Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İsmail Saymaz Hatay’da gördüklerini anlatıyor

Depremin olduğu sabah hemen Hatay’a giden gazeteci İsmail Saymaz, depremin en çok yıkıma neden olduğu Hatay’da gördüklerini anlattı.

En ağır tablonun Hatay’da yaşandığının altını çizen Saymaz, Hatay’da insanların ilk 48 saat kurtarılabilecekken kurtarılamaması beni en çok üzen şey oldu. Vaktinde kurtarma ekipleri ulaşmadığı için insanlar göçük altından çıkarılamadı. İnsanlar, ‘Bize geç geldiler ve iki gün boyunca medya bizi görmedi’ diye düşündüler. Bu düşüncelerine gerekçe olarak da, Hatay nüfusunun büyük kısmının Alevi olması ve siyasi tercihlerinin CHP’den yana olmasını gördüler. Fakat Hatay’a CHP’li oldukları için geç gelindiğini sanmasınlar. Bütün bunlar beceriksizlik ve liyakatsizlikten oldu” dedi.

“Asi Nehri’nin iki kenarına kurulu tarihi kent artık yok”

“Artık bildiğimiz Hatay yok, çöktü” diyen Saymaz, şehirdeki bütün tarihi yapıların ve ana arterlerin çöktüğünü anlattı:

“Hatay, İslamiyet, Yahudilik ve Hıristiyanlık dinlerinin tüm mezheplerinin olduğu ‘inançlar mozaiği’ diye bilinen bir şehir. Asi Nehri’nin iki kenarına kurulu tarihi kent artık yok, çöktü. Ulu Camii, tarihi Meclis binası, belediye binası, postane, tarihi çarşı ve Künefeciler Sokağı çöktü. Habib-i Neccar Camii, Ortodoks kilisesi, Katolik kilisesi çöktü ve Alevilerin de ziyaret yerleri hasar gördü. yani Hatay’ı ayakta tutan sosyal ve toplumsal dayanaklar çöktü.”

“AK Parti’nin seçim için ayırdığı kaynakları deprem bölgesine aktarması gerekiyor”

Depremden öce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AK Parti iktidarının tam olarak seçim ekonomisine geçtiğini belirten Saymaz, “Hazinenin kaynaklarını veya yurtdışından topladığı kredileri seçim ekonomisi için seferber edecekti. AK Parti’nin seçim için ayırdığı kaynakları deprem bölgesine aktarması gerekiyor” dedi.

Türkiye’nin depremin büyük yıkımlara ve can kayıplarına neden olduğu 10 ilin enkazını kaldırıp, hayatın normal akışına geçmesi için bile kaynağı olmadığına dikkat çeken Saymaz, “Hem bunun bir siyasi sonucu olacak hem de yardımların geç ulaşmasının bir siyasi sonucu olacak. İki-üç gün boyunca Hatay’a vinç, dozer gelemedi. Ekip varsa ekipman yoktu, ekipman olduğunda da ekip yoktu. Dolayısıyla 48 saatte kurtarılabilecek insanlar kurtarılamadı. İktidar sahaya sürdüğü trollerle, adeta AFAD ve Kızılay’a ikame ettiği tarikat ve cemaatlerin sosyal organizasyonlarıyla tahribatı olduğundan az göstermeye çalışıyor” diye konuştu.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba iyi günler. Halk TV’den gazeteci arkadaşım İsmail Saymaz’la depremi konuşacağız. Kendisi geçtiğimiz Salı ve Cumartesi günleri arasında Hatay’da idi. İsmail merhaba.

İsmail Saymaz: Merhaba Ruşen Abi. 

Ruşen Çakır: Yayını stüdyoda yapacaktık ama malum, İstanbul trafiği seni elimizden aldı. Ama olsun, izleyicilerimiz bu yayının tanıtımlarına da çok ilgi gösterdi. İsmail sen depremden 1 gün sonra, Salı günü Hatay’a gittin ve Cumartesi de İstanbul’a döndün. Orada da çok yoğun bir gazetecilik faaliyeti yaptın. Öncelikle takdirlerimi belirteyim. 

İsmail Saymaz: Teşekkür ederim. 

Ruşen Çakır: Diğer tüm gazeteci arkadaşlara buradan selam yollayayım. Konuşacak çok şey var. Girizgâh olarak sana soracağım ilk soru şu: Seni en çok ne üzdü? 

İsmail Saymaz: Orada beni en çok üzen,insanların, ilk 48 saat boyunca kurtarılabilecekken kurtarılamayışı oldu. Kendim de tank oldum, bizzat yaşayanları da dinledim. En azından Hatay için bunu rahatlıkla söyleyebilirim: İlk 48 saat içerisinde çok sayıda insan göçük altında ‘’İmdat’’ diyerek yardım istedi. Bunlardan bir kısmı, birkaç alet ve bir küçücük kurtarma ekibiyle pekâlâ göçük altından çıkarılabilirdi. Fakat vaktinde kurtarma ekipleri ulaşmadığı ve iş ekipmanları gelmediği için, çok sayıda insanın göçük altından çıkarılamadığını ve bunlardan bir kısmının hayatını kaybettiğini düşünüyorum. Asıl, bu çaresizlik, bu imkânsızlık, asıl, bu bürokratik beceriksizlik ve liyakatsizlik insanı kahrediyor.

