14 Mayıs’ta ne oldu? 28 Mayıs’ta ne olacak? | Ruşen Çakır & Fatih Altaylı tartışıyor

-Seçimler neden böyle sonuçlandı? Muhalefet nerede hata yaptı?

-İktidarın korku stratejisi ikinci turda da işe yarayacak mı?

-Habertürk’ten neden ayrıldı, şimdi ne yapacak?

Uzun zamandır çalıştığı Habertürk’ten 14 Mayıs seçimlerinin ardından ayrılan gazeteci Fatih Altaylı, Medyascope‘a ilk kez konuk olarak Ruşen Çakır’ın sorularını cevapladı.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Gazeteci Fatih Altaylı stüdyoda canlı yayın konuğumuz. Tabiî ki seçimleri konuşacağız. Fatih, hoşgeldin.

Fatih Altaylı: Hoş bulduk Ruşen. 

Ruşen Çakır: Evet, çok şey var konuşacak; ama en sıcağı ile, montaj meselesiyle başlayalım. Murat Karayılan meselesinin montaj olduğunu biliyorduk.

Fatih Altaylı: Herkes biliyordu.

Ruşen Çakır: Erdoğan da doğruladı

Fatih Altaylı: Evet, garip bir şekilde doğruladı; doğrulamaktan başka çâresi herhalde yoktu. Yani o kadar ileri gidilmezdi diye düşünüyorum. Gerçi söz konusu Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğu zaman, ne kadar ileri gideceğini önden anlayabilmek zaman zaman zor oluyor. Çünkü bâzen, “Bu kadarını da yapmaz” dediğimiz pek çok şeyi yaptığını sıklıkla gördük geçtiğimiz 30 yıl içerisinde ve dozu da her seferinde artırdı. Ancak bu sefer, herhalde karşısındakilerden böyle bir soru beklemiyordu büyük ihtimalle. Sorulunca, “Ama montaj, ama şu bu” diyerek montajı kabullendi. Ne yazık ki Türkiye’de siyâsetin geldiği durum bu. Yani sen ben hatırlarız; sen benden daha politiktin o zaman. 80 öncesi dönemde, içinden çıkılmayacak kadar kötü bir ortam olduğunu zannettiğimiz günlerde bile siyâset dili bu kadar kirli, bu kadar ayrıştırıcı, bu kadar düşmanlaştırıcı, kusura bakma bunu söylemek zorundayım, bu kadar pespâye olmamıştı. Bu pespâyelik, toplumda en alt, en dip kesimde bir karşılık buluyor ve nihâyetinde galiba belirleyici olan o en dip kesimin tercihleri oluyor. Bu seçim öncesi CHP’nin, muhâlefetin bu dile yaklaşmama karârı vardı. Daha yapıcı, daha pozitif bir dil kullanmak istediler. Ancak CHP içerisinde siyâseti iyi bilen isimler, üstelik onların bâzıları da kadın olduğu halde, “Bakın, bu düşmanca politikaya biz de ayak uydurmalıyız. Çünkü bizi karalayacaklar. Biz çiçek böcekle bu işin içinden çıkamayız. Bize hak etmediğimiz bir suçlamada bulunacaklar, biz onlara kalp yaparak bu işinden çıkamayız” dediler. Ancak CHP’nin o günkü aklı, “Hayır, biz böyle yapmayacağız” dedi. Yapsalar fark eder miydi etmez miydi bilmiyorum. Ama sonuçta, bu montaj meselesi ilk değil. Biliyorsun AK Parti örgütleri çeşitli illerde Cumhuriyet Halk Partisi aleyhine sahte programlar dağıtıyorlar. Kılıçdaroğlu’nun ağzından, “Şunu yapacağız, bunu yapacağız, Apo’yu serbest bırakacağız, bilmem neyi şöyle yapacağız” filan diye. CHP buna bugüne kadar doğru düzgün bir yanıt vermedi. Bundan sonra da verir mi çok emin değilim.

Ruşen Çakır: Zâten fazla bir şey de kalmadı 2.tur seçimine.

Fatih Altaylı: Evet, üç gün kaldı. O üç gün içerisinde, olmayan medyası ile ne kadar bu işe gidebilir? Meselâ bunu biz, yani muhâlif gibi görünen yazarlar yaşıyoruz. Sen de büyük ihtimalle bunu yaşıyorsun. Biz bâzı konularda bâzı şeyleri yazdığımız zaman, AK Partili olduğu varsayılan trollerden, “Vay! PKK’ya destek mi veriyorsunuz? Kandil’e mi destek veriyorsunuz?” sesleri geliyor. Ben de onlara, “Arkadaşlar, doğru söylüyorsunuz da… Diyarbakır Meydanı’nda bir yanında Şivan Perwer, bir yanında Barzani ile Megri Megri şarkısını söyleyen Kılıçdaroğlu değildi, CHP de değildi, CHP’liler de değildi” diyorum. Ama buna bir yanıt verme gereği hissetmiyorlar. Çünkü Türkiye’de siyâset hâfızasızlığa dayanıyor”. Hatırlattığınız zaman bile hatırlamıyorsa, bu hâfızayla ilgili bir şey değildir.

Ruşen Çakır: Hâfıza demişken, sen Sinan Oğan’la yaptığın yayından alıntılar paylaştın sosyal medyada. Öncelikle şunu söyleyeyim, seçimden önce, hemen hemen herkesi yayınına çıkardın — Cumhurbaşkanı dışında.

Fatih Altaylı: Evet. Bir de Kılıçdaroğlu dışında. Kılıçdaroğlu da çıkmadı. 

Ruşen Çakır: İstedin de mi olmadı?

Fatih Altaylı: İstedim de olmadı. 

Ruşen Çakır: Anladım. Sinan Oğan meselesine baktığımız zaman, orada bir tutarsızlık mı görüyorsun, yoksa “Bunlara artık alıştık” mı diyorsun?

