Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ayşe Çavdar yazdı: Şehrin krizi, AKP’nin fırsatı – Kim, hangi kentsel dönüşüme karşı çıkmış?

Birkaç gündür havuz medyasında seçime hazırlık ezberi babında tekrarlanan bir haber var. Hatay’da CHP kentsel dönüşüme karşı çıkmasaymış, sonuç böyle olmazmış. Binlerce insan kentsel dönüşüme karşı çıkan CHP, sol gruplar ve muhtarlar yüzünden ölmüş meğer. İktidarın hiçbir sorumluluğu yokmuş yani.

Bazı haberlere bir video da eşlik ediyor. CHP’nin karşı çıktığı kentsel dönüşüm gerçekleşseymiş, Hatay o videodaki gibi olacakmış… Böyle diyor hep bir ağızdan ehl-i AKP. Antakya Belediyesi’nin YouTube sayfasında yayınlanan videoya tıkladım, izledim de iki-üç kez. Bir kaç dakika ayırıp siz de izleyin lütfen.

* * *

İzlediniz mi? Söyler misiniz Allah aşkına, o videoda gördüğünüz yerin Antakya’yla, Hatay’la, hatta herhangi bir şehirle ne alakası var? Diyeceksiniz ki şimdi derdimiz bu mu? Kentsel dönüşüm yapılsaydı onca insan ölmeyecekti hiç değilse. Şehirlerin kimlikleri de olmayıversin. Bak şimdi hiç olmayacak artık. Siz de haklısınız. Keşke bu kadar insanın ölmesine gerek kalmadan da ülkece üzerinde anlaşabileceğimiz bir kentsel dönüşüm bağlamı oluşturabilseydik. Depremle yıkılacağından emin olduğumuz mahallelerde gerçekleştirilecek kentsel dönüşüm projeleri, apaçık birer rant, mülk ve servet transferi aracına dönüşmeseydi de bugün pek çoğu artık hayatta olmayan insanlar bu işin kendi yararlarına olduğuna kanaat getirip mahallelerini güçlendirecek projelere sadece razı değil ortak da olsalardı.

Hatay’da olup bitenleri şu tweet dizisinde gazeteci arkadaşımız Bahadır Özgür kısaca özetlemiş. Ben bu işleri en çok konuştuğumuz İstanbul’daki bir örnekten yola çıkarak kim, neye, nasıl karşı çıkmış da AKP onca istemesine rağmen kentsel dönüşüm yapamamış sorusuna bir cevap aramaya çalışacağım burada. Ele alacağım örneklerden ilki Kirazlıtepe. Halen bağlı olduğu ilçe belediyesi yani Üsküdar AKP’de. İBB, 2019’a kadar AKP’deydi. Artık hükümet bile olmayan merkezi idarenin kimde olduğu da belli.

Sizleri bilmem ama Kirazlıtepe’den gözlerimi alamıyorum uzun zamandır. Çamlıca Camii’ne ve onun işaret ettiği siyasi iddiaya takıntılı olduğum için civarında olup bitenleri de izlemeye çalışıyorum kendimce. Hem heybeti hem zat-ı muhterem için gördüğü işlev dolayısıyla, devletlû bir cami heykeli olmaktan öte hiçbir zaman gidemeyecek olan Çamlıca Camii, adeta bir “meçhul Müslüman” anıtıdır. Nitekim, olanca ihtişamıyla ilk yıktığı şeylerden biri, köyden kente, yani köylülükten işçiliğe göç etmiş bir kalabalığın çatısı altında ibadet etmek üzere birlikte inşa ettiği bir cami olmuştur.

