Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ne oldu, neden oldu, şimdi ne olacak? | Ruşen Çakır izleyicilerle değerlendiriyor

Türkiye siyaseti Meral Akşener’in Altılı Masa’dan kalkmasıyla sarsıldı. Millet İttifakı, dört buçuk saat süren toplantının ardından dün (4 Mart) ortak açıklama yayımladı. Açıklamada “6 Mart Pazartesi günü tekrar Saadet Partisi’nin ev sahipliğinde bir araya geleceğiz. Ortak bir anlayışa ulaştığımız 28. Dönem TBMM ve 13. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortak cumhurbaşkanı adayımız ve geçiş süreci yol haritası konusunda nihai açıklamayı kamuoyu ile paylaşacağız” denildi.

Altılı Masa neden dağıldı? Peki şimdi ne olacak? Meral Akşener ve İYİ Parti yoluna nasıl devam edecek? Seçimlerde hangi ittifakın şansı daha fazla?

Ruşen Çakır, Medyascope izleyicilerinin sorularını yanıtladı.


Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir


Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. İlginç günlerden geçiyoruz, zor günlerden geçiyoruz. Çok karışık şeyler oluyor ve herkes bunları bir yerinden açıklamaya, anlamaya çalışıyor. İşte bugün sizlerin de katılımıyla Meral Akşener’in yaptığı o büyük kopuş açıklamasını, neden yapmış olabileceğini, bunun nelere yol açabileceğini berâber tartışmak istiyoruz. Bunu nasıl yapacağız? Benim ve Medyascope’un YouTube sayfalarında, orada canlı yayının chat bölümünden sorularınızı, yorumlarınızı, eleştirilerinizi dile getirirseniz birlikte bu olayı konuşalım. Konuşacak çok şey var. Şu âna kadar cuma gününden bu yana çok şey yazıldı, çizildi. Değişik senaryolar ortaya atılıyor, değişik analizler yapılıyor ve bunların hemen hemen hepsi akıl yürütme üzerinden yapılan şeyler. Kulis bilgisi diye anlatılan şeylerin büyük bir kısmı birbiriyle çelişiyor. Örneğin dün ilginç şeyler oldu. CHP’li belediye başkanlarının Meral Akşener’e ziyârete gideceği söylendi; önce 10 başkanın, sonra 2 başkanın vs. — hiçbirisi olmadı. Şimdi bundan sonra ne olacağı, tekrar bir yumuşama olup olmayacağı, pazartesi günkü yani yarınki toplantıya Meral Akşener’in katılıp katılmayacağı… bütün bu soruların hepsi ortada duruyor, cevaplanmayı bekliyor. Ve tabiî ki seçime de çok az bir süre kaldı. Henüz resmîleşmese de 14 Mayıs’ta olacağını varsayıyoruz. O zamâna da 10 hafta gibi bir zaman kaldı. 
Önder Yazar: “Masa toplantısında neler oldu, en ince ayrıntısına kadar biliyoruz; ama İYİ Parti’deki toplantıda neler oldu ve nasıl bu kadar fâcia bir sonuca karar verildi, bilmiyoruz. Yoksa biliyor muyuz?” İYİ Parti’deki toplantı hakkında da bilgilerimiz var. Çok hızlı bir şekilde, hemen hemen herkesin dâhil olduğu bir şekilde bu karar alınmış. Beş dakikada alındığını öğrendi arkadaşlarımız. Bu anlamda İYİ Parti’de çok büyük bir çatlak şu aşamada gözükmüyor. Ama bundan sonra, bu halleriyle bunu taşıyabilirler mi açıkçası çok emin değilim. Şu aşamada tabandan birtakım istifâlar olduğu, parti üyeliğinden istifâ edenler olduğu söyleniyor. Bir Ankara milletvekili istifâ etti, sonra geri çekti. Şu hâliyle bakıldığı zaman, İYİ Parti’de hafif bir çalkantı var; ama esas olay önümüzdeki bir iki hafta içerisinde belli olacak. Çünkü şu hâliyle bir belirsizlik var. Tekrar Masa’ya oturulacak mı? Yoksa nasıl bir çizgi izlenecek? Partinin kendisi mi aday çıkaracak? Bütün bunlara bağlı olarak partiden kopmalar olma ihtimâli yüksek. Hangi derecede olur bunu kestiremiyorum; ama özellikle partiye MHP’den gelmeyen, siyâsete daha yeni başlayan ya da merkez sağ ve soldan gelen isimlerin şu andaki statükoyla yola devam etmelerini açıkçası pek beklemiyorum.  
Elif Korhan demiş ki: “Siz iflâh olmaz bir iyimsersiniz. Lütfen bize iyi bir şeyler söyleyin. Çok ihtiyacımız var” demiş. Ben de geçen, bu olayın ardından yaptığımız ilk yayında burada Gülçin ve Gökçe’ye şunu söylemiştim — bayağı da ilgi gördü: “Nasıl olacağını bilmiyorum; ama Erdoğan kaybedecek” dedim. Nasıl olacağını bilmiyorum ve bilmek giderek zorlaşıyor, onun farkındayım. Fakat normal şartlarda Erdoğan’ın kazanma imkânı olmayan bir seçim söz konusu idi. Ve bundan önce yaptığımız yayınların hemen hemen hepsinde, “Bu ancak bir mûcize ile olur. Bu mûcizeyi yapsa yapsa muhâlefet yapar ve muhâlefet bu mûcizeyi gerçekleştirmek için elinden geleni yapıyor” diye defâlarca söyledim. Bir başka husus ise, Erdoğan’ın artık halka, topluma, seçmene sunabileceği bir şey kalmadı; onun seçim stratejisinin temeli muhâlefeti parçalamak. Şu anda muhâlefet parçalandı. Bunu Erdoğan mı yaptı, kendiliğinden mi oldu hiç önemli değil; ama şu hâliyle Erdoğan’ın kazanma ihtimâlinin ciddî bir şekilde gündeme gelmesine tanık oluyoruz. Muhâlefet bunu toparlayabilirse işin rengi değişir tabiî. Ama şu hâliyle, ilk iki güne baktığımız zaman, pek toparlanacak gibi gözükmüyor. 
“Kılıçdaroğlu’nun aday olacağı belliydi. Neden son âna kadar Masa’da kalıp ânî ayrılış oldu acaba? Ben hâlâ Kılıçdaroğlu’nun kazanacağını düşünüyorum. Kaybeden İYİ Parti olmadı mı?” Kaybeden İYİ Parti oldu; ama Kılıçdaroğlu da kazanmış değil. Yani İYİ Parti ayrıldığı için Kılıçdaroğlu kazanmadı. Şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Kılıçdaroğlu’nun aday olacağı belliydi, ama Kılıçdaroğlu kendi adaylığını Masa’ya en son toplantıya kadar götürmemiş. Yani adaylığını tartıştırmamış. Hattâ Meral Akşener’le en son Altılı Masa toplantısı öncesinde pazartesi günü yaptıkları buluşmada hepimiz ne düşündük? Bir sonraki buluşmada, perşembe günü Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konuşulacak, tamam, biliyoruz. Pazartesi günkü buluşmada Kılıçdaroğlu’nun Meral Akşener’le kendi adaylığı hakkında tartışması beklendi; ama o buluşmada da Kılıçdaroğlu kendi adaylığını hiçbir şekilde Meral Akşener karşısında gündeme getirmemiş. Yani açık bir sırdı bu; fakat bunu Kılıçdaroğlu en son perşembe günü yapılan toplantıya kadar Masa’ya getirmemiş ve Masa’ya ilk getirişinde de Meral Akşener’in tepkisiyle karşılaşıyor. Böyle acayip bir durum var. Dolayısıyla bunu ilk günden îtibâren söylüyorum; geçenlerde Halk TV’ye çıktım bir istisnâ olarak, görenler olmuştur; orada da söylediğime birtakım izleyiciler kızmışlar. Ama hakkaniyetli olmak lâzım, Kılıçdaroğlu’nun bu süreci hiç de iyi yürüttüğü kanısında değilim. Kılıçdaroğlu’nun bunu yanlış yürütüyor olması, Meral Akşener’in yaptığının doğru olduğu anlamına gelmiyor. Yanlış daha büyük bir yanlışı doğurdu ve sonuçta herkesin kaybettiği bir tablo ortaya çıktı. Yani acayip bir şey. Zâten en acayip olan husus bu. Meselâ Meral Akşener bu kopuştan sonra bir hamle yapsa, diyeceğiz ki: “Koptu, ama şurada yoluna devam ediyor”. Ama gittiği bir yer yok, yaptığı bir şey yok, söyleyebildiği bir şey yok. Bu başlı başına büyük bir sorun.
Burcu Berent diyor ki: “İYİ Parti’nin çıkışının ardındaki temel motivasyonun Kürtler’e muhtaç olmama olduğunu düşünüyorum. Ne dersiniz?” Bunu dile getiren çok kişi var. Bu olayın bir yönü olabilir; ama tek yönü olduğu kanısında değilim. Başka hususların olma ihtimâli de yüksek. Meselâ demin söylediğim: Adaylığın, Kemal Kılıçdaroğlu’nun isminin kendilerine dayatılmasından duydukları rahatsızlığı yabana atmayın. Burada tabiî şöyle de önemli bir detay var: Kılıçdaroğlu Masa’daki diğer dört partiyi arkasına alarak bir dayatma yaptı. Yani öyle görüyor İYİ Partililer. Onu da atlamamak lâzım. Ama Kürtler’e muhtaç olmama meselesi tabiî ki kilit bir olay. Burada, Altılı Masa’da İYİ Parti’den kaynaklanan sorunların büyük bir kısmının Kürt sorunu ve HDP ile ilişki üzerinden olduğunu biliyoruz. Ama bu da halledilemeyecek bir mesele değildi. Bir şekilde halledilebilirdi. Ama tabiî sonuçta kopmak istendiği zaman bu da bir gerekçe olarak ortaya atılabilir.
Neslihan Hanım demiş ki: “Meral Hanım kendi ayağına sıktı bence. Çok saygısızca davrandı”. Kendi ayağına sıktı, intihar; bu benim de ilk aklıma gelen şeylerden birisi ve çok sayıda kişiden bunu duyuyoruz. Meselâ bugün bizde Arzu Yılmaz’ın yazısı, Kemal Can’ın yazısı böyle. Diken’de Murat Sevinç böyle yazdı. Bekir Ağırdır yaptığı ilk değerlendirmede “intihar” demiş. Başkalarında da var. Bu doğru. İYİ Parti’nin buradan hiçbir şey kazanabileceğimi sanmıyorum açıkçası. Kazanabileceği çok şeyden de ferâgat ettiğini görüyorum. Ama niçin yaptı? Ortada bir şey yok. Hani “Burayı bıraktı, ama şurayı kazandı” diye bir olay yok. Meselâ diyelim ki Millet İttifâkı’ndan ayrılıp Cumhur İttifâkı’na geçse, belki onu tartışabiliriz. Ama Cumhur İttifâkı’na da geçmeleri pek mümkün olacak gibi değil. Dolayısıyla kendi başına kaldı. Ve bu anlamıyla baktığımız zaman, evet, kendi kendine ettiği bir kötülük. Bunu özellikle vurgulamak lâzım. 
