Ruşen Çakır izleyicilerle değerlendiriyor: Seçimlere giderken saflar karışarak netleşiyor

Türkiye tarihinin en kritik seçimine 51 gün kaldı. Seçime sayılı günler kala adaylıklar belli oluyor, ittifaklar şekilleniyor. Seçmenlerin aklındaki tek soru ise şu: AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir kez daha mı kazanacak? Yoksa Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu bu gidişata “Dur” mu diyecek? HDP’nin aday çıkarmama kararı ne anlama geliyor? Cemaatler ve tarikatlar Erdoğan sonrası döneme hazırlar mı? Muharrem İnce’nin denkleme etkisi ne olacak?

Ruşen Çakır, siyasetteki güncel gelişmeleri izleyicilerin soru ve yorumlarıyla değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Öncelikle Ramazan’ın ilk gününde, Ramazan ayının hayırlara vesîle olmasını temennî edeyim. Normalde pazartesileri yapardık ya da salı, bu hafta sizlerin katılımınızla yayın yapamadım. Ancak bugüne kaldı, çünkü konuklarla bayağı bir yayın yaptım: Can Selçuki, Altan Tan vb.. Sonra, dünkü “Adını Koyalım” ve “Transatlantik”. Ancak bugüne nasip oldu ve bu arada da epey gelişmeler yaşandı. Çok ilginç olaylar yaşanıyor. Daha da yaşanacağı benziyor. 51 günümüz var; ama siyâsette her saatin öneminin olduğunun iyice anlaşıldığı bir dönemdeyiz. Meselâ neler oldu? En son konuşmamızda, Muharrem İnce’yi ben çok fazla önemsememiştim. Sonra, en azından şu an îtibâriyle benim tahminimin ötesinde bir gücü olduğu ortaya çıktı. HÜDA PAR ve Yeniden Refah’ı konuşmuştuk. Oralarda Yeniden Refah koptu, en azından şimdilik öyle. HÜDA PAR olayında da çok büyük bir ilerleme gözükmüyor. Yavuz Ağıralioğlu çıktı, ilk başta bir şeyler söylemesi beklendi, o frene bastı. Ama ayağı tabiî ki yine gaza gitti vs.. Çok şey var, konuşacak çok şey var. Başlıkta dediğim gibi: Saflar karışıyor, ama aynı zamanda da netleşiyor. Ama yine de bu 51 gün içerisinde bayağı bir şeylerin de değişebileceğini unutmamak lâzım. Benim ve Medyascope’un YouTube sayfalarından chat bölümünden sorularınızı, yorumlarınızı, eleştirilerinizi aktarabilirsiniz. Şimdiden gelmeye başladı.

Meselâ İskefiyeli sormuş: “HDP’nin açıktan Kılıçdaroğlu’na destek vermeyip, aday çıkarmıyoruz söylemini yorumlar mısınız?” Bu zâten beklediğimiz bir şeydi. Birçok yerde söyledik. Adının açıklanmayacağını, adının verilmeden destekleneceğini bir gün önce bizim Ankara temsilcimiz Hıdır Göktaş da yazmıştı. Çok şaşırtıcı olmadı. Belki daha sonra, seçime birkaç gün kala belki HDP sözcüleri Kılıçdaroğlu lehine açıkça da konuşabilirler; ama zâten yaptıkları o buluşmanın ardından verdikleri fotoğraflar Kılıçdaroğlu’na destek verdiklerini gösteriyor. Tek adam rejimini yıkma iddiası var. Burada diğer adayların, Muharrem İnce’nin ya da Sinan Oğan’ın olmayacağını, Fatih Erbakan’ın olmayacağını biliyoruz. Şu hâliyle bakıldığı zaman, siyâseten bence bütün tarafların memnun olduğu bir açıklama. Bu arada HDP’nin seçimlere Yeşiller ve Sol olarak gireceği de kesinleşti. Onu da önemli bir gelişme olarak not edelim.

“Batı’nın Kılıçdaroğlu’na bakış açısında değişiklik var mı? Batı’nın muhâlefete desteği Kılıçdaroğlu’nun şansını artırır mı?” demiş Tayfun Tufan. En son iktidardaki Alman Sosyal Demokrat Parti’nin Genel Başkanı ve yardımcıları Kılıçdaroğlu’yla bir araya geldiler Gaziantep’te. Daha sonra da Ankara’da HDP yetkilileriyle görüştüler. Batı’nın çok açık bir desteği yok. Hele ABD’nin hiç yok. Mesâfeli duruyorlar, fazla bulaşmak istemiyorlar. Zîrâ Batı’da hâlâ Erdoğan’ın yeniden kazanma ihtimâlinin ciddî olduğunu düşünenler var ve Erdoğan’ı daha sonra kızdıracak birtakım çıkışlar yapmak istemiyorlar. Benim gördüğüm bu. Batı destek verirse ne olur? Batı destek verirse bence karşı taraf bunu aleyhine kullanmak ister. Ama seçmen nezdinde Batı’nın destek verdiği yerler güvenilir olarak görülür. Yani, “Bunlar iktidâra gelirse özellikle ekonomi konusunda Batı’dan birtakım destekler alabilir” düşüncesi yeşerebilir. Her ne kadar insanlarımız Batı karşıtlığını dillendirseler de, aslında Batı olmadan bu işin olmayacağını çok iyi biliyorlar bana göre.

