosyal medyaya gittiği bir ortamda yaşıyoruz. Dolayısıyla ben bazı yorumcuların söylediklerini ciddiye almıyorum ama emekli askerlerin, Türkiye’de zamanında yetkili olan insanların Amerika’dan, Amerika’yı suçlu tutmaları, Amerika’ya karşı böyle sert bir söylem içinde olmaları, dışişleri bakanlığı ile değil ama içişleri bakanlığı, Süleyman Soylu’nun çek pis ellerini üzerimizden demesi , sonrasında da Türkiye’nin bu kadar yardım almayınca, yardım etmesi ve yardım gelmeyince de hayal kırıklığına uğraması bana göre işte Amerika ile bazı açılardan haklı olabilir Türkiye ama bunları çok daha sakin bir şekilde söyleyebilmeli. Özellikle devlet kademesinden gelen tepkiler daha dengeli olmalı. Son olarak da eğer izin verirsen…

Ruşen Çakır: Tabii.

Kılıçdaroğlu’nun tavrı

Ömer Taşpınar: Kendi gözlemimle ilgili bir şey söylemek istiyorum. Dünyanın neresinde olursa olsun bu tür bir felaket normalde siyasetçileri de beraberinde bir birine kenetlemeli, kenetlerdi. Yani bu tür bir olayda normalde siyasetçiler bir araya gelip yani bir süre en azından ya bu konuda bizim beraber hareket etmemiz gerekiyor diyebilirdi. Şimdi burada oklar Kılıçdaroğlu’na dönüyor Türkiye’de. Fakat aslında sen de zamanında söyledin ilk Erdoğan çıkıp ben defteri tutuyorum demesi ve sosyal medyada haklı öfkeleri dezenformasyon yapıyorlar, işte bunlar sadece büyük suçlardır, şu anda bunları kaydediyoruz diyerek sert bir söylemle girmesi zaten temelde Cumhurbaşkanı olarak kendisinin bir söylem oluşturması gerekirken, halkı bütün, yani herkesi kucaklayan, o söylemi tutturamadı.

Arkasından tabii ki Kılıçdaroğlu bana göre haklı olarak toplumun öfkesini yansıtmaya başladı. Fakat Erdoğan bir bakıma ektiğini biçiyor burada. Türkiye’de hala kutuplaşma bu derece ile devam ediyorsa, böyle bir olaya rağmen siyasetteki kutuplaşmanın önüne geçilemiyorsa, burada tam olarak kimin hatası var diye sorduğumuzda okların Kılıçdaroğlu’na dönmesi ve Kılıçdaroğlu’nun suçlanması bence hatalı. Burada en başta devlet yöneten kişinin çok daha kucaklayıcı olması gerekirdi. Erdoğan’ın yıllardan beridir bunu yapmadığını görüyoruz. Ve böylesine bir ortamda bir cenaze yaşanıyor, Deniz Baykal ölüyor, onun bile cenazesinde bir el bile sıkışamıyor siyasetçiler. El bile sıkışamıyorlar. Bu siyasetçiler bir televizyon programına çıkıp tartışmıyorlar bile.

Erdoğan bu afeti kullanarak seçimleri geciktirecek mi?

Yani Türkiye’de demokrasinin geldiği yer 99 yılına göre çok daha geride. Bunu acıyla izliyoruz. Siyasetteki kutuplaşma da 99 yılına göre çok daha geride. Ve böylesine bir facia, asrın faciası anlık bile olsa bir siyasi barışma yaratamıyorsa, bu aslında bana göre Erdoğan’ın yarattığı kutuplaşmanın ve o kutuplaşmadan medet ummanın ve her zaman onun üzerine gitmenin getirdiği bir sonuç. Dünyada da böyle görülüyor bence. Kimse Kılıçdaroğlu’na muhalefet son derece sert denmiyor. Şu anda dünyada konuşulmaya başlanan acaba Erdoğan bu afeti kullanarak seçimleri geciktirecek mi? ne yapabilir? otoriter gidişat nasıl etkilenir bundan? Seçimlerin zaten özgür ve adil bir şekilde yapılıp yapılmayacağı konusunda sorular vardı, o sorular yavaş yavaş gelmeye başladı. Hele bir de bu afet nedeniyle seçimleri öyle bir yıl ertelemeye kalkarsa Türkiye’deki otoriter gidişat ve Erdoğan’ın bu krizi bir şekilde iktidar kalmak için kullanacağı konusunda da Batı’da yorumları önümüzdeki haftalarda göreceğiz kesinlikle. 

Ruşen Çakır: Evet, Ömer çok teşekkürler. Gönül’e tekrar buradan selamlarımızı yollayalım. İzleyicilerimize de teşekkür edelim, haftaya tekrar görüşmek üzere, iyi günler. 

  • ABD’nin Türkiye’ye yardımı videosunu podcast olarak da dinleyebilirsiniz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.