Şenay Tekin: “Parti bağı olmayan insanlar ne düşünüyor diye düşünmeden fanatikler her konuda sertçe ahkâm kesiyor. Bıktık artık” demiş. Zâten Meral Akşener’in bu yaptığının kendisi açısından en büyük sakıncası bu. Şöyle söyleyelim: Hepinizin yakınında, tanıdığı, hattâ siz izleyenlerin içerisinde de İYİ Parti’ye oy vermiş ya da oy vermeyi düşünenler var ve bunların hepsi de İYİ Parti’nin kökeni olan MHP’den gelen insanlar değil. Hattâ MHP’den gelen insanların da birtakım beklentileri var İYİ Parti’den ve Meral Akşener’den. Bunların bence başında ilk olarak, ülkedeki mevcut Erdoğan iktidârının değiştirilmesi ve İYİ Parti’nin bunda önemli bir rol oynaması geliyor. İkincisi; İYİ Parti’nin daha ılımlı, merkezde bir yerde olması geliyor. Dolayısıyla bu yapılan hamleler, bu son yapılan çıkış bu iki beklentiye de cevap vermiyor. Çok fazla ideolojik gibi görülüyor. Parti kimliği üzerinden yapılan bir çıkışmış gibi görülüyor. Yani burada söylenen şeyler: “Bize dayattınız. Bizim hukukumuzu hiçe saydınız” vs. gibi argümanlar sokaktaki İYİ Parti’nin kendi hâlindeki seçmenini çok fazla ilgilendirmiyor. Dolayısıyla buralardan çok büyük kopuşlar olacağını düşünüyorum. Eğer geri dönmezse, İYİ Parti tek başına seçime girerse, bence çok ciddî bir oy kaybına uğrayacak. Bunu artırabilme, bu yaptığı hamlenin ona fazladan oy getirme ihtimâli hiç yok. Ve bu yaptığı hamlenin ona oy kaybettirme ihtimâli, özellikle İYİ Parti’ye olan ilgileri ideolojik olmayan, daha pratik ve pragmatik olan kesimlerde büyük bir hayal kırıklığına yol açmış durumda. Hepiniz bunu bir şekilde herhalde ilk günden îtibâren gözlüyorsunuz. 
Muharrem Palaz: “Akşener’in masadan ayrılması bir anda olmadı. Bunun emâreleri birkaç hafta önceden başlamıştı. Özellikle FOX TV’deki açıklamaları ayrılacağına işâretti. Bu ayrılma kararı planlı bir hareket miydi?” Bakın, bunların hepsinin işâretler olduğu doğru. Bu işâretleri siz gördünüz, Kemal Kılıçdaroğlu da gördü, herkes gördü. Dolayısıyla Akşener’in kalması için bu işâretleri görüp birtakım tedbirler almaları gerekiyordu. Ama bunu yapmadılar. Yani Akşener’in FOX TV’deki “Kazanacak aday” açıklaması, depremin ortasına düşmüş bir açıklamaydı biliyorsunuz. Hattâ onunla ilgili bir yayın yapmıştım: “Kaldığımız yerden devam ediyoruz” diye. Bu tartışma kolay kolay biteceğe benzemiyordu ve orada bir işâret vermişti. Onu perşembe günkü toplantıya da taşıdı. İlginç olan şu: Herkesin duruşu biliniyor, sürpriz değil. Burada sürpriz olan, bunun bu kadar büyük bir kopuşa yol açması. Herhalde Kılıçdaroğlu ve diğer parti liderleri Akşener’in kalkmayacağını, ne yapıp ne edip, “bağrına taş basıp” diyelim, kabul edeceğini ya da biraz daha ayak sürüyüp sonra bir tartışma ve belki de pazarlık sonrası kabul edeceğini düşündüler. O kadar açık ve net bir tavır beklemiyorlardı galiba. Şu âna kadar hiç kimse açık bir tutum almadı. Ama herhalde o ve onun gibi sonradan partiye dâhil olanların ve özellikle de İYİ Parti’nin iktidar ortağı olması üzerinden kendilerine bir perspektif çizenlerin durumu herhalde bayağı sıkıntılıdır. Büyük bir ihtimalle olayın hallolmasını bekliyorlardır ve belki ellerinde imkân varsa bunun için de uğraşıyorlardır, yani bir tür tekrar bir barışma, anlaşma zemininin yaratılmasına. Ama bunun olmayacağı anlaşılırsa o zaman bir yaprak dökümü olabilir. 
İlker Kaçmaz: “Ersan Şen olayı gerçek mi? Eğer böyleyse İYİ Parti’nin B planı bile yokmuş diyebilir miyiz?” Ersan Şen olayı gerçek maalesef. Acayip bir şey. Bunun B planıyla filan alâkası yok. Ama tam da böyle bir zamanda, yani siz cuma günü kopuyorsunuz, cumartesi günü bir televizyonda, zâten hayâtının önemli bir kısmını televizyon yayınlarında geçiren bir şahsın, “Elimi taşın altına koydum, aday olurum” demesini ciddîye alıp ona görüşme teklif ediyorsunuz. Yani birileri bize bir şey bahşediyor! Hani biz çok zor durumdayız ülke olarak, evet ülke olarak zor durumdayız; ama sanki böyle birisi kalksın da meselâ işte o Prof. Ersan Şen gibi, elini taşın altına koysun da bizi bundan kurtarsın diyormuşuz gibi bir hava oluyor. Hadi onun yaptığını anladık da –anlamıyorum ama, diyelim ki anladık– ama bunun İYİ Parti’de, bizzat Meral Akşener’de karşılık bulması çok acayip. Gerçekten işi iyice arabesk bir yere taşımış durumda. Zâten cumadan beri İYİ Parti peş peşe hatâlar yapıyor. Bu da komik bir hatâ olarak diyelim, târihe yazıldı. İsmail Saymaz’ın yazdığına göre çarşamba günü de görüşeceklermiş. Bakalım ne olacak? 
“Kılıçdaroğlu’nun 400 küsur milyar dolar konusunu yeniden dillendirmesi tesâdüf mü sizce, yoksa İYİ Parti’yle bir ilgisi var mı?” Var tabiî. Şunu diyor: “Ben bu konuda ısrarcı olduğum için bütün bunlar oluyor” anlamında yaptı o paylaşımı herhalde. Ama keşke bunları daha açık açık söylese. Yani şimdi ben bunu böyle yorumluyorum, herhâlde birçok kişi böyle yorumladı. Bunu bâri açıkça söylesin. Desin ki: “Bütün bu olayların arkasında bu milyar dolarlar konusundaki ısrârım var” ve tartışmayı öyle daha açık yürütelim. Bu hâliyle biz te’vil yoluyla yapıyoruz. Ama herhalde tesâdüf değil tekrar bu paylaşımı yapması. 
“Akşener şâhinleri Kılıçdaroğlu’nun adaylığına iknâ edemedi mi, inisiyatif kullanamadı mı?” — Ruken Kaya sormuş. Buradaki mesele sanki sadece şâhinler meselesi değil; kendisi de iknâ olmamış belli ki. Başından îtibâren Akşener’in de Kılıçdaoğlu’nu istemediğini düşünüyorum. Şâhinler de daha fazla bastırmış olabilir. Ama benim bildiğim kadarıyla İYİ Parti’de hemen hemen herkes, her kademeden insanların tercihi Kılıçdaroğlu değildi. Fakat eğer Masa’da Kılıçdaroğlu’nun adaylığı bir şekilde onaylanırsa, büyük bir çoğunluğu destek vermeye hazırdı. İstemiyorlardı; ama kerhen de olsa Kılıçdaroğlu için çalışabilecek durumdaydılar. Tercihleri Mansur Yavaş ya da Ekrem İmamoğlu’ydu. Meral Akşener olabilirdi; ama zâten Meral Akşener, “Ben aday değilim” diyerek geri çekildi. Buradaki mesele, İYİ Parti’de kimsenin ilk tercihinin Kılıçdaroğlu olmaması. Yoksa bir grup istemedi, diğerleri istedi gibi bir olay söz konusu değil.
Mehmet Kılıç demiş ki: “ ‘Aday ben olacağım, isterseniz Masa’dan kalkabilirsiniz’. Bu cümleye verilebilecek cevap neydi sizce?” Bu perşembe günü olan tartışmada, yani tam böyle denmemiş ama, “Biz 5 parti olarak imzâlarız” denmiş. Yani Masa’dan kalkabilirsiniz îmâsı yapılmış tabiî ki. Burada verilecek cevap… tabiî ki bir yığın cevap verilebilir. İlk akla gelen cevap, Masa’dan kalkmaktır; ama siyâset de ilk akla geleni yapmak değildir bence. Buna başka bir formül bulabilirlerdi ya da Masa’dan kalkarken bile yine birtakım kapıları açık bırakabilirlerdi. Yani Meral Akşener’in o yaptığı konuşma birçok şeyi kapattı. Hele Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ı aday olmaya çağırması çok sertti. Yani onu yaptıktan sonra CHP lideriyle bir daha böyle dostâne bir şekilde konuşabilmesi filan iyice zorlaşıyordu. Sonuçta tabiî ki Masa’daki atmosfer onu Masa’dan kalkmaya yöneltmiş olabilir; ama işin kolayına kaçmış diyelim, öyle diyelim.
Doğan Özkan: “Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın desteğiyle Kılıçdaroğlu açık ara kazanamaz mı?” Hayır. Yani açık arayı bırakın, kazanması bile çok zor. Şöyle düşünün: Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın oyu nedir? Diyelim ki en iyi ihtimalle %13-14. Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinin oyu nedir? %25 civârı. Diğer partilerin toplamları %3-4 ediyor. Yani topladığınız zaman ortaya %50 bile çıkmıyor. Yani bu hesaplara matematik olarak baktığınız zaman yetmiyor; hele açık ara hiç yetmiyor. Dolayısıyla burada İYİ Parti’nin bir şekilde dâhil olması gerekiyor ya da en azından ikinci turda İYİ Parti seçmeninin önemli bir kesiminin Kılıçdaroğlu’na oy vermesi gerekiyor. Yani hesapları öyle yaptığımız zaman göreceğiz.
Oğuzhan Tar: “Kemal Bey’in, ‘Masa’nın tüm bileşenlerinin onayı olursa aday olurum’ dediğini biliyoruz. Masa’nın en büyük ikinci ortağı İYİ Parti’nin onay vermemesi bunun için yeterli değil miydi?” Evet, bütün tartışma burada zâten. 5’e karşı 1 oldu ve 1 kendini dışlanmış hissetti, sonra da ayrıldı. Pazartesi günkü toplantıya büyük bir ihtimalle katılmayacak, öyle gözüküyor. Benim de konuştuğum kişilerden aldığım bilgiye göre katılmayacak. O zaman pazartesi günü 5 parti, Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını açıklayacaklar Ankara’da. Ondan sonra bakalım ne olacak?
Kemal Uyanık: “Bu ayrılık, muhâlefetin bir araya gelemedikleri için ortaya çıkan kaçak oylarının, İYİ Parti çizgisini bozmadığı takdirde AKP karşısında konsolide olması da, genel toplamda fark yaratabilir mi?’’ Bir kere şunu söyleyelim: Kafası karışık seçmen için muhâlefet seçeneği çok ciddî bir şekilde zedelendi. Muhâlefete ne deniyordu: “Daha bir aday seçemiyor” deniyordu. Şimdi, “Daha bir arada duramıyorlar” denecek ve dolayısıyla güçlü bir iktidar isteyenler için Millet İttifâkı câzibesini bayağı bir kaybediyor. Bundan da istifâde edecek olan tabiî ki Erdoğan. 
