Erdoğan seçimlerin ertelenmesini ister mi?

Kahramanmaraş’ta meydana gelen iki depremde can kaybı 31 bini aşarken “seçim ertelenecek mi?” tartışması günedeme geldi.

AKP’nin YSK’yı devereye sokarak seçimleri ertelemek için hazırlık yaptığı iddia edildi.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, “14 Mayıs’a yetişeceğini sanmıyorum. Ama 18 Haziran’a kalacağını sanıyorum” derken, anayasaya göre seçimin ancak savaş halinde ertelenebileceğini vurgulayan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “Savaş olmadığına göre seçim ertelenemez” dedi.

Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da “Bir kez daha, oldu bitti yaparak Anayasayı yok saymaya hazırlanıyorlar. Seçimler, Anayasanın 78. maddesine göre sadece TBMM’de ve resmen ilan edilmiş savaş hali kararıyla ertelenebilir. Bunun istisnası yoktur. TBMM’yi yok sayıp seçimleri erteleme kararı almak, açıkça siyasi darbe olur” değerlendirmesini yaptı.

“Seçimlerin ertelenmesi bir zarurettir” diyen eski TBMM Başkanı Bülent Arınç ise bir defaya mahsus olarak seçimlerin altı ay veya bir yıl ertelenmesini önerdi.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, seçimlerin ertelenmesini ister mi?

Ruşen Çakır yorumladı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Deprem acımız sürüyor. Kurtarma çalışmaları iyice azaldı, artık büyük ölçüde enkaz kaldırma çalışmasına dönüşmüş durumda ve rakamlar her geçen gün artıyor maalesef. Bir yandan da Türkiye’de hayat devam ediyor, siyâset devam ediyor. İlk günden îtibâren, depreme siyâset bulaştırmayalım diyenlerin büyük bir kısmının siyâseten birçok şey söylediklerini görüyoruz ve gündemimizde bir seçim meselesi var, daha doğrusu seçimin ertelenmesi meselesi var. Bu hususta dün yaptığım yayında da çok sayıda izleyicinin sorusu vardı, ertelenir mi diye. Ertelenmez, ertelenemez dedim; çünkü açık bir şekilde anayasaya aykırı bir durum olur. Savaş hâli dışında seçimin ertelenmesi anayasaya göre mümkün değil. Ama birtakım bahânelerle, gerekçelerle bunun pekâlâ mümkün olabileceğini söylemeye çalışanlar var. Şöyle söyleniyor: Seçmen kütükleri çok değişti, hem hayâtını kaybedenler hem de başka şehirlere gidenler oldu, coğrafya değişti, hattâ bâzı yerlerde milletvekili sayısının bile değişebileceğini ileri sürenler var. Dolayısıyla âdil bir seçimin olabilmesi için yeterli zamânın olmadığını söylüyorlar. Bunların hepsinin bir yere kadar anlaşılır yanı olmakla berâber, Türkiye pekâlâ bütün bu süre içerisinde, Haziran’a kadar –18 Haziran normal târih– pekâlâ bunları, bu sorunu çözebilecek durumda ve olabildiğince âdil bir seçimi yapabilecek durumda.