Çamlıca Camii, mahallenin dinini höyküre höyküre ezen bir devlet dininin ayrıcalıklı mümessilidir. Yalnız mahallenin dinin değil, şehrin silüetini de ezer oturduğu tepeden. Bir hırsın, hıncın ifadesidir. O denli büyük bir hırs ve hınç, en önce kendisini oraya taşıyan şeyi, yani kendi orijinini, kökenini, çıktığı kabuğu yok edecektir elbette. AKP’nin özellikle İstanbul ve Ankara’daki tüm kentsel dönüşüm projelerini, yalnız kentsel mekânı değil, kendisine ilişkin hafızayı da soylulaştırmaya umutsuzca çalışan birer öz-yıkım projesi olarak ele alabiliriz. Her bir proje adeta, kendisinin iktidar olmadan, zengin olmadan, saraylı olmadan, devletlû olmadan önceki versiyonuna ilişkin anıları, hatıraları, yaşanmışlıkları hem kendisinin hem ağyarın zihninden silmeye adanmıştır sanki. Ama umutsuzdur, çünkü o kocaman beton yumruk şehre her indiğinde onun geçmişi hem kendi gözlerinin hem şehrin gözlerinin önünden tekrar tekrar geçer. Sahici bir yıkım ancak yıkılanın yerine onu bir daha baş gösteremeyeceği ağırlıkta bir kütlenin altına gömmekle, yani yıkılanın yerine onun bir zamanlar orada olduğunu hatırlatmayacak parlaklıkta bir şey koymakla mümkün olur. Fakat işte kör talih, o yeni, kocaman, parlak şey, öncekiyle oluşturduğu tezat sayesinde onun bir mecazına, temsiline de dönüşebilir. Bu açıdan bakıldığında Çamlıca Camii’nin tek işlevi, Kirazlıtepe’de bizatihi cemaat tarafından yaptırılmış Esentepe Camii’nin ve o camiyi yaptıran cemaatin ve cemiyet olma fikrinin nasıl ortadan kaldırıldığını bakan her göze hatırlatmasıdır.

Sabaha karşı yıktılar camiyi. Çünkü gündüz vakti mahalle nöbet tutuyordu yıkamasınlar diye. Hatta imam da cemaati yıkıma karşı direnişe çağırmıştı. Cemaat caminin yıkılmasını molozların hemen önünde namaza durarak protesto etmişti. Bir AKP’li siyasetçi çıkıp şu vakayı “CeHaPe zihniyeti Müslümanlara neler neler etti” diye anlatsa, abartılı bulur inanmayız. Ama AKP döneminde, AKP tarafından, gözlerimizin önünde yapıldı bu şey.

Mahalleler neye karşıydı?

Pek çok mahalle arasında Kirazlıtepe’yi seçmemin bir dizi başka sebebi daha var. Kentsel dönüşüm sürecinde karşımıza bir ya da ikisinin aynı anda çıktığı amillerin neredeyse tamamı eş zamanlı olarak mevcut bu örnekte. O amiller, yani dönüşümün iktidarca kastedilen amaçları arasında ise nadiren binaları, mahalleyi, şehri depreme hazırlamak bulunuyor. Uygulandığı alanda yalnız barınma gibi temel bir insan hakkını değil, kamusal ve özel tüm türleriyle mülkiyet ilişkilerine dair hukuku, zaten uygulanmayan şehir planlarını ve korumacılığa ilişkin mevzuatı ortadan kaldıran 6306 sayılı kanun her ne kadar afet riski altındaki alanları dönüştürme iddiasında olsa da; bilinen, görünen, kastedilen, pazarlanan gerekçeler kâh bir mega projenin (olimpiyat stadyumu, finans merkezi, Çamlıca Camii vb.) hayata geçirilmesi, kâh şehirde yaşayanların güvenliği için bazı sokak ya da mahallelerin dağıtılması (Sulukule ve Tarlabaşı’nda “çöküntü alanı” yakıştırması ile kastedilen tam olarak buydu), kâh rezerv alanları oluşturulması (yani kentsel dönüşüme uğrayacak mahallelerden ayrılmak zorunda kalanlar için konut yapılması) vb. oldu. Gerekçesi ne olursa olsun bugüne kadar gerçekleştirilen tüm kentsel dönüşüm projeleri, o bölgede yaşayanların (önce kiracıların, hemen ardından mülk sahiplerinin) yalnız evlerini değil, mahallelerini ve sosyal çevrelerini, yani hayatları boyunca elde ettikleri her türden sermayeyi de kaybetmeleri anlamına geldi. Bu nedenle kentsel dönüşüm uygulanan her mahalle, daha ilk örneklerden itibaren AKP’nin rant siyasetinin yarattığı lokal depremlere sahne oldu. O mahallelerden hasıl olan enkaz da kazanç olarak çoğunluğu AKP’li siyasetçilerin yakınları olan kimi müteahhitlerin ve bu kumara dahil olacak kadar parası ya da iktidar partileri nezdinde kredisi olanların hanesine yazıldı.