Didem Soyaltın Kolella: “AKP HÜDA PAR ile işbirliği yaparak, dönüşen ve şehirleşen muhâfazakâr kesimin, özellikle Z kuşağının taleplerini karşılayabilir mi?” Karşılayamaz. Ama zâten karşılayamıyor. O zaman şöyle bir seçenek oluyor: “Zâten belli yerlerden oy alamıyoruz, öteki tarafı garantiye alalım” düşüncesi olabilir. Fakat HÜDA PAR meselesi şu anda askıda, onu özellikle söyleyeyim. Çünkü HÜDA PAR’ın hem Hizbullah’la ilişkisi konusunda –Gaffar Okkan cinâyeti, domuz bağları, Konca Kuriş olayı gibi olaylar–, ama diğer taraftan da kadın haklarının gasp edilmesi yönündeki söylemleri var. Bir başka olay da, programlarında Kürt meselesi konusunda HDP’den daha ileride birtakım pozisyonları dillendiriyor olmaları. Bütün bunların bir rahatsızlık yarattığı ortada. Dolayısıyla cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’a oy verecekleri kesin. Ama milletvekili seçimlerine Cumhur İttifâkı’yla girip girmeyecekleri belirsiz. Buna bir formül bulmak istiyor olsalar gerek. Ama tepki olduğu da muhakkak.

İnci Ceyhan: “Erdoğan’ın YSK’ya kendi adaylığını reddetmesi tâlîmâtı vereceğini hissediyor ve görüyorum. Böyle bir durum akabinde ortaya çıkabilecek durumun varsa emsal bir değerlendirmesini yapabilir misiniz?” Şimdi, varsayımlı sorular… Yıllar önce Erdoğan başbakanken, Washington’da oğul Bush Amerikan başkanıyken, ben de Oval Ofis’teki toplantıyı izleyen gazeteciler arasındaydım ve soru sormuştum. O târihte PKK’ya karşı anlık istihbârat verilmesi tartışması vardı. Onunla ilgili bir soruyu, “Varsayalım ki…” diye başlayan bir cümleyle sordum ve Başkan Bush, “Biz siyâsetçiler varsayımsal soruları cevaplamıyoruz” dedi. “Ama…” dedi sonra ve soruma cevap verdi. Ben de İnci Hanım’a, “Bu sorunuz çok varsayımsal” diyeyim, ama yine de cevap vereyim: Böyle bir durum ortaya çıkmaz, böyle bir şey yapmaz. Zâten YSK Erdoğan’a rağmen böyle karar almaz. Ama sizin de dediğiniz gibi, Erdoğan’ın talebiyle, tâlîmâtıyla böyle bir karar alabilir. Bu tür senaryolar yazılıyor; bu da Erdoğan’a bir kaçış imkânı sağlar. “İşte görüyorsunuz, ben gelecektim” vs.. Böyle bir durumun ardından kimi gösterirlerse göstersinler hiçbir şekilde kazanma ihtimalleri yok. Böyle bir durum zâten nasıl yorumlanacak? “Erdoğan kazanamayacağını anladı ve böyle bir yola başvurdu” denecek. Ondan sonra da yerine kimi gösterirse göstersin, onun kazanma ihtimâli zâten hiçbir şekilde olmayacak. Onun için kimin aday gösterileceğini konuşmanın anlamı olmaz. O zaman, “Erdoğan milletvekili olup Meclis’te güçlü bir muhâlefet yapmanın hazırlığı içerisinde” deriz. Ama tekrar söylüyorum: Bu varsayımın gerçekleşme ihtimâlini hiçbir şekilde düşünmüyorum. Olursa tabiî mahçup olurum, o kadar. 

Sertiz Kaprilyan: “Millet İttifâkı bakanlık paylaşımlarını ne zaman açıklar? Ekonomi, eğitim gibi güçlü bakanlıklarda açıklanacak güçlü isimler oy oranını daha da artırmaz mı?” Kesinlikle öyle olur. Bunu açıklamak için aralarında bu konuda tam mutâbakata varmaları lâzım. Şöyle bir şey var: Bütün bakanlar olmasa bile bâzılarını açıklayabilirler, özellikle kilit isimleri — ki ekonomi bunlardan birisi, içişleri belki böyle, millî savunma belki böyle. Bunu herhalde çok geçmeden yapacaklardır diye tahmin ediyorum. Ve Kılıçdaroğlu’nun seçim faaliyetleri, miting yapıp yapmayacağı belli değil, yapmayacakmış gibi duruyor. Erdoğan için de aynı şey söyleniyor. Bu anlamda mitinglerin az olacağı bir seçimle karşı karşıya olabiliriz. Böyle bir durumda birtakım faaliyetlere o isimlerle berâber gidip onları sunabilir ya da televizyon yayınlarına onlarla çıkabilir. 

Bir izleyicimiz: “Ali Deniz Şişli’de seçim kurulu binâsının asansöründe Zafer Partisi Şişli İlçe Başkanı’yla kalmış. Ali Deniz Zaferci olsa eve alır mısınız?” demiş. Evet, röportaj yapmaya gittiğinde gördüm görüntüleri. Evet, öyle ilginç bir olay var. Zafer Partili olmaz, ama benden daha fazla siyâsetle ilgili, özellikle sosyal medya üzerinden. Zafer Partili olmaz. Onun için bu soru da çok varsayımsal bir soru oluyor. Olmayacağını bildiğim için sorun değil. Ama Zafer Partisi’ni biliyorsunuz, Ümit Özdağ’la burada bir yayın yaptık, başımıza gelmedik kalmadı, sağlı sollu ataklarla. Ama alnımızın akıyla çok iyi bir yayın yapmıştık. Onu da özellikle not edeyim. 