Şimdi burada en son Bülent Arınç’ın bir çıkışı var. Uzun bir şey yaptı ve dedi ki: “İnsanların hâlâ hayatları söz konusuyken seçim düşünmek yanlıştır.” Bence yanlış değil. Çünkü Türkiye’nin bu durumdan çıkması, depremlerde daha da kötü sonuçlarla karşılaşmaması için seçim yapması gerekiyor. Bunu özellikle vurgulamak lâzım. Şu ya da bu gerekçeyle siz anayasanın bu kadar açık bir hükmünü gözden çıkarırsanız, zâten bu ülkede hiçbir şeyin artık geçerliliği olmaz. Bugün baktığımız zaman, artık büyük ölçüde enkaz toplama, enkazların temizlenmesi olayının yaşandığını görüyoruz ve bu arada tabiî ki çok sayıda can kaybının netleşmesini bekliyoruz. O anlamda Bülent Arınç’ın bu söylediklerinin gerçeğe çok fazla denk geldiğini de söylemek mümkün değil. Tabiî ki acı var, tabiî ki acılar çok önemli; ama acılar varken siyâset düşünülmez, seçim düşünülmez gibi bir mantık hiç de gerçekçi değil. Tam tersine, daha fazla acı çekmemek için pekâlâ siyâset gündeme gelmeli. Başından beri bunu söylüyorum: Seçimler ayrı, ama deprem olayı tamâmıyla siyâsî bir olay. Tabiî ki bir doğal âfet, tabiî ki siz bunu engelleyemezsiniz; ama Erdoğan’ın zamânında 1999 depreminden sonra dediği gibi: Deprem değil binâlar öldürür. Bunu herkes biliyor zâten ve binâların öldürüp öldürmeyeceğinin de en temel belirleyicilerinden birisi siyâsettir. Dolayısıyla deprem son derece siyâsî bir olaydır ve zâten Erdoğan da kamuoyunun karşısına çıktığı ilk andan îtibâren siyâsî bir perspektifte gidiyor. Konuşmaları da öyle, yaptığı ziyâretler de öyle. Ziyâretlerdeki basın toplantısında çocukları önüne yerleştirmesi de… Bunların hepsi siyâsî mesaj. Dolayısıyla burada, deprem siyâsetüstü bir konudur filan demenin âlemi yok.

Peki, gerçekten seçimler ertelenir mi? Bu herkesin sorduğu soru. Ama bunun öncesinde başka bir soru var: Erdoğan sâhiden seçimin ertelenmesini istiyor mu? Bu soruyu soralım. Erdoğan’ın ettiği bir lâf var: “Bana 1 sene daha verin.” Oradan hareketle, seçimin ertelenmesini istediği görüşü dile getirildi. Olabilir. Ama ben bunu daha çok TOKİ binâlarının 1 sene içinde yapılması anlamında bir süre isteme olarak gördüm. Seçimden sonra zâten kendisinin yine iktidarda kalacağını varsayarak edilmiş bir söz olarak gördüm. Yani: “Ben nasıl olsa tekrar seçileceğim, iş başında olacağım ve bu vaadimi 1 yıl içerisinde gerçekleştireceğim, görün; bu sözümü yerine getireceğim” demek istedi. Ben böyle yorumluyorum. Kimileri bunu, “Daha seçim yapmayalım, ben bir sene daha iktidarda kalayım, bu arada yapayım, ondan sonra bakalım” şeklinde yorumlamaya çalıştılar. Bunun zorlama bir yorum olduğu kanısındayım. Çünkü seçimin ertelenmesini istemek, baştan sizin o seçimi kaybettiğinizi kabul etmek demektir. Yani Erdoğan bugün çıkıp herhangi bir ortamda, “Evet, Bülent Arınç’ın dediği gibi ‘şu şu’ gerekçelerle vs. bu seçimleri geç yapalım” dese… Ne zaman yapalım? Bülent Arınç’ın seçeneklerinden birisi yerel seçimle birleştirmek: 2024 Mart. Bir diğer seçenek: 2023 Kasım ya da Meclis’in karar vereceği bir başka târih. Burada da diyor ki: “Cumhurbaşkanı muhâlefet partileriyle, tüm partilerle birlikte bu konuyu konuşmalı, onlarla istişâre etmeli” vs. Başından îtibâren, tüm partilerle, tüm Türkiye’yle depreme karşı ne yapmak gerektiğini konuşan bir siyâsî iktidârımız yok, cumhurbaşkanımız da yok. Meral Akşener’le görüşen, ama Kılıçdaroğlu’yla görüşmeyen bir cumhurbaşkanı var. Şimdi iş seçim erteleme gibi birtakım hususlara geldiği zaman, “istişâre” yapmaya kalkmak çok da inandırıcı olmayacak. Erdoğan kalkıp bir şekilde, “Evet, seçimleri Haziran’da yapamayız, yapmayalım, çünkü bir yanıyla seçmen kütükleri, bir diğer yanıyla yaraların sarılması vs. herhangi bir gerekçeyle yapmayalım, sonra yapalım, meselâ yerel seçimlerle birleştirelim” dediği andan îtibâren ilk akla gelecek şey şu: “Erdoğan 14 Mayıs’ta –ki o gün yapılamayacağı iyice netleşiyor– ya da 18 Haziran’da yapılacak seçimden kesinlikle mağlup ayrılacağını biliyor ve iktidardaki ömrünü uzatmak istiyor” yorumu çıkacak. Bunu gerçekten istiyor olabilir. Erdoğan zâten uzun bir süredir sürekli iktidârının ömrünü uzatmaya çalışan bir siyâsî lider. Ama bunu açıkça dile getirmesini ben beklemiyorum. Şu olabilir: Kendisi bu konuya hiç girmez; ama birileri girer, böyle bir tartışma olur; o tartışmanın sonunda da “Seçimler ertelense iyi olur” gibi bir ortak nokta oluşursa, o da, “Mâdem istiyorsunuz, öyle yapalım” diyebilir. Yani: “Ben istemiyorum; ama başkaları istediğine göre, yapalım” diyebilir. Ama böyle bir ortak nokta olmayacak. Çünkü muhâlefet ilk andan îtibâren seçimin ertelenmesi yolunda dile getirilen spekülasyonlara ve çağrılara açık açık tavır aldı. İYİ Partisi sözcüsü açıkladı. DEVA Partisi açıkladı. Kemal Kılıçdaroğlu bu sabah Murat Yetkin’e söyledi: “Seçimi ertelemek anayasal bir suç olur” dedi ve burada bir ortak karar oluşmayacak. Sâdece Cumhur İttifâkı’nın birleşmesiyle alınabilecek bir karar değil bu. Teknik olarak belki basit bir oy çokluğuyla böyle bir karar çıkartmayı düşünebilirler; ama anayasa çok açık ve net ortada olduğu için anayasayı değiştirmeleri gerekecek. Anayasayı değiştirebilmek için de muhâlefetin desteğini almaları gerekecek. Ben Erdoğan’ın buna girişeceği kanısında değilim. Zâten iktidar partisinin farklı sözcüleri de bunun gündemlerinde olmadığını söylediler. Benim de ulaştığım, iktidar çevresinden birtakım isimler de bunun gündemlerinde olmadığını söylüyorlar. Ama bu, gündemlerine alacakları anlamına gelmiyor. 