Fatih Çelik: “Ben merkezden gelen bir isim olarak ve İYİ Parti Kâğıthane Belediye Meclis Üyesi olarak liderimin yanındayım” demiş. Evet, başka çok kişinin aynı pozisyonu koruduğunu görüyoruz. 
Önder Nazım Önak: “İYİ Parti ve CHP arasındaki sorunun aday olmadığı, daha çok devleti dönüştürme konusunda anlaşmazlık olduğunu düşünüyor musunuz?” Evet, bu konuda çok yorum, değerlendirme var. Bunun payının çok ciddî olduğu muhakkak. Aynı şekilde Kürt meselesi de –ki zâten bunlar iç içe hususlar–; fakat şunu unutmayalım: İYİ Parti ve CHP eğer iktidâra tâliplerse, birlikte, birbirlerini tamamlayarak gelebileceklerdi. Diyelim ki bâzı kesimlerin CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na yönelik endîşeleri varsa –ki var–, bunları hafifletebilecek unsur olarak İYİ Parti ve Meral Akşener karşımıza çıkıyor. Aynı şekilde toplumdaki bâzı kesimlerin Meral Akşener’e ve İYİ Parti’ye yönelik endîşeleri var. Onlar da Kılıçdaroğlu’na güveniyorlar. Yani daha çok şöyle söyleyelim: Kılıçdaroğlu toplumun belli bir kesimine, İYİ Parti de hem toplumun belli bir kesimine hem de devlet yapılanması içerisindeki bâzı kesimlere ulaşabilen bir kişi olarak kabul ediliyor ve birbirlerini tamamlamaları söz konusuydu. Şu hâliyle ayrılık çıkınca, her ikisinin de çok ciddî eksikleri ortaya çıkıyor. Aslında birbirlerine muhtaç iki partiydiler –en azından bu süreçte– ve bu kopuşla berâber her ikisinin de bir ayağı sakat kaldı bana göre. 
“Kılıçdaroğlu ikinci bir Biden değil mi? Bu kadar genç nüfûsa yakışıyor mu? Almanya’dan selâmlar” demiş M. Oruç. İkinci Biden olabilir; ama Biden da seçildi biliyorsunuz. Yani dolayısıyla yaş tabiî ki önemli; ama pekâlâ seçilebiliyor da. 
İlkkan Kağan: “Mehmet Ağar ve Erkan Mumcu olayına benzemiyor mu?” Benziyor olabilir; ama artık çok da fazla oralara gitmeye gerek yok. 
Cem Çakmak: “Muhâlefetin bu olayından dolayı AKP-MHP geri oy kazanmış mıdır?”  Yani en azından moral olarak güçlendiler ve muhâlefete yönelik korkuları, endîşeleri azaldı. MHP’den ziyâde AKP kazanmış olabilir, MHP’den çok emin değilim. Yani bu hamleden dolayı İYİ Parti’den kopup MHP’ye giden pek olmaz. Bu hamleden dolayı İYİ Parti’den kopup, Altılı Masa’nın diğer partilerine yönelenler olabilir. Parti üyesi olarak olmayabilir belki; ama oy kullanma anlamında olabilir. 
Ayşe Durukan: “Meral Akşener ne istedi de alamadı?” Anlaşıldığı kadarıyla bu istek, pazarlık aşamasına henüz gelememiş bir şey. Öncelikle istediği, kazanacak aday ısrârı ve onun karşılığını alamadığı için ayrılmış oldu. Daha büyük pazarlıkları yapmaya bile zamanları olmadı anlaşılan. 
Jack Boman: “Ersan Şen’in durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?” demiş. Demin anlattım, bir daha anlatmayayım, değmez. Geç geldiniz herhalde yayına. Sonrasında bir ara, yayının başlarına bakarsanız, o konu hakkındaki, “Elini taşın altına koyan Ersan Şen” yorumumu da görürsünüz. 
Kadir Hacı Kurt: “Kılıçdaroğlu adaylığına esas karşı çıkış nedeninin, yumuşak geçiş istiyor olması ihtimâli hakkında ne düşünüyorsunuz?” Evet, bunu yazanlar çok var. Ben de gördüm. Bundan da demin bahsettik zâten. Burada sistemin bâzı güçleriyle kurulan ilişki meselesi var. Ama olayı şöyle bir basitliğe indirgemek bence çok abartılı olur: Kılıçdaroğlu çok radikal dönüşümler istiyordu, Meral Akşener istemiyordu, dolayısıyla Meral Akşener eliyle Kılıçdaroğlu’nun önü kesildi. Bunun belli anlamlarda doğruluk payı olabilir; ama bu bugünün meselesi değil. Bunun o kadar belirleyici olduğuna inanmıyorum. Şimdi olayı böyle sâdece bir derin devlet operasyonu olarak görmek yanlısı olan çok kişi olduğunun farkındayım, biliyorum. Doğruluk payı da olabilir. “Derin devlet” denen yapının İYİ Parti’de ve hattâ CHP’de uzantıları olma ihtimâli de hayli yüksek, bunu daha önceki birçok yayında da dile getirdik. Ama buradaki mesele esas olarak anladığım kadarıyla Kılıçdaroğlu’yla Akşener arasındaki bir mesele. Derin devlet ya da birtakım unsurlar bu aradaki gerginliği görüp bu kopuşa yatırım yapmış olabilirler. Ama ortada bir sorun vardı. O sorunu çözmeye çalışsalardı birçok şeyin önüne geçebilirlerdi. Dolayısıyla bu sorundan birçok güç istifâde etmiş olabilir. Onu özellikle vurgulamak lâzım. Bir diğer husus da tabiî ki Ekrem İmamoğlu’nun ya da Mansur Yavaş’ın ya da Kemal Kılıçdaroğlu’nun ayrı ayrı cumhurbaşkanı olmaları durumunda geçiş süreçleri tabiî ki farklı olacaktı. Bunu biliyoruz, çok da konuştuk. Kılıçdaroğlu birtakım çıkışlar yaptığı için ona daha bir radikal kopuş atfediliyor. Mansur Yavaş’a daha yumuşak geçiş atfediliyor vs.. Bunların hepsi doğru. Zâten öteden beri ortada olan şeyler. Ama bu kopuşun esas belirleyicisinin bu olduğu kanısında değilim. 
Okan Kısa: “Bu konu ne kadar konuşulmasa da bu kadar hızlı Masa’yı dağıtmak fevrî bir çıkış olarak görülmemeli”. Görülmemeli, ama bir yanıyla da öyle. Yani bu kadar deneyimli bir siyâsetçinin, Meral Akşener kadar deneyimli bir siyâsetçinin çok daha dikkatli, ölçülü olması gerekirdi bence. Kopacak olsa dahi, en azından hâlâ bir kapı aralıkmış gibi bir hava yaratabilirdi. Hattâ sonradan yapılan yorumlarda görüyorsunuz: İYİ Partili yetkililer aslında kendilerinin kalkmadığını vs. söylemeye çalıştılar; çünkü bu pozisyonun kendilerini çok bâriz bir şekilde haksız duruma getirdiğini fark ettiler. Şunu söyleyeyim: İYİ Parti aldığı karârın doğru olduğuna inanabilir; ama bunu uygulama şeklinin yanlış olduğu konusunda İYİ Parti’de de benim gözlediğim kadarıyla bir eğilim var. 
Umut Şener: “Gelecek ve DEVA’nın AKP’den alacağı umulan oylar İYİ Parti’ye doğru kayıyordu. İYİ Parti bunu koruyabilir mi? DEVA ve Gelecek’e mi kayar, yoksa AKP’ye geri mi döner?” Evet, bu iyi bir soru. Koruyabilir kısmen. DEVA ve Gelecek’e gelir mi? Yani DEVA ve Gelecek üzerine çok konuştuk, ettik. Daha da konuşuruz. Ama onlar ikisi de ayrı ayrı, ama özellikle DEVA, tam beklentileri karşılayamadılar şu ya da bu nedenle. İYİ Parti’nin bu çıkışının özellikle DEVA için bir fırsat olduğu, DEVA’nın merkez sağ lider partisi olma iddiasını gündeme getirebileceği söyleniyor. Ama o konuda birçok fırsatı kaçırdı DEVA, onu da özellikle vurgulamak lâzım. Dolayısıyla AKP’ye geri döner mi bilmiyorum; ancak cumhurbaşkanlığı seçiminde AKP’ye, Erdoğan’a oy verenler olabilir. 
Volkan Köse: “Koray Aydın’ın Mehmet Cengiz ile görüştüğü iddia ediliyor” demiş. Biraz önce gördüm. Twitter’da Koray Aydın bunu çok net bir şekilde ve sert bir şekilde yalanladı. Ona özellikle bakmanızı söylerim. Yanılmıyorsam attığı 3 tâne tweet vardı. Bunu büyük bir yalan olarak tanımladı. 
Erdem Akdemir: “Meclis çoğunluğunu almadan Kılıçdaroğlu kazansa bile bir anlamı olacak mı? Muhâlefetin birleşmekten başka bir şansı var mı?” Bu soru çok önemli bir soru. Ama burada bir de şöyle bir soru var: İYİ Parti hâlâ bir muhâlefet partisi mi? İşte bu sorunun cevâbı önemli. Onu özellikle vurgulayalım.
“Bu ayrılma karârına İYİ Parti’de en çok sevinenler, baktığımızda eski milliyetçi kanattan çok, yeni girenler ağırlıkta gözüküyor. Bunlar siyâseti yeterince iyi bilmedikleri için mi, yoksa başka hesapları mı var?” Benim gözlemim böyle değil. Yeni girenlerin çok endîşeli olduğunu biliyorum. Onun için katılmıyorum buna. 
“Derin güçler mi devrede?” Demin bundan bahsettik. Onun için atlayalım.
Sarp Göktürk: “Umutsuzluğa gerek yok. Kılıçdaroğlu HDP desteğiyle birinci tura çıkar. İYİ Parti sağ muhâfazakâr bir aday çıkararak Erdoğan’a birinci turda gidecek sağ muhafazakâr oyları böler. Birinci turda seçilemeyen Erdoğan strese girer”. Peki ikinci turda ne olur Sarp Bey? Ondan sonrası karışıyor işte. İkinci turda diyelim ki İYİ Parti’ye oy vermiş olan seçmenler Erdoğan’a mı Kılıçdaroğlu’na mı oy verir? Yoksa sandığa mı gitmez? Bundan kim kârlı çıkar?
Can Doğan Tunç demiş ki: “Buradaki asıl durum, ayrılmadan ziyâde ayrılırken kullanılan üslûp” demiş. Tam demin bahsettiğimiz husus. Bu konuda Can Doğan Bey’le aynı düşünüyoruz.
İdris Yüknü: “Bütün mesele şu ki; geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı olacak, kanlı mı olacak, kansız mı olacak? Kılıçdaroğlu’nun temsil ettiği halk ve onun isteği çok net: Hesaplaşmak”. Bu bana abartılı geliyor. Çünkü aynı zamanda helâlleşme diye de bir stratejisi var Kılıçdaroğlu’nun. Hesaplaşmadan kastettiklerinin neler olduğunu biliyoruz. O ayrı bir şey. Bu, “sert yumuşak”, hele “kanlı kansız”… böyle şeyler; yani “sert yumuşak” olur da, ”kanlı kansız”… böyle şeyler konuşmamak lâzım. Onu özellikle vurgulayayım. 