Fatih Altaylı: Tutarsızlık demek mümkün değil. Ben bunu şöyle algılıyorum: Bugün geldiğimiz yerde, siyâsetin toplumla bağı kopuk demek çok doğru değil; ama moda tâbiriyle siyâsetin algoritması değişti. Bugün siyâsette hiçbir şey ideolojiler üzerinden yürümüyor. Çünkü artık ideoloji kalmadı. İdeoloji kalmadığı gibi, meselâ partilerin, siyâsetçilerin veya siyâsî oluşumların doktrinleri de kalmadı. O yüzden de artık iş biraz profesyonel siyâsetçilik hâline geldi. Bunun illâ maddî çıkar olması gerekmiyor. Siyâsî tatmin, kendi yandaşlarını işe sokabilmek, ekonomik imkân sağlayabilmek gibi yerlere evrildi. O yüzden de beni artık hiçbir şey şaşırtmıyor. Hattâ açık söyleyeyim, beni şaşırtan şu oldu: Bugüne kadar İYİ Parti’nin, AK Parti ve Cumhurbaşkanı’na eklemlenmemiş olması. Benim için Sinan Oğan’ın düne kadar söylediği her şeyi yalayıp yutup iktidâra eklemlenmesinden daha şaşırtıcı olan, henüz İYİ Parti’nin böyle bir durumda olmamasıdır. Çünkü açıkçası toplumun geniş kesimi ya da siyâseti izleyenlerin geniş kesimleri İYİ Parti’nin de belli bir süreçte iktidârın yörüngesine gireceğini, iktidârın altında toplanacağını düşünüyordu. Meral Hanım iyi dayandı. 

Ruşen Çakır: Çok da çağrı yaptılar. 

Fatih Altaylı: Evet. Aşağıdan yapılan temasları, parti için sokulan elleri, partiye sokulan çomakları biliyoruz O yüzden Sinan Oğan’ın durumu beni hiç şaşırtmadı. Evet, benim programlarımda, üst üste katıldığı iki programda –yani birinde aday adayıyken, diğerinde adayken katıldığı iki programda– HÜDA PAR konusunda çok sert çıktı. HÜDA PAR ve PKK’nın aynı şey olduğunu, hattâ birinin Türkiye açısından PKK’dan daha tehlikeli olma ihtimâli olduğunu vurguladı ve “HÜDA PAR’la aynı sandığa girmeyiz” dedi. Baktığınız zaman tutarlılık şurada: HÜDA PAR’la aynı sandığa girmeyecek; çünkü artık sâdece bir sandık var. O gün iki sandık vardı ve HÜDA PAR’la aynı sandığa girecekti. Bugün 1 sandık var, o sandığa HÜDA PAR’la girmeyecek, ama HÜDA PAR’ı Meclis’e sokanla aynı sandığa girecek.

Ruşen Çakır: Evet. Ümit Özdağ’ın karârını bekliyoruz şu anda. Orada da ilginç bir durum var. Birlikte hareket ettiler, ama son anda Ümit Özdağ, “Bu, Sinan Oğan’ın kişisel karârı, saygı duyuyorum; ama biz parti olarak karârımızı açıklayacağız” dedi. Kararlarını 1 saat sonra açıklayacaklar.

Fatih Altaylı: Doğru. Ümit Özdağ farklı bir karar verecek gibi duruyor. Çünkü Ümit Özdağ stratejik düşünmeyi daha çok beceren bir siyâsetçi. Stratejik olarak daha doğru düşünebilen biri. Uzun yıllar ASAM’ın (Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi) başında olmasının da bunda etkisi var. Ümit Özdağ büyük ihtimalle ya tarafsız kalacaktır veyâhut belli koşullar dâhilinde bu tarafa destek verecektir. CHP o koşulları ne kadar sağlar ne kadar sağlamaz, ondan şimdilik emin değilim. Ama sağlayabilir gibi duruyor. Ümit Özdağ’ın da genç seçmende bir karşılığı olduğunu, bir ara gençler arasında üçüncü partiye kadar yükseldiğini de anket sonuçlarıyla biliyoruz. Ama Ümit Özdağ’da sürpriz fazla yok. Bana sorarsanız Ümit Özdağ Türk siyâsetinde bugüne kadar en tutarlı siyâsetçilerden bir tânesi. Çıktığı günkü söylemiyle bugünkü söylemi arasında en ufak bir kayma, sapma yok. Bu söylem doğrudur yanlıştır, sana bana uygundur anlamında söylemiyorum. Ama tutarlı birisi. Ben tutarlığını bugün de büyük olasılıkla devam ettireceğini düşünüyorum. 

Sinan Oğan’a şaşırma meselesine gelince; ben kendisine her programda ikinci turda ne yapacağını birkaç kez sordum, ikinci turla ilgili hiçbir zaman bir şey söylemedi. Eğer Millet İttifâkı’nı destekleme yolunda bir tavrı olsaydı, zâten büyük ihtimalle bunu hissettirirdi. Bunu da hissettirmedi. Fakat dönüp baktığınız zaman, Sinan Oğan’ın bir yandan Bahçeli’nin genel başkanlığı bırakmasından sonra –veyâhut bırakmak zorunda kalmasından sonra– belki orada bir beklentisi var diye düşünüyoruz. Fakat kökenleri îtibâriyle, Türkiye’de siyâsetteki inanç faktörünün de bir miktar etkisiyle, oradaki pozisyonu biraz zor gibi görünüyor. Ama bir yandan da, bu karârı almasında Aliyev faktörü olduğunu söyleyenler var, başka faktörlerden bahsedenler de var. Bir faktörü de göz önüne almak lâzım: Sinan’ın Oğan’ın CV’sine baktığınız zaman Rusya’nın elit yetiştiren okulundan mezun. Yani Lavrov’la aynı okuldan, eski Rus Devlet Akademisi’nden mezun. Böyle bakınca, Sinan Oğan’ın o bağlantıları da kuvvetli olduğu için, onların da etkisinde kalmış olması çok mümkün. Çünkü bir yandan Azerbaycan’ın çok ciddî bir şekilde Türkiye’de mevcut iktidârı ya da Tayyip Erdoğan’ı desteklediğini biliyoruz. Kezâ Rusya’nın da konuya müdâhil olmaya çalıştığını, Kemal Bey kadar net veya sert bir şekilde söyleyemesek de, Türk siyâsetine müdâhil olmak istediğini hissedebiliyoruz.

Ruşen Çakır: 14 Mayıs gecesine gelelim: Ben senin sosyal medyadaki birtakım paylaşımlarında gördüm. Şaşırdığını algıladım. Yanlış mı düşünüyorum?

