Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aydın Selcen yazdı: Diplomasi bir sahne performansı mıdır yalnızca?

Görülebildiğim kadarıyla Çavuşoğlu bunca yıldır aynı koltukta oturmasına rağmen diplomasiyi bir sahne performansından, dışişlerinin de halkla ilişkilerden ibaret olduğu kanısında. Başka deyişle, esasen onun bunca yıldır o koltukta oturabilmesi yahut Erdoğan tarafından o konumda tutulmasının nedeni, Çavuşoğlu’nun diplomasiye bu içi boş, dışı parlak yaklaşımı. Kendi kendini sürekli yeniden yaratan kapalı devre bir döngü bu: Çavuşoğlu böyle yaptığı için, böyle yaptıkça orada oturuyor. Çavuşoğlu için tek öncelik o koltukta oturmayı sürdürmek. Dolayısıyla ürettiğinin tek alıcısı da Erdoğan.

Doğal olarak Erdoğan açısından ise tek öncelik kendi oturduğu koltuğu korumak. Dış politikasının da omurgası bu. Büyükelçileri, Dışişleri Bakanlığı’nı geçtim, Çavuşoğlu’nun bile sözkonusu “sahne performansları” onun dış politikası bakımından tatlı zaman geçirtecek, yeri geldiğinde gülümsetecek bir oyalanma olabilir yalnızca. Örnek vermek gerekirse, son ABD Büyükelçisi Flake’e çıkışmasının kendi Vaşington Büyükelçisi’ne ne denli olumsuz yansıyacağı umurunda bile değil. Ayrıca Erdoğan’ın ona yaranmak için önünde türlü şaklabanlıklar yapan dalkavuklara zerre saygı duymadığına ve her şeyin de gün gibi farkında olduğuna eminim.

Bunları umursamıyor zira Erdoğan dış politikayı kendi yapıyor ve uyguluyor. Yahut o ne yapıyorsa, dış politika da o oluyor. Olumlu yönü, kendi çıkarı öyle denk geldiğinde, müesses nizamı da sarsabilmesi. Yine örnekse zamanında Irak Kürdistan Bölgesi’yle açılımı o yönetmişti. Şimdi Suudi Arabistan (SA), BAE, İsrail, Mısır vb. arayı düzelten de o. Ama bozan da oydu. Tüm bunlar, buraya nasıl geldiğimizle ilgili. Ama 14 Mayıs bağlamında temel konumuz buradan nereye, nasıl gideceğimiz olmalı. IKB örneğinden gidersek, tahkim davası ve boru hattının kapanması bu türden bir sınama. Lavrov’un son ziyaretinin yeniden ortaya çıkardığı üzere, Rusya daha doğrusu Putin ile ilişkilerimiz de öyle.

Yarın öbür gün Ankara’dan kaygılı bakışlarla dünyayı ve bölgesini izleyecek “geleneksel” bir dışişleri bakanı ne yapacak? “Yerim dar oynayamıyorum” yollu bir itiraf, belki akılcı ama çekingen, silik bir tutum olacağı için benimsenemeyecek. Hem öyle bir dönemdeyiz ki, sanki bir dönem “tarihin sonu” denildiği gibi, “diplomasinin sonu” gelmiş gibi. Bizde Erdoğan’a yorulan pek çok semptom, esasen diplomasi geleneği güçlü diğer ülkelerde de var. Gözlerinizi kapatınca, benim gibi bu işlere meraklı ve çocukluğundan beri izleyen biri de olsanız, diyelim bir Almanya, Fransa, İngiltere’nin dışişleri bakanının kim olduğu aklınıza geliyor mu ilk anda?

Bizim arpacı kumrusu gibi kara kara düşünecek (14 Mayıs sonrasının?) hayali dışişleri bakanımıza dönelim. Masasındaki kağıdın tepesine Finlandiya’nın NATO üyesi olduğunu yazar. Altına devam eder: Rusya Belarus’a taktik nükleer füze konuşlandırdı. Prigojin Bakmut’u aldığını iddia ediyor ama ne Rus ne Ukrayna savunma bakanlıkları doğrulamadı. Rusya’nın yeni dış politika belgesi: Batı’yla cepheleşme ve NATO. OPEC’te SA birlikte Rusya da 1 milyon varil/gün petrol üretimini azaltıyor. Putin hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) kararı. Yanına parantez içinde: Türkiye Roma Statüsü’nü imzalamadı. 