“HDP’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılma ihtimâli hakkında ne düşünüyorsunuz? Bunun etkisi ne olur?” — Zafer İrican. Deprem nedeniyle zâten bu olayı unutmuştuk. Şimdi iyice karıştı ortalık. Arada karambolde pekâlâ böyle bir karar çıkabilir. Ben çıkacağını sanmıyorum, ama çıkma ihtimâlinin yüksek olduğunu düşünenler var. Kapatılsa ne olur? Milletvekili seçimlerini çok ciddî etkiler. Çünkü HDP bir şekilde ya bağımsız girecek ya da bir başka parti listesinden girecekler ve en azından kazanacağı milletvekili sayısı azalır. Ama cumhurbaşkanlığı seçiminde tam tersi bir etki yapar. Kapatılan HDP’nin seçmeni çok güçlü bir şekilde Erdoğan’ın karşısındaki adayı destekler. Dolayısıyla böyle ikili bir durum söz konusu olur. 
Cem Çakmak: “Bir buçuk yıldır aday konuşmamış olamazlar bence. Bence başka bir şey var. Kaç yaşında insanlar” demiş. Cem Bey, inanın bana konuşmamışlar. Yani olamaz diyorsunuz, ama konuşmamışlar. Konuşmamışlar, o kadar.
Mehmet Karanfil: “B planı olarak çoklu aday devreye sokulamaz mıydı?” Evet, bu konuşuluyordu. Belki yeniden bir uzlaşma zemini olarak bu olabilir. Ama artık bu yaşanan kopuştan sonra, çoklu aday ortak alınan bir karar olma şansını da yitirdi, onu söyleyelim. Açıkçası çoklu aday iyi bir fikir değildi. Tek aday iyi bir fikirdi bana göre. Kimileri çoklu adayı savundular; ama parti liderleri de tek adayda ısrar ettiler. Önemli olan o tek adayda uzlaşabilmeleriydi. Evet, uzlaşamayınca çoklu aday devreye sokulabilirdi, ama artık o da olamıyor. 
Salih Bayhan: “Akşener, ‘Kılıçdaroğlu kazanacağına Erdoğan kazansın’ dedi”. Öyle demiş olabilir mi? Bilmiyorum yani. Neyse, bunu Salih Bayhan’ın görüşü olarak aktarmış olalım. 
Aslıgül Tütüncüoğlu: “Kılıçdaroğlu neden bu kadar kendi adaylığında ısrar ediyor?” Evet, en temel meselelerden birisi bu. Baştan beri bunu benimsedi, bunu yürüttü ve artık özellikle depremden sonra da kazanma ihtimâlinin iyice arttığını düşündü bence. Bunu bir hak olarak görüyor kendisinde. Bakıldığı zaman, o 6 partinin içerisinde en büyük parti o. Altılı Masa için en çok emek sarf etmiş olan o. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun aday olmak istemesi kadar normal bir şey yok. Ancak bunu oradaki ikinci güçlü partiyi iknâ ederek yapabilmesi gerekiyordu. O konuda izlediği strateji yanlış çıktı. O strateji ne? O güçlü ikinci partiyi bizzat muhâtap alıp onu gerektiğinde pazarlıkla iknâ etmek yerine; diğer 4 partiyi yanına alıp orada kendisini bir oy çokluğuyla benimsetme yolunu izledi — ki bunun yanlış olduğu ortaya çıktı. 
“İYİ Parti’nin ayrılmasına, seçim sonrası için devleti merkeze alan siyâset ile halkı merkeze alan siyâsetin çekişmesi diyebilir miyiz? Millet İttifâkı’nın partileri bunun neresinde duruyor?” — Emine Güvercin’in sorusu. Tabiî ki bu var; devleti merkeze alanla halkı merkeze alan siyâset meselesi. Ama şunu da kabul edin: CHP’nin o kadar da halkı merkeze alan bir siyâset yaptığına ben emin değilim. Meselâ dış politika konusunda, Kürt meselesi konusunda, birçok konuda CHP’nin duruşunun çok da böyle radikal olarak iktidardan kopuşlar sergilediğini görmüyoruz. Dolayısıyla şu hâliyle yaşanan mesele, devletin nasıl merkeze alınacağı meselesi bence daha çok. 
“Akşener en kötü ihtimalle kendisi aday olur, merkez sağı toparlar. İkinci tura kalsa da kalmasa da Kılıçdaroğlu’ndan çok daha iyi bir pozisyona gelir” — Spartan Gamer. Evet, nickname bu. En kötü ihtimalle kendisi aday olmaz. Akşener aday olmayacak. Merkez sağı toparlayamayacak. İkinci tura kalsa da kalmasa da Kılıçdaroğlu’ndan çok daha iyi bir pozisyona gelmeyecek. Kusura bakmayın, bütün argümanlarınıza karşı çıktım. Bunlara karşı çıkarken Kılıçdaroğlu’nun çok güçlü olacağını ve kesin kazanacağını söylüyor değilim. Ama Akşener bir daha cumhurbaşkanı adayı olmaz, milletvekili adayı olur, seçilir ve partisinin grubunun başında olur Meclis’te. Merkez sağı kolay kolay toparlayamaz. Bu çıkışı merkez sağı toparlamasına yardım edecek bir çıkış değildi. Kılıçdaroğlu’ndan daha iyi bir pozisyona şöyle gelebilir: Kılıçdaroğlu aday olur kaybeder, milletvekili bile olamaz; ama Meral Akşener milletvekili olarak partisinin başında olur. 
Kubilay Çelik: “İstanbul ve Ankara Belediye Meclisi’nde yönetim zâten zorken, şimdi daha da zor bir karar alma mekanizması olacak muhâlefet için. Sizce de öyle değil mi?” Olabilir, ama bunlar artık ikinci planda olan meseleler. Zâten orada muhâlefet –“muhâlefet” derken, yani AKP ve MHP– bayağı bir etkililer. Ama şu ânın meselesi o değil. 
Okan Ocak: “Altılı Masa’nın 4 zayıf bileşeninin vekil listelerinde İYİ Parti listesinden aday gösterilecek olması zâten Masa’nın dağılmasıyla sonuçlanmayacak mıydı?” Hayır, bunlara daha gelmemiştik, gelememiştik. 4 zayıf bileşenden kastettiğiniz partilerin hepsinin İYİ Parti listesinden aday gösterilmesi söz konusu olmayacaktı. CHP daha çok yükü üstlenecekti, öyle deniyordu. Oraya daha varamadan oldu bunlar.
“Yavaş çekim bir tren kazâsı yaşadık. Herkes gördü; ama hiç kimse hiçbir şey yapmadı”. Evet, tam da böyle oldu. 
Mehmet Salih: “2015’te MHP’nin yaptığının aynısı. Dejavü…” demiş. MHP ne yaptı? CHP’nin de dâhil olacağı koalisyon hükûmetinin kurulmasını engelledi ve AKP’yle işbirliği yaptı. Şu hâliyle baktığımız zaman, henüz iktidarla bir işbirliği görmüyoruz. 
Onur Sarıoğulları: “Bir kalk gez Ruşen Çakır. Ben hiç İYİ Partili görmüyorum çevremde. Nişantaşı’ndan mı oy alıyor İYİ Parti?” Onur Bey, siz nerede yaşıyorsunuz bilmiyorum; ama ben çok gezdim, gördüm. Meral Akşener’in faaliyetlerini de izledim ve bayağı da İYİ Partili gördüm. Yakın çevremde de İYİ Partili olan tanıdıklarım var. İlk girdiği seçimde %10 oy almış bir partiden bahsediyoruz. Onun için böyle şey yapmamak lâzım, yani İYİ Parti diye bir parti yokmuş gibi davranmanın bir anlamı yok. 
“Akşener başbakanlıkta İmamoğlu ile rakip olmak istemediği için Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını istememiş olabilir mi?” — Burak Poyraz. Bunlar çok uzun vâdeli meseleler. Olayın o vâde olduğunu sanmıyorum. Bunlar üst düzey analiz diyelim. Şu aşamadaki meseleyi açıklayacak bir akıl yürütme olduğu kanısında değilim. 
“İYİ Parti’nin ikinci turda Erdoğan’a oy verme olasılığı var mı?” — Celil Kaya sormuş. Bence yok. İYİ Parti’nin ilk turda aday çıkarması, şu günden bakıldığında, ikinci turda da seçmenini serbest bırakmasını bekliyorum. Kılıçdaroğlu’na ya da Erdoğan’a oy verme konusunda bir parti karârı almaları bana çok gerçekçi gelmiyor. Eğer bir lideri desteklemek durumunda kalırlarsa, bu da herhalde Kılıçdaroğlu olur; çünkü Erdoğan’a destek karârı verdiği andan îtibâren o partiden geriye çok fazla bir şey kalmaz. Benim düşüncem bu. Buradaki soru –bugünkü yazıda da zâten bunu yazdım–, en önemli soru şu: İkinci tura kaldığında İYİ Parti seçmeninin ne kadarı Erdoğan’a, ne kadarı Kılıçdaroğlu’na oy verecek? Ne kadarı sandığa gitmeyecek? Bunların hepsi, bu sonuç, Akşener için bir tür güven oylaması olacak. Onu özellikle vurgulamak lâzım. Bu konularda uzman kişiler, İYİ Parti oylarının nereye gittiğini herhalde ölçeceklerdir. İkinci tur sonrasında bunu konuşabiliriz. 
“Muhâlefet bölündü. Artık Erdoğan galip geldi. Hayırlı olsun” demiş, “Şöyle ki” mahlaslı izleyicimiz. Henüz erken. Erdoğan galip gelmiş değil. Bana göre galip gelemeyecek, ama tekrar söylüyorum; nasıl olacak bilmiyorum. Muhâlefetin bölünmüş olmasının Erdoğan’ın çok işine yaradığı muhakkak. Ama hâlâ ülkede, yani kamuoyu yoklamalarında, “Erdoğan’a oy veririm” diyenlerin sayısı %50’ye varmış değil. Bu olaydan sonra varır mı pek emin değilim, sanmıyorum. 
Necati Ceylan: “İYİ Parti seçmeni zâten Erdoğan karşıtı olduğu için muhâlefetin en kuvvetli adayına ya da Kılıçdaroğlu’na oy vermez mi?” Evet, demin bahsettiğimiz husus o. Ben de öyle tahmin ediyorum. İkinci tura kalındığında muhâlefetin adayına, yani Kılıçdaroğlu’na daha fazla oy verilecektir. Hattâ şunu da düşünüyorum: İlk turda milletvekili seçimlerinde İYİ Parti’nin alacağı oy muhtemelen İYİ Parti’nin cumhurbaşkanı adayının alacağı oydan fazla olacak. Yani milletvekili seçiminde İYİ Parti’ye oy verip, cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan ya da Kılıçdaroğlu’na oy veren hatırı sayılır bir İYİ Parti seçmeni olacak diye tahmin ediyorum. 
“Turhan Çömez için ne düşünüyorsunuz?” Turhan Bey ile ilk yayını yıllar önce biz yapmıştık –İngiltere’deyken–, ben yapmıştım. İlginç bir kişilik; değişik bir tür siyâsetçi — öyle söyleyelim. İYİ Parti’ye girmesi şaşırtıcı olmadı. Ama şu yaşananlardan herhalde zorlanıyordur. Birtakım açıklamalar yaptı: “Biz kalkmadık, diğer partiler Masa’dan kalktı” filan dedi, ama bunlar çok tatmin edici açıklamalar değil. Herhalde olayın bu noktaya gelmesini istemiyordu diye düşünüyorum. O da birçok İYİ Partili gibi iktidâra odaklanmış bir İYİ Parti’de olmayı tercih ederdi. Şu hâliyle İYİ Parti’nin bir iktidar odağı olma, iktidar hedefi kalmadı. Dolayısıyla Turhan Çömez ve benzerleri için zor bir dönem. 