Hatay’da benim çok sevdiğim avukat bir ablam vardı; Hatice Can ve eşi Mithat Can. Onlar 70’li yıllardan beri Türkiye’de sol hareket çerisinde mücadele ediyorlardı. Mithat Abi 12 Mart ve 12 Eylül’de, Hatice Abla 12 Eylül’de cezaevine girdiler. Barodan tut, İnsan Hakları Derneği’ne, Halkevi’ne kadar çok çeşitli siyasi mücadelelere katıldılar. Türkiye’nin her yerinde halk ve emek davalarını takip ettiler. Onlar bu depremde öldüler. 5 gün boyunca cesetlerine ulaşılamadı. Çocukları İnan, Sinan ve Eren de 5 gün boyunca enkazın önündeydi. Eren arkadaşım, o da anne ve babası gibi demokrat, mücadeleci bir avukattır. Kendisine anne babasının bulunma şeklini anlattığımda, bana ‘’İçim biraz olsun ferah’’ dedi. Nedenini sordum. ‘’Yataktan doğrulur doğrulmaz vefat etmişler’’ dedi. Bundan kastı şuydu: Hani ‘’Biraz uzaklaşmış olsa, kapı ağzına gitmiş olsa, ‘bir müddet yardım bekledi ve biz onu kurtaramadık’ duygusunu taşımaktansa, yataktan doğrulur doğrulmaz ikisinin birden göçük altında kalmasını, en azından ‘çabalamış olsak da bir sonuç alamayacaktık’ ya da ‘biz yetişemedik ve onları kurtaramadık’ hissinin ortadan kalkması… İşte o çaresizlik insana koyuyor. İnsanın böyle bir manzara karşısında bile, en azından, ‘’çabalarımız sonuçsuz kaldı denilmesin’’ hissine sahip olması insana koyuyor.

Ruşen Çakır: Çok iyi anlattın İsmail. Çok da duygusal bir durum olduğunun farkındayım. Bu söylediğin olay ikinci aşama. İlk aşama, bu inşaatların yapılması, kontrol edilmemesi, imar afları. Tabii ki depreme hiç kimsenin yapabileceği bir şey yok. Deprem bir doğal afet. İkinci aşama, ilk müdahale. Üçüncü aşama, kurtarma çalışmaları. Daha sonra, enkaz kaldırma. Sonrasında da yeniden inşa süreci. Bu şekilde değişik aşamalar var. Bu ilk üç aşamayı sen de yerinde gördün. İlk aşamayı, yani inşaatların durumu, kontrolleri, imar affı meselelerini konuşmayalım, zaten görüntüler konuşuyor. Biraz önce söylediğin ilk anda müdahalenin olmaması, o 10 ilde de geçerliydi değil mi?

İsmail Saymaz: Evet, hepsinde geçerliydi. Hataylılar ‘’Biz Hatay olduğumuz için bize geç geldiler ve iki gün boyunca medya bizi görmedi. Bize karşı bir ayrımcılık uygulandı’ diye düşünüyorlar. Hatay nüfusunun kayda değer bir bölümün Alevî olması ve siyasi tercihinin CHP’den yana olması, böyle düşünmelerinin nedenleri arasında. Ancak bundan ötürü değil, beceriksizlik, yetersizlik ve liyakatsizlikten oldu bunlar. Yani, Hatay’a gelmeyen yardım, Adıyaman’a gitti zannedilmesin. Samandağ’a gelmeyen, zannedilmesin ki Pazarcık’a gitti. Oralar da Hatay’dan geri kalır durumda değil. Ama en ağır tablo Hatay’da. 

Ruşen Çakır: Burada insanlar bunları yaşadı. Daha sonra senin en çok tanık olduğun, ilk kurtarma faaliyetleri. Sabah seni Kafa Radyo’da da dinledim, organizasyonsuzluk, koordinasyonsuzluk sorunundan bahsediyorsun. Bunu herkes bir şekilde dile getiriyor ama sen yerinde gördün. Yetkilerle de konuştuğunu tahmin ediyorum.

İsmail Saymaz: Evet konuştum. Ben Hatay’a depremin 2. günü, ikindi vakti gittim. Gidiş çok zor oldu. 1 gün önce yurt dışındaydım. Depremin 1. günü Türkiye’ye geldim. ‘’Nereye gideyim? Bir yere gitmeliyim’’ diye düşündüm. Hatay’a bakıyorum, havalimanı kapalı. Maraş’a bakıyorum, havalimanı kapalı. Zaten uçak da yok. Sonunda bağlantılarımı kullanarak Adana uçağına yer ayırttım. Adana’ya gittim. Adana’da da Kılıçdaroğlu’nun konvoyu Hatay’a gidiyordu. Ona eklendim ve Hatay’a gittim. İlk önce şunu söyleyeyim: Hatay’a ulaşmak, sadece Hatay’a da değil, Antep’e, Maraş’a ulaşmak da mümkün değildi. Hatay Havalimanı zaten parçalanmıştı. Daha baştan burada başlıyor sorun. Sosyal medyadan, YouTube’dan yapılan paylaşımlar da durumu eksik anlatıyordu. Her neyse, sonuçta gittik. Ben İskenderun’a gittiğimde deniz taşmıştı. Limandaki konteyner patlamıştı. Simsiyah bir duman ilçeyi kaplamıştı. Ama orada çok fazla göçük yoktu. İskenderun’a bakarak anormalliği görüyorsun. 