AKP’nin hem dinle, hem şehirle ne yapmak, bu ikisinden hasıl olan rantla kimlerin hayatlarına nasıl kastetmek isteğinde olduğuna dair en açık örneklerden biridir Kirazlıtepe. Şu belgeseldeki bir mahalle sakininin dediği gibi Türkiye’nin en büyük camisinin yapılacağı ilan edildiği an başlamıştır makus talihi. Kendilerini “kırsal insan, işçi kesimi” diye takdim eden bu insanlar yıllar süren mücadelelerle ortak bir hayat kurmuşlar. Hangisine sorsanız “hakkımızı versinler, gene yıksınlar evlerimizi” diyorlar. Karşı çıktıkları birkaç şey var: Mahalleyi dağıtmasınlar, bize gene burada yer versinler, yer verirken ailelerimizi, yaşam tarzımızı dikkate alsınlar. Bu itirazlar şu anlama geliyor: Buraya getirip zenginleri yerleştirirlerse, bize birer daire bile verseler yapamayız, gücümüz yetmez, burada yaşayamayız. Malda mülkte gözümüz yok ama hayatımızı geçirdiğimiz, yani biricik olan ömürlerimizi yatırdığımız bu yerden de vazgeçmeyiz.

Yaşanmış onlarca dönüşüm örneğinden şehrin elinde kalan dersi iyice öğrendikleri için böyle itiraz ediyorlar. Ama daha teknik bir başka itiraz var ki, gene alabildiğine geniş bir uygulama alanı buluyor. Bu insanlardan evlerinin yıkılmasına rıza göstererek projeye dahil olduklarını belgeleyen bir muvafakatnameye imza atmaları isteniyor. Ancak muvafakatnamelerde idarenin isterse projeyi değiştirebileceği de ifade ediliyor. Kendilerine projeye ilişkin manalı ve tutarlı bir bilgi de verilmiyor. Bunun tek bir anlamı var: Apaçık bir şekilde devlet bu insanlardan evlerini, yani hayatlarını boş birer kâğıda imza atarak kendi tasarrufuna terk etmelerini istiyor. Mahalle sakinleri itiraz ettiklerinde, “nasıl yani, devlete güvenmiyor musun?” cevabını alıyor. Elbette güvenmiyorlar ve bu güvensizlikte devletin o mahallede adı sözüm ona kentsel dönüşüm olan mülkiyet transferi mekanizmasına rıza almak için başvurduğu yöntemlerin de büyük, ama çok büyük bir rolü var.