Zeki Altunkaynak: “Akşener, Masa’dan kalkmak için bahâne arıyordu. Bunu da yaptı, çünkü sermâye çevreleri öyle istedi. Meral Hanım bu oyuna geldi” demiş. Bunu da daha önce konuştuk. 
“Ulusalcı, Türkçü, Milliyetçi, Putin destekli güçlerin etkisi ne kadar?” Hepsine ayrı ayrı mı bakalım, birlikte mi bakalım? Bilmiyorum yani, vardır herhalde.
“Biri 20 yıldır iktidar, diğeri 20 yıldır muhâlif. Körlerle sağırlar birbirini ağırlar” demiş “Bağımsız Düşünce”. 
“Mütereddid”: “Oy oranları illâki Beşli Masa’nın oylarının alt alta toplanmasıyla mı hesaplanıyor? Kararsızlar ya da AKP seçmeninden oy almak mümkün değil mi?” Tabiî ki mümkün, ama bunu yapabilmek için de bir güç gösterebilmeniz, bir câzibe merkezi olabilmeniz lâzım.
“İstihbâratların parmağı veya etkisi olabilir mi? Bugün Bursa-Diyarbakır maçında çıkan olaylar da bir bütünün parçası mı?” Bursa’daki Amedspor maçındaki olayların bununla alâkası olduğunu düşünmüyorum. Çok kötü bir şey tabiî yapılan, çok ırkçı bir saldırı söz konusu, onu bir not olarak düşelim. İstihbâratların parmağı veya etkisi olabilir mi? Yani gerek olduğunu sanmıyorum, istihbâratların parmağı, etkisi olsun filan. Zâten bir şekilde aralarında böyle bir sorun varmış, olmuş. 
“Gençler neden Kemal Bey’i istemiyor Ruşen Bey?” Ben böyle bir şey bilmiyorum. Yani gençler şunu istiyor, bunu istiyor diye bir şey var mı bilmiyorum. Herkes kendince, “Gençler şunu istiyor, bunu istiyor” diyebilir; ama benim bildiğim, ilk kez oy kullanacak seçmenler arasında yapılan anketlerde CHP bayağı güçlü çıkıyor. En son gördüğüm anketlerde böyleydi. Tabiî ki gençler Kemal Kılıçdaroğlu’nu yaşlı görebilir. Ama elimizde somut bir şey olduğu kanısında değilim. 
Mustafa Mıstık: “Özer Sencar bunun olacağını öngördü” demiş. Vallahi Özer Bey’le dün bir sohbet ettim. O da bayağı bir şey olmuş; yani evet, çok şaşırmış değildi, ama bu kadarını kimse beklemiyordu, onu söyleyelim. 
İlyas Açık: “ ‘Bana dayattılar’ demek yerine; ‘Biz istemiyoruz’ diyemez miydi? Gemileri yakması normal mi? Siyâsî manevra şansı yaratmıyor diye düşünüyorum. Rest değil, sanki yıkmak için bir hamle gibi”. Evet İlyas Bey, bunu başta konuştuk. Birtakım haklı nedenleri olsa da yaptığı çok yanlış bir hareketti. Ölçüsü çok kaçmıştı ve hiçbir kapıyı aralamadan gitti. Özellikle de iki belediye başkanını aday olmaya çağırması sorunlu bir hamleydi. Gerçekten çok abarttı, onu özellikle vurgulamak lâzım. Ve gemileri yakmış gibi oldu. 
Ruken Kaya demiş ki: “Bir Medyascope fanatiği olarak arabayı otoparka park edip oradan yazıyorum. Yazım yanlışları için kusura bakmayın” demiş, ama hiçbir yazım yanlışı yok. Ben oturduğum yerde daha fazla yazım yanlışı yapıyorum. Onun için hiç merak etmeyin. Çok sağ olun.
Bu arada şunu tekrar söyleyeyim: Medyascope’a desteklerinizi ricâ ediyoruz. Çünkü depremde nasıl bir performans sergilediğimizi tâkip edenler görmüştür. Hâlâ deprem bölgesinde arkadaşlarımız var, ilk günden îtibâren. Ve şimdi seçim dönemi başlıyor. Bu haftadan îtibâren Türkiye’yi dolaşmaya başlayacağız. Bunları yapabilmemiz için maddî imkânlarımızın elverişli olduğunu söyleyemem. Sizlerin desteğinize çok ihtiyâcımız var. Bir aksilik olmazsa tüm illerde halkın, adayların, yerel kanaat önderlerinin nabzını tutmak ve bunları sizlere aktarmak istiyoruz. Hattâ birtakım büyük illere 3-4 kere gitmeyi düşünüyoruz. Çok iddialı bir seçim kampanyası gazeteciliği hesaplarımız var.
Fatih Türkmenli: “Benim görüşüm: Meral Akşener, Bahçeli’nin Erdoğan üzerinde kurduğu baskıyı Kılıçdaroğlu üzerinde kurmaya çalıştı, ancak başaramadı ve bu yüzden Masa’yı dağıttı. Aynı fikirde misiniz?” Değilim. Bahçeli’nin Erdoğan üzerinde kurduğu baskıyı kurabilmesi pek mümkün olmaz. Çünkü orada bir iktidar var. Burada ortada bir şey yok. Burada birlikte inşâ edilecek bir iktidar vardı. Aralarındaki ilişkinin çok sıcak olduğunu düşündük; ama çok da fazla karşılıklı güvene dayanmadığını son hamleyle gördük. En şaşırtıcı olan buydu. 
Cem Hızlan: “Sayın Akşener ülkeyi aşırı sağcılardan koruyamayacağını anlayınca fedâkârca imhâ düğmesine bastı” demiş. Tam anlamadım. 
“İkinci tura Erdoğan ve Kemal Kılıçdaroğlu kalırsa kime oy vereceksiniz?” Bana mı soruyorsunuz? Ben bir gazeteci olarak –bâzıları tam tersini yapar– hiçbir zaman oyumu söylemem, söylemeyeceğim de. Onun için ortaya söylüyorsanız, izleyiciler kendi cevâplarını versinler. Gazetecilerin bu tür siyâsî konularda siyâsî tavırlarını belirlemelerini, oy verecekleri partiyi açıkça söylemelerini doğru bulmuyorum. Ama herkes o gazetecinin yazıp çizdiğinden, söylediğinden birtakım akıllar yürütebilir. Meselâ geçmişte kalan şöyle bir şey var: Bana “Yetmez ama evetçi” derler, ama hiçbir şekilde “Yetmez ama evetçi” değilim. Hattâ tam tersine, “Yetmez ama evet”i çok zavallı bir kampanya olarak görüp dalga geçmişliğimiz var; ama insanlar üzerinize böyle şeyler yapıştırabiliyorlar. Oy namustur; dolayısıyla herkes namusuna sahip çıkar, öyle söyleyelim. 
İsmail Savur: “Kararsız seçmen bu olaydan sonra yeniden Erdoğan’a döner mi?” Evet, böyle bir ihtimal var. Yani AKP’den kopmuşların içerisinde böyle bir ihtimal olabilir. 
Burak Barbaros: “Bu ayrılık Meral Akşener’in başbakan olma olasılığını %0’a indirir mi?” %0 biraz fazla. Yani şöyle söyleyeyim, daha önce birçok kere bunu söyledim, tekrarlayacağım: Meral Akşener’in başbakan olma hedefi çok akıllıcaydı. Şöyle ki; Millet İttifâkı’nın Erdoğan’ı sandıkta yenmesi durumunda –adayın kim olduğu ayrı– AKP’de yaşanması kuvvetle muhtemel çözülmeden en çok istifâde edecek olan parti İYİ Parti olacaktı ve İYİ Parti birdenbire %10’lardan %20 bandına tırmanma potansiyeline sâhip olacaktı seçimden sonra. Ve yapılacak ilk seçimde İYİ Parti’nin, AKP’nin gerilemesine paralel olarak iyice öne çıkması ve belki de birinci parti olma ihtimâli bence çok yüksekti. Ama şu hâliyle bakıldığı zaman, bu senaryoyu artık konuşmanın hiçbir anlamı yok. Çünkü İYİ Parti hem kendi iktidar olma iddiasından vazgeçti, hem de bu yaptığı hamleyle Erdoğan’ın kaybetme ihtimâlini azalttı. Yani seçim olacak ve İYİ Parti’nin desteklemediği Millet İttifâkı’nın adayı, diyelim ki Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a kaybedecek. Başkanlık Sistemi devam edecek. Erdoğan ve AKP, nereden bakarsanız bakın yeniden iktidarda olacak. Meclis’te kaç milletvekilleri olduğunun çok da fazla önemi olmayacak ve burada İYİ Parti bir daha böyle merkez sağın lideri vs. olma iddiasına asla ulaşamayacak. Dolayısıyla bundan da ferâgat etmiş oldu. 
İbrahim Öztürk: “HDP sizce alenen Beşli Masa’ya dâhil olabilir mi?” Hayır, olmaz. Onların da isteyeceğini sanmıyorum. 
“ ‘Her şeye rağmen muhâlefet kazanacak’ demiştiniz. Hâlâ aynı fikirde misiniz?” Evet, onu söyledim baştan îtibâren. Evet, aynı fikirdeyim. Ama nasıl olacak diye sorarsanız, henüz bir fikrim yok. 
Fatih Arman demiş ki: “Akşener Millet İttifâkı’nın ‘Bahçeli’si’ olmak istiyordu”. Katılmıyorum. Böyle bir şey olduğuna katılmıyorum. 
Atalay Mete: “Kazancı olmayan siyâsî hamle olamayacağına göre, buradaki kazanç nedir?” Evet Atalay Bey, buradaki sorun da bu, hiçbir kazancı yok. Onun için çok absürd. Yani sorun burada. Şunu diyemiyoruz: “Bunu yaparak CHP’den kendine oy kazandı” ya da “Bunu yaparak Erdoğan’ın kaybetmesini hızlandırdı” ya da şu, ya da bu. Kazanabileceği hiçbir şey gözükmüyor gerçekten.
Hasan Üstündağ da “Erkan Mumcu-Mehmet Ağar olayı”nı söylemiş. Yani bunların ben bile detaylarını unuttum. Çok da fazla anlamları yok bunların artık. 
Gökmen: “Tüm bu olanlar sonucunda muhâlefet seçimi kaybederse, muhâlif seçmen ne yapabilir artık?” Ne yapar? Yani bilmiyorum. Herhalde çok büyük bir hayal kırıklığı, kasvet… Türkiye’de kalıp kalmama konusunda tereddütte olanlar kalmama kararı verirler, hayâta geçirebilirler mi bilmiyorum. Ama kendini muhâlif olarak tanımlayan kesim için çok zor bir dönem başlayacak ya da var olan zorluklar katlanarak artacak.
Zekâi Biberoğulları: “Erdoğan karşısında bu seçimde herkes kazanacak adaydır” demiş. Değildir; o basitlikte olamıyor. 
Ahmet Gülen: “Olay sonrasında ‘Sağcılara güvenilmez’ yorumları geldi. Siz buna ne dersiniz?” Şimdi, “güvenilmez” yorumu fazla gelir. Ama şunu söyleyeyim: Sağcı olmadığıma bir kere daha memnun olduğumu söyleyebilirim. Küçük yaştan îtibâren solcu olmanın böyle bir şeyi var. En azından böyle şeyler yaşamıyoruz. Tabiî yaşadığımız çok kötülükler, yaptığımız çok saçmalıklar oldu; ama bu olayda en azından sağcı olmadığıma bir kere daha şükrettiğimi söyleyebilirim. 