Fatih Altaylı: Şaşırdım, çünkü bir kere sandık sonuçlarında açıklanmayan… daha doğrusu ekrana yansıyan sandık sonuçlarında çok az bir farkla Kemal Bey öndeydi. Bu açıklanmadı. Sonra bunun îtirazlar nedeniyle olduğu yolunda bilgi geldi ve ben bütün o bilgilerin hepsini paylaştım. Fakat nihâî noktada şu bir gerçek: Evet, o akşam şaşırdım; çünkü ben çok daha iyi bir performans bekliyordum Cumhuriyet Halk Partisi’nin seçimi tâkip eden ekibinden. Bu, başlangıçta bir miktar sağlandı, ama sonrasında ne yazık ki sağlanmadı. Ama bunu sağlamakla yükümlü kişilerle ilgili zâten Cumhuriyet Halk Partisi içerisinde uzun süredir dolaşan şüphe bulutları vardı. O yüzden bu bir komplo mudur, bir satış mıdır, bir beceriksizlik midir bunu söylemem mümkün değil bulunduğum noktadan. Ama bir başarısızlık olduğu, bir çuvallama olduğu gerçek. Nedeni şu veya bu — hiçbirimiz net olarak söyleyemeyiz. CHP merkezi çuvalladı. Biliyoruz ki CHP’nin elinde ıslak imzâlı tutanak sayısı oldukça az; 26 bin kadarının eksik olduğunu söyleniyor. 10 bin küsur sandıkta Cumhuriyet Halk Partisi’nin gözlemcisinin olmadığı artık netlik kazandı. Oysa seçimden iki gün önce yaptıkları gövde gösterisinde liderler bir araya geldiğinde, yaklaşık 600 bin görevliyle bütün sandıklarda olacaklarını söylemişti Altılı Masa. Altılı Masa kuruyorsunuz; Altılı Masa’nın içerisinde muazzam bir insan kaynağı oluşturduğunuzu, üstelik de Ahmet Davutoğlu ve Saadet Partisi gibi bu konularda tecrübeli partileri de yanınıza alıyorsunuz. Kezâ Güneydoğu’da Yeşil Sol Parti, her ne kadar kendisi gözlemci olmasa da, çeşitli partilere gözlemci sağlayabileceğini söylüyor. Buna rağmen sandıklara sâhip olamıyorsanız ve ortaya şöyle bir sonuç çıkıyor: Türkiye’de seçmenler ya da Türkiye’nin geleceğinden kaygı duyan bir grup insan, üstelik de keyfi yerinde olduğu halde gelecekten kaygı duyan bir grup insan, Cumhuriyet Halk Parti’sini sanki zorla iktidar yapmaya veyâhut CHP liderini zorla cumhurbaşkanı yapmaya çalışıyormuş gibi bir izlenim çıkıyor. 

Ruşen Çakır: Karadeniz Ereğli’de bir CHP yöneticisi ne düşündüğümü sormuştu. Ben de “Size rağmen kazanacaksınız” dedim.

Fatih Altaylı: Aynen öyle. 

Ruşen Çakır: Ben de Kılıçdaroğlu’nun önde bitireceğine inanıyordum ve bu konuda bayağı ısrarlı şeyler de söyledim ve ben de şaşırdım. İşin usûlsüzlük yönünü, CHP’nin beceriksizliğini bir kenara bıraktığımız zaman, sonuçta ortada 49,5 ve onun çok gerisinde bir rakam var. Bunu çevirebilir mi?

Fatih Altaylı: Şöyle söyleyeyim: Cumhuriyet Halk Partisi’nde aklı başında siyâset üretmeye çalışan ve siyâset bezirgânlığı yapmayan isimlerle konuştuğun zaman, sonuçların, gerçek fark bu kadar büyük olmasa da, sonuçta AK Parti’nin ya da AK Parti’nin adayının, mevcut Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu yarışı en az 1 veya 2 puan önde kapadığı konusunda hemfikir. Yani CHP kendisinden beklenen performansı veremedi. Ancak, ben 2 yıldır şunu yazıyorum — daha önce yazdığım bir yazım vardı, okuyanlar hatırlayabilirler: AK Parti’nin seçim kazanacak hâli yok, ama CHP’nin seçim kaybedecek hâli var. Yani bu seçimi AK Parti kazanmadı; bu seçimi Cumhuriyet Halk Partisi kaybetti ve başından beri peş peşe yaptığı hatâlarla kaybetti. Ben bu hatâları söyleyip 1-1,5 yıl öncesinden uyarmaya başladığım zaman, CHP içerisinde bir klik, Kemal Kılıçdaroğlu’nu bana karşı doldurdu ve Kemal Kılıçdaroğlu bana yönelik olarak, “O gizli AKP’li” diye söz etti. Adımı vermedi, ama beni kastettiğini gayet iyi biliyoruz.

Ruşen Çakır: “Beşli Çete” dedi mi?

Fatih Altaylı: Bana “Beşli Çete” demedi; çünkü benim “Beşli Çete” ile ne kadar uğraştığımı bütün Türkiye bildiği için, o kadarını diyemedi. Nasıl ki iktidar beni suçlarken, “Bu FETÖ’cü” diyemiyorsa, o da “Beşli Çete” diyemedi. Ama “Alo Holding medyası” gibi saçma sapan şeyler söyledi. Oysa benim orada söylediğim çok doğruydu ve aslında bir ölçüde de İYİ Parti’nin söylemiyle yakındı. Yani: “Evet, kazanabilirsin, ama kazanabilecek adaylar içerisinde en düşük şansa sâhip olan sensin”. O günkü benim görüşüm –ki ben bunu 2019’un sonundan beri söylüyorum– en güçlü aday Mansur Yavaş’tı. “Mansur Yavaş’a Kürt oyları gelmez” filan dediler — ki Mansur Yavaş Ankara’yı alırken Kürt oylarıyla aldı; Japon oylarıyla almadı. Hadi bunu kabul ettik diyelim. Diğer aday, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu vardı. Aslında Meral Akşener bile daha iyi adaydı. Bunların hepsini söyledik.

Fakat şöyle bir suçlama da var — bu sana da geliyordur büyük ihtimalle: “Ee, ne oldu? Sonuçta Kılıçdaroğlu’nu desteklediniz” diyorlar. Yahu biz Kılıçdaroğlu’nu desteklemedik. Biz Türkiye’de mevcut hâlin devam etmesinin Türkiye’de yaratacağı risklerden ötürü, oradaki değişiklik olasılığını destekledik. Bu Kılıçdaroğlu olur, o olur, öteki olur. Türkiye’de bir şeylerin değişmesi gerekiyordu. Bizim desteklediğimiz bir değişimdi. Hukuka yeniden dönüştü. Adâleti yeniden aramaya başlamaktı. Ekonomide rasyonaliteyi aramaktı. Ekonomiyi “nas”larla değil, gerçeklerle yönetme arayışını desteklemekti. Yoksa Kılıçdaroğlu, Ahmet, Mehmet… bana ne? Kemal Bey babamın oğlu değil, diğerleriyle de neredeyse hiçbir tanışıklığım yok. Üç kere programda görmüşümdür. 