Tuğçe Kızıldemir: “Kürt sorunu Meclis’te nasıl çözülür? Muhâtap sizce gerçekten HDP mi, yoksa risksiz çözüm için mi bu temennî ediliyor? Dünyadaki örneklerde, savaşan taraf ile devlet masaya oturdu çünkü”. Nasrettin Hoca’nınki gibi olacak ama… Tuğçe Hanım siz de haklısınız, onlar da haklı. Şöyle olur: Meclis çözümün zeminini hazırlar, belli bir yere getirir, olgunlaştırır. Ondan sonra da işin içerisine savaşan taraflar girer. Ama baştan savaşan taraflarla bu işi yaptığınız zaman –daha önce denendiği gibi– çok sorun çıkabiliyor. Meclis bunun zeminini pekâlâ hazırlayabilir. Ama siz Kandil’i iknâ etmeden, İmralı’yı iknâ etmeden, sâdece HDP’li milletvekilleriyle –ya da adları neyse; parti kapatma dâvâsının nasıl sonuçlanacağını bilmiyoruz– tek başına çözmeniz mümkün değil. Ama milletvekilleri orada Kürt sorununun çözümü konusundaki talepleri pekâlâ hep birlikte diğer partililerle tartışıp bir yolun bulunmasına katkıda bulunabilirler — hesap bu.

Ege: “HDP ile TİP arasındaki gerginlik henüz bitmiş gibi görünmüyor. Bunu yorumladığınız bir yayınınız oldu mu? Olmadıysa burada fikirlerinizi belirtmeniz mümkün mü?” Benim bildiğim, gerginlik bitti. Bir şekilde TİP’in istediği şekilde sonuçlandı. Tabiî şimdi Yeşiller ve Sol olarak girileceği için iş biraz daha karışacak; ama şu hâliyle bakıldığı zaman bir sorun yok. En son Emek ve Özgürlük İttifâkı olarak hep birlikte cumhurbaşkanı adayı çıkarmama kararını da birlikte açıkladılar. Aynı karede yer aldılar. Bildiğim kadarıyla bir sorun yok. Vardı; ama artık yok.

Gülden Suakar: “Erbakan ile İnce’nin an îtibâriyle imzâ sayısı kafa kafaya gidiyor. Bu durum ilginç değil mi?” İlginç tabiî ki. Normalde Muharrem İnce’nin biraz daha fazla olması gerekir. Kamuoyu araştırmaları öyle gösteriyor. Ama burada şöyle bir şey var, onu unutmamak lâzım: İlçe seçim kurulu ya da il seçim kuruluna gidip imzâ atmak bayağı bir angajman gerektiriyor. Yeniden Refah Partisi’nin taraftarları zâten böyle bir angajman içindeler. Ama İnce’nin taraftarlarının angajmanının o kadar güçlü olduğuna emin değilim. Daha çok tepki oyları olabilir. Mansur Yavaş ya da Ekrem İmamoğlu’nun yerine Kılıçdaroğlu’nun aday gösterilmesinden rahatsız olanlar olabilir. Dolayısıyla Yeniden Refah Partisi’ndeki adanmışlıkla Muharrem İnce’nin Memleket Partisi’ndeki adanmışlık arasındaki fark olabilir. Ama sonuçta her ikisi de 100 bin imzâyı tamamlayacak gibi gözüküyor. Bir de bu imzâların sayısının sürekli yayınlanması da işi daha kolaylaştırdı. Eğer az bir sayı kaldığını görürse; meselâ iktidar partisi seçmenisiniz, baktınız Muharrem İnce 80 bin, dersiniz ki: “Gideyim de Kılıçdaroğlu’nun oyları bölünsün”. Benzer bir şekilde muhâlefette birisi de pekâlâ Fatih Erbakan için, “Seçime girsin de Erdoğan’ın oylarını  azaltsın” diye imzâ verebilir. Bunu da unutmamak lâzım.

İsmail Savur: “Kılıçdaroğlu’nun bu iki haftalık süreçteki performansını nasıl buluyorsunuz? Sizce bu şekilde devam ederse seçimi kazanabilir mi?” Bana fena gitmiyor gibi geldi, ama böyle devam ederse işi zorlaşır. Biraz çıkış yapması lâzım. Demin bir izleyicimize verdiğim cevapta olduğu gibi, ekibini göstermesi lâzım. Daha iddialı birtakım çıkışlar yapması lâzım ve daha az Erdoğan’dan bahsetmesi lâzım. En son evinden yaptığı videoda, aslında başarılı sayılabilecek bir videoydu, ama birkaç yerde yine dayanamayıp Erdoğan dedi. O videoyu Erdoğan’a hiç referans vermeden de pekâlâ yapabilirdi. 

Muharrem Palaz: “Ağıralioğlu disipline verilir mi? Yoksa seçime 51 gün kala bunu yapmayıp adaylık yolunu kapatır mı?” Ağıralioğlu’nun bunu yapmasını açıkçası beklemiyordum. Yani şöyle beklemiyordum: Ondan daha çok beklenen, hemen yapmasıydı. Baskılara rağmen, birtakım tazyiklere rağmen yapmaması, yapmayacağını gösteriyordu. Ama tam da HDP ve diğer ittifak üyelerinin “Aday çıkarmıyoruz” açıklamasının ardından hızlı bir şekilde bunu yapması, onun siyâseten hâlâ bir yerlerde durduğunu gösteriyor bence. Kendi siyâsî geleceği için de çok hayırlı bir şey yaptığı kanısında değilim. Çok bir şeyi etkiler mi? Etkilemez. Tabiî ki iktidar medyası bunu alabildiğine köpürtecektir. Ama sonuç olarak çok da fazla etkili olacağı kanısında değilim. Partisi kendisine ne yapar onu da bilmiyorum. Yani disipline vermezler herhalde şöyle bir ortamda. Ama milletvekilliği konusunda, aday gösterilmezse şaşırmam. Çünkü daha önce de Meral Akşener onun çıkışlarından rahatsızlık duyduğunu belli etmiş ve birtakım görevlerini budamıştı. Bir tür saatli bomba gibi partinin içerisinde duruyor. Bu da tam bir şeyler hallolmuş derken çıktı ve ortalığı yine karıştırdı. Şunu unutmayın: Akşener’in 3 Mart’taki o büyük çıkışının ardından İYİ Parti çok şey kaybetti. Çok sayıda üyesi istifâ etti, kamuoyu araştırmalarında oy oranı ciddî bir şekilde düştü vs.. Tekrar Masa’ya oturduktan sonra bir toparlanmaya girdi. Yani İYİ Parti’nin Masa’dan kalkarak, Masa’yı dağıtarak kazanabileceği bir şey olmadığını çok açık bir şekilde herkes gördü. Özellikle kendileri gördü. Dolayısıyla bu çıkışın İYİ Parti’ye hiçbir hayrı olmadığını İYİ Partililer, özellikle Meral Akşener kesinlikle biliyordur. 

