Adıyaman’da hayat artık çadırlarda devam ediyor. Merkezdeki binaların neredeyse yarısı yıkılmış, kalanı ise hasarlı. Birçok bölgede çadır kentler kuruldu, kurulmaya devam ediyor. Bölgesel kurulan çadır kentlerin aksine mahalle aralarında düzensiz çadırlara rastlamak mümkün. Evlerini terk etmek istemeyen, evlerinin içinde eşyaları, paraları bulunan vatandaşlar yakın yerlerde çadırlarını kuruyor. Su olmadığı için vatandaşlar duş alamıyor. Hangi çadıra girsem insanlar hep aynı problemi dile getiriyor: “Su, tuvalet yok.”
Selam verdiğim herkes öksürüyor, neredeyse herkes hasta ve bunu sürekli dile getiriyorlar: “Hepimiz gribiz kızım, çok yaklaşma bize.”
Depremin ilk günlerine göre Adıyaman’da sıcaklık normal seviyelerde ancak şubat ayındayız. Akşamları hâlâ soğuk ve vatandaşlar geceleri sürekli uyanıp sobaya odun attıklarını söylüyorlar. Yine ve yine aynı konudan ısrarla, bıkmadan bahsedeceğim. Tuvalet sıkıntısı devam ediyor. Bazı vatandaşlar kendi imkânları ile çadırlarına yakın bir mesafede tuvalet kurmuşlar. Tuvalet dediğime bakmayın lütfen etrafı naylonla kapatılmış, çukur açılmış bir tuvaletten bahsediyorum. Bir çadırda kullandıkları tuvaleti bana gösteren kadına bakıyorum, söyleyecek söz bulamıyorum:
“Ne yapalım kızım, nereye gidelim. Başka çaremiz yok. Var olan tuvaletler buraya çok uzak, gece vakti nasıl kalkıp gidelim.”
Vatandaşlar, geceleri uyanıp sobaya odun, bulabilirlerse kömür attıklarını, yaklaşık 20 gündür duş alamadıklarını söylüyorlar. Mahalle aralarında düzensiz olarak kurulan çadır bölgesine konteynerler eşliğinde su geliyor. Bu suyu bulaşık, çamaşır ve yüz temizlikleri için kullanıyorlar. Ancak su getiriliyor olması su sorununun olmadığı anlamına gelmiyor. Çadır kentlerde de su arada sırada verildiği için tuvaletleri kullanamadığını söylüyor vatandaşlar. Bu nedenle vatandaşlar su ve tuvalet konusunda ne yapacaklarını bilmiyor.
Öte yandan birçok noktada çeşitli kurumlar tarafından ücretsiz yemek dağıtılıyor. Vatandaşlar kurumların önünde sıraya girerek yemeklerine ulaşabiliyor. Ancak insan sayısı çok fazla ve bu nedenle yemeğe ulaşma süresi uzun oluyor. Konuştuğum bir vatandaş, “Yemeğimizi alıp gidene kadar bir sonraki yemek vakti gelmiş oluyor” diyor, elinde tuttuğu plastik kaptaki yemeği göstererek.
Çadırda yaşayan vatandaşların en büyük korkusu yağmur. Çünkü yağmur yağarsa kurdukları bütün düzenin bozulacağını düşünüyorlar. Bu nedenle uzun vadede çadırda kalmak istemiyorlar, konteynerde yaşamak istiyorlar.
Karapınar’da mahalle arasında kurulan çadırları geziyorum. Sorunlarını soruyorum, ilk defa duyduğum sorunlar değil bunlar. Yemek yiyen bir ailenin yanına ilerliyorum. Rıza Torun ile konuşuyorum.
Rıza Torun, mahallesinde yaklaşık 20 çadır olduğunu ve bunların hepsinde tuvalet sorunu olduğunu söylüyor, tıpkı diğer vatandaşlar gibi:
“Bizim bu muhitte 20 tane çadır var. Bunların bir tuvaleti yok. Hiçbiri de evlerine giremiyor. Kadınların ortada tuvaletini yapması ayıptır. Camilere gidip orada tuvalet ihtiyacını karşılıyorlar. Cami de bu muhitte yok, uzaktaki camiye gidiyorlar.”