Sonuç olarak senin sorduğuna geleyim: Pazar günü ne olur? Vallahi Türk seçmeninin böyle dönemlerde ne yapacağını hayat boyu çok kestiremedim. İkimiz de çok kestiremedik. Yani geçtiğimiz 20 yıl içerisinde etrâfımdaki herkes büyük umutlarla sandığa giderken, ben, “Tamam, sandığa gitmek ve umutlanmak iyi bir şeydir. Ama AK Parti devrilmez” diyordum. İlk defâ bu seçimde AK Parti’nin oylarının çok gerilediğini, 2002 seviyesine yaklaştığını, hattâ belki o seviyenin altına bile inebileceğini gördüm ve söyledim de. Tahminimiz şu oldu: Bu oyların AK Parti’den ayrılıp Milliyetçi Hareket Partisi’ne gideceği aklımızın ucundan geçen bir şeydi. Çünkü Milliyetçi Hareket Partisi, anketlerde gösterilen %4-5’lerden en az üç dört puan daha fazla olacağını, %8-9’larda olacağını tahmin ediyorduk, ama açıkçası %11’leri geçeceğini rüyâmda görsem inanmazdım. 

Güneydoğu’dan bununla ilgili böyle pek çok şey geliyor, ama öyle veya böyle, de ki 500 bin oy çaldılar, de ki 100 bin oy çaldılar, belki 200 bin oyu bir yerden bir yere transfer ettiler. Sonuç olarak, AK Parti’ye kızanlar buraya geçtiler, bir daha sefer buradan oraya geçer mi bilmiyorum. Çünkü AK Parti artık tıknefes olmuş bir parti. Topluma verdiği imaj, içinde olan bitenler, içinde lider adayı dahi çıkamayacak kadar tek kişinin altında olması… Bütün bunlar AK Parti’nin geleceği açısından çok fazla umut verici şeyler olmamakla berâber, şimdi yeniden birkaç sene kazanmış durumda AK Parti. Birkaç sene diyorum, 5 sene diyemiyorum. Çünkü Türkiye’nin önünde çok büyük bir sorunlar yumağı var. 

Ruşen Çakır: Her şeyden önce bir kere yerel seçim var. 

Fatih Altaylı: Orada ilginç olan şu: Benim tahminim, seçimden sonra büyük olasılıkla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nı görevden almaya yönelik bir hamle yapacaklardır. Bilmiyorum sen de katılıyor musun?

Ruşen Çakır: Muhtemelen öyle.

Fatih Altaylı: Çünkü İstanbul’un yokluğunun onlara nasıl bir ıstırap verdiğini, ekonomik anlamda da, örgütlenme anlamında da ıstırap verdiğini ve kendilerine yakın birtakım vakıfları besleme anlamında da ıstırap verdiğini hep berâber izliyoruz.  Yani bu ıstırâba daha ne kadar katlanırlar veya İstanbul olmadan bir seçime daha giderler mi, gitmeyi göze alırlar mı bilemiyorum. Ancak ilginç olan şu: İstanbul’da Cumhuriyet Halk Partisi önde bitirdi. Her şeye rağmen, üstelik de geçmişteki farkı koruyarak önde bitirdi. Kezâ Ankara’da da önde bitirdi. Kezâ İzmir’de de ve büyükşehir belediyelerini aldıkları hemen her yerde önde bitirdi. Bu da gelecek açısından AK Parti için iyi bir haber değil. Yani şu anlamda söylüyorum bunu: Eğer Ekrem İmamoğlu’nu görevden alırlarsa, bir sonraki seçimde işleri çok zor olabilir. İstanbul’da daha da zor olabilir.

Ruşen Çakır: Şimdi garip bir koalisyon var. Yani içinde her şeyin olduğu bir koalisyon. Erdoğan’ın Büyük Birlik Partisi ve MHP ile kurmuş olduğu koalisyon zâten bir tuhaftı. Buna Yeniden Refah Partisi ve HÜDA PAR eklendi. Şimdi de Sinan Oğan ekleniyor. Sen de bugün bununla ilgili bir yazı yazdın. Bu arada sen yeniden yazılarını fatihaltayli.com.tr’de yazıyorsun. Erdoğan’ın lider öğüttüğünü biliyoruz. Süleyman Soylu’yu, Numan Kurtulmuş’u, birçok kişiyi öğüttü. Şimdi de birçoğunu etkisizleştiriyor. Ama aynı zamanda bunlara bir alan da açıyor.

Fatih Altaylı: Hangi alanı mesela?

Ruşen Çakır: Meselâ Süleyman Soylu kendi alanında bir İçişleri Bakanı olarak kendine bir alan açıyor. 

Fatih Altaylı: Evet. Süleyman Soylu üzerinde bu söylediğin doğru. Ama diğerlerinde böyle bir alan açıldığını pek göremedik. Yani Numan Bey çok fazla bir alan bulamadı. Hattâ seçim farklı sonuçlansaydı, AK Parti içerisinde Ahmet Davutoğlu’nun birtakım fonksiyonları olma ihtimâline ilişkin bâzı senaryolar vardı. Senin de kulağına muhakkak gelmiştir. Yani eğer AK Parti seçimi kaybetseydi, Cumhurbaşkanı Erdoğan da seçimi kaybetseydi –ki o olasılık hâlâ mevcut–, AK Parti içinde yeni dengeler oluşabilirdi. Numan Bey farklı bir pozisyona evrilebilirdi, belki Ahmet Davutoğlu’nun, belki Ali Babacan’ın da desteğiyle. 

Aslında şöyle görmek lâzım: Nasıl ki İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan pozisyonda Avrupa uzun süre kendine gelemedi ve ancak 80’lerin sonunda belli çözümlere ulaşabildiyse, Birinci Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu ve Balkanlar’da oluşan statüko nasıl ki 100 sene sonra birtakım iç savaşlarla toparlanabildiyse ve hâlâ o savaşlar sürüyorsa, Türk siyâsetindeki 2000 sonrası oluşmuş pozisyon da bugün aynı şekilde hâlâ bir türlü toparlanamıyor. O yüzden de AK Parti diye bir durum ve Erdoğan diye güçlü bir liderliğin altında bu iş devam ediyor. Bir anlamda, belki tam karşılığı olmasa da Tito gibi düşünmek lâzım. O yüzden, baktığımız zaman da Türkiye’de siyâset tekrar şekillenecek; bu şekilde kalması mümkün değil. Yani bu denli güçlü tek adamlı bir rejim, bir müddet elbette sürebilir. Bu süreyi, zaman zaman halk, zaman zaman da Hak belirler. Onun nasıl sonuçlanacağını bilemiyoruz. Şimdilik Erdoğan açısından işler onun istediği yolda ilerliyor, ama sonrası için ne iktidarda ne muhâlefette çok parlak bir tablo yok. O yüzden de bir süre sonra Türk siyâseti gerçekten şekillenmeye başlar. Erdoğan, yapmış olduğu hamlelerle bu yeniden şekillenme olasılığını sürekli öteliyor. Bugün Has Parti var olsaydı siyâsî denklem böyle olmazdı; çünkü HAS Parti bir yükselişteydi. Kezâ Demokrat Parti tek çatı altında varlığını sürdürüyor olsaydı ve ANAP’ı da içine katmış bir şekilde olsaydı, Süleyman Soylu veya başka bir liderlikle, yine Türk siyâseti farklı bir şekilde evrilebilirdi. Çünkü Erdoğan çok iyi biliyor ki sağı konsolide ettiği müddetçe Türkiye’de kazanma ihtimâli çok yüksek. O yüzden de herkesi bir şekilde oraya toplamayı beceriyor. Son giden de Sinan Oğan oldu. Ancak şunu söyleyeyim: Sinan Oğan bugüne kadar katılanların içerisinde en güçsüzü. Diğerlerinin hepsinin belli bir siyâsî potansiyeli vardı. Sinan Oğan bunların içerisinde siyâsî potansiyeli en düşük olanı.