“Türkiye’de siyâsetin ana oyuncularından olan cemaatler sizce Erdoğan sonrası döneme hazırlar mı? Yoksa tüm yumurtalarını Erdoğan sepetine mi koydular?” Bununla ilgili bir yayın yapmıştım. Ama önce izin verin: Ana oyuncu değiller; mış gibi yapıyorlar. Biz de biraz fazla abartıyoruz. Öyle ana oyuncu filan değiller. Daha önce de söyledim; Fethullahçılar en güçlü oldukları dönemde bağımsız aday çıkarttılar; uğradıkları hüsrânı hatırlayın. Şimdi bu cemaatler de kendileri aday çıkarsalar kaç oy alacaklar? Ya da bir iki tâne şimdi var, görüyoruz: 100 bin imzâ. Bir cemaatin lideri ya da önde gelen ismi cemaat adına bağımsız cumhurbaşkanı adayı olsun, 100 bin imzâ toplamaya kalksın, bakalım kaç tâne toplayabilecek? Yani onu abartmamak lâzım. Hepsi yumurtalarını Erdoğan’ın sepetine yüklemedi; ama bâzıları yükledi. Yükleyenler, Erdoğan kaybederse Erdoğan’la berâber iyice kaybedecekler. Bu riski göze almışlar demek ki. Erdoğan’ın kazanacağına emin oldukları için mi bunu yapıyorlar? Yoksa bir anlamda mecbur oldukları için mi? Bunu bir kenara bırakalım. Ama Erdoğan’a mesâfeli tarikatlar, cemaatler zâten vardı. Bunların sayısının az da olsa arttığını gözlüyorum.

Eray Akbulut: “Bu kalan 51 gün içerisinde iktidar tarafında bir çözülme olur mu? Emâreleri yavaştan gelmeye başladı çünkü. Bürokrasi içinde bâzı çevrelerin bâzı konularda Erdoğan’a ayak dirediği iddia ediliyor”. Eray Bey, nereden duyuyorsunuz bilmiyorum; ama ben duymuyorum. Öyle ayak direme filan pek görmüyorum. Olabilir; ama ben duymadım. Çözülmenin olması çok zor. Ama şöyle bir şey olacak tabiî ki: İşler iyice netleştiği zaman, belki bir hafta öncesinde diyelim ki çok net olarak Kılıçdaroğlu kazanıyor çıkarsa, işin rengi değişecektir. Ama şu hâliyle Erdoğan’a karşı çıkabilmek hâlâ birçok kişi için çok zor. Bu bakımdan, bir izleyicimiz sormuştu yukarıda, bakıyorum: Mehmet Şimşek meselâ acayip bir şey yaptı. Erdoğan onu çağırdı ve o reddetti. Çok zor bir şey yaptı. Reuters’e bir AKP yöneticisi, “Şimşek dönmeyi kabul etseydi AKP’nin oyu artardı” demiş. Artar mıydı bilmiyorum, ama psikolojik olarak bir etkisi olurdu. Özellikle dış dünyada, Mehmet Şimşek gibi finans çevrelerinin bildiği bir ismin, son anda battığı düşünülen gemiye bindiğini görmeleri onlara birtakım şeyleri düşündürtürdü. Ama şimdi de ne oluyor? Mehmet Şimşek’i bile alamayan bir Erdoğan var. Dolayısıyla olay tam tersi bir işlev gördü. Mehmet Şimşek’i katıp oylarını artırmaya kalkan Erdoğan, Mehmet Şimşek’i katamayıp oylarının daha da azalmasına neden oldu bana göre. 

“Ahmet Şık ile program bekliyoruz. Çok oldu, özledik.” Ben de özledim Tuncay Bey. Ama –seyretmiyordur herhalde, bunu söylerim kendisine– birazcık nazlanıyor. Bakalım.

“Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu ne zaman tam olarak sahaya iner sizce?” Aslında inmiş gibiler. Meselâ Kılıçdaroğlu’nun son programında Antep’te Ekrem İmamoğlu vardı. Mansur Yavaş’a şimdi emin olamadım. Bu cuma bir Malatya olayı olacak. Tahminimce Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş hep birlikte orada olacaklar. Salı günü CHP grubu Konya’da toplanacak. Oraya da Mansur Yavaş’ın gideceğini tahmin ediyorum. Ekrem İmamoğlu da büyük bir ihtimalle katılır.

Burak Özcan: “Ahmet Türk’ün Nevruz’daki açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sanki Kılıçdaroğlu’nu zorda bırakma amacı taşıyor gibiydi”. Hiç sanmıyorum. Ahmet Türk o cenahta Kılıçdaroğlu’na en sıcak bakan isimlerden birisidir. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nu zorda bırakmak gibi bir derdi olduğu kanısında değilim. Yani siz hangi cümlesini, neyi kastediyorsunuz bilmiyorum; ama benim bildiğim Ahmet Türk, Kılıçdaroğlu’na özel olarak sorun çıkartmak isteyecek en son isimlerden birisi olur HDP kanadında. 