Burada çok daha ince bir husus var, aslında hep yaşadığımız bir olay, o da şu: Bu tür senaryolar, bu tür spekülasyonlar genellikle muhâlefetten türüyor. İlk andan îtibâren, kendilerini muhâlefette tanımlayan insanlar, “Erdoğan seçimleri erteletecek. Yerel seçimlerle birleştirecek” vs. gibi birtakım akıl yürütmelerde bulunuyorlar. Bunu bir iddia gibi dile getiriyorlar, ama neye istinâden bunu söyledikleri belli değil. Meselâ Bülent Arınç’ın dün yayınladığı o deklarasyona benzer beyâna kadar bunlar vardı. Şimdi Bülent Arınç’tan bu beyan gelince, Bülent Arınç’ı kendilerine kanıt olarak gösteriyorlar. Ama Bülent Arınç’ın o metni kaleme almasının temel nedeninin bu ortalıktaki spekülasyonlar olduğu kanısındayım ve bu spekülasyonların büyük ölçüde de muhâlefet cenâhından türediğini de görüyoruz. Kimileri diyor ki: “Erdoğan kendisi söylemek yerine Bülent Arınç’a böyle bir görev verdi.” Açıkçası, aralarındaki ilişkinin bu kadar sıcak olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Bülent Arınç, yakın zamâna kadar değişik dönemlerde yaptığı açıklamalarla, Erdoğan’la arasında bir mesâfe olduğunu bize gösteriyordu. Yani Erdoğan’ın böyle bir iş için, zemini hazırlamak için doğrudan kullanacağı, kullanmak isteyeceği bir isim Bülent Arınç olamaz. Bülent Arınç da böyle bir şeye girecek birisi değil. O kendince ve genellikle de muhâlefet çevrelerinden gelen, “İktidar böyle bir oyun yapmaya çalışıyor” spekülasyonları üzerine bir pozisyon almış durumda ve bunun üzerine bayağı bir tartışacağız, belli ki bu konuyu konuşup duracağız. Ama ben açıkçası bu seçimin 18 Haziran’dan ileri bir târihte yapılma ihtimâlini hiçbir şekilde görmüyorum. Tabiî ki siyâset bu, yanılabilirim ve bu anlamda da, eğer seçimler ertelenirse sizler bana bunu hatırlatırsınız. Daha önce benzer bir şey İstanbul seçiminin tekrarlanmasında söz konusuydu. Ben orada yalnız tekrarlanmaz dememiştim, başka bir şey demiştim: Tekrarlanması çok saçma bir şey, çünkü tekrarlanırsa kazanma ihtimâli hiç yok demiştim. Tekrarlanarak ben yanlış çıktım, kazanma ihtimâli yok dememin kanıtlanmasıyla da doğru çıktım. Orada bir eşitleme olmuştu. Ama bu hâliyle şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Seçimler bence ertelenmez. Ertelemeyi dile getiren baştan kaybeder. Seçimler zamânında da yapılsa ertelenerek de yapılsa, Erdoğan’ın kazanma şansı olan bir seçim değil — hele bu depremde yaşananlardan sonra. Cumhur İttifâkı’nın alabildiğine güçlü olduğu yerlerin büyük ölçüde etkilendiği bu depremde yaşananlar birçok kırılmayı berâberinde getirdi. Devletin nerede olduğu sorusu, özellikle ilk iki gün nerede olduğu sorusu, bizzat o devlet için her şeylerini fedâ etmeye hazır olan insanlar tarafından soruldu. Bunu özellikle not düşmek lâzım deyip Devlet Bahçeli hakkında da birkaç şey söylemek istiyorum.