Ruşen Çakır: İsmail Saymaz telefondan bağlandığı için bağlantıda bir sorun olabilir. İsmail Hatay’da yaşadıklarını anlatıyordu. Birazdan kaldığımız yerden devam edeceğiz. Ama en önemli mesele, ilk 2 gün müdahale edilememiş olmasını ve sırf bu yüzden çok sayıda insanın hayatını kaybetmiş olma ihtimalini vurguladı. Günlerce kurtarılmayı bekleyip hayatını kaybeden insanların olma ihtimalinin, olayın en acı boyutu olduğunu söyledi. Tam yayının kesildiği yerde de, o bölgeye ulaşmanın ne kadar zor olduğunu, kendi yaşadığı deneyimden hareketle anlatıyordu. Zaten ulaşımın bu kadar zor olması, üstüne bir de kar yağışı, uçaklarda yer bulmanın zorluğu, havaalanlarının çalışamaz olması… Bunlar yüzünden kaynaklanan sorunların müdahaleyi geciktirdiğini anlattı. Değişik tanıklıklardan da bunları biliyoruz zaten. Özellikle ilk müdahalenin, -ki en önemli ayağı bu-, sonraki kurtarma çalışmalarına da etkisi oldu. Bağlantımızı tekrar sağlayabilirsek, birazdan bunları da konuşacağız İsmail Saymaz’la.  Evet, tekrar bağlantıyı sağladık. 

İsmail Saymaz: Çok özür dilerim, bağlantıda bir sorun oldu. 

Ruşen Çakır: Hatay’a ulaşım zorluğunu anlatırken, yayını yapamama zorluğunu da yaşadık şimdi. Hatay’a ulaşmakta çok zorluk çektin. Bu sorun, yardımları da zorlaştırdı değil mi? 

İsmail Saymaz: İskenderun’a vardığımda aslında tam tabloyu göremiyordum. Sel basmıştı, duman göğü kaplamıştı ama enkaz sınırlı sayıdaydı. İskenderun’dan Hatay’a gitmek üzere Belen yoluna girdiğimde manzara korkunçtu. ‘’Allahım nereye düştük biz?’’ dedim. Otoyoldaki sağlı sollu binalar yıkılmıştı. O zaman durumun ne kadar vahim ve ciddi olduğunu anlamaya başladım. ‘’Burası böyleyse kim bilir Antakya nasıl?’’ diye düşündüm. Nitekim Belen’i inip Antakya’ya girdiğimizde o korkunç tablo belirdi. Hatta ilk önce İtfaiye binasına gittik. Tek katlı İtfaiye binası çökmüş, itfaiye araçları göçüğün altında kalmış. Ben orada Kılıçdaroğlu’nun konvoyundan ayrıldım. Zaten maksadım Antakya’ya gelmekti. Onları orada bıraktım ve yürümeye başladım. Bildiğim tek yer de Köprübaşı mevkii, meydan. Oraya nasıl gideceğimi sordum. Bu arada hava da kararmaya başladı ve olay daha da korkutucu hâle gelmeye başladı. Çünkü Rüstem Tümer Paşa Caddesi’ne girmişim, ben yürüyorum insanlar da bana doğru yürüyorlar. Binalar öne doğru kapanmış gibi, yıkık. Manzara gitgide daha da ürpertici hâle gelmeye başladı. Bir süre sonra, yıkılan binalardan yola bariyer dağları oluşmaya başladı. Nihayet, orada Erzincan’dan kurtarmaya gelen bir gönüllü beni buldu ve geçirebileceğini söyledi. Geçmek mümkün değil. Hem göçüklerin içinden geçmek zorunda kalıyorsun hem göçük dağını aşmak zorunda kalıyorsun. Enkazlar arasındaki binalar üzerine yıkılacakmış gibi geliyor. Korku filmi sahnesi gibi. Yürürken, yanımdan bir battaniye geçti. ‘’Nedir bu?’’ diye sordum. ‘’Az önce göçükten bir bebek çıkardılar, onun cenazesi’’ dediler. Ürperdim. Oraya doğru girdik. Aynı yerden, Veli Göztepe diye bir beyefendi enkazdan sağ salim çıktı. Hepsi birbirine yakın mesafede. Sanki tek tek tutup çıkarıyorlar. O çıkıyor, ama yan tarafta battaniyelere sarılı cenazeler de var. Enkaz bariyerini aşıp bir arka sokağa geçtik. Beni götüren gönüllü beyefendi, ‘’Burada da bir aile var, onları çıkaracaklar. Gel ona da tanıklık et’’ dedi. Yani ben ara sokakların hepsini dolaşsam, bu şekilde birden çok çıkarmaya tanık olacaktım, o haldeydi vaziyet. Sonra aileyi çıkardılar. Aileden biri, içeride babaanne ve teyzesinin olduğunu söyledi. Onlardan da ses geliyor ama sonra sesler kesildi. Kendisi sapasağlam çıkmış. Aslında pekâlâ babaanne ve teyze de kurtarılabilirdi. Ben o âna şahidim. Beni meydana Köprübaşı mevkiine çıkarmalarını söyledim. O gece geçtiğim yeri gündüz gördüğümde, ‘’ben buraları nasıl geçtim?’’ diye düşündüm. Gündüz bile geçemeyeceğim yerleri, geceleyin, anlayamayacağım için geçtim. Bir göçüğün altında kalmamız ân meselesiydi. 

Köprübaşı mevkii oranın merkezi. Oraya geldim ki Hatay yok olmuş. Benim bildiğim Hatay yok. Bir şehre gittiğinde, elinden tutup seni gezdirirler ya şehrin merkezi de burası diye. Mesela Rize’de Ziraat’e çıkarsın, çarşıyı gezersin. Hatay’da vakit geçireceğin, gezip göreceğin her yer gitmiş.  Tarihi Meclis binası çökmüş, Ulu Cami, yan taraftaki künefeciler sokağı, belediye binası, postane binası, tarihi çarşı çökmüş. Atatürk Caddesi, Fatih Caddesi, Armutlu çökmüş. 

Ruşen Çakır: İsmail, çok acı bir şey ama şu ânda bir şehrin yok oluşunu anlatıyorsun. 