Ruşen Çakır: Peki Meral Akşener’e dönecek olursak: Sonuçta dedin ki en büyük sürprizlerden birisi, Erdoğan’ın onu kendi tarafına çekememesi. Seçim sonucu İYİ Parti için çok parlak olmadı. Beş yıl öncesinden daha az oy aldı. Galiba 1 milletvekili artırabildi ve desteklediği cumhurbaşkanı adayı önde bitiremedi. Yavuz Ağıralioğlu gibi isimler hemen tekrar devreye sokulup orası çökertilmeye çalışılıyor. Nasıl yapacak, nasıl var kalacak, toparlayacak? 

Fatih Altaylı: İşi en zor parti İYİ Parti — bu çok net. İyi Parti’nin konuşlandığı yer, laik, nispeten demokrat, şehirli sağ kitle. ANAP’ın, Doğruyol’un, MHP’nin küçük bir bölümünün daha önce tâlip olduğu, oy aldığı kesimler. Bunun Türkiye’deki karşılığı aslında %30’lar civârı. Ama seçimden önce de, aday belirleme sürecinde de şu biliniyordu: Kılıçdaroğlu aday olduğu andan îtibâren İYİ Parti %30’unu kaybediyor. Bunu yazdık da söyledik de. Zâten Meral Hanım’ın ısrarı da oydu. Çünkü Meral Hanım kendi partisini iyi biliyor. Kendi partisini iyi bildiği için de, biliyordu ki eğer Kemal Bey çıkarsa şu veya bu nedenlerle partisi büyük oranda oy kaybedecekti. Buna dinî nedenleri, etnik nedenleri, Kemal Bey’e destek verecek kitlenin söylemini de ekleyebiliriz. Ben, onun bunu bildiği için de o Altılı Masa’daki o feveranı yaptığını düşünüyorum. Fakat sonrasında sonuç çıkmayınca, en azından, “Zarârın neresinden dönersek kârdır” diye geri döndü. O gün İYİ Parti’nin oy oranı yaklaşık %17-18’lerdeydi, %5’lere kadar düştü. Bu, yükselip geldiği yerdir. Yani %12-13’ler diyorlardı, biz o zaman %9-10’lar civârı diyorduk — yüksele yüksele geldiği yer. Seçim biraz daha ileri târihte olsaydı, belki biraz daha toparlama olsa olabilirdi. Ama Kemal Bey aday olduğu müddetçe, İYİ Parti’nin performansında ciddî bir düşüş olacağını herkes biliyordu. 

Ruşen Çakır: Peki, bundan sonrası? Önü açık mı?

Fatih Altaylı: Bundan sonra işi zor. Dört buçuk yıl Meclis’te olamadı. Şimdi yine Meclis’te olamayacağı bir dönem geliyor. Milletvekili değil. Partisi muhâlefette ve partisi içerisinden ya da partisine fikren yakın kitlelerden bir bölümü de öbür tarafa doğru meyletmiş vaziyette. İşi en zor olan parti odur. Ancak, bir yandan da baktığın zaman, belli bir tabanı muhakkak koruyacaktır. Çünkü AK Parti’nin, özellikle HÜDA PAR, Yeniden Refah gibi oluşumlar içerisinde olması, en azından sağ seçmen kadınlarda, orada bir potansiyeli bulunduruyor. Yani ben İYİ Parti’nin %6-7’nin altına düşeceğini tahmin etmiyorum. 

Ruşen Çakır: Diğer yandan şöyle bir şey de var: Eğer Kılıçdaroğlu ikinci turu kazanırsa, o zaman İYİ Parti’nin önü sonsuz bir şekilde açık olacak.

Fatih Altaylı: Eğer öyle olursa, yani Kılıçdaroğlu ikinci turu kazanırsa, Türkiye’de birçok şey değişir. Siyâsette çok şey değişir. Birincisi: Siyâset normalleşir; bugünkü dengesiz durum ortadan kalkar. Altılı Masa bâzıları tarafından “Altısı bir arada” diye çok eleştirilse de, öbür tarafta da yedisi bir arada. Aralarında çok fark yok. Birisi %35 aldı, ötekinin partisi %30’larda kaldı. Diğerinin partisi %25’lerde kaldı. Yani ana muhâlefet ve iktidar partileri açısından öyle atla deve, çok vahim bir durum yok. Ama cumhurbaşkanlığı el değiştirirse, senin de söylediğin gibi İYİ Parti açısından pozitif bir dönem başlar. Çünkü müthiş bir güç elde edecek. “Meclis çoğunluğu Cumhur İttifakı’nda, Cumhurbaşkanlığı Kılıçdaroğlu’nda olursa ne olur?” diye düşünenler var. Hiçbir şey olmaz. Başkanlık sistemi, kurgulanış açısından o kadar hegemonik bir sistem ki… kişiye özel kurgulandığı için Başkan’ın Parlamento ile çok fazla işi yok. “Parlamento’da Cumhur İttifâkı çoğunlukta, cumhurbaşkanlığını Kemal Bey alsa ne olur?” diyorlar ya? Hiçbir şey olmaz. Tam aksine çok iyi bir şey olabilir. Çünkü check and balance ilk defâ olarak işlemeye başlar.

Ruşen Çakır: Kohabitasyon.

Fatih Altaylı: Evet. Kohabitasyon işler.

Ruşen Çakır: Peki Kürtler’e ne diyorsun? Burada beklediklerini bulamadılar. Meselâ kendi tabanlarında, “Aday çıkartmış olsaydık belki daha iyi olurdu” diyorlar. 