“Ben en çok Meral Akşener’in Altılı Masa’yı Kurtuluş Savaşı öncesi İstanbul Hükûmeti’ne benzetmesine şaşırdım” demiş Nihat Mısır. 
“Gelinen bu noktadan sonra Kılıçdaroğlu’nun Sayın İmamoğlu’nu aday göstermesi en doğru yol olmaz mı?” demiş Oğuz Lale. Bunu bekleyenler var. Ama Kılıçdaroğlu’nun böyle bir şey yapma ihtimâli çok yok gibi gözüküyor. Muhtemelen yarın da zâten Kılıçdaroğlu’nun adaylığı açıklanacak. Yarın olağanüstü bir durum olup da Kılıçdaroğlu yerine Mansur Yavaş ya da Ekrem İmamoğlu adı Beşli Masa’dan çıkar mı? Çıkmaz. Çıkarsa bambaşka bir şey olur. Ne olur? Yine biz sizinle salı günü böyle uzun bir yayın yaparız. Bu olağanüstü bir şey olur; ama olmaz, öyle gözüküyor.
“Akşener’de biraz vicdan olsaydı bu Masa’yı bu kadar oyalamazdı. Daha erken ayrılsaydı. Millet bu kadar can kaybında, şimdi bu kadınla uğraşacak. Depremi unuttuk. Gündem Meral Akşener mi oldu?” demiş. Evet, öyle oldu. Depremi unuttuk. Zâten unutmak üzereydik, bu olayla iyice unuttuk. 
Evet, herkes bunu soruyor: “Hâlâ Erdoğan’ın kaybedeceğini düşünüyor musunuz?” Düşünüyorum. 
“İYİ Parti, Millet İttifâkı’ndan çekilmesiyle MHP ve AKP’den ayrılanlar için bir seçenek hâline gelmiş olabilir mi?” Sanmıyorum. Bakın, buradaki mesele şu: Ayrılıyorsunuz, ama bir perspektifiniz yok. Yani İYİ Parti ayrıldıktan sonra kendisi iktidar alternatifi olsa, dediğiniz olur. Ama şimdi İYİ Parti’ye niye gitsin insanlar? Niye oy versin? MHP ve AKP’ye oy verdiğiniz zaman yeniden iktidâra gelebilir ve iktidardan pay alabilirsiniz. İYİ Parti’ye oy verdiğiniz zaman elinize ne geçiyor? Yani özellikle AKP ve MHP’den ayrılacaklar için diyorum.
Arkadaşlar, şu Ersan Şen’i daha fazla sormayın, adını anmayın lütfen. Zâten kendisi bütün televizyonları sürekli işgal etmiş bir arkadaş. Onun için yeter. Biz de başta değindik, yeter diyelim. 
“Neden her darbede muhâlif seçmen toz şeker gibi dağılıyor?” — Kibar Salık. Henüz dağılmış değil; ama demoralize olmuş durumda. Hakîkaten bu çok beklemedikleri bir olaydı, onu özellikle söyleyelim. 
“Meral Akşener Truva atı mıydı?” — Murat Şahin. Hayır, değildi.
“İYİ Parti’nin içinde bir grup Meral Akşener’i zorladı mı sizce?” — Dilek Karadağ. Daha önce de söyledim: Sanmıyorum. Kendisi de belli ki Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını istemiyordu. 
Valter Brani: “Ruşen Çakır cumhurbaşkanı adayı olsaydı %60 alırdı. Her parti seçmenine ulaşıyor” demiş. Ben üniversite mezunu değilim. Onun için olamıyorum. Yoksa fena fikir değildi. Ben de pekâlâ “elimi taşın altına koyarım”. Ne olacak ki yani? Elinizi taşın altına koyuyorsunuz, sonra bekliyorsunuz. Millet sizi cumhurbaşkanı seçsin. 
Ozan İçkale: “HDP’yi ittifak içine alabilmek için Akşener ve Bahçeli böyle bir oyun oynuyor olabilirler mi? İkinci turda Akşener ittifâka katılsa kim îtiraz edebilir?” Bunlar çok karışık analizler. Onun için çok takılmamak lâzım böyle şeylere. Yani HDP ittifâka girecek vs. danışıklı dövüş filan değil yani. 
“Seçilecek aday argümanı bir kılıf bence. Ne dersiniz siz bu konuda?” demiş Dilek Karadağ. Ben de, “kazanacak aday” işinde, “Kılıçdaroğlu kazanamaz” iddiasından ziyâde; “Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı olmasın” iddiasının –tabiî bu böyle telaffuz edilmiyor–, bunun daha önemli olduğu kanısındayım. Kılıçdaroğlu’nu tercih etmiyor İYİ Parti. Burada da kazanamazlığını öne çıkartıyorlar. Ama bence İYİ Parti’nin destek vermesi durumunda Kılıçdaroğlu çok rahat kazanırdı. 
Matsuki: “Lütfen biraz sağduyulu olun. Ben doğma büyüme 40 yıllık CHP’liyim. ODTÜ istatistik mezunuyum ve Kılıçdaroğlu’nun kazanma şansını %10 olarak görüyorum”. İstatistikçi olduğunuz için sizin önerinize bir şey diyecek hâlim yok, ama yani %10 da değildir. Fakat işin zorlandığı belli.
“Konuşmasalar bile, Akşener Kılıçdaroğlu’nun adaylığını hesap etmeliydi” demiş bir izleyicimiz. Olabilir, ama burada Kılıçdaroğlu’nun yaptığı ciddî bir hatâ olduğunu kabul etmek lâzım. Bu arada İYİ Parti’ye yakın bir kaynak diyeyim, ondan aldığım bilgiye göre –demin bir soru gelmişti Bilge Yılmaz hakkında–, onların –Ümit Özlâle’nin ve Bilge Yılmaz’ın– sonuna kadar Meral Akşener’in yanında olacakları bilgisini ilettiler bana. Ben de onu buradan iletmiş olayım.
Neslihan Hanım demiş ki: “Meral Hanım tehdit alıyor olabilir mi? Yoksa neden bunu yapsın, aklım almıyor”. Herkes tehdit alıyor; ama siyâsetçinin en büyük işlerinden birisi de tehditlere boyun eğmemek olsa gerek.
“Beşli Çete’nin sözleşmeleri üzerinden Masa’nın dağıldığı konusundaki tartışmalara ne diyorsunuz?” — Görkem Gömeç. Evet, bu çok ciddî bir şekilde gündemde. Kılıçdaroğlu da zâten bunu tekrar gündeme getirdi. Demin bir izleyicimiz sordu; Koray Aydın’a atfedilen bir şey var, ama Koray Aydın bunu net bir şekilde reddetti. Beşli Çete’nin Kılıçdaroğlu’ndan rahatsız olduğu muhakkak. Kılıçdaroğlu’nu istemediği de muhakkak. Ama “Bunu zâten Beşli Çete istemiyor. Dolayısıyla İYİ Parti de Beşli Çete çizgisinde hareket ediyor. Hattâ onun yönlendirmesiyle hareket ediyor” demek hakkaniyetli olmaz. Beşli Çete faktörünü ihmal etmeden, ama çok da abartmadan hareket etmek lâzım. Beşli Çete dediğiniz insanlar da sonuçta bizim vergilerimizle semirmiş olan insanlar. Onları çok da böyle büyük, güçlü, siyâsî oyunları yapıp bozan insanlar olarak görmemek lâzım. Telefonlarda nasıl konuştuklarını da hatırlayın yani. Meral Akşener gibi siyâsetçilerin kolay pabuç bırakacakları türden insanlar değiller.
Meral Sarıtaş: “Bütün bu konuşmalardan AKP yine kazanacak diye anlıyorum. Doğru mu?” Hayır değil, doğru değil. Kazanmama ihtimâli hâlâ çok yüksek; ama bunun nasıl olacağı muallakta.
Cihan Arkan: “Akşener seçim sonrası Saray’ın İçişleri Bakanı olabilir mi?” Olmaz. Yani böyle bir şeyi kabul etmez. Hafif kaçar yani. Süleyman Soylu’nun şu anda yaptığı işi yapmak için bütün bunları yapmasına gerek yok. Dolayısıyla çok spekülatif. Doğru bir şey olduğunu, yani hiçbir şekilde söz konusu olacağını sanmıyorum.
Mustafa Fatih Genişel: “İYİ Parti’den bu olaylar yüzünden ayrılanlar hangi partiye gider? DEVA bir adres olur mu?” Bir ara bundan bahsettik. Olabilirdi, ama DEVA’nın eski, ilk kuruluştaki câzibesi olmadığı da bir gerçek.
Ali Şenol: “Her şey Gültekin Uysal’ın başının altından çıkmıştır. Ama kimse olaya bu pencereden bakmıyor” demiş. Vallahi Ali Bey, siz ne biliyorsunuz bilmiyorum; ama ben böyle bir şey bilmiyorum yani.
Mustafa Zeki Görüş: “Kılıçdaroğlu’nun neo-liberal tahakküme meydan okuyan dilinin İYİ Parti’nin bu ayrılışında etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?” Düşünmüyorum, çok samîmî olarak söyleyeyim: Yani Kılıçdaroğlu’nun neo-liberal tahakküme meydan okuyan dilinin de öyle çok çalışılmış bir şey olduğunu da düşünmüyorum. Yani bunca zamandır CHP’nin başında olan bir kişi olarak neo-liberal tahakküme meydan okuma falan… Bunlar son dönemde, yani adaylık stratejisinin bir parçası olarak oldu. Onların çok da hani böyle… “Aman! Kılıçdaroğlu seçilirse bizim neo-liberal tahakkümümüz tehlikeye girer. Onun için onun adaylığına karşı çıkalım” dediğini –İYİ Parti’nin– sanmıyorum.
“Muhâlefet medyasının Akşener’e karşı yaptığı karalama kampanyasına nasıl bakıyorsunuz?” Vallahi çok fazla tâkip etmiyorum. Şaşırmam. Ben meselâ demin bahsettim; Halk TV’ye çıktığımda, orada karşılıklı hatâlar yapıldığını söylediğimde, izleyicilerden biraz bozulanlar olmuş, “Ne demek? Kılıçdaroğlu ne hatâ yaptı?” diye. Ben de burada söylediklerimi orada da söyledim. Genellikle olayı –hani hesâbı diyelim– Akşener’e kitleme perspektifi işin kolayı. Tabiî ki burada kopuşu yapan Akşener ve esas sorumluluk onda. Ama bir seneyi aşkın süredir o Masa’da niye bu meseleleri zamânında çözmediler? Burada herkesin ayrı ayrı sorumluluğu var. Yani bizden iyi biliyorsunuz. Hattâ her yayında –“Adını Koyalım”da, ‘‘Haftaya Bakış”ta, benim tek yaptığım yayınlarda– ettiğimiz lâflar yüzünden az fırça yemedik, “Muhâlefete muhâlefet yapmayın” diye. Bunların birçoğunu konuştuk. Meselâ ben ısrarla, Kemal ile berâber, adayın erken açıklanması gerektiğini söyledik. Ne dedi çok kişi? Son âna saklamak, bilmem ne… İşte, son âna sakladınız, hadi bakalım ne oldu? Diyelim ki bir yıl önce Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını tartışmış olsalardı veya anlaşamamış olsalardı ve Masa dağılmış olsaydı, yine bu süre içerisinde birtakım formüller geliştirilebilirdi. Ama şimdi son âna saklanan aday meselesinden birden büyük bir kriz çıkıyor ve ondan sonra da ne yapacağını şaşırıyor insanlar. Dolayısıyla böyle işi birisine kitlemek, arkasında derin güçler şunlar bunlar…, hepsi olabilir. Ama şimdi şöyle söyleyelim: Diyelim ki Beşli Çete var, diyelim ki derin devlet var, diyelim ki şu var, diyelim ki bu var; bunlar son bir haftada mı oldu? Meral Akşener ortada, partisi ortada, partisindeki insanlar ortada. Kılıçdaroğlu ve diğerleri ve muhâlif medya dediğiniz insanlar bunları yeni mi keşfetti? Yok, bu zamâna kadar sonuna kadar açtılar ekranlarını vs.’yi. Sürekli İYİ Partililer, Akşener ve diğer sözcüleri sürekli oradaydılar, oralardaydılar. Şimdi ne olacak yani? Birdenbire bütün şeyi kapatacaklar mı? Bunlar çok acayip şeyler. Yani siyâsetle gazetecilik böyle yapılmaz, yapılmamalı derim.