İsmail Saymaz: Tam olarak onu anlatmaya çalışıyorum. Bir şehrin bir mahallesi değil, bir ilçesi de değil. Gene bir dram olurdu ama bu, şehrin genel yapısını pek değiştirmezdi. Hani lafın gelişi ‘’Basra harap olduktan sonra…’’ denir ya, bu da tam olarak ‘’Hatay harap olduktan sonra…’’ durumu. Hatay bütün ana arterleriyle, bütün tarihi yapılarıyla göçtü. Asi Nehri’nin iki kenarına kurulu olan bu tarihi kent çöktü. Orası inançlar mozaiği diye bilinir. Hatay’a gitmemiş olanlara bilgi olarak söyleyeyim: Hatay çok dinli, çok inançlı bir yapıdır. Orada İslam, Yahudilik ve Hristiyanlık vardır. Üç dinin bütün mezhepleri oradadır. Arap Alevîler nüfusta ciddi bir yekûn oluşturur. Hristiyanlığın Rum Patrikhanesi’ne bağlı olanı da vardır. Ermeniler, Katolikler, Yahudiler de vardır. Hatta yeni çıkan dini inancaların bazıları da oradadır. Çok dilli bir yapıdır. Arapça konuşulur, Türkçe konuşulur, Ermenice konuşulur. Anadolu topraklarında kurulan ilk Camii Habib-i Neccar Camii çöktü. Aziz Petrus ve Aziz Pavlus Ortodoks Kilisesi çöktü. Antakya Türk Katolik Kilisesi çöktü, Antakya Yahudi Sinagogu büyük hasar aldı ve Alevilerin ziyaret yerleri de hasar gördü. Hatay’ı ayakta tutan sosyal ve toplumsal dayanaklar çöktü asıl. Bir şehri şehir yapan dayanaklar nedir? Esnafıdır, eşrafıdır. üniversitesiyle, öğrencisiyle akademisidir. Avukatları, işçileri, mühendisleri, mimarlarıdır. Hepsi göçtü. Bir şehri ayakta tutan bütün dinamikleri çöktü. Bir de, Hatay’ın politik bir karakteri vardır. O politik çevre, örneğin Armutlu bölgesinde, Samandağ’ında, Defne’dedir. Üçü de çöktü. Dolayısıyla ortada sadece kentsel anlamda bir enkaz yok. Ortada, toplumsal, tarihsel ve kültürel bir enkaz var. Ben gittiğimde bunu gördüm. 

Başka ne gördüm? Gerçekten de laf olsun diye söylemiyorum. Bunu hükümet yetkililerini eleştirmek adına da söylemiyorum. Bunun siyasal kritiği olmaz. İki gün boyunca AFAD oraya gelemedi. Ben bunu sadece görmedim, sadece duymadım. Ben bunu yetkililerden de dinledim; Valilikten dinledim askeri yetkililerle de konuştum. Mesela iki gün boyunca AFAD yoktu, ne vardı? Hatay ikiye ayrılmış. Enkazın altında kalanlar ve enkazın dışında kalanlar. Enkazın dışında kalanlar, enkazın içindekileri kurtarmakla meşguldü. Hatta enkazdan kurtulanların bir kısmı gitmedi; kalanları kurtarmakla meşguldü. İki üç gün boyunca buraya iş ekipmanları ve araçları gelemedi, vinç gelemedi, dozer gelemedi. Hilti bile yoktu. Valilik yetkililerine bunun nedenini sordum. Söyledikleri şuydu: Birincisi, deprem olduğunda bize yardıma gelecek Maraş, Adana, Osmaniye, Gaziantep illerinde de deprem ve dolayısıyla yıkımlar oldu. İkincisi, bize yardıma gelecek ikinci kuşak iller Ankara ve Konya ise kar nedeniyle gelemedi. Üçüncüsü, İstanbul ve İzmir gibi uzak iller de pist kırıldığı için havalimanına inemedi. Bunlar anlaşılabilir gerekçeler. 

Bir diğeri ise vinçlerin ve ekipmanların gelmemesi. Bunların da gelememesinin önündeki en büyük engel, demin saydığım gerekçelerin yanı sıra, yol şartları nedeniyle olduğunu söylediler. Yani Hatay’ın bir girişi var ve bunlar hem vaktinde gelemedi hem de girişi zor oldu diye açıkladılar. Ama durum değişmiyor. İki üç gün boyunca, kurtarma ekipleri ve kurtarmada kullanılacak ekipmanlar yoktu. Kurtarma ekibi varsa ekipmanı yoktu, ekipmanı kullanacak insanı yoktu ve dolayısıyla ilk 48 saatte yüzlerce enkazında belki binlerce insan…

Ruşen Çakır: Peki, sonrasında belli bir aşamadan itibaren AFAD da geldi. Açık söyleyeyim bu AFAD’ın adını duyar duyar ama ne iş yaptığını tam anlamazdım. Şimdi de tam anlayabildiğimi söyleyemeyeceğim. Neyse, sonuçta AFAD geldi, yardım ekipleri geldi. Sen onları da gözledin sıcağı sıcağına. Çadır kentler kurulmaya başlandı. O aşamadaki en önemli mesele neydi? 