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
“Devlet bize tuvalet getiremiyorsa bizim işimiz yaş”
Rıza Torun, depremde hasar alan binasına hafif hasarlı raporu verilmesine duyduğu öfkeyi şöyle dile getirdi:
“Evlerin durumu da böyle, bu evlere hasarsız raporu vermişler. Merdivenden yukarı çıkılmıyor. Allah göstermesin, merdivenden yukarı çıkarken bu duvar üstüme yıkılsa ne olacak? Merdivenler çatlak. Buna ‘hafif hasarlı’ diyorlar. Bu devletin bizim arkamızda durması lazım. Hepimiz 18 ay askerlik yaptık. Bu memlekete hizmet ettik, vergi ödedik. Eğer devlet bize bir tuvalet getirmiyorsa işimiz bu devlette yaş. Bu halk 15-20 gündür duş almadı. Duşu nerede alacak? Kim cesaret edebiliyorsa gitsin bu evde banyo yapsın.”
“Gidecek bir yerimiz yok”
Aile apartmanında kalan Songül Torun da evinin girilemez halde olduğunu söyledi:
“Merdiven çökmüş, duvarlar gitmiş. Eve giremiyoruz, banyo yapamıyoruz. Tuvalet yok. 20 gündür banyo yapmadık. Bu çadırda sürünüyoruz. Evimize ‘hafif hasar’ vermişler. Kapının önünden geçmeye korkuyoruz. Biz nasıl bu eve gireceğiz? Yine bir deprem olursa ve altında kalırsak bunun hesabını kimden soracağız? Rezillik bu. Çok zor şartlarda yaşıyoruz.”
Songül Torun, evini bırakıp gitmek istemiyor çünkü gidecek yeri yok:
“Siz diyorsunuz ya ‘Başka yere gidin, burada durmayın.’ Bizim gideceğimiz bir yer yok. Evimiz, eşyalarımız her şeyimiz burada. İnsan gidemiyor da. Evimizi bırakamıyoruz. Burada bekliyoruz, bakalım ne olacak. Bu çadırı yeni aldık. Ondan önce arabalarda uyuyorduk.”
İnsanlarla konuştukça etraf kalabalıklaşıyor. Gören kendi derdini anlatmak için geliyor, ben de dinliyorum. Bir aile o kalabalıktan beni alıp çadırına götürüyor. Kendimi çay içerken buluyorum.
“Yaşam çok zor geçiyor, rezil olmuş durumdayız” diyor bir vatandaş, sözlerine şöyle devam ediyor:
“Çok zorlanıyoruz, 20 gündür suyumuz yok. Elektrik bazen gidip geliyor. Tuvalet ihtiyacını gideremiyoruz. Yemek yapamıyoruz. Her konuda çok zorlanıyoruz. Kaygılıyız, acılıyız. Çok büyük yaralar aldık. Arkadaşlarımızı ve yakınlarımızı kaybettik. Devletten fazla bir destek görmedik ama gönüllüler çok fazla yardım etti. Allah ayaklarını taşa değdirmesin onların.”
Çaylar tazelendikten sonra aynı aileden başka bir vatandaşla konuşuyorum. Çadırda yaşamı anlatıyor:
“Çadırda yaşam gördüğün gibi, soba olsa bile şimdiye kadar hava soğuktu. Eksilere düşüyorduk, gece çocuklar üşümesin diye kalkıp sobaya odun atıyorduk. Evlerimize giremiyoruz. İmkânı olan, akrabası olan gitti. Bizim gibi garibanlar da ne yapsın? Çaresizlikten burada kalıyoruz. Ne yapacağız ne edeceğiz onu da bilmiyorum. İşyerimiz vardı o da yıkıldı. Gelir kaynağımız yok artık.”