Umut Şener: “Kadri Gürsel’in ‘Türkiye’deki en büyük siyâsî akım anti-Erdoğanizmdir’ fikrine katılıyor musunuz? Muhâlefet kazanacaksa en önemli argüman bu gibi görünüyor”. Evet, Kadri’nin söyledikleri büyük ölçüde doğru ve umarım yakında tekrar gelir, onunla bu krizi de burada bir yayında konuşuruz.
Sezgin demiş ki: “Meral Akşener’e çok güveniyorsunuz Ruşen Bey”. Yok, kimseye güvenmiyorum. Yani biz gazeteciler siyâsetçilere güvenmeyiz. Siyâsetçiler de bize güvenmez açıkçası. Niye güveneyim? Yani böyle bir şeyimiz yok, kimseye bir angajmanımız falan yok. Ama yani siyâsetçilerin yerlerini de görmek lâzım. Ona güveniyorum, buna güvenmiyorum gibi bir yaklaşım olmaz. Burada bir tercih yapmamız da söz konusu olamaz. Sonuçta Meral Akşener o Masa’daki en tecrübeli isimlerden birisi ve bir partiyi yoktan var ettiler ve ilk girdiği seçimde %10 aldı. Bunları hiç yabana atmayın. Bu sonuçta bir şeyi gösteriyor, bir karşılığı olduğunu gösteriyor. Birdenbire her şeyin tu kaka olması çok abes. Göklere de çıkartmamak, yerin dibine de batırmamak, olabildiğince sâkin bir şekilde olayları serinkanlı bir şekilde değerlendirmeye çalışmak lâzım. Yoksa yani Meral Akşener sağcı, ben solcuyum — bu kadar basit. Ama sonuçta bu olay tek bir kişinin yaşadığı bir süreç değil. En azından 6 partinin yaşadığı bir süreç var orada ve o sürecin tüm aktörlerine bakarak bunu değerlendirmek lâzım. Son âna baktığınız zaman, geçmişteki bütün her şeyi unutmuş oluyorsunuz. Evet, sonunda çok büyük bir yanlış yaptı Akşener ve büyük bir ihtimalle kendisi de bunun yanlış olduğunu herhalde gördü ya da görecek. Ama burada bu yanlışın zemininin hep birlikte oluşturulduğunu da kabul edelim yani. Yoksa her şey çok güzel gidiyordu, bilmem ne, ve birisi son anda, bir telefon geldi ve herkesi sattı — böyle bir basitlikte siyâset olmuyor. Onu özellikle söylüyorum. Bunu söylemek kimseye güvenmek anlamına gelmiyor. Tam tersine kimseye güvenmemekten dolayı böyle söylüyorum, öyle diyeyim.
“TİP’in son zamanlarda yükselişte olduğunu görüyoruz. Ne diyorsunuz?” Yani bu yükseliş, tabiî ki bir ilgi oluyor. Özellikle depremde gösterdikleri performans da takdire şâyan. Ama bunun sandığa yansıması öyle kolay kolay nasıl olur, çok emin değilim.
“ ‘Seçim ikinci tura kalırsa kimi desteklersiniz?’ sorusuna İYİ Partililer’in cevap vermemesinin nedeni nedir? Ortak amaç ülkede demokrasinin sağlanması değil miydi?” — Ercan Çoban demiş. Evet, bu çok önemli bir husus, bu onlara soruldu. Erhan Usta’ydı yanılmıyorsam, dedi ki: “Cevap yok”. Vermedi cevap; bir şey diyemiyor. Şimdi “Kılıçdaroğlu” dese bir dert, “Erdoğan” dese başka bir dert. İşte, Akşener’in yaptığının yanlış olduğunun kanıtı da bu. Eğer kapıyı aralık bırakmış olsaydı, rahatlıkla bu soru sorulduğu zaman, “Tabiî ki Kılıçdaroğlu’na veririz” diyebilirdi. Ama onu da diyemiyorlar.
Mesut Büyükerçevik: “Tarafların bunca vakit adaylık konusunu konuşmaması beceriksizlik mi, yoksa strateji mi, kişisel ihtiraslar mı? Nasıl değerlendirmek lâzım?” Vallahi Mesut Bey, sanki hepsi birden yani. Çok büyük bir yanlış yapıldı. Son âna saklandı ve son anda da bu büyük kıyâmet koptu. Yani burada ihtiras mı dersiniz, beceriksizlik mi dersiniz, yanlış strateji mi dersiniz… ne derseniz deyin.
Barış Güven: “HDP desteğini iktidar yine beka söylemiyle lehine kullanmaya çalışır mı? Belediye seçimlerinde işlemedi, ama o zaman İYİ Parti vardı”. Evet çalışır, çalışacak, orası muhakkak. Hattâ bir İYİ Partili –ikinci turda oy verip vermeyecekleri sorusunu cevaplamayan İYİ Partili yanılmıyorsam–, “HDP desteğiyle Kılıçdaroğlu seçime girerse, Erdoğan ilk turda kazanır” demiş. Bunu da ayrı bir şey olarak not düşmek lâzım. Şunu demek gibi yani: “HDP açık destek verirse, ben de Erdoğan’a oy veririm” demenin siyâsetçi ağzıyla söylenişi gibi.
Ozan Aydoğan: “İYİ Parti-Memleket Partisi ittifâkının gerçekleşme ihtimâli var mıdır? Gerçekleşmesi durumunda potansiyeli ne olur? Sosyal medyada olduğundan çok yukarıda gözüküyor. Siz ne düşünüyorsunuz?” Şimdi en son duyduğum, Muharrem İnce galiba Zafer Partisi ile olan ittifâkını da yine WhatsApp’tan sonlandırmış. İYİ Parti ile Memleket Partisi niye ittifak yapsın? Yani bilmiyorum ki birbirlerine ne katacaklar? Çok emin değilim. Yani, “Tek başıma girmiyorum” diyebilmek için yaparlar belki; ama ikisi birleşince bir artı bir, ne denir? Öyle deniyor: 2+2=4 yerine, ittifâkın hedefi 2+2=5 olması lâzım. Burada 2+2=4 bile olur mu emin değilim. Yani çok anlamlı bir ittifak olacağı kanısında değilim.
“İleride Saadet ile Demokrat Parti ayrılıp İYİ Parti ile ittifak kurabilir mi?” Yok, kurmaz. Hattâ Akşener’in en çok da Saadet Partisi’ne, Temel Karamollaoğlu’na, toplantının ev sâhibi olan Karamollaoğlu’na kızgın olduğunu biliyoruz.
Ahmet Dönmez: “İmamoğlu ve Yavaş’ın kazanma ihtimâli Kılıçdaroğlu’na göre sizce nedir?” Her hâlükârda İmamoğlu ve Yavaş daha fazladır, onu kabul etmek lâzım. En azından şu kamuoyu yoklamaları bunu böyle gösteriyor.
Cafer Bakım: “Ruşen Çakır ile ideolojik olarak aynı zeminde değiliz, fakat kendisinin objektif gazeteciliğini takdir ediyorum” demiş. Sağ olun, eksik olmayın. Önemli olan burada ideolojik duruşlar değil; yaptığımız iş.
Bir izleyicimiz demiş ki: “Kime oy vereceğimizi bilmiyoruz ama…” –Ha, bana diyor — “Kime oy vereceğinizi bilmiyoruz, ama kime vermeyeceğinizi biliyoruz” demiş. Olabilir.
Bakalım. Bayağı bir zaman oldu. Bir buçuk saate yaklaştık neredeyse.
Enis Kat: “Masa’daki diğer partilerin oy oranı ile İYİ Parti’nin oy oranı dengeli olsaydı Kılıçdaroğlu’nun seçimi iyice tartışılır mıydı? Yoksa böyle kalan 4 küçük parti aynı şekilde adaylığa onay verir miydi?” Evet, yani şimdi anladığım kadarıyla şöyle diyorsunuz: Bu 4 partinin oyları da meselâ %3-4 falan olsaydı o zaman işin rengi değişirdi tabiî. Daha sert pazarlıklar olurdu ve tabiî ki Masa’nın göstereceği adayın kazanma şansı çok çok yüksek olurdu. 
“Meral Akşener’in yaptıkları, İYİ Parti’nin yeni hedefinin en azından ana muhâlefet olmak olduğunu göstermiyor mu?” Göstermiyor. Buradan ana muhâlefet de çıkmaz. Şu anda kamuoyu yoklamalarında göründüğü oyu bile alabileceğini sanmam. Yani bu yaptığının kendisine oy kaybettireceği kanısındayım. Yani “İYİ Parti aslında iyi parti; ama bu Altılı Masa’da yer aldığı için ona oy vermiyorum” deyip oraya akacak olan kitleler bulunduğu kanısında değilim.
Evet, yavaş yavaş toparlayacağız.
Ali Cem Veziroğlu: “Bu ayrılma, milletvekili seçiminde ortak liste planını ve parlamenter sisteme geçiş için gerekli Meclis çoğunluğu hesaplarını nasıl etkiler sizce?” Alt üst etti. Artık yani ortak liste vs. çok zor. Nasıl yapacaklar yani şimdi?Tamam, biz cumhurbaşkanlığında sizi desteklemiyoruz, ama parti olarak…”, yani 2018’deki gibi mi olacak? Abdullah Gül’e karşı çıkıp herkes kendi adayını gösterdi; ama ortak girdiler seçime. Onun da önünü kapatan bir çıkış yaptı Akşener. Meselâ şunu diyebilirdi pekâlâ: “Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda anlaşamıyoruz, ama pekâlâ ortak metinlerimiz var. Pekâlâ biz milletvekili seçimlerinde berâber hareket edebiliriz” diyebilirdi, onu da demedi. Dolayısıyla bu milletvekili seçimleri üzerinde de çok ciddî bir şey oldu.