Devlet Bey sonunda deprem bölgesine gideceğini söyledi. Şu âna kadar gitmemesini, “oradaki çalışmaları aksatmamak” olarak açıkladı ve gidenleri şov yapmakla suçladı. Cumhurbaşkanı’nı tabiî ki ayırdı. Nasıl oluyorsa, Cumhurbaşkanı gidebilir ama diğerleri gidemez, o ayrı bir husus. Ama şunu özellikle vurgulamak lâzım: Türkiye’deki sağ hareketleri, milliyetçi hareketleri, özel olarak ülkücü hareketi bilenler, depremin yaşandığı coğrafyanın ülkücü hareketin en güçlü olduğu coğrafya olduğunu söyleyecektir. Bir Adana, bir Osmaniye, Gaziantep, Kahramanmaraş… Adıyaman kısmen, ama yine orada da belli bir gücü var… Kilis, Malatya aynı şekilde… buralar ülkücü hareketin geleneksel olarak çok güçlü olduğu, sürekli milletvekilleri, meselâ 70’li yıllarda belediye başkanları çıkarttığı yerler. Dolayısıyla Devlet Bahçeli’nin kendisine ve hareketine hep sâhip çıkmış bir coğrafyaya ilk günden îtibâren giderek onların acılarını paylaşmayı bir şekilde, kendince birtakım gerekçelerle geciktirmesinin siyâsî bir karşılığı olacağı kanısındayım. Şimdi gidecek; nasıl karşılanacak, neler yapacak, neler olacak onları bilemiyorum. Her yeri tek tek dolaşacağını söyledi. Bakalım oralarda nasıl bir şey olacak, ne tür ilgi ya da eleştiriler olacak, onları göreceğiz. Bugünkü konuşmasında tabiî ki AHBAP ve Babala TV’ye yönelik çok sert şeyler söyledi: “Ahbap çavuş ilişkileriyle bu işler yapılmaz, bu kişileri televizyonlara çıkartmayın. Devletimiz var, devletimizin yetişmediği hiçbir şey yok” dedi. Çok net bir şekilde söyledi bunu. Ama şunu biliyoruz: Bu depremde yaşananlara, özellikle ilk iki gün devlet yetişemedi. Daha sonra da çok ciddî sorunlar yaşanıyor, hâlâ yaşanıyor. Özellikle koordinasyonsuzluk meselesi var. Birçok sorun var. Ama bunun ötesinde bu depremin bu kadar büyük acıya yol açmasının temel nedeni, artık literatürde “ahbap çavuş kapitalizmi” olarak geçen olaydan, yani eski tâbirle “kayırmacılık, nepotizm” olayından kaynaklanıyor. Bütün bu yaşananlar, bütün bu acıların temelinde bu tür kayırmacılığın, yani “ahbap çavuş kapitalizmi”nin izi var ve bunun birinci derecede sorumlusu da bunu kontrol eden siyâsî iktidâr. Biliyoruz, insanların neden gözetildiğini biliyoruz. Çıkartılan îmar aflarını biliyoruz. Bunların her birinden devletin çok ciddî bir şekilde, bizzat Erdoğan’ın övünçle bunlardan bahsettiğini biliyoruz. Ama öte yandan, meselâ bir HDP Milletvekilinin, Garo Paylan’ın Meclis kürsüsünde neredeyse yalvardığını; “Yapmayın, etmeyin. Buralar deprem bölgeleri. Buralarda çok can yanar” dediğini de biliyoruz. Dolayısıyla “ahbap çavuş” deyince, benim aklıma öncelikle bu olay geliyor. İkincisi de tabiî ki daha önce yaptığım, AHBAP’tan ne istiyorlar?” yayınında söylemeye çalıştığım husus şuydu: Devlet kendi açıklarını, kendi yanlışlarını gösterebilecek her türlü doğrudan rahatsız olur. Devlet Bahçeli de tam bunu yaptı. AHBAP’ın ve diğerlerinin belli bir ilgi görmesi –bu arada Haluk Levent hafif bir kazâ geçirmiş deprem bölgesinde; kendisine geçmiş olsun dileklerimi de ileteyim bu vesîleyle–, bunların gördüğü her ilginin devletin bir eksikliğini gösterdiği bilinciyle yapıyor ve onlara yönelik çok sert, çok acımasız, hak etmedikleri şeyler söylüyor. Tabiî ki bu tür kurumların hepsinin eleştirilecek yönleri muhakkak vardır; ama bu şekilde, bir düşmanmış gibi târif edilmelerinin hiçbir anlamı yok. 