İsmail Saymaz: Koordinasyonsuzluk. AFAD 3. gün geldi. Konteyner geldi, yardım geldi. Ama bunları koordine edecek merkez oluşmadı. AFAD var, tamam. Ama AFAD nerede var? Mesela bir yardım gönderdiğinde AFAD’ı nerede bulacaksın? Kurtarma ekipleri neye göre kurtarmaya gidiyor? Mesela, ben Yeditepe Üniversitesi Arama Kurtarma ekibinden Taner Karabulut’la konuştum. ‘’Neye göre gidiyorsunuz?’’ diye sordum. Gelen telefona göre ya da atılan tweete göre gidiyorlarmış. Yani orada bir koordinasyon yok. Yahut UMKE (Ulusla Medikal Kurtarma Ekibi) ekipleri. Ama orada da bir koordinasyon yok. Yardımda da bir koordinasyon yok. Dolayısıyla, AFAD’ın ve iş ekipmanlarının yokluğunu, onlar geldikten sonra bile, koordinasyon yoksunluğu takip etti. Yardım da, kurtarma da koordine edilemedi. Bazı insanlar, bazı enkazlar, dördüncü beşinci günde AFAD’ı ya da kurtarma ekiplerini görebildi. Örneğin Eski Adalet Bakanı, eski Hatay milletvekili Sadullah Ergin’in ailesinin bulunduğu bina merkezde, belediye binasının arkasında ve orada 20 küsür kişi öldü, 16’sı Sadullah Ergin’in akrabası. Kız kardeşi, yeğeni filan. 4. gün dozer görebilmişti. Tiyatrocu Orhan Aydın’ın kızının vefat ettiği bina, 5. gün vinçi görebilmişti. Onları bulabilmek için de araya adam sokuldu neredeyse. Bunun da koordinasyonu yapılamadı. Yardımın da koordinasyonu yapılamadı. Millet çok fedakâr, her türlü yardımı gönderiyor ama örneğin, bir köşede ayakkabı dağıtılıyor. Ayakkabı dağı oluşmuş, sen seçiyorsun. Öbür köşede kıyafetler dağ gibi olmuş, bazıları israfa dönüşmüş. Bu da organize edilemedi. Bu da seferber edilemedi. 

Baştan bu yana yapılamayanlar vardı.  Mesela çadır kentler belki dün kuruldu. Çadır kentler yoktu. Bazı iktidar yanlısı gazeteciler ‘’ Bak şurada çadır var’’ diye gösteriyorlar. Doğru, iki parkın içine 20’şer çadır kuruldu. Peki bu şimdi çadır kent mi oldu? Buna çadır kent mi diyeceğiz yani? O zaman kamp için kurulan çadır alanına da çadır kent dersiniz siz. Kaldı ki kendi gözümle gördüm, videoya da çektim. Yanında çok sayıda insan açık havada, ayazda battaniyede yatıyor. Çadır kent kurulamadığı gibi, zaten konteyner kentler da yoktu. Zaten kurulan çadırlar fevkalade yetersiz ve çok eksikti. Dediğim gibi, iki üç parkın içinde 2-3 parkın içinde 20’şer, 30’ar çadır vardı. Zaten çadır olsa bile kalmak da mümkün değildi çünkü geceleri hava eksi derecelere düşüyor. Zaten o çadırın içinde ısınmak mümkün değil; insanlar mecburen ateş yakmak zorunda kalıyor ve ateşin etrafında ısınıyorlar. Bu sorun çok geç çözüldü. 

Diğer bir sorun elektrik sorunu. Elektrik konusu hâlâ düzeltilmedi. Mesela dün Cüneyt Özdemir’le konuştum. O d dün gitmiş oraya. Yayın yaptığı yer Köprübaşı mevkii. Hâlâ elektrik yok, doğalgaz yok. Valilik yetililerine, neden elektrik olmadığını sordum. ‘’Enkazlarda çalışma yürütülüyor, insanlar var. Enkazlarda kazaya sebebiyet vermesin diye elektrik ve doğalgazı kestik’’ dediler. Bunu anlayabiliyorum ama bari sokakları, köprüleri aydınlatsaydınız. Nitekim yaptılar. Depremin 6. günü köprünün ışıklarını yaktılar. Demek ki her tarafı aydınlatabilirdiniz. Niye bugün hâlâ geceleri karartma var orada? Meydan hariç her taraf karanlık. Bina göçebilir, üstüne devrilebilir, gasp girişimine maruz kalabilirsin. Nitekim kalan da oldu. Gazeteci Adem Metan, gasp girişimine uğradı. Birçok insan saldırıya uğradı. Daha da fenası, korkunç bir temizlik sorunu var. Temiz su yok, tuvalet yok. Taksim Meydanı ya da Kadıköy Meydanı’nda olduğunu düşün. Taksim Meydanı’nda tuvalet yok. Hatay’daki durum tam da böyle. Bizim de zorlamamızla 5 tane tuvalet getirdiler. Ama tuvalete gider yapmamışlar. Hayır, su yok sanki. Yanında Asi Nehri var, bari oraya bağlasaydın. 

Vali Göbeği Meydanı diye bilinen diğer bir meydan var. Oraya da tuvalet koyamadılar. Kim koydu biliyor musun? Yavuz Ağıralioğlu BBP’den ayrıldıktan sonra, onun bir grup arkadaşı, İYİ Parti’ye katılmayıp, Türkiye İnisiyatif Derneği diye bir dernek kurdular. Onlar ilk günden beri oradaydı. Baktılar ki 1 haftadır tuvalet getiren yok, seyyar tuvaleti onlar getirdi. Ben bunu bir yayında söyledim, ‘’bu söz yerde kalmasın’’ diye Ankara’dan 12 seyyar tuvalet getirdiler. 