Filmdeki kötü muhtar

Önce tek tek, idarenin herhangi bir organıyla, mesela belediye ile çıkar ilişkisi olduğunu bildikleri mahalle sakinlerinden muvafakatname alarak başlıyorlar ikna süreçlerine. Kirazlıtepe’de bu aşama kolay atlatılmış, çünkü Üsküdar Belediye Başkanı burada yaşayan akrabalarına imzalatmış önce muvafakatnameleri. Mahalle tedirgin olmaya, herkes birbirinden şüphe etmeye başlıyor. Farklı yöntemlerle, değişken rayiçlerde fiyat belirliyorlar evler için. Yani bildiğiniz fitne ve nifak tohumları ekiyorlar mahalleye. Komşular birbirleriyle konuşamaz oluyor. İnsanlar birbirlerinden utanmaya ya da birbirlerine kızmaya başlıyor dönüşüm söylentisi atmosfere yayıldıkça. Nasıl da benziyor değil mi, senaryosunu Yavuz Turgul’un yazdığı, Kartal Tibet’in yönettiği, başrollerinde Türkân Şoray ve Bulut Aras’ın oynadığı Sultan filmindeki muhtarın (İhsan Yüce) yaptıklarına.

Muvafakatname aldıkları evleri hemen yıkıp molozları olduğu gibi bırakıyorlar. Bu kelimenin tam manasıyla hayata kast etmek demek. Çünkü asbest de içeren o molozlardan binbir türlü hastalık ve kaza ihtimali yayılıyor mahalleye. Devlet kalmakta ısrar edenlerin direncini kırmak için kendi elleriyle güvenliksizleştiriyor mahalleyi. Yetmiyor, mahalledeki çöp konteynerlerini kaldırıyor. Hayatı zorlaştırmak için elinden geleni ardına koymuyor. Bir tür tedhiş operasyonu yürütüyor rantını yeniden bölüştürmek istediği mahallenin sakinlerine. Onlarca başka örnekte suların kesildiğini, yolların deşildiğini, otobüs hatlarının kaldırıldığını, elektrik-su altyapısının sakatlandığını da duyduk, gördük, şahidiz. Büyük şehirlerin göbeğinde koca koca mahalleler zorunlu göçe tabi tutuluyor yani.

Bütün bu tedhiş harekâtının zirvesi, gene de ve her şeye rağmen, videosunu seyretsem de, anlatan insanları dinlesem de, aklımla işe “minareler süngümüz” diye başlayan bir siyasetin elbette böyle final yapacağı fikrine varsam da, gerçek olduğuna inanmakta, ürkütücülük seviyesi dolayısıyla, zorlandığım için bir kez daha tekrarlayacağım cami yıkımı. Yaşam Hakları Derneği’nin, linkini yukarıda da verdiğim belgeselini seyrederken insanların o anları nasıl bir dehşet içinde anlattıklarına daha yakından bakın. İçinizi parçalayacak olan şey bir ibadethanenin sabaha karşı saat dörtte, yani herkes uykudayken, bizatihi devlet tarafından yıkılması değil. Devletin, onlarca yıldır bir arada yaşayan bir mahallenin birlikteliğini, ortaklığını, hayatını ortadan kaldırmak için elinden geleni ardına koymaması, sınır tanımaması. Mahalle direniyor, yeniden kuruyor siyasetini. Ama Allah aşkına, bir devlet şu zamanda bu kadar düşecek kadar ne yaşamış olabilir?

Tam sırası, sözün burasında Kirazlıtepe’nin siyasi profilini de şurada resmedeyim.

Haziran 2015 seçimlerinde: AKP yüzde 58, CHP yüzde 15, HDP yüzde 11.

Kasım 2015 seçimlerinde: AKP yüzde 67, CHP yüzde 16, MHP yüzde 9

Hal böyleyken mahalle sakini İnci Kot şöyle anlatmış bütün bu olanlardan ne anladığını (29 Mart 2019 tarihli Birgün gazetesinden):