Ahmet Turan Han: “Medyascope’u kurulduğu günden beri beğenerek izliyorum. Ancak son dönem İYİ Parti danışmanı Burak Bilgehan Özpek’in sürekli ekranda tarafsızmış gibi analiz kasması soğuttu. Bu sürecin taşını dizen aktörlerin başında”. Yani, abartıyorsunuz. Burak Bilgehan hakkında başka söyleyenler var, îtiraz edenler var. Bu da bizim nasıl doğru bir yayıncılık yaptığımızı gösteriyor. Biz kimsenin yorumlarına vs. karışmıyoruz. Hele, “Bunu niye çıkartıyorsunuz?” vs. gibi şeyler bizi çok rahatsız ediyor. Böyle bir şey olmaz. Biz asla sansürcü olmayacağız. Başka bâzı arkadaşlar da var düzenli yorum yapan. Onlar kendi yorumlarının sorumlusu kendileridir. Kendileriyle istediğiniz gibi tartışırsınız. Ama kimse bize, “Ona niye yer veriyorsunuz?” vs. demesin lütfen. Böyle bir şey olmaz. Bunu yaptığımız zaman başkalarından farkımız kalmaz. Böyle bir şey yok. Dönem dönem birileri hakkında epey bir şeyler çıkar. Biz çoğulcu bir platformuz, bunlar da bizim çoğulcu olduğumuzu gösteriyor ve bu tür îtirazlar aslında bizi mutlu ediyor. Onu özellikle söyleyeyim. Ama, “Niye çıkartıyorsunuz?” vs… yani tamam, “Bu kişi beni rahatsız ediyor” filan diyebilirsiniz, eyvallah. Ben de rahatsız ediyorum birçok kişiyi. Ama, “Nasıl yer verirsiniz?” şu bu… İşte buradan hareketle, benim solculuğumu geçersiz kılmaya çalışanlar, şunlar bunlar… Ben solcu falan olabilirim; ama burası bir gazetecilik platformu, bir medya platformu. Esas işimiz gazetecilik ve çoğulculuğa, demokratik kültüre, tartışmaya, eleştiriye inanıyoruz. Dolayısıyla sâdece kendime benzeyen insanlardan oluşan bir yer yapamam, yapmam. Niye yapayım? Yapmayız, böyle bir şey olmaz. Bunu beklemeyin. Hakîkaten yapmayın. Herkese, îtirâzınız olan kişilere, artık sosyal medya çağındayız, kolaylıkla ulaşabiliyorsunuz. Îtirazlarınızı kendilerine iletin, tartışın vs.. Yani dolayısıyla, “Niye İYİ Parti?” vs.. Yani düne kadar İYİ Parti Altılı Masa’nın önemli bir parçasıydı. İYİ Partililer her yerdeydi. Şimdi birdenbire her şey karartılmaya filan çalışılıyor. Böyle şeylere biz gelmeyeceğiz, onu özellikle söyleyeyim.
“Seçilecek aday çıkışı başından beri yanlış değil mi? Seçilecek aday olarak görülen kişi Erdoğan değil mi? Akşener’e göre hepimiz Erdoğan’a mı oy verelim?” demiş Deniz Alp Cinoğlu. Hayır, orada kastettiği tabiî ki esas olarak Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu.
Bedirhan Şahin: “Biz Marksistler arasında çokça tartışılsa da, TİP’in ülkede sola bakışı değiştirdiğini ve bir sempati kazandırdığını söyleyebilir miyiz?” Umarım öyledir diyeyim. Yani bu işler kolay değil. Yani uzun süreçlerdir, hele solcuysanız bunun öyle bir dakikada olmayacağını da takdir edersiniz. TİP’in bir ilgi odağı olduğu muhakkak. Bunu sürdürebilmeleri hâlinde daha da güçlenecektir. Ama sürdürebilmek öyle kolay bir iş değil, hele Türkiye gibi bir ülkede.
Oya Hanım demiş ki: “Ruşen Bey ‘Çok emin değilim’ diyors,a bu ‘Hayır’ demektir”. Dediğinizin doğru olduğu konusunda “Çok emin değilim” diyeyim.
Dilek Karadağ: “ ‘Düşen taşları toplamayı düşünmüyoruz’ dedi Erdoğan. Ancak o taşları düşüren de kendileri mi acaba? Ne dersiniz?” Bâzen şöyle şeyler oluyor. Şimdi çok çok sevdiğim bir şeyden bahsetmek istiyorum, ama olayla çok alâkası yok gibi gelebilir; yıllar önce medya ile ilgili Jean Baudrillard isimli bir Fransız düşünürün bir şeyini görmüştüm. Zamânında, insanlar çok önemli bir olay, futbol heyecânı yaşıyorlar ve işte orada da şey deniyor: “Medya insanların gerçek olaylarla ilgilenmesini engelliyor” deniyor. O da şunu demişti: “Medyanın böyle bir gücü yok”. Keşke olsa diye düşünüyordur. Yani şimdi, güç atfediyoruz: “Şöyle oluyor, gündem değişiyor, medya değiştiriyor”. İşte, İYİ Parti ayrılıyor, “Erdoğan yaptı” filan. Meselâ şimdi, “Erdoğan mı bozdu bunu?” sorusuna, Erdoğan’ın cevâbı herhalde: “Keşke ben bozabilseydim” olurdu derdim. Erdoğan’ın bozabileceği bir şey değildi bu. Ancak kendileri bozabilirdi ve kendileri bozdu. Erdoğan’ın istediği bir sonuç olabilir, çok arzuladığı bir sonuç olabilir; ama arzuladığı sonuç olmasına bakarak, “O yapmıştır” demeyelim. Onun yapabileceği bir şey değildi bu.
Kudret Keskin: “Bir gazeteci olarak ‘Ve Yavaş aday’ manşeti atmak istemez miydiniz?” Vallahi bir gazeteci olarak kimin aday olduğunu herkesten önce görüp onun adını manşet olarak atmak isterim. Bu Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu, Kemal Kılıçdaroğlu hiç fark etmez. Gazeteci haber atlatmayı sever. Haberi bulsam yazarım. Yani hiç istemediğim kişi de olsa yazarım, çok istediğim kişi de olsa yazarım ve hepsine de aynı başlığı atarım. Yani burada önemli olan haberin kendisidir. Yani haber bizim için nedir? Kutsaldır. Tabiî normalde şöyle bir şey var: “Gazeteci haberin peşinden koşan insandır” denir, ama Türkiye’de haber gazetecinin peşinden koşuyor. Bunun farkındasınız. Birçok yer haberleri göz göre göre yazamıyor. İktidar zâten böyle, ama hani burada da söylendiği için söylüyorum: Muhâlif medya denen yerlerde de bâzı şeyler görmezden geliniyor. Onu da özellikle söyleyelim.
“Yeni bir barış sürecinin önünü kesmek için kurgulanmış bir provokasyon olduğunu düşünüyorum” demiş Hulusi Zeybe. Yani ortada böyle bir süreç olmadığı için önünü kesmenin de mümkün olacağı kanısında değilim. 
“Akşener’in Kılıçdaroğlu’nun karşısına İnce’yi koyması iyi bir hamle olurdu. Fatih Altaylı’nın anketinden çıkan İnce ismi mânîdar…” demiş Adem Yılmaz. Yani böyle bir hamle falan olmaz. İnce ile yapılacak hamlenin çok ince bir hamle olacağı kanısında değilim. Yani artık onun şansını o târihte tüketmiş olduğunu ve adamın kaybetmiş olduğunu düşünüyorum, artık bir kazanma şansı yok.
“Akşener, Kılıçdaroğlu’nun kaybedeceğine öylesine inanmış ki yenilginin parçası olmak istemedi. 2023 sonrası için planları var bence. Yazık oldu”. Evet, bu bir perspektif. Evet, yani gerçekten kaybedeceğine inandığı için yapmış olabilir, ama kendisi yanında dursaydı kazanma ihtimâlinin çok yüksek olacağını da kabul etmesi lâzımdı.
“Selahattin Demirtaş’ın çıkışlarını nasıl görüyorsunuz?’’ Yani HDP’den daha etkili bir siyâset yaptığı muhakkak. Önemli, ama o da meselâ bir öncekinde Millet İttifâkı diye çağrı yapıyordu. Sanmıyorum ki Selahattin Demirtaş Meral Akşener’in kopmasından mutlu olsun. Selahattin Demirtaş’ın gerçekçi bir siyâsetçi olduğu kanısındayım ve o Masa’da İYİ Parti’nin ve Akşener’in ne kadar önemli olduğunu bildiğinin farkındayım, biliyorum. Hattâ hatırlayacaksınız kendisiyle yaptığım bir röportajda o kahvaltı şeyini de söylemişti bundan bir iki yıl önce. Ama tabiî aynı zamanda da yaşanan bütün bu olumsuzluklara rağmen, yine bir umut perspektifi sunmak istiyor. Ama iyi oldu dediği kanısında değilim.
“Sosyal medyada İnce’ye olan ilginin sebebi sizce nedir?” demiş Arda Bey. Demin de bu İnce muhabbeti edildi. Ben de sosyal medyaya baktığımı sanıyorum, böyle bir ilgi mi var? Bilmiyorum. Yani bana çok gerçekçi gelmiyor. Sosyal medyada dönem dönem birileri çıkıyor, iniyor filan, ama Muharrem İnce’nin bir ilgi yaratması, hele cumhurbaşkanlığı seçimi için… Allah için yani, şimdi seçim gecesi ortada yok, “Adam kazandı” mesajları filan… Hâlâ yani cumhurbaşkanlığı için, “Nerede kalmıştık?” diye bir paylaşım yaptı biliyorsunuz. Birisi de şey cevabı vermiş: “ ‘Adam kazandı’ da kalmıştık” diye. Yani biraz gerçekçi olalım. Ne oldu da tekrar öne çıktı? Ne yaptı, ne etti? Ben açıkçası bir şey görmüyorum. Görüyorsanız helâl olsun. 
“Depremde 10 binlerin öldüğü, enflasyonun her ay %4 olduğu ülkede AKP’nin seçilmesi muhâlefetin iflâsı olmaz mı?” Tabiî ki olur. Yani kazanmaması çok büyük bir mûcize olur, tekrar bunu söylüyorum. Hele depremden sonra, hele depremin ilk üç gününde devletin âcizliği, tek adam yönetiminin beceriksizliğinin ortaya çıktığı bir ortamda hâlâ kazanabilecek olması çok acayip bir şey olur.
Neyse, bana yönelik birtakım övgü şeyleri var, onları okumuyorum. Siz görüyorsanız dostlarınıza anlatırsınız. Evet, burada toparlayayım gerçekten. Bir buçuk saati aştık. Yorucu oldu, yoruldum.
İrem Karabaş: “Hakkı Özdal ve Bahadır Özgür’ü neden yayınlarda artık görmüyoruz?” Vallahi çok güzel soru. Buradan izliyorlarsa ya da tanıdıkları da söylesin, her sefer şey yapıyorum. Bizden kaynaklanan bir şey değil. Onlar bir şekilde yapamıyorlar. Her seferde de “Yapacağız” diyorlar, yapamıyorlar. Tekrar çağrı yapıyorum: “Hadi yapın” diyorum. Yapsınlar, biz de çok istiyoruz. Onları yan yana, yani ikisi iki arkadaş; ama Medyascope’ta ben onlara önerdim birlikte yayın yapmalarını ve ilk yaptıkları andan îtibâren de çok ilgi gördü. Çok önemli şeyler söylüyorlar. Çok değişik perspektiflerden bakıyorlar. Umarım bu mesajı da alırlar ve yaparlar. Bizden kaynaklanmıyor İrem Hanım, onu da söyleyeyim.
Evet, burada noktaya koyalım. Çok sağ olun. Çok yoğun bir yayın oldu tahmin ettiğim gibi. Daha atladığım sorular, yorumlar var. Kusura bakmasınlar izleyicilerimiz. Hepinize çok teşekkür ediyorum. Tekrar Medyascope’a destek olmanızı sizlerden ricâ ediyorum. Burada noktayı koyalım. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.