Son olarak, Devlet Bahçeli demişken, arkadaşım Ahmet Şık’a yönelik –ki eline geçirdiği her fırsatta Ahmet’i hedef alır– yine çok sert şeyler söylemiş. Ama herkes Ahmet’i biliyor. Ben de biliyorum. Sizler de biliyorsunuz. Zâten cevâbını da verdi. Ama her türlü kötü durumda, hem Ahmet’in çok ciddî bir direnç gücü var, onu biliyoruz, hem de bu toplumda onu tanıyan insanların onunla dayanışma içerisinde olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunlardan birisi de benim. Bugüne kadar oldum, bundan sonra da olacağım. Yani Ahmet Şık ve onun gibi gerçekten bu topluma bir şeyler vermek isteyen, bunun için çırpınan ve gördükleri yanlışları açık açık söyleyen herkesin toplumda bir karşılığı vardır. Onu da özellikle vurgulamak isterim.

Bugün saat 18.00’de İsmail Saymaz konuğum olacak. Kendisi ikinci günden îtibâren Hatay’daydı. Oraları gördü, oraları yaşadı. Onun tanıklıkları çok önemli. İsmail’le saat 18.00’de canlı yayında gördüklerini konuşacağız, depremi tartışacağız. Onu da şimdiden duyurmak isterim. Destekleriniz bizim için çok önemli. Ekiplerimiz bölgede. Yarın sabah yine arkadaşlarımızı değiştiriyoruz. Yeni gruplarımız gidiyor. Şu anda sâhada olan arkadaşlarımız da var, yenileri gidiyor ve biz sonuna kadar depremi yerinden, özellikle Hatay, Adıyaman ve Kahramanmaraş başta olmak üzere, bu en çok etkilenen üç merkez başta olmak üzere sürekli yakından izlemeye, yerinden izlemeye devam edeceğiz. Bunun için de sizlerin desteklerinize, yardımlarınıza ihtiyâcımız olduğunu tekrar vurgulamak isterim. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.