Nihat Mısır: “Gökhan Zan ve Ünal Karaman’ın siyâsete girmesini nasıl yorumluyorsunuz? Futbolcular şimdiye kadar Meclis’e ne kattı ki?” Evet, gerçekten var futbolcular. Alpay var, diyorum ve susuyorum. Saffet Sancaklı var MHP’de. Saffet Sancaklı bayağı bir kendi sınırları içerisinde, MHP içerisinde bir şeyler yapmaya çalışıyor. Ne kattı bilmiyorum, ama sonuçta milletvekilliğini ciddîye alan birisi. Alpay’ın neyi ciddîye aldığını anlıyoruz. O daha bir troll kontenjanından girmiş. Gökhan Zan ve Ünal Karaman, yani ikisini de futbolcu olarak biliyorum tabiî de, Gökhan Zan’ın son depremdeki çıkışları gerçekten çok ilginçti. Bir sivil toplum aktivisti gibi çıktı karşımıza. Takdir de gördü diye düşünüyorum. Ünal Karaman başka bir olay. O öteden beri ülkücü bilinen bir isim. Açıkçası ben Ünal’ın MHP’yi bırakıp İYİ Parti’ye yönelmesini ilginç buldum. Aday olurlar mı, olurlarsa seçilirler mi, seçilirlerse ne katarlar? Vallahi o kadar kalabalık bir Meclis’te futbolcu olmasında da bence bir sakınca yok. Ondan sonrası da onu seçenlere bağlı. Ama Gökhan Zan meselâ, son depremde gösterdiği performansın onda birini Meclis’te gösterse zâten dikkat çekici işler yapar. 

Can Serkan Ayan: “Sandık güvenliği en büyük endîşem. 2018 seçimlerinde CHP’nin yere göğe koyamadığı tâkip sistemi yarım saat içinde çökmüştü. Sizce bu defa yapabilecekler mi?” Bu sefer 6 parti birden çalışıyor. DEVA Partisi yeni bir çalışma açıkladı. Daha ciddîye alıyorlar. İstanbul’da CHP, yerel seçimde gördük, olağanüstü bir performans gösterdi. Belli ki oradaki strateji ve taktikler tüm ülke çapına yayılıyor. Bu sefer çok daha ciddî olacağını tahmin ediyorum.

Valentinus demiş ki: “Ruşen abi, piyanist şantörler gibi giyinmişsin, yakışır”. Hâlâ piyanist şantör kaldıysa ben de onlar gibi giyineyim. Öyle diyeyim. 

Oya Hanım: “Öncelikle tarafsız yayınlarınız için teşekkürler. Sizce Millet İttifâkı sandık güvenliği konusunda hazır mı?” Aynı şeyi sormuş. Çoğu arkadaşımız bunu soruyor. Bununla ilgili biz de Medyascope olarak bayağı bir çalışıyoruz. Seçime doğru iyice bunları öne çıkartacağız. Bu konuda herkesin kendisine yakın gördüğü partiye, partililere baskı yapması lâzım. Özellikle hukukçular çok önemli roller üstleneceğe benziyor. Tabiî hepsini çağıracağım deyip seçim gecesi ortadan kaybolarak olmaz bu. Öncelikle partilerin sâhip çıkması gerekiyor. Parti üyesi olsun olmasın vatandaş aslında sandık güvenliği konusunda çok ciddî hassâsiyete sâhip. 

“Millet İttifâkı hangi hatâları yaparsa seçimi zora sokar sizce?” Bence en büyük hatâ bölünmektir, parçalanmaktır. Kendi içlerinde kavga etmektir. Öncelikle bu. İkinci olarak da şu aşamada Muharrem İnce meselesini bir mesele olarak görüp, bunu sâkin bir şekilde çözmenin yollarını bulması gerekiyor Millet İttifâkı’nın. İYİ Parti cenâhından gelen açıklamalar var; meselâ Meral Akşener, “Millet İttifâkı’na dâhil etmek gerekir, edebiliriz” filan dedi. Koray Aydın, “Cumhurbaşkanı yardımcısı olabilir” dedi. Oradan bu tip şeyler geliyor. Bence en öncelikli mesele, şu aşamada, parçalanmaması. HDP’nin de desteğini almış durumda. Emek ve Özgürlük İttifâkı’nın desteğini almış durumda. Parçalanmaması, Kılıçdaroğlu’nun iyi bir kadro göstermesi ve Muharrem İnce meselesini önemsemesi. 

Hasan Şener: “Son 10 yılımız 2050’de târih kitaplarında nasıl yazar?” Çok da fazla bir şey yazmaz aslında. Sonuçta bence son 10 yılın en çarpıcı olaylarından birisi Çözüm Süreci’ydi. Maalesef başarısızlıkla sonuçlandı. Ondan sonra darbe girişimi var. Türkiye’nin hızla daha da otoriter bir rejim tarafından yönetilmesi var. Tek adam rejimi var. Hukuk devletinden uzaklaşmak var ve bunun mağdurları var. Özellikle mağdurların üzerinden yazılmasında yarar var. Yoksa mağrurlar üzerinden, zulmedenler üzerinden yazılan târih, doğru târih değil bence. 

Merve Kavakçı’nın görevden alınması hakkında çok soru var: “Merve Kavakçı adaylık için istifâ sürecini kaçırdığı için görevden alınmış olabilir mi?” Kim bilir ne olmuştur diyeceğim. Açıkçası çok da fazla merak etmiyorum. Zâten zamânında paraşütle bir yerlere gelmiş birtakım insanlar bunlar. Babasının sâyesinde Erbakan tarafından milletvekili yapılmıştı. Sonra yaşanan süreçlerde kendisiyle ben ABD’de gazetecilik yaparken –o da oradaydı– röportaj yapmışlığım da var. Kim bilir ne olmuştur yani… Milletvekili olacağına çok emin değilim. Zâten bildiğim kadarıyla şu anda bir kardeşi milletvekili.