Fatih Altaylı: Doğru, bunu kendi tabanlarında konuşuyorlar. Peki, kime ne faydası olurdu aday çıkarmış olmalarının? Sonuca ne etkisi olurdu? 

Ruşen Çakır: Yani ikinci tura kalacaktı. İkinci turda destek vereceklerdi; kendi güçlerini de görmüş olacaklardı. 

Fatih Altaylı: Bence HDP’nin bundan daha fazla, Kandil meselesine kafa yorması lâzım. Çünkü Türkiye’de bugün askerî vesâyet altındaki parti HDP’dir. Yani HDP, Türkiye Partisi olabilme, hattâ belki ana muhâlefet olabilme şansını 2015 seçimlerinden sonra, Kandil’in ortaya koyduğu kalkışmayla ortadan kaldırdı. Bugün Cumhuriyet Halk Partisi’nin başında Demirtaş olsa –bu belki ileri bir söylem gibi gelebilir bâzılarına– Cumhuriyet Halk Partisi çok daha parlak bir parti olabilirdi. Veyâhut da HDP etnik siyâsetten kurtulup üzerindeki örgüt baskısını atabilse, bugün başka bir yerde olabilirdi. 

Şuna kimse dikkat etmiyor. Benim bununla ilgili yazılarım da var. Dedim ki: “Seçim süreci geldiğinde HDP içerisindeki mekanizmalar da harekete geçecek ve iktidâra yarayan söylemlerde bulunacaklar”. Şimdi şu normal mi? İktidârın söylemi, CHP’nin veya muhâlefetin adayının HDP’den destek aldığı, Kandil’le işbirliği içerisinde olduğu yolunda. Normal şartlarda, muhâlefetin kazanmasını isteyen bir Kandil, bu dönemde sessiz kalmayı mı tercih eder yoksa her fırsatta ortaya atlayıp, “Evet, biz Cumhuriyet Halk Partisi kazansın istiyoruz. Biz Kemal kazansın istiyoruz. Kemal Bey ile işimiz var. Kemal Bey’i çok seviyoruz” mu der? Şimdi bunu Kandil’in kaşarları bilmez mi? Dikkat edersen, seçim karârı alındığından bu yana, Kandil’den yapılan bütün açıklamalar, Kılıçdaroğlu’nun ne kadar şâhâne olduğu, ne kadar kendine yakın olduğu, AKP’nin ise ne kadar kötü olduğu yolunda. Buna argoda “ters kolpa” denir. Bu ters kolpayı kimse görmüyor mu?

Ruşen Çakır: Zamânında, Çözüm Süreci’nde, röportaj için gittiğimizde, o zaman da AKP’ye çok şüpheyle bakarlardı, onu biliyorum. 

Fatih Altaylı: Burada mesele PKK açısından mevcut statükonun sürmesi. O statüko nedir? Türkiye’nin komşularıyla olan ilişkilerindeki mevcut durumun sürmesi. Yani Amerika’nın Suriye’nin kuzeyinde kalması, oradaki devletin… Yani Türkiye’nin dış politikada bu pozisyonunu sürdürmesi PKK’nın ya da etnik Kürt siyâsetinin hoşuna giden bir şey. O yüzden onlar da Türkiye’de bu durumun değişmesini istemiyorlar. Statüyü korumak istiyorlar. Çünkü bu statü onlara, târihlerinde ilk defâ, Amerika kontrolünde bile olsa bir devletleşme imkânı sağlıyor.

Ruşen Çakır: Peki, Erdoğan tekrar kazanırsa bu statü nasıl devam edecek? Levent Gültekin bir yumuşama bekliyor; ama açıkçası ben hiç öyle bir şey beklemiyorum. 

Fatih Altaylı: Ben de hiç beklemiyorum. 

Ruşen Çakır: Ne bekliyorsun?

Fatih Altaylı: Eğer Erdoğan tekrar seçilirse, “Bugüne kadar yaptığım her şey onaylandı demektir. Demek ki aynılarını, hattâ daha sert bir biçimde yapabilirim” diyecek. Bugün Erdoğan’ın siyâsî bir rakibi yok. Eğer kazanırsa, tamâmı silinmiş olacak. Kemal Bey’in artık o koltukta oturmaması gerekecek. Oturursa büyük bir vahâmettir. Bu oyunu iyi kurgulamış olsa da, Kemal Bey’in, kaybetmesi hâlinde o koltukta oturmaması için herkesin her şeyi yapması lâzım. Çünkü ben Kemal Bey’in son dönem oyununu, partisine rağmen başarılı bulduğumu söylemeliyim. Ama şurası net ki Tayyip Bey yumuşamaz. “Yaptıklarım doğruydu ve onaylandı. Ben bunu bir adım öteye nasıl taşırım?” diye düşünür. Sen, “Orada çeşitli, parça parça” dedin ya, doğru, parça parça, ama aslında oradaki en önemli parça…

Ruşen Çakır: Yine kendisi.

Fatiha Altaylı: Hayır, Devlet Bahçeli. Düşünün ki milliyetçiliği ayaklar altına alan Erdoğan’dan, şu anda milliyetçilik şampiyonu Erdoğan’a bir dönüş var. Bu kimin başarısı?

Ruşen Çakır: Tabiî ki Devlet Bahçeli’nin.

Fatih Altaylı: Devlet Bahçeli bugün Türk siyâsetindeki en belirleyici unsurdur.

Ruşen Çakır: O anlamda, Sinan Oğan’ın gelmiş olmasından rahatsız değil midir?

Fatih Altaylı: Devlet Bey ufak detaylara takılmıyor gördüğüm kadarıyla. Yani bunlar onun için çok önemsiz. Sinan da gelebilir, Ahmet de gelebilir. Bahçeli büyük tabloya bakıyor ve büyük tabloda kendini ve Türkiye’yi konumlamak istediği yere eğer konumlayabiliyorsa… Şöyle bakıyor olaya: “Ben bir puzzle yapıyorum. Bu parça artabilir, bu parçayı kullanmak zorunda değilim. O, puzzle’ın belli bir bölümüne odaklamış vaziyette. O yüzden Devlet Bey orada olduğu müddetçe durum farklıdır ve zâten seçmenin de Devlet Bahçeli’ye yönelmesinin sebebi odur. Seçmen, özellikle o “yerli ve millîlik” konusunda AK Parti’ye güvenmedi. 

Ruşen Çakır: Sen ekonomi konusuna benden daha çok hâkimsin. Hep şöyle bir hesap yapılıyor: “Öyle ekonomik koşullar var ki artık yapamaz”. Bu sâdece Demirel’in söylediği  “Tencere götürür” meselesi değil. Meselâ şu son 15 gün içerisinde de ekonominin çok kötüye gittiği, dolar kalmadığı konuşuluyor. 