“Ben evimi 25 senede özenerek yaptım. Gençliğim yalnız geçti çünkü ben çocuğumla birlikte inşaat yaparken eşim dışarıda çalışmak zorundaydı. Bu insanların hepsi tırnaklarıyla kazıyarak yaptılar burayı. Yolunu, suyunu, elektriğini, camisini kendimiz yaptık, direnerek, gayret ederek… Taşıma sularla, gaz lambalı evlerde oturarak yaptık bunları. Tam, ‘her şey düzeldi, artık rahat edeceğiz’ dedik, şimdi kentsel dönüşüm çıktı. Oysa Belediye Başkanı Türkmen de burada büyümüştü. O zamanlar bu manzaradan kimsenin haberi yoktu. Herkes ekmek derdindeydi, şimdi oturdunuz manzara size yeter, gidin diyorlar. Nereye gidecek bu insanlar? Biz sanki hamamböceğiyiz de ilaç sıkıp gönderecekler… Zenginleri getirecekler. Burası varoşlara yakışır mıymış… Bu lafları duydukça ne diyeceğimi bilemiyorum, çünkü buradan oy aldılar ama ihanet ettiler buraya. İnsanlara imzalattırılan kâğıtta, ‘imar transferi’ yazıyor. Bunlar artık bu insanları küçük görmeye başladılar. Onlar Allah’ı hep konuşuyorlar ya, o Allah’a çok güveniyoruz, mazlumun yanındadır inşallah. Bunlar her türlü kanunu bozup, her türlü rezilliği yapmaya başladılar. Kılıfına da uyduruyorlar.”

Bir ihtimal daha var

“Onlar da AKP’ye oy vermeselermiş” diye içli içli düşünürken aslında “ooooh bu konuda da hiçbir şey yapmam gerekmiyor, günah benden gitti” diyecek olanlara bir haberim var. Bütün bu olanlarda, AKP’nin “yapabiliyorum, öyleyse neden yapmayayım” siyaseti geliştirmesinde, en yüksek paya sahip olan etmenlerden biri de bu düşünce. AKP’nin, bugüne kadar yaptığı pek çok ve sonuçları yalnız orada yaşayanlar değil, bütün şehir için oldukça ağır olan kentsel dönüşüm projeleri için seçilen mahallelerin bir çoğu ağırlıklı olarak AKP’yi destekleyen mahallelerdi. Onlara para kazandırmak için değil, kendisine teveccüh eden insanların nasılsa başka bir dayanak bulamayacaklarını, yani onları kıskıvrak ve yapayalnız yakalayabileceğini bildiği için seçti bu mahalleleri AKP.

Biz siyasi kutuplaşmayı, AKP’nin muhaliflerini ezmek için kullandığı bir araç olarak göregeldik hep. Aynı kutuplaşmanın, AKP’nin kendi “yüzde ?”sinin etrafını çitleyip içerde istediği gibi şekillendireceği ve sömüreceği bir düzeneğe tekabül ettiğini pek konuşmadık. Haklı olarak kırgın, kızgındık çünkü şu partiyi, bunca yapıp ettiğine, ülkeyi kelimenin her manasıyla başımıza yıkmasına rağmen hâlâ destekleyenlere. Aşamadık, aşamıyoruz, çünkü yorulduk.

Siyasi kutuplaştırma sayesinde arkalarında medya desteği bulamadı o mahalleler, belediyedeki ya da hükümetteki tanıdıklarını da sokamadılar devreye, çünkü bizzat o tanıdıklar tarafından yıkılıyordu mahalleleri. Geriye kalıyordu meslek odaları gibi bu türlü dönüşümü kamu yararı için durdurmaya çalışanlar. O konuda da bir güvencesi vardı AKP’nin. Dönüşüme kamu yararı nokta-i nazarından karşı çıkan meslek odaları ile, kendi geçmişlerini ve geleceklerini korumaya çalışan mahalleler arasında ortak bir dil tutturulması zordu. Çünkü odaların, dayandıkları mevzuat gereği, çoğunluğu ruhsatsız konutlardan oluşan bu mahalleleri, mahallenin hatırı için ve mahallenin arzu ettiği şekilde savunmaları kolay değildi. Böyle bir dilin tutturulmaya başlandığını gördükleri anda da bir yandan odaların yetkilerini tırpanladılar, diğer yandan o dilin tutturulmasında emeği geçebilecek, yani böyle bir siyaset üretebilecek sembolik isimleri cezaevlerinde rehin aldılar.