“AKP seçimleri kaybederse, muhâlefetin hîle yaptığını söylerse tabanı destekler mi? Ne olur? Halk ne kadar hakkını savunur?” Yani bunu Trump yapmaya çalıştı. İktidardaki bir partinin kaybedip hîle suçlaması yapması kadar abes bir şey yok. İstanbul seçimlerinde bunu yaptılar, tekrarlattılar. Çok daha beter bir hezîmetle karşılaştılar. Amerika’da Trump bunu yapmaya çalıştı, kimse ciddîye almadı. Sonuçta yani, iktidar, bu kadar otoriter bir rejim, her şeyi kontrol eden bir rejim kaybedecek ve muhâlefet hîle yaptı diyecek. Nasıl yapabilir ki, nasıl yapsın? Bunun yolu yordamı yok. Ama iktidârın seçim sonuçlarıyla oynamak için elinde çok sayıda imkân var. 

“Alpay Özalan kavgada ön cephedeydi. Buna karşı Gökhan Zan savunma olarak düşünülmüş olabilir mi?” İkisi de aslında aynı mevkide oynuyorlardı biliyorsunuz. Sonuçta espri güzel, ama bilmiyorum. Alpay Özalan bir daha da milletvekili olur mu açıkçası çok da emin değilim. Olursa da önümüzdeki dönemde Meclis’te, şimdi olduğu gibi agresif tutum takınabilir mi ona hiç emin değilim. 

“Erdoğan’ın bakanları milletvekili yapmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?” Bugün saat 15.00’teki yayında bunu konuşacağız. Gökçe ile Gülçin’in yöneteceği “Seçim Özel Kuşağı”na ben katılacağım ve tam da bunları yorumlayacağım. Şu hâliyle baktığımız zaman, şöyle kısaca söyleyeyim: Nâfile bir çaba olarak görüyorum. Orada daha uzun anlatacağım bu konudaki görüşlerimi.

“Rusya ve Batı çatışma içindeyken aynı anda Erdoğan’ı destekler mi? Rusya Erdoğan’ı destekliyorsa Batı tersini yapmaz mı?” Yani bu kadar ince baktıklarını düşünmüyorum. Rusya’nın Erdoğan’ı desteklediği kesin. Ama Batı’nın muhâlefeti desteklediği diye bir şey yok. Sırf Rusya’ya inat diye de böyle bir şey yapmazlar. Onlar çok daha temkinli davranıyorlar. 

Doruk Samuray: “HDP’nin dolaylı desteği sonrası İYİ Partili seçmenin Yavuz Ağıralioğlu gibi Millet İttifâkı’ndan ayrılmasını bekler misiniz?” Hayır, beklemem. Bu kadar basit. Yani Yavuz Ağıralioğlu Erdoğan’a mı oy verecek, Sinan Oğan’a mı oy verecek bilmiyorum açıkçası. Çok da belirleyici bir çıkış olacağını sanmıyorum. 

Evet, seçim güvenliği. Tekrar edeyim: Bunun birinci derecede sorumlusu partilerdir, adaylardır. Ama tabiî ki yurttaşlar devreye girmek durumunda. Ama yurttaşların kendi başlarına seçim güvenliğini sağlamaları mümkün değil. Millet İttifâkı bu konuda uzun zamandır bir çalışma yürütüyor. Çok ciddîye aldıklarını söylüyorlar. Öyle olduklarını varsayıyoruz. Ciddîye alıp almadıklarını kontrol etmek de vatandaşların görevi.

Erdoğan Dursunoğlu: “Bekir Ağırdır, ‘Millet İttifâkı’nın bir rûhu hâlen yok’ dedi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?” Aynen öyle değerlendiriyorum. Gerçekten de öyle. Çok da güzel ifâde etmiş Bekir. Ruh henüz yok. O rûhu birisinin üflemesi lâzım. O birisi kim olabilir? Kılıçdaroğlu olamayacak, onu gördük. Bakalım nasıl olacak? Hepsini bir arada göreceğimiz bir olay İzmir kongresinde olacaktı, Meral Akşener gitmedi. Cuma günü, yani yarınki Malatya’daki iftar programına bütün liderler giderse, oradaki görüntüden hareketle bir şeyler söyleyebiliriz. O rûhun aslında ne olacağını biz biliyoruz. Yani o ruh Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem olmaz. O ruh; Türkiye’de tekrar hukuk devletinin kurulması, kurumların ayakları üzerine oturtulması; yani çoğulcu, demokratik bir cumhuriyet, Cumhuriyet’in 100. Yılı’nda bunu güçlü bir şekilde sâhiplenmek. Ama çoğulcu, herkesi kapsayan bir cumhuriyet, demokratik bir cumhuriyet perspektifi. O ruhla olabilir. Yoksa Erdoğan’ın alternatifi, Erdoğan rejiminin alternatifi Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem değil. O onun bir parçası olabilir; ama Erdoğan’ın alternatifi, otoriterliğin alternatifi çoğulcu demokrasi. Onu verebilmek…

Çağlar Yıldırım: “Sizce Millet İttifâkı’nın ekibi hazır mı?” Büyük ölçüde hazır sanki. Ama yine de taşların tam yerine oturduğunu düşünmüyorum. Her noktada anlaşmışlar mı bilmiyorum. Anlaşsalar da bunu bize ifâde etmediler. Ama özellikle kilit bakanlıkların paylaşımı konusunda bayağı bir merak var. 

“Türkiye’de değişim olmazsa muhâlif yurttaşların ülkeyle duygusal bağının kopması konusunda ne diyorsunuz?” demiş Eda Saraç. Öyle diyorum; yani insanlar iyice umutsuzluğa kapılacak. Gidebilen gidecek. Bu bir hedefti birçoğu için. Yani târihî bir seçim var, ondan sonraya ertelenen birçok plan var. O planın sonucunda eğer bir değişim olursa, Türkiye bir yeniden yapılanmaya girerse, çoğulcu demokratik bir cumhuriyete doğru yeniden yönelirse; gitmeyi düşünenler gitmeyeceği gibi, gidenlerin bâzıları da kademe kademe geri dönmeyi de düşünebilir.

Lebowski diyor ki: “HÜDA PAR ittifâkı sonrası MHP ve Büyük Birlik Partisi’nin tepkisizliği hakkında ne düşünüyorsunuz?” Henüz ittifak yok. Demin başta da söyledim: Görüşmeler sürüyor, ama olmama ihtimâli de var. Dolayısıyla MHP ve BBP’nin kamuya yönelik bir tepkileri olmadı. Sadece BBP, “Bu uzaktan bir destek” dedi. Ama MHP’nin rahatsız olduğunu tahmin ediyorum. Hattâ Murat Yetkin son yazılarından birisinde, Saray’daki görüşmede Bahçeli’nin bu konuyu Erdoğan’a getirmiş olması ihtimâlinin yüksek olduğunu yazmıştı. Belli ki bir şeyler duymuş. Yani MHP’nin rahatsız olmasına yol açacak birçok şey var. Ama bunu açıkça yapmayacak kadar da Cumhur İttifâkı’na özen gösteriyor Devlet Bahçeli. Fakat Hizbullah’ın yasal kolu gibi görülen bir yapıyla ittifak yapmaya MHP… yani mecbur kalırsa tabiî ki yapar, ama kolay kolay kendilerini bile iknâ edemezler gibi geliyor bana. 

“TİP’in son yapılan anketlerde oy oranının %3’lere yaklaşmasını neye bağlıyorsunuz? Bu oran daha da artabilir mi?” Bunu çok fazla anketlerde görmedim. Bir yerde gördüm, bana açıkçası çok gerçekçi gelmedi. Yani yanılıyorsam kusura bakmasınlar, ama %3 çok büyük rakam. Gerçekten çok büyük rakam. TİP bu rakama ulaştıysa bir sonraki seçimde %10’a kadar da gider yani, öyle söyleyeyim. Bilemiyorum. Neye bağlıyorum? Herkesin sustuğu, daha böyle pasif bir siyâset yaptığı bir yerde, aktif bir şeyler yapıyorlar. O anlamda dikkat çekici çıkışlar ve genç isimler genellikle. Radikal çıkışlar yapıyorlar. Bunun bu ölgünlükte ilgi görmesi anlaşılır bir şey. 

Nihat Mısır: “Kılıçdaroğlu’nun yurtdışında hiç tanınmaması sorun olmaz mı? Şimdiden meselâ mülteci konusunda AB ve Suriye ile görüşmeler yapması, belki de Esad’la görüşmesi işe yaramaz mı?” Esad’la görüşmesi yarayabilir. Erdoğan Esad’la görüşmek istiyor; ama Esad onunla görüşmüyor biliyorsunuz. Kılıçdaroğlu’yla görüşürse yarayabilir. Tabiî ki bunu aleyhine kullanmak isteyeceklerdir. Ama Kılıçdaroğlu böyle bir görüşme yapmak istemez. Yani bunun risklerini görüp bence– fırsatlar daha fazla ama– istemeyecektir. Heyet yollamak filan gibi bir şeyi isteyebilir, ama kendisinin gitmesi kadar etkili olmaz. 

“Özer Sencar’la yapacağınız yayını dört gözle bekliyoruz. Uzun zaman oldu Özer Bey’i görmeyeli, dinlemeyeli.” Evet, Özer Bey’le yaptığımız yayınlar artık onun için de benim için de tehlikeli olmaya başladı. Çok tepki çekiyor; ama çok ilgi görüyor. Kendisiyle konuştuk, haftaya muhtemelen yapacağız, bakalım. O Ankara’da yaşıyor biliyorsunuz. Stüdyoda daha iyi oluyor. İstanbul’a bir yolu düştüğünde yapmak için anlaştık. Muhtemelen haftaya yapacağız. Yani başımıza iş açıyor diyorum, ama gazetecilikte olur böyle şeyler. Benim çok da fazla bu gelen tepkilerden rahatsız olduğumu düşünmeyin. Yoksa hiçbir şey yapamazdık yani. Ona tepki, buna tepki… Sonuçta Özer Bey, adı olan önemli bir kişidir. Uzun zamandan beri birbirimizi tanırız ve birbirimize güveniriz. Dolayısıyla kendisiyle bir yayın yapmayı ben de istiyorum. Muhtemelen çok geçmeden olacaktır.

‘‘Millet İttifâkı 300 sandalye bulamazsa Meclis’te ne yaşanır?” Eğer Kılıçdaroğlu seçilirse Meclis’te çok fazla şey yaşanmaz. Sorun çıkartırlar, Kılıçdaroğlu da Erdoğan’ın yarattığı Türk tipi Başkanlık Sistemi imkânlarıyla o sorunları olabildiğince bertaraf eder — öyle söyleyelim. Yani sonuçta Erdoğan kendi tuzağına düşmüş olur. Meclis’te çoğunluğu şimdiki iktidar sağlarsa, ama cumhurbaşkanlığını kaybederse, bu sefer Başkanlık Sistemi’ni getirdikleri için pişman olur.

“2002’deki AKP bu seçime girse birinci parti çıkar mıydı?” demiş Kemal Bey. “Bence çıkamazdı” diye de eklemiş. 2002’deki AKP derken kastınız söyledikleriyse, yok, çıkamazdı. Ama oradaki yarattığı havaysa, çıkardı. Şu 2002’de AKP’nin yarattığı havayı bugün Millet İttifâkı’nın neden yaratamıyor diye bir sorun var. 

Didem Hanım: “AKP içinde kadın hareketi ne kadar güçlü sizce?” diye sormuş. Belli bir gücü var, ama hâlâ kendine çok güvenemiyor. Ama en son olayda gördük, Özlem Zengin’in bir kere daha –ki daha önce de yapmıştı– çıkışını; sonra geri adım attı dediler, ama bence geri adım attığı yok. Ve sonunda kazandı bence. Belli bir gücü var. Orada şöyle de bir husus var: AKP içerisindeki kadın hareketi diye tanımlanabilecek kişiler, Erdoğan âilesinden bâzı kadınlarla da, özellikle kızlarıyla iyi ilişkileri olan kişiler. Onların da etkisini yabana atmamak lâzım. Böyle garip bir durum yaşanıyor aslında. Kadınların hakkını savunmak için yine Erdoğan’ın yakın çevresine ulaşabilmeleri gerekiyor, öyle bir durum var.

Yavaş yavaş toparlayalım.

“İktidar el değiştirirse mâlûm basın nasıl bir tavır takınır? Sizin gibi duayen gazetecileri gazete köşelerinde değil de YouTube’dan dinler hâle geldik. İyi ki YouTube var.” İyi ki YouTube var. YouTube olmadan önce de Periscope vardı. Şimdi YouTube var. Yarın da YouTube olacak. Düşünün, şu anda iktidar yanlısı olan ve yarın yazacak yer bulamayan insanlar, diyelim ki –isim vermeye gerek yok– YouTube’dan yayın yapsalar… Kim onları niye dinlesin, niye izlesin? Yani bir de böyle hazin bir durum var. Onlar yaptıkları tercihle aslında meslekî olarak intihar ettiler. Ve bir daha da kolay kolay toparlayacaklarını sanmıyorum. Ama şunu söyleyeyim — bakın, çok açık, samîmî söylüyorum: Türkiye’de medya, gazetecilik filan hiçbir zaman iyi bir yerde olmadı, bundan sonra da iyi bir yerde olmayacak. Olumlu anlamda istisnâlar hep olacak, ama büyük bir çoğunluk, kimden yana olursa olsun, iktidar basınla nasıl bir ilişki kurarsa kursun, o çoğunluk kamu yarârına bir iş gibi yapmayacak bu işi. Yıllardır ben bu işi yapan –neredeyse 40. yılıma varacağım, 2 yıl kaldı 40 yıla– birisi olarak söylüyorum: Bugünün berbat olması dünün iyi olduğu anlamına gelmiyor. Dün de berbattı. Bugün farklı bir açıdan berbat. Muhtemelen yarın da farklı bir açıdan berbat olacak. Onu şimdiden söyleyeyim. Yani böyle iktidar değişirse basın da özgürleşecek, daha şu olacak bu olacak filan; bunlara çok fazla inanmıyorum. Onun için şimdiden söyleyeyim. Yeni bir tür yandaşlık çıkacak vs.. Yine bağımsız, tarafsız gazetecilik yapmak isteyenlerin önlerine engeller çıkacak. Öyle tahmin ediyorum. Umarım yanılırım, mahçup olurum. 

“Muharrem İnce’yi yayına dâvet edecek misiniz?” Biz Muharrem İnce’yi 5 yıldır yayına dâvet ediyoruz, 5 yıldır çıkmıyor. Şimdi yine dâvet ediyoruz, etmeye çalışıyoruz daha doğrusu birkaç koldan. Bekliyoruz. Eğer kabul ederse seve seve yayın yaparız. Kimseye karşı bir pozisyonumuz yok. Onların bize nasıl baktıkları bizi çok da fazla ilgilendirmiyor. Biz işimiz gereği herkesle, bütün herkesle, yani önemli siyâsî aktörlerin hepsiyle yayın yapmaya çalışıyoruz. Fatih Erbakan’la da yapmak istediğimizi ilettik danışmanlarına. Muhâlefetin diğer bütün partilerine ilettik. İşçi Partisi’ne de ilettik. HDP’ye de ilettik. Bunların kimileri hızlıca oluyor, kimileri zamanla oluyor. Belki de kimileri hiç olmayacak. Ama biz esas olarak seçimi bölgelerden tâkip ediyoruz, seçim bölgelerinden. Görmediyseniz muhakkak bakın. Arkadaşlarımız meselâ Sakarya, Aydın gibi illeri yaptılar. Şu anda Türkiye’nin an îtibâriyle 5 ilinde arkadaşlarımız sâhada çalışıyorlar. Seçimin sonuna kadar Türkiye’deki tüm illere gitmiş olacağız ve bunların her biri hakkında da canlı yayınlarda muhâbir arkadaşlarımız sâhadan olayları aktarıyorlar. Döndükten sonra stüdyoda aktarıyorlar. Bütün bunları ve bunların videolarını YouTube sayfamıza ve web sayfamıza koyuyoruz. Esas olarak seçimi yerinden izliyoruz. Ama tabiî ki tüm liderlerle –iktidar partilerinin liderleri de dâhil–, hepsiyle yayın yapmak istiyoruz. Hepsine yolu yordamı neyse o yolla kendilerine taleplerimizi iletiyoruz. Kabul edenlerle de seve seve bu yayınları yapıyoruz.

Evet, noktayı koyalım. Her zamanki gibi: Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.