Dört çocuk okuttuğundan bahsediyor, çocuklarının geleceği konusundaki kaygılarını dile getiriyor:
“İlkokuldan üniversiteye kadar hepsi okuyor. Büyük çocuğum şehir dışında okuyor. Bölümü açılmış oraya gidecek. Çocuğuma harçlık veremeyeceğim. Bir baba olarak çocuğuma harçlık verememek çok zor bir durum. Onun kaygısını yaşıyorum. Bilmiyorum ki ne olacak. Ne diyeceğimi de bilmiyorum. Kendi canımı zaten düşünmüyorum. Çocuklarımı düşünüyorum. Nasıl geçindiririm, nereye sığınırım onu da bilmiyorum. Aklım şu an durmuş. Hâlâ depremin psikolojisini atamadım. Bir şekilde yaşayacağız ama nasıl yaşayacağız onu da bilemiyorum.”
Çadırdan ayrılıyorum. İlerlerken yaşları genç bir grup gözüme takılıyor, yanlarına gidiyorum. “Okuyor musunuz?” diye soruyorum. “Okuyorduk” diye cevap veriyorlar.
Muhabbet ilerledikten sonra üniversite sınavına hazırlanan bir genç sözü devralıyor. Lise hayatının koronavirüs salgını ile geçtiğini, üniversiteye gitmek için çalışırken deprem gerçeğiyle yüzleştiğini söylüyor:
“Ne yapayım ben? Liseyi pandemi ile geçirdim. Üniversiteye gidecektim deprem oldu. Biraz umudum vardı artık o da kalmadı. Üniversite okusam ne değişecek?”
Diğer gençlerle de konuşuyoruz. Söylemleri neredeyse aynı, gelecekleri konusunda kaygılılar. Nereye gideceklerini, nasıl okuyacaklarını bilmiyorlar:
“Bütün arkadaşlarımı, ailemi, yakınlarımı kaybettim. Nasıl ders çalışayım? Çalıştım diyelim ne yapacağım? Bir beklentim, umudum kalmadı ki.”
Gençler depremden çok fazla etkilendi. Çocuklar deprem gerçeğinin henüz farkında değiller. Ancak gençler bu gerçekliği ve yaşadıkları felaketi anlayabiliyor:
“Yaşadığımız çadıra bak. Burada ne geleceğinden bahsedelim? Akşam yemeği yemek için öğle vakitlerinden sıraya giriyoruz. 20 gündür duş almadım, bütün kitaplarım evin altında kaldı. İnsanlar burada yaşam mücadelesi verirken ben test mi çözeyim?”
Gençlerle muhabbet ettikten sonra yanlarından ayrılıyorum. Mahalle aralarına ilerledikçe çadır sayısının daha az olduğunu görmek mümkün. Bir çadırın içine giriyorum, kazanlarla yemek yapılıyor ve insanlara dağıtılıyor. Bir aşçı var, depremden sağ kurtulan vatandaşlar da aşçıya yardımcı oluyor. Aşçı ile konuşuyorum, 15 gündür bölgede olduğundan ve insanlara yemek yaptığından bahsediyor.
Yemek vakti değil ancak yemekler neredeyse hazır, vatandaşlar içeri girip “Yemek hazır mı?” diye soruyor, aşçı “15 dakika daha bekleyin” diyerek cevap veriyor. Çadırdan çıkıp yemek için bekleyen vatandaşların yanına gidiyorum. Aşçıya gönüllü olarak yardım eden bir vatandaşla konuşuyorum:
“Gece havanın soğuk olması çadırda yaşayan herkesi etkiliyor. İlk birkaç gün çok sıkıntı yaşadık. Şu an biraz daha iyiye gidiyor. Bir hayatı devam ettirmek için başka insanların neye ihtiyacı varsa burada yaşayan herkesin o şeylere ihtiyacı var. Şu anda bir boşluk içerisindeyiz, Allah sonumuzu hayretsin.”
Vatandaş, şehri terk etmenin bir çözüm olmadığını, tekrar ayağa kalkmak gerektiğini vurguluyor:
“Giden vatandaşlarımızın hepsi geri gelecek. Bu memleketi tekrar ayağa kaldıracağız. Sıfırdan başlamak gerekirse sıfırdan başlayacağız.”
Ve ekliyor:
“Gitmek çare değil, burada doğduk büyüdük. Dışarıya gidip nasıl yaşayacağız?“