Bir diğer sorun, internet ve telefon yok. Telefon çekmiyor. Telefon sadece meydanda, Türk Telekom’un araç getirdiği noktada yahut İBB’nin ve birkaç belediyenin araç getirdiği noktada çekiyor. İnternet zaten yok. Bu neye yol açıyor? Mesele benim yayına bağlanmam değil. Göçük altında kalan kişinin konumunu bildirmesine engel, bir yardım ekibinin yardıma gitmesine engel. Bu arada, vatandaş kendisini çıkardı ya enkazdan, Hatay’daki devlet mekanizması da çöktü. Devlet çöktü derken, kurum ve kuruluşlar gerçekten göçtü. Mesela Belediyenin ek binası çöktü. İtfaiye binası çöktü. Eski Devlet Hastanesi çöktü, 10 yıl önce yapılmış Eğitim ve Araştırma Hastanesi çöktü, Müftülük çöktü, polisevi çöktü, karakollar çöktü. Devlet görevlileri de enkaz altında kaldı. İlk gelen askerler ki onlar da Suriye’deki birlikten geldi, Jandarma’nın çöken binasından, göçük altında kalan jandarmaları çıkardılar. Onlar da kendilerini kurtarmaya çalıştılar. Ben Valilik yetkililerine vatandaşa eden çadır dağıtılmadığını sordum. ‘’Önce kamu görevlilerini çıkardık. Devlet hizmeti verebilmek için çadırları da onlara verdik’’ dediler. 

Ruşen Çakır: İsmail araya girip kısa bir soru soracağım: Twitter yasağı oldu. Bir iddiaya göre twitter’ı senin yüzünden kesmişler. Öyle bir rivayet çıktı. 

İsmail Saymaz: 2006 yılında bir ilçe mahkemesinin, bir haberim veya bir tweet’im üzerine, hakkımda aldığı bir karar var. Twitter hesabımın kapatılması yönünde bir karar almışlar. 7 yıl önce. Ben bunu biliyordum. Ara ara da düşünüyorum. Ama Twitter bu yasağı uygulamıyor Çünkü o kadar saçma ki. Bir tane ilçe hâkimi belki avukatlıktan yeni gelmiş, belki partizan biri, gelişigüzel Twitter hesabıma yasaklama kararı getirmiş. Cüneyt Özdemir bu olayı dile getirdi. İddia o ki, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı yetkilileri, tam da deprem gününde, Twitter yetkilileriyle görüşerek, benim de hesabımın içinde bulunduğu 810 hesap hakkındaki yaptırımın uygulanmasını talep etmiş. Ben de bunu haber olarak öğrendim ama ben kararın eski karar olduğunu biliyordum. O gün beni hem iletişim Başkanlığı hem RTÜK yetkilileri aradılar. İletişim Başkanlığı yetkilileri ‘’Kesinlikle sizin hesabınız için ya da adı geçen bir başka gazeteci hesabı için bir talebimiz olmadı. Talebimiz deprem zamanı meydana gelen manipülasyon ve spekülasyonların önüne geçilmesi yönündeydi. Bu yönde bir görüşme oldu’’ dediler. Ben de kendilerine teşekkür ettim. Ama durum değişmiyor. Twitter hesabımın kapatılması yönünde bir mahkeme kararı var ve Twitter bunu uygulamıyor. Türkiye Cumhuriyeti’ne kalsa, kapatacaklar hesabımı. Yani deprem gününü mü buldunuz Twitter yetkilileriyle bu görüşmeyi yapmak için? Çünkü insanlar haber alamadılar. 

Ruşen Çakır: Sen o sırada oradaydın bölgedeydin. Twitter bu depremde en çok öne çıkan sosyal medya mecralarından birisi oldu. Belki de birincisiydi. Yardım çağrıları ve koordinasyon hareketleri için kullanılıyordu. Siz o sırada bayağı bir süre ulaşamadınız. 

İsmail Saymaz: 1 gün boyunca erişemedik. Hatta zaman zaman WhatsApp’a da erişemedik. Tabi ne olup bittiğini bilmiyorum. Twitter öyle bir ihtiyaca dönüşmüş ki Hatay’ın bir başka noktasında ya da başka bir ilde ne olduğunu da oradan öğreniyorsun. Türkiye gündeminin ne olduğunu da oradan öğreniyorsun. Benim Twitter hesabım hakkındaki kararı da öğrenemedim zaten. Onu da, akşam, gazeteci arkadaşım Kemal Göktaş WhatsApp‘tan yazınca anladım. İnternet o saatte geldi. Yani Twitter‘ın kapalı olması, bizi sadece Türkiye gündeminden koparmadı, Hatay’dan da kopardı. Ben sadece gidip gördüğüm yerlerdeki manzaraya vakıf olabiliyordum. Telefon çekmediği için ve internete de erişemediğimiz için sınırlı bir alanda hareket serbestliğimiz var. Dolayısıyla Twitter’ı bir iki gün daha kapatsalardı, Türkiye Hatay’da depremde ne olduğunu hiç öğrenemeyecekti. Öyle bir vaziyet vardı.  

Bu arada, Hatay’da hâlen daha sürmekte olan bir güvenlik sorunu da var. 

Ruşen Çakır: Evet. Güvenlik sorunun bir ayağı da, sanki bütün güvenlik sorunu geçici sığınmacılar, Suriyeliler tarafından çıkartılıyormuş gibi bir hava da yaratılmak isteniyor. Sen oradaydın, gördün. Olayın gerçeği nedir senin gözlemine göre?

İsmail Saymaz: Ben gözümle görmedim. Ama yağmalanan market gördüm, eczane gördüm. İnsanlardan şunu çok kez işittim: evlerimize giriyorlar, evlerimizde hırsızlık yapıyorlar, enkazlardan hırsızlık yapıyorlar. Çok insandan duydum bunu ve neredeyse tamamı Suriyelilerin yaptığını iddia ediyor. Evet, böyle düşünüyorlar. Peki gerçekte böyle mi? Elimde bir done yok ama şunu biliyorum: Yağma ve talan suçları oldu. Fakat bunu yapanların bir kısmı da Türk vatandaşlarıydı. Suriyelilere genellendi ama bu tam olarak gerçeği yansıtmıyor. Bu yağmacıların arasında mutlaka Suriyeliler var ama içlerinde Türk vatandaşları da var maalesef. Bir de tabii Suriyeliler de depremden çok ağır zarar gördüler, onlar da çok sayıda insanları kaybettiler. Sonuçta öyle veya böyle onlar da bu şehirde yaşıyorlar ve onlar da göçük altında kaldılar. Hatta kimsesizler diye bilinen cesetlerin mühim bir bölümü Suriyeli diye tahmin ediyorum. Hatta onlardan bir kısmının gerçek kimliğini bile bilemeyeceğiz.