Ne demekti bu dilin oluşması onu da aktarmaya çalışayım. Mart 2019’daki yerel seçimler öncesinde Ekrem İmamoğlu’nun ziyaret ettiği kentsel dönüşüm mahallelerinden biri de Kirazlıtepe’ydi (keşke Fetihtepe ve Tokatköy’ü de ziyaret etseydi). İlk ziyaretinde meseleyi çözmek için harekete geçeceği sözünü verdi. Seçimi kazandıktan sonra sözünü tutmak için hem mahalleyi tekrar ziyaret ettiği, hem de Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen ile görüştüğü anlaşılıyor. Mahallenin Facebook sayfasından anladığım kadarıyla halen Gezi Direnişi bahane edilerek rehin tutulan şehir planlamacısı Tayfun Kahraman da İBB’nin Kentsel İyileştirme Daire Başkanı olarak mahalleyi ziyaret etmiş.

Ocak 2020’de, mahallenin avukatı Onur Cingil güzel haberi vermiş mahalleye. Mahkeme proje çerçevesinde yapılan arsa satışları için yürütmeyi durdurma kararı almış. Kararın gerekçesi, yukarıda aktardığım tüm bir sürecin özeti gibi: Kentsel dönüşüm konusunda mahalle sakinlerinin çoğunluğunun katıldığı bir karar yok, dönüşümü gerçekleştirmek isteyen idarenin elinde böyle bir çoğunluğun oluştuğuna dair bir belge, yani muvafakatname yok. Bir başka deyişle süreç usulsüz bir şekilde ilerletiliyor. Şöyle özetleyeyim, dönüşüm projesini üstlenen Üsküdar Belediyesi Kentsel Dönüşüm Müdürlüğü, mahallenin satışını ve yıkımını oldu bittiye getirmek isterken sobelenmiş. Bu tür aceleye getirilen yıkımların sonradan iptal edildiğine defalarca tanık olduk. İlk örnekleri Tarlabaşı ve Sulukule, en yakınlarda gerçekleşenlerse Tokatköy ve Fetihtepe. Ben yıkıp rantımı bölüştüreyim, tazminat falan gerekirse devlet öder ne olacak anlayışı… Bu arada onca insan bu kadar açık bir hukuksuzlukla görklü devlet tarafından sokağa atılmış, kimin umurunda. Önemli olan işlerin bir an önce yapılması, rantın “bizden” kişiler arasında bölüştürülmesi.

Nitekim projenin üçüncü etabında yapılması planlanan 666 konut, 20 ticari bağımsız birim, bir okul ve çeşitli donatı alanları için ilana çıkmaya bile gereksinim duyulmadan verilen ihaleyi Turgut A.Ş. almış. Turgut A.Ş. Rize çıkışlı bir müteahhit firma. Daha evvel yaptığı işlere şöyle bir baktığınızda hem acelenin sebebini hem rantın adresini iyice görmüş olursunuz. Liste çok uzun, atlaya atlaya okuyun isterseniz: “Ovit Dağı Çığ Tünelleri, Rize Modern Küçük Sanayi Sitesi, Rize İçme Suyu İnşaat Projesi, Çayeli Kaymakamlığı Hükümet Konağı İnşaatı, Güneysu İlçe Emniyet Müdürlüğü Hizmet Binası, Rize İl Özel İdare Binası, Çayeli Futbol Sahası, Çayeli Maltepe Köprüsü, Güneysu Merkez Köprüsü, Rize dereleri taşkın koruma projesi, Anzer Yaylası turist yolu, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi köprü inşaatı, Güneysu İlçe Jandarma Komutanlığı hizmet ve lojman binası, Ayder Yaylası Kapalı Otopark Projesi, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Geliştirme Vakfı Güneysu Konakları Okul İnşaatı, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Geliştirme Vakfı lojman binaları ve sosyal tesisler, Güneysu Eğitim Külliyesi.”