Fatih Altaylı: Bunlar gerçek. Merkez Bankası’nın rezervlerinin negatifte olduğunu biliyoruz. Merkez Bankası’na âit olmayan, ama Merkez Bankası’nda durmak zorunda olan birtakım paralar ve birtakım swap’lardan ötürü orada bir para varmış görünüyor, ama o para Merkez Bankası’nın değil. Yani ben sana paramı vermişim, sen o parayı kendinin diye sayıyorsun; ama aslında sen bana borçlusun gibi bir durum var. Bunu da bugün pek çok yerde görüyoruz: Döviz işlemlerinde, şirketlere döviz kısıtlamaları var. Kredi alanlara döviz almayacakları garantisiyle kredi veriliyor, o da belli firmalara veriliyor. İhrâcatçının dövizinin %40’ına daha kaynağında el konulup Türk Lirası’na çevriliyor. Buna mukabil, üretim için ithâlâta muhtaç sanâyici, döviz bulup ithâlâtı gerçekleştiremiyor, artık çarkları çok zor döndürüyor. Bunlar uzun süre sürdürülmesi mümkün olan şeyler değil.

Kezâ seçim vaatleri: EYT, ona zam, buna zam, memura şu kadar, işçiye bu kadar, emekliye şu kadar derken, faturalar çıkıyor karşısına. Eğer siz üretimi de karşılayamıyorsanız, sonucu ya borçlanmadır veyâhut enflasyondur. Büyük ihtimalle ikisi birdendir. Yani Türkiye para basarak bunları ödemek zorunda. Dış kaynak bulamadığı için de borçlanmak zorunda. Ekonomisi de kötü olduğu için CDS primi (Kredi Risk Primi) giderek artıyor ve daha pahalı borçlanmak zorunda kalıyor. Bu, içinden çıkılabilir bir sarmal değil. Çıkılabilir mi? Evet. Peki, nasıl çıkılabilir? Bir: Ekonominin gerçeğine uygun davranacağınızı beyan edersiniz. “Fâizleri artırıyorum” dersiniz. İllâ enflasyon oranında artırmak şart değil. Fâizleri gerekirse gerektiği kadar artırma sinyali verirsiniz. Bu da karşınızda, “Bir dakika, meydan o kadar da boş değil” hissi uyandırır; bir çekidüzen gelir. Üzerine, yabancılara güven verirsiniz. O güven sonucunda Türkiye’ye doğrudan yatırım veya finansman şeklinde birtakım kaynaklar gelir ve iş yavaş yavaş toparlar. Bir yılda toparlanmaz, 2-3 yılda belli bir hizâya gelir. 

Bugün Türkiye’nin vahim olan durumu şu: Sizin her tarafınızda içinizi urlar sarmış. Ama sizin bir elinizde oyuncak uçak var, drone var, bir elinizde ay roketi var ve bir maket geminin üstüne çıkmış, “Çok iyiyim” diyorsunuz. Değilsin. İyi değilsin. Bunları yapıyor olmak senin ekonominin iyi olduğunu göstermez. Önümüzdeki günlerde onu yazacağım: Sovyetler Birliği yıkıldığında, hatırlayacaksın dünyanın en önemli iki silâh üreticisinden biriydi. Silâh dışsatımında dünya birincisiydi. Teknolojinin bâzı bölümleri hâriç dünyada en etkin uluslardan biriydi. Ne oldu? Yıkıldı. Çünkü ekonomik verimliliği olmayan bir sistem kurmuştu. Bugün Türkiye de ekonomik verimliliği olmayan bir sistem üzerinde oturuyor. Bunu verimli hâle getirmek, sorunları çözmek mümkün mü? Çok kolay mümkün. Ama bunu bugünkü anlayışla yapmak mümkün değil. Bunu dünya gördüğü için Türkiye’ye bir yatırım gelmesi söz konusu değil. Hele hukukunuz yokken hiç mümkün değil. 

Ruşen Çakır: Meselâ ismi ortaya atılan Mehmet Şimşek… hattâ en son mitinglere de katıldı. Erdoğan yeniden seçilirse, Mehmet Şimşek’i getirip, “Seni serbest bırakıyorum” demez mi diyorsun.

Fatih Altaylı: Daha önce AK Parti tarafından bakanlık teklif edilen çok önemli finans ya da bankacılık sektöründen isimlerle zaman zaman bir araya gelip konuşuyoruz. Mehmet Şimşek gerekmiyor, onlar da olabilir. Meselâ Mustafa Bağrıaçık da olabilir, başka birisi de olabilir. Önemli olan, ekonominin gerçeklerine göre hareket edilmesi. Diyelim Mehmet Şimşek’i getirdiler. Mehmet Şimşek geldiğinde, Tayyip Bey hâlâ, “Ben fâiz indirimlerine devam edeceğim” diyorsa, oraya değil Mehmet Şimşek’i, Mehmet Yıldırım’ı, yanında da Mehmet Rüzgâr’ı, hepsini berâber getirseniz yine bir şey olmaz. Orada siyâsî duruş önemli. Bâzıları diyor ki: “Tayyip Bey o kadar politik ve o kadar pragmatiktir ki, yarın tam tersini yapar. “Ben halkımın gerçekleri için gerekirse bunu da yaparım” deyip, fâizi de… Keşke yapsa, keşke ekonominin gerçeklerine göre hareket etse.

Mehmet Şimşek gelir mi? Mehmet Şimşek’i çok eskiden beri tanırım. Mehmet Bey’in gelme ihtimâli bence zayıf. Herkes tarafından bilinen ve üzerine konuşmanın çok ayıp olacağı için konuşulmayan sağlık sorunları var zâten. İkincisi, daha önce çağırıldığında, “Benim param yok. Âilem var, çocuklarım büyüdü artık, biraz çalışmak zorundayım” demişti. Çünkü Mehmet Şimşek namuslu bir adamdır; avantası, şusu busu olan bir adam değildir. Gelir mi bilemiyorum. Çok bastırırlarsa, bir ihtimal gelmek zorunda kalabilir. Yani patronlarına bastırırlar, şöyle yaparlar böyle yaparlar. Çünkü biliyorsun Mehmet Şimşek’in çalıştığı yer, Türk yatırımcılara ait bir oluşum — gelmek zorunda kalabilir. Ama görevden alınan Merkez Bankası Başkanı görevden alınmasaydı, Mehmet Şimşek’i getirmeye gerek yoktu ki. Zâten işler belli oranda rayında gidiyordu. Mehmet Şimşek geldiğinde, Mehmet Şimşek’in yarın öbür gün atılmayacağının garantisi var mı? 

Ruşen Çakır: Yok tabiî. Peki, programı bitirirken biraz kendini anlat. Hatırlıyorum, Habertürk’ü ilk kuracağın zaman beni de çağırmıştın. 

Fatih Altaylı: Ben varken gelmedin, sonradan geldin. 

Ruşen Çakır: Evet, senden sonra geldim. Şimdi birdenbire bir tweet’leçekildin.

Fatih Altaylı: Evet. Şöyle söyleyeyim: Evlilikler vardır, çok mutludur, çok keyiflidir, çocuklar filan, o evlilik iyi gidiyordur. Ama içten içe böyle bir şey vardır. Yani artık kişilikler farklı yönlere gitmiştir veya kişiliklerden biri farklı bir yöne evrilmiştir. Açık söyleyeyim, ben meslekî olarak Habertürk’ünpatronuna minnettârım. Bana çok önemli tatminler yaşattı. Önce Türkiye’nin en büyük iki gazetesinden birini yönettim. Sonra Türkiye’nin en büyük iki gazetesinden birini kurdum, televizyon kurdum. Şımarıkça, “Bilim programını yapacağım” dedim, yaptırdılar. Yani bir sürü şey yaptım orada, yapabildim. Ama bir yer geliyor, artık o ilişki toksik hâle geliyor, birbirinize zarar veriyorsunuz, beklentiler farklılaşıyor. O beklentileri karşılamaları kendi kişiliğine ters geliyor. İş o hâle gelince, bir yerde bitmesi gerekiyordu. Biz de çok medenî ve çok dostâne bir şekilde, “Farklı düşünmeye başlamış olabiliriz ya da farklı davranmak zorunda kalmış olabiliriz. Ama bu işi bitirelim” dedik. Açıkçası, bitirmek iki tarafın da ortak karârıydı ve medenîce gerçekleşti. Belki biraz daha önce ya da biraz daha sonra olabilirdi. 

Benim açımdan iyi olan tarafı şudur: Ciner Medya’daki yöneticiliğim sırasında bir dönem çok yıprandım. Herkes üç aşağı beş yukarı biliyor. Bu, yöneticiliğin getirdiği bir şeydi. Berâber çalıştığın arkadaşlarını koruma, berâber çalışan arkadaşlarının zarar görmemesini, Türkiye’nin medya ortamında ve siyâsî ortamında sana o imkânları sağlayan grubun minimum zarar görmesini sağlamak için orada çok şey göğüsledim ve o beni çok yıprattı. Ama toplama baktığın zaman, 2008’de söylediklerimle bugün söylediklerim arasında çok büyük bir uçurum yok, genelde aynı tonda şeyler söylemişim. Ama ne söylediğiniz önemli değil, nasıl algılandığı önemliydi. Turgay Bey de sağ olsun, benim kendimi doğru ifâde edebilecek süre boyunca orada devam etmemde benim arkamda durdu. Bunun için çok sıkıntı çektiğini biliyorum. Ama arkamda durdu. Ben de açıkçası o yüzden ayrılamadım oradan. Karşılıklı birbirimize bir dostluk ve sevgi bağımız da vardı. Ama işte, bir yere kadar, sonunda ayrılmak zorunda kaldık. 

Ruşen Çakır: Şimdi kendi web sayfanda yazılarını yazıyorsun.

Fatih Altaylı: Evet. fatihaltayli.com.tr diye bir web sayfası açtım. Şimdilik sâdece kendi yazılarımı koyduğum bir oluşum. Belki onu ileride biraz daha haber sitesine çevirme durumum var; ama henüz ona çok hazır olmadığım için, en azından yazılarıma devam edeyim diye onu yaptım. Bir YouTube kanalım vardı hatırlarsan. Şimdi onu bambaşka, Türkiye’de pek konuşulmayan bir YouTube oluşumu şeklinde, farklı bir biçimde yeniden devreye alacağım. Amerika’da bunun bir iki örneği varmış galiba. Ben düşünürken ve araştırırken gördüm. Orada bir şey yapma niyetim var. Bununla ilgili, “Berâber hareket edelim” diyenler var, “Ortak olalım” diyenler var, “Tekniğini biz kuralım” diyenler var. Çok destek verenler var; bunu karşılıksız yapmaya hazır okurlar, izleyiciler var. Benim orada en önemsediğim şey aslında “Teke Tek Bilim” programıydı. Herhalde onu da Celal ve İlber Hoca ile berâber daha çeşitlendireceğiz. Sen nasıl Medyascope’u yaptıysan, biz de oraya yeni dönemin…

Ruşen Çakır: Welcome to the Club.

Fatih Altaylı: Tam da öyle. Bu işin avantajı da şu olmuş gördüğüm kadarıyla: Biz artık işsiz kalmıyoruz. Aslında daha özgür olmamız gerekiyor.

Ruşen Çakır: Evet, artık medya böyle gidiyor Fatih.  

Fatih Altaylı: Evet. O yüzden orada iyi şeyler yapacağımı düşünüyorum. Uzun yıllardır tanıdığım, zaman zaman berâber çalıştığım çok iyi bir arkadaş ve meslektaş grubuyla berâber hareket ederiz diye umuyorum. Bakalım, göreceğiz. Ama dediğim gibi, sizler, iyi örnekler olarak, yolu açanlar olarak önümüzdesiniz. Biz de onu biraz daha ileri taşımaya çalışacağız.

Ruşen Çakır: Programı bitirirken Sanlı Ergin’e bir rahmet dileyelim.

Fatih Altaylı: Evet, bu sabah ne yazık ki böyle bir kötü haber aldık. Bayağı üzüldüm. Sanlı Ergin, benim Cumhuriyet gazetesinden beri,1982 yılından beri arkadaşım, dostum. Habertürk gazetesini de berâber kurduğumuz, berâber çalıştığımız, sonra Habertürk’ten ayrılan, sevgili Sedat Ergin’in de kardeşi, benim canım dostum Sanlı Ergin’im bir süredir hastaydı. Ne yazık ki bu sabaha karşı kaybettik. Sabah erken saatte de bana Soli Özel haber verdi. Sedat (Ergin) beni birkaç kere aramış, ama bununla ilgili değil de anladığım kadarıyla başka bir konuyla ilgiliymiş. Telefonum dört gündür yanımda değildi. Bugün Sedat Ergin’i aradım, o da perîşandı. Sanlı’ya Allah’tan rahmet diliyoruz. 

Ruşen Çakır: Fatih, çok sağ ol. 

Fatih Altaylı: Sen sağ ol Ruşen.

Ruşen Çakır: Evet, Fatih Altaylı ile seçimi ve biraz da medyayı konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Size de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.