Ruşen Çakır: Peki, İsmail bundan sonrasına baktığımızda… Burada hayatını kaybedenler var, hâlâ enkaz altında olanlar var, yaralılar var, bir de şehri terk edenler ve terk edecek olanlar var. Hatay’dan çok kişinin, tabii imkânı olan kişilerin terk ettiğini görüyoruz. İmkânı olmayanlara devlet bir takım imkânlar sunuyor ama şehirleri terk edenler var. Hatay’dan daha genel olarak bakalım. Bayağı büyük bir olay yaşanıyor ve belki de şehirlere bir daha hiç dönmeyecek olanlar var. Cumhurbaşkanı ‘’bana 1 sene verin’’ dedi. Bu, 1 senede hallolabilecek bir işe benziyor mu?

İsmail Saymaz: Mümkün değil. Hatta 2 gün önce Ali İsmail Korkmaz’ın ağabeyi Gürkan Korkmaz’la konuşuyorduk; hem geçmiş olsun dedim hem durumlarını sordum. Onlar zaten Ekinciler beldesinde yaşıyorlar. Hatta bu konu açıldı. Gürkan dedi ki: ‘’Aslında biz Suriyeli olduk neredeyse. Çünkü kentimizi terk etmek zorunda kalıyoruz’’. Hatta onun Mersin’de ya da Adana’da yaşayan Suriyeli bir müvekkili varmış, geçmiş olsun diye aramış. Suriyeli müvekkili Gürkan Korkmaz’a ‘’gelirseniz benim evim size açık’’ demiş. Durum böyle bir durum, anlatabiliyor muyum? Gökhan Korkmaz bile durumu ‘’şimdi biz o durumda kaldık’’ diye ifade ediyor. Çok sayıda insan şehri terk ediyor. Zaten biraz önce anlattım: Hatay’ı Hatay yapan bütün toplumsal dinamikleri çöktü. Kalanlar cenazesini gömdükten ya da yakınını kurtardıktan sonra hızla Hatay’ı terk ediyorlar. Hatay merkez için bunu özellikle söyleyebilirim. Samandağ için, Kırıkkale için kesin bir fikir belirtemiyorum ama Hatay- Antakya merkez için bu böyle. İnsanlar hızla Antalya’ya İstanbul’a Mersin’e Ankara’ya gidiyorlar. Bir süre sonra, Hatay diye bildiğimiz ana gövde de mühim ölçüde boşalacak. Buranın enkazlarının kaldırılması bile yaz ayarını bulabilir. Çünkü 3000 civarında enkaz varmış. Bugünden yarına kalkmaz o enkaz. Bir de enkaz kaldırıyorsunuz, oradan daha cenazeler çıkacak. Enkazın kaldırılması ayları, yeniden imar edilmesi yılları bulur. Yani Hatay’ı yeni baştan imar etmek zorundasınız. Mesela Sadullah Ergin’le görüştüm dün, bugün de yayınladım o görüşmeyi. Diyor ki: ‘’Mevcut imara göre yapamazsın bunu. Üzerine düşünmeli, yeni bir depremi hesaba katarak, Hatay’ı yeni baştan kurmalısın’’. 

Asıl vahim olan, enkazı kaldırabilirsin, yeniden iman edebilirsin, hatta tarihi eserleri de aslına uygun inşa edebilirsin. Olmadı mı, oldu bu. Almanlar İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bile ülkelerini kurdular. Biz de kurabiliriz. Peki, 5 Şubat’taki Hatay’ı geri getirebilir misin? Hatay’ın çok kültürlü, çok dilli yapısını yeniden oluşturabilir misin? Hatay’ın o canlı politik hayatını, canlı kültürel hayatını, ticari hayatını geri getirebilir misin? İşte bu zor olabilir. Eğer geri getiremezseniz, Hatay’da zaten var olan ve yaşamakta olan 500-600 bin civarında Suriyelinin, nüfustaki toplam sayısı ve ağırlığı artacaktır Bu da, orta vadede Hatay’ı büyük bir Kilis’e dönüştürebilir. Yani Suriye’nin nüfusunun yerel nüfusa açtığı bir ağırlığa kavuşturabilir. Bu da, Hatay’ın çok kültürlü ve çok dilli yapısının bir daha geri gelmemesi gibi bir akıbeti beraberinde getirir. Bununla beraber, Türkiye’nin Suriye sınırındaki böyle bir kentin bir iç Suriye’ye dönüşmesine de sebebiyet verir. Bu da gelecek kuşaklar için bir milli güvenlik riskini beraberliğe getirir.

Ruşen Çakır: İsmail son olarak şunu soracağım. Sen Hatay’daydın ama depremin sirayet ettiği diğer yerleri de biliyorsun. Sen de benim gibi bütün bu şehirlere birkaç kez gitmişsindir. Oradaki demografiyi de siyasi yapısını de biliyorsun. Her ne kadar deprem siyaset dışı bir konu dense de, öncesiyle sonrasıyla siyasi bir konu. İsmail Saymaz olarak, sen bu olayın Türkiye’nin siyasi gidişatında bir dönüm noktası özelliği taşıyabileceğini düşünüyor musun? Yoksa ‘’zaten Türkiye iyi kötü bir şekilde gidiyordu, genel trendler çok fazla oynamaz. Bu tabii ki çok önemli bir olay ama siyaseten çok da fazla bir şey değişmez mi?’’ dersin

İsmail Saymaz: Hayır, değiştirir. Çünkü AK Parti iktidarı tam olarak bir seçim ekonomisine geçmişti ve Hazine’nin kaynaklarını ya da yurtdışından topladığı ne kadar kredi varsa, onu seçim ekonomisi için seferber edecekti ve tam da seçim ekonomisi için biçtiği tarih, kışın bittiği, yazın başladığı tarihti. Yani Mayıs ayıydı. Bir kere seçim ekonomisinden hemen çıkması gerekiyor. Dolayısıyla elinde, bu 500 bin konut vaadi de dâhil olmak üzere seçim için ayırmayı düşündüğü ne kadar kaynak varsa, bunları seçim bölgesi için aktarması gerekiyor. Bunu hangi iktidar olsa böyle yapmak zorunda. Dolayısıyla, AK Parti iktidarının ayıracağı bu kaynağın yetmeyeceğini göreceğiz. Çünkü 10 şehri birden, en azından enkazını kaldırıp, yeniden hayatın kendi akışının başladığı bir aşamaya getirmek için bile yeterince kaynağımız yok. Var olan kaynakların hepsi, bu iktidar tarafından çarçur edildi. Elde avuçta kalan son kaynak da seçim ekonomisi için ayrılmıştı. Artık o da mümkün değil. Çünkü bizim bu şehirlerin en azından enkazını kaldırıp, onu hayatta tutabilecek kadar bir kaynağı hazırda tutmamız ve buraya aktarmamız gerekiyor. Ama böyle bir hazırlık olmayacak. Dolayısıyla bunun da siyasi sonuçları olacak. Hem depremden sonraki süreçte, 2-3 gün boyunca bu bölgeye kurtarma ve yardım ekiplerinin ulaşamamasının bir siyasi sonucu ve sorumluluğu olacak. Hem de, o günden sonra ortaya çıkacak olan insani, sosyal tahribatın ve enkazın kaldırılamamasının bir siyasi sonucu olacak.

Siyasi iktidar şimdi sahaya sürdüğü trollerle, yine adeta Kızılay’a ve AFAD’a ikame ettiği çeşitli tarikat ve cemaatlerin sosyal organizasyonlarıyla, tahribatı olduğundan az göstermeye dönük hamleler yapıyor. Ya da, iktidara güvensizlikten kaynaklı olarak toplumun geri kalanının bağışta bulunduğu Ahbap Derneği ya da güven duyduğu Babala TV gibi platformları karalayarak kriminalleştirmeye çalışarak, bu doğan tepkiyi bastırmaya, sindirmeye, fotoğrafı olduğundan küçük göstermeye yahut ‘’Asrın Felaketi’’ adını vererek, ‘’aslında kim olsa altında kalırdı’’ diyerek, ‘’Bu bir kader’’ demeye getiriyor. Hayır, öyle değil. Bu depremin bu şiddette olabileceği ve sonuçlarının nasıl yakıcı ve tahrip edici olabileceği, AK Parti’nin önüne konan raporlarda yazılıydı. Bu tahribatı ortadan kaldırabilecek olan kurum ve kuruluşların başına atanan İnsanların liyakatsiz olduğu, siyasi yaklaşımlarla, partizan tavırlarla oralara getirildiği belliydi. Alınan ya da alınmayan siyasi kararların sonucunda depremin elbette ki kendisine etki edemezlerdi. Ancak depremin yol açtığı bilanço olduğundan ağır oldu.  Bunun nedeni alınan ya da alınmayan siyasi kararlardı. Elbette ki bunun da siyasal eleştirisi olur ve elbette ki siyasi hesabı sorulur.  

Ruşen Çakır: İsmail çok sağ ol. Bir dahaki sefere daha iç açıcı konuları stüdyoda konuşmak isteriz. Çok teşekkürler, gözlemlerin çok değerliydi. Deprem bölgelerinde birçok gazeteci arkadaşımız hala çalışıyor. Sen o bölgeye bayağı zor bir zamanda eriştin ve çok kötü şeylere, acı şeylere tanık oldun. Bunları bizimle paylaştığı için de çok teşekkür ediyoruz. İnşallah bu faciayı ülke olarak olabildiğince az kayıpla atlatırız.

İsmail Saymaz: Bir ekleme yapayım: Şunun bilinmesini istiyorum. Her gördüğümüzü de söyleyemedik. Her gördüğümüzü de anlatamadık. Yani her çektiğimi paylaşamadım. Her tanık olduğumu, toplumun o ânki hissiyatını, akut müdahalenin ihtiyaç duyduğu psikoloji ve toplumun dayanışmasını gözeterek yayınlamadım. Olabilecek en serinkanlı ve toplumun yardımlaşma şevkini de kırmayacak şekilde aktarmaya çalıştım. Bunun özellikle bilinmesini isterim.

Ruşen Çakır: Evet İsmail farkındayız onun için de takdir ediyorum. Sen dâhil birçok arkadaşımız bunu gözetiyorsunuz. Gazeteciler olarak, sorumluluk bilinci içerisinde, toplumun dayanışma duygusunu güçlendirecek, onu törpülemeyecek, onu azaltmayacak şekilde, ama gerçekleri dile getirerek bu olayı anlatmaya, tanık olmaya çalışıyoruz. Bu olay, özgür ve bağımsız basının, medyanın ne kadar önemli olduğunu bize bir kere daha gösterdi. Çok teşekkürler İsmail. İzleyicilerimize de teşekkürler İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.