İBB’nin el değiştirmesiyle neyse ki akamete uğramış Kirazlıtepe’de dönüşüm. Şimdilik askıda oradaki hayatlar. Bir yandan herkesi etkileyen sebeplerle yoksullaşıyor, bir yandan mahallelerine ilişkin belirsizliği taşıyorlar sırtlarında ve yüzlerinde.

  • * *

Şu söylediğim biraz tuhaf gelecek kulağa. Enkaz altında kalmış insanların hangi partiden olduğuna bakmadı hiç kimse. Doğru olan buydu. Ama kentsel dönüşümle yoksul mahalleler devlet eliyle yıkılırken yaptığımız şey tam olarak buydu. Herkes kendi mahalle büyüğünden umsun ne umacaksa dedik. Çoğunluğu muhalif olduğu için kolayca örgütlenen mahalleler kendilerini koruyabildiler bazı örneklerde, bazen de kaybettilerse bile diğerlerinden daha iyi sözleşmeler yapabildiler. Ama AKP’nin çoğunlukta olduğu mahalleler örgütlenemediler ya da geç örgütlendiler. Fakat onlar kaybettiklerinde kaybeden yalnızca onlar olmadı. Yazık ki herkes kaybetti.

Deprem sonrası dayanışma bize siyasi kutuplaşmanın toplumsal kutuplaşma boyutuna varmadığını, yani aslında yüzeysel bir çekişme halinden ibaret kaldığını (neyse ki) gösterdi. Ancak ne kadar yüzeysel olursa olsun iktidarın bile isteye yarattığı siyasi fay hatları yalnızca ağzımızın tadını kaçırmakla kalmıyor. Kötü günlerimizde birbirimizden esirgemediğimiz dayanışma enerjisi, görece iyi günlerimizde sönüp gidiyor. Kim bilir hangi ihtimaller akla bile gelmeden siliniyor bu yüzden.

Asıl meseleye gelince… Bence manzara çok açık. Şehirlerimizin depreme hazırlıklı olmamasının sebebi AKP’nin yaptığı kentsel dönüşüm projeleridir. Bu projeleri gerçekleştirmek üzere geliştirdiği yöntemler insanların yalnız “kentsel dönüşüm” fikrine değil, devletin herhangi bir kurumuna güvenmemek için yeterinden hayli fazla gerekçe biriktirmelerine sebep oldu çünkü. Hem yerel hem merkezi idareyi elinde bulundurmanın avantajıyla AKP bunca yıldır yıkıcı bir deprem olması ihtimali üzerinden yaşanabilecek topyekûn bir dönüşümü, kendi eliyle sahnelediği yapay ve süreğen bir dizi deprem halini alan kentsel dönüşüm sürecinde adeta bozuk para gibi harcadı. Mahalleler kendilerini koruyorlardı, odalar da kamuyu. Kentsel dönüşüme değil, AKP’nin rant arzusuyla, şehvetiyle yarattığı küçük depremlere karşı savunuyorlardı şehirleri. Şimdi yaptıkları utanmazca propaganda da “hem suçlu hem güçlü” bir iktidarın kendi yarattığı felaketi bile bir fırsata çevirme iştiyakından ibaret. Her halleriyle veriyorlardı bu mesajı ama depremden beri ortaya koydukları her performansla iyiden iyiye haykırıyorlar. Diyorlar ki, “Ey ahali, yaptıklarımız yapacaklarımızın, dediklerimiz diyeceklerimizin garantisidir. Bir kez daha yaklaşıyor seçme vakti. Şu ana kadar yaptıklarımla kotardığım manzaraya bak ve karar ver: Hayatı mı seçeceksin beni mi? Yaşamaya devam etmekten yana mısın, benden yana mı?” Bu mesajı daha açık nasıl verirlerdi bilmiyorum.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.