Devamla, bir yatay çizgi çekip altına: Macron (yanında von der Leyen) Çin’de. Belki parantez açıp ekler: Scholz ve Sanchez de ziyaret etti, Lula yolda. Ok çıkarıp “Brezilya, Hindistan ve Rusya’nın Çin’le Yuan üzerinden ticareti?” diye bir not düşer. Aklına gelir: Çin, SA ile İran’ı uzlaştırdı, belge Arapça, Farsça ve Çince hazırlandı. Yine bir parantez: Rusya da Türkiye, İran ve Suriye arasında arabuluculuk yapıyor. Rusya deyince hayali bakanımız kafasını kaşıyıp, Ukrayna’nın işgalini anımsar: Savaşın gidişatı? Ham petrol ve doğalgazda Rusya’ya bağımlılık. Karadeniz’de* güç dengesi, tehdit algısı ve Montreux. ABD Ankara Büyükelçisi Flake’in Kılıçdaroğlu’nu ziyaretinde S-400 konusunu açmaması. S-400 için çözüm*: Hindistan? F-35 programına geri dönmek.

Bakan masasına saçtığı bu mikadonun çöplerini ayıklamak durumunda. İşe girişmeden anlamlı bir bütünün belirtilerini de sezmek, görmek, okumak zorunda. Bir yanda değiştiremeyecekleri var: Türkiye’nin haritadaki konumu. En başta NATO, uluslararası ittifaklara üyelikleri. Önüne koyduğu AB’ye tam üyelik hedefi de var. Öte yandan, ülkenin petrol ve gazda dışa bağımlılığı ve bunun dayattığı hem kısa-orta vadede kaynak çeşitlendirme hem uzun vadede yeşil dönüşüme uyumla fosil yakıtlardan kurtulma gereksinimi. Ekonomiyi düşünse ABD Doları cinsinden 400 milyar borç, 120 milyar dış ticaret açığı, üzerine 150 milyara ulaşacak deprem hasarı ve yüzde 100’e yaklaşan enflasyon. Üstelik belki siyasi talimat alması konusunda altı liderin birden işin içine karışacağı bir olası karmaşa.

Öyle: Bakanımızın yeri dar, oynaması güç. Adeta serüven filmlerindeki saatli bombayı zamana karşı yarışla ter içinde farklı renklerdeki kabloları keserek etkisiz duruma getirmeye çabalayan bir patlayıcı uzmanı gibi. Aynı zamanda kadrosunu kurup, kendi oyununu oturtması da zaman alacak. Bir öğrenme, “kas hafızası” yaratma dönemi geçirecek. Belki önündeki kağıdın bu defa arka yüzünü çevirip oraya “diyalog ve çok taraflı diplomasi” yazacak. Ama bu genelgeçer yordam önermesinin altına ne yazabileceği meçhul. Dünyanın Ankara’nın çevresinde dönmediğinin de bilincinde olacak. Rumsfeld’in deyişiyle, bilinen bilinmeyenler ve bilinmeyen bilinmeyenler uykularını kaçıracak. İhtiyattan, temkinden yana yanılmayı yeğleyecek.

Şunu söylemekle yetinmek herhalde gerçeklerden çok uzağa düşürmez bizi: Ne yapsa şimdikinden daha tutarsız, daha gayrıciddi olamaz nasılsa. Herhalde böyle bir bağlamda, Lavrov’u Ankara’ya davet edip, kameraların karşısında sarmalamaz, ona bir NATO ülkesinde podyum sunmaz. Suriye’yle arayı düzeltecek olsa dahi, bunun arabuluculuğunu Moskova’ya bırakmaz. Hem medya, hem iş dünyasıyla kendi yöneteceği diplomasi arasına “camdan bir duvar” çeker. Çok düşünür, az konuşur, yeterince ve yeterli hızda yapar. Acele ile sürati, işgüzarlıkla etkinliği karıştırmaz. Buna karşılık, mükemmele özenirken iyiyi de ıskalamaz. Efsaneyle veya hurafeyle hafızayı ayrıştırmayı bilir. En gergin anlarda bile zarafetten taviz vermez. Diye umalım.       

*Prof. Dr. Serhat Güvenç’in buradaki son iki, “NATO için bir sıklet merkezi olarak Karadeniz” ve “S-400’ler Hindistan’a…”  yazıları hayali bakanımız için yol gösterici